CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU KURULUŞ MACERASI II
KONSER SALONU ÇALIŞMAYA BAŞLIYOR
1989/90 konser mevsimi programını
yapabilmek için salona idari ve teknik personel yanısıra ofis çalışanları da
alınması gerekiyordu. İstanbul kazan ben kepçe bütün tanıdıkları seferber etmiş
kaliteli eleman bulabilme derdine düşmüştüm. İşi kabul ettiğim andan beri
geceleri gözüme uyku girmiyor, kafamın
içinde bin bir proje birbirini kovalayıp duruyordu. En büyük şansım Aliye
Manizade gibi bir pırlanta ile tanışmak ve CRR Konser Salonu’nu onun desteğiyle
bugün bile bozulamayan bir sisteme oturtabilmek olmuştu. Aliye Manizade,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin ünlü Ortopedi Profesörü Derviş Manizade’nin kızı,
bariton Atilla Manizade’nin de kuzeniydi. Avusturya Lisesi mezunu, mükemmel
Almanca ve İngilizce bilen, yumuşacık, kibar, çalışkan, uyumlu, üst düzeyde
sorumluluk sahibi ender kaliteleri olan bir insandı rahmetli Aliye.
Aliye Manizade, Carlo Domeniconi, Samih Rıfat, F. A.
Üstlendiğim işin ne kadar
ürkütücü boyutları olduğu her geçen gün kafama dank ediyordu. Aliye ile ben,
aramıza katılan gençlerle birlikte devamlı işi takip ederek, çok profesyonel
çalışarak sistemi ilk yılında oturttuk. İstanbul’da ilk kez kız-erkek
üniversite öğrencilerinden oluşan bir ekip ile konuklarımız olarak kabul
ettiğimiz konser dinleyicisini en iyi biçimde ağırlamaya önem verdik. Davet
ettiğimiz sanatçıların İstanbul’a ayak bastıkları andan ayrıldıkları dakikaya
kadar üzerlerine titriyorduk.
Piyanist Dmitri Alexeev
Piyanist Jannis Vakarelis
Piyanist Peter Katin
Temalı konser dizileri, genç besteci ve
yorumcuları destekleyen konserler, usta besteci ve yorumcularımız için
düzenlediğimiz onur geceleri, yabancı müzisyenlerle bizim müzisyenleri bir
araya getiren konser projeleri, Rönesans ve Barok müzikte uzmanlaşmış grupların
konserleri, oda operaları programları CRR’e getirdiğimiz yeniliklerden sadece
bazılarıydı. Sezon içinde Türk Müziği de, Bale de, modern dans da, caz da
vardı. Böyle renkli, böyle çeşitli konser ve gösteri programı olan bir başka
kurum yoktu henüz Türkiye’de.
Ahmed Adnan Saygun Onur Gecesi
Semiha Berksoy Onur Gecesi
Lontano Topluluğu ve Kadın Besteciler Konseri
PİYANO SATIN ALMA MACERAMIZ
İşin başında en önemli sorunumuz
piyano idi. Konser Salonu idik ama piyanomuz yoktu. Açılış konserleri için
Aydın Gün’ün kapısını çalmış, İstanbul Festival’ine ait olan Steinway konser
piyanosunu ödünç almıştık. İyi de, bundan sonraki konserleri de ödünç piyano
ile yapmayacaktık herhalde. İstanbul Belediyesi’nin ilk konser salonuna lâyık
piyanolar alınmalıydı. Yine Saraçhane’deki Belediye Sarayı koridorlarını epey
aşındırdıktan sonra nihayet yeşil ışık yandı. Bu vesile ile o zamanki İstanbul
Büyükşehir Belediyesi bünyesinde sadece ISKI’nın yurtdışından gümrüksüz ithalat
yapma yetkisi olduğu anlaşıldı. Tesadüf, ISKI Genel Müdürlüğüne getirilen Ergun
Göknel ilkokul arkadaşım çıktı.
Velhasıl, piyanist Ayşegül Sarıca
ile Hamburg’daki Steinway fabrikasına
piyano seçmeye gönderildik. Ayşegül bize gösterilen 12 piyano arasından iki
muhteşem Model D Steinway seçti. Birinin ses rengi parlak, ötekinin daha
yumuşak olsun dedik. Piyanoların hangi koşullarla korunacağına dair fabrika
yetkililerinden bilgiler aldık ve döndük memlekete. Böylece konser salonumuz
ISKI sayesinde 2 adet fevkalade piyanoya kavuşmuş oldu.
Ayşegül Sarıca, F. A. Gönül Gökdoğan
Üzerine titrediğim piyanolar için
24 saat nem ve ısı ayarlı özel klimalı bir oda hazırlandı. İdari personelden
birinin görevi her sabah piyano odasının ısı ve nem durumunu kontrol etmekti.
Genç piyano akordörü Levent Conker ile anlaştık ve onun Steinway fabrikasında
staj görmesine yardımcı olduk. Piyanolarımıza kavuştuktan sonra alnımızın
akıyla Maria Joao Pires ya da Dimitri
Başkirov gibi efsane piyanistleri salonumuza davet edebilecektik. Fransız,
İtalyan, Rus, Amerikan, Alman, İngiliz Kültür Merkezleri ile yakın işbirliğine
girişmiştik. Onlar da yüksek standartlara sahip olan ve o standartlara uygun
yönetilen bir konser salonuna kendi sanatçılarını getirmek için can
atıyorlardı. İlk yılın sonunda salonumuza bir de klavsen almaya karar verdik.
Trevor Pinnock’un tavsiyesi üzerine
Boston’daki bir klavsen yapımcısına klavsenimizi ısmarladık. Böylece İstanbul
Büyükşehir Belediyesi bir de özel yapım klavsene sahip oldu.
CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU
Konser salonuna Cemal Reşit Rey
adının verilmesi de ilginçtir. Hikâyeyi baştan anlatsam iyi olur. 1923 yılında
Paris Konservatuarı’ndan mezun olan Cemal Bey, hocası ünlü piyanist Marguerite
Long ile çalışmaya devam etmektedir. 19 yaşındaki genç piyanist ve besteci
parlak bir kariyerin eşiğindedir. Öte yandan 1923 yılı Türkiye için yepyeni bir
çağın başlangıcıdır. Paris’teki genç müzisyene tam bu sırada İstanbul’dan
sürpriz bir telgraf gelir. Cemal Bey, Türkiye’ye çağrılış serüvenini Atatürk’ün
doğumunun 100. Yılı dolayısıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
tarafından düzenlenen “Atatürk ve Sanat” başlıklı Sempozyumda şu cümlelerle
anlatır:
Uşakizade Halit Bey’den (Halit
Ziya Uşaklıgil)- ki kendisi o zaman Şehremaneti Sanayi-i Nefise Encümeni reisiydi-bana bir telgraf geldi[...]
[İstanbul’da] ders vereceğim bir Konservatuar, bir Darülelhan açılıyor. Buna
bir alafranga kısım ilâve edilmiş. Darülelhan’da bana kompozisyon ve piyano
sınıfları veriliyor.
Cemal Reşit Rey
Paris’ten gelen bu sarı saçlı,
mavi gözlü, ince bıyıklı, Fransız aksanıyla ağdalı bir Osmanlı Türkçesi konuşan
dinamik gencin ilk öğrencileri ondan topu topu dört- beş yaş küçük, çoğu ona
hayran genç hanımlardı. Sonraki yıllarda Şair Nigar sokaktaki konağında özel
piyano dersleri de verirdi Cemal Bey. Cemal Bey’in sevgili piyano öğrencileri
arasında Orhan Pamuk’un halası Gönül Pamuk, Gülsin Onay’ın annesi Gülen Erim,
Hasan Muhittin Çanga Paşa’nın kızı ve eski bakanlardan Cahit Kayra’nın eşi
Gönül Kayra, çellist Selma Gökçen’in annesi Emel Uygur, daha niceleri var.
İşte bu öğrencilerden ikisi bir
gün Konser Salonu’nda beni ziyarete geldiler. Gelenlerden biri Cemal Reşit
Rey’in İstanbul Belediye Konservatuarı’ndaki ilk piyano ve analiz
öğrencilerinden olan Masume Batu ile Türkiye Radyolarının ilk kadın spikeri
Emel Gazimihal’di. Bana bir öneriyle gelmişlerdi. Hocaları Cemal Bey, İstanbul
Belediyesi’nin müzik etkinlikleri ile özdeşleşmiş bir isimdi. Belediye
Konservatuar’ında şehrin ilk yaylı çalgılar orkestrasını kuran, ardından
İstanbul Belediyesi Şehir Orkestrası’nı kurup emekli oluncaya kadar şefliğini
yapan Cemal Bey’in adı yeni belediye konser salonuna verilmeliydi. Hanımların
önerisini hemen Hilmi Yavuz’la konuştum, Hilmi de fikri derhal benimsedi sağ olsun.
Böylece başta Cemal Bey’in öğrencileri olmak üzere, Belediye Başkanı Nurettin
Sözen’in de katıldığı bir törenle salona Cemal Reşit Rey Konser Salonu adı
verildi.
Sağdan sola Masume Batu, Emel Gazimihal, F. A. Nürettin Sözen
SIKINTILI İLİŞKİLER
Belediye ile ilişkilerimiz çok
iyi gider gibi görünürken birden tersine dönüyor, ardından yine düzeliyordu.
Geçinemeyen aile fertleri gibi sürekli dedikodular, fesatlıklar, dalkavukluklar
deryasında yüzüyorduk. Sürtüşmelerimiz daha işin başından “halkçı” versus
“elit” takışmasına dönüşmüştü. Ülkemizde ister Profesör Doktor ister Şair ister
Filozof olun, klasik müziğin “elit”lere hitap ettiği, “halk”a uzak olduğu
önyargısından kurtulamıyorsunuz. Halka hitap etmekten anlaşılan da her nabza
göre şerbet vermekten geçiyordu benim patronlara göre. Salonun uluslararası
boyutta örnek niteliğini korumak için 3 yıl boyunca belediyeye karşı verdiğim
cansiperane mücadele sonucu yüksek tansiyon hastası olmuştum.
Belediye Başkanlığına ve Kültür
Dairesi’ne sunduğum CRR Konser Salonu kullanım ve işletme yönetmeliğine
uyulmuyordu. Aylar önceden hazırlayıp yayınladığımız, duyurularını yaptığımız
yıllık programımıza uymayan tahsislerle bizi deli etmeyi sürdürüyorlardı.
Nurettin Sözen “Ben iki yüz- üç yüz kişi klasik müzik dinleyecek diye bu salona
bu kadar para veremem” diyerek noktayı koymuştu. Ben, salondan çok daha fazla
kişinin yararlandığını, böyle bir mekânın ticarî önceliklerle yönetilmemesi
gerektiğini söylesem de başkan Nuh diyor Peygamber demiyordu.
Cemal Reşit Rey ve İBB kültür işlerine bakan ekip. Sağdan Biltin Toker, Hilmi Yavuz, F.A. Nurettin
Sözen ile. Arka sırada konser salonunun müdavimlerinden İshak Alaton, Avukat Süreyya Ağaoğlu,
Büyükelçi Vahit Halefoğlu ve eşi Zehra Hanım.
Sonunda iki olayla bıçak kemiğe dayandı.
Birincisi, Bedrettin Dalan zamanından beri Şehir Tiyatrolarını yönetmekte olan
Gencay Gürün’ün “Evita” müzikalini ille de CRR Konser Salonunda sahnelemek
ısrarı, ikincisi ise Sözen takımının binanın alt katını televizyon stüdyolarına
dönüştürmek amacıyla yıkıma kalkışmasıydı. Aslında ben müzikale filan karşı
değildim. Ama CRR sahnesi tiyatro sahnesi değildi. Kulisi bile yoktu. Ne kadar
“Dekorlar sığmaz, sahne ve sahne arkası uygun değil” dedimse de Gencay Gürün,
“Uysa da uymasa da biz uydururuz” mantığını Nurettin Sözen’e inandırmıştı. Öte
yandan SHP’li belediyeciler de aynı mantıkla salonun dibini oyarak Belediye
Radyo Televizyon Stüdyosu kurma ve parti propagandası yapma telaşı
içindeydiler. Erdal İnönü başta olmak üzere başvurmadığım SHP’li kalmamıştı.
Herkes yüzüme karşı haklı olduğumu söylüyor ama hiçbir şey yapamıyor veya
yapmıyordu.
Tabii olan biten sır değildi ve
belediye ile sorunlarım olduğu etrafta, sanat ve müzik camiasında
konuşuluyordu. Aydın Gün tam bu aşamada sahneye girdi. Kendisini çocukluğumdan
beri tanırdım. Babamın konservatuardaki öğrencilerindendi, ayrıca İstanbul
Belediyesi Şehir Operası’nda korrepetitör olarak çalıştığım yıllarda müdürüm
yani patronum olmuştu. Cumhuriyet gazetesi müzik yazarı sıfatıyla İstanbul
Festivali dolayısıyla kendisi ile kaç kere söyleşi yapmıştım. Daima mesafeli,
hatta “burnundan kıl aldırmayan” tavrıyla insanı yanına yaklaştırmayan bir
kişilikti Aydın Gün. Belki de bu yüzden beni The Marmara oteline kahve içmeye
davet edince epey yadırgadım. Hangi dağda kurt ölmüştü de Aydın Bey beni kahve
içmeye çağırıyordu. Davete icabet edip, The Marmara Kafe’ye gittiğimde Aydın
Bey’in söze nasıl başladığını bugün hiç anımsamıyorum ama görüşmemizin ana
konusu benim yöneticilerle daha diplomatik iletişim kurmaklığımın lehime
olacağı yönündeydi. Beni uyarıyordu Aydın Bey. O zaman bu uyarıya pek anlam
verememiştim. Senaryonun ne olduğu daha sonra anlaşılacaktı.
En gergin günlerden bir gün
Nurettin Sözen beni makamına çağırdığında Gencay Gürün, Hilmi Yavuz, genel
sekreter Tuğrul Erkin ve diğer bazı zevat, uzun bir masanın etrafına engizisyon
mahkemesi yargıçları gibi dizilmişlerdi. Nurettin Sözen “itirazlarımı basına
sızdırarak suç işlediğimi” beyan etti önce. Gencay Gürün hemen sözü alarak
“devlet memurunun basına demeç vermesi suçtur Sayın Başkan!” buyurdu. Hilmi
Yavuz başıyla onayladı, suçlu olduğum gerekçesi ile istifam istendi. İstifa
etmeyince de yazılı bir deklarasyonla görevden alındım. Gerekçe yoktu. Sözen,
“bana karşı çıktınız da o yüzden görevinize son verdim” mi diyecekti?
Deklarasyonda, “Prof. Filiz Ali’nin görevinin bir yıl daha uzatılmasına gerek
duyulmadığından görevinin kapatılmasına karar verilmiştir” deniyordu. “Görev
kapatmak” !
Olay çabuk duyuldu. Sabah
gazetesinin 8 Temmuz 1992 tarihli manşeti “Salon Müdürü şutlandı” şeklindeydi.
Altında:
[…]CRR Konser Salonu’nun Genel
Sanat Yönetmeni Prof. Filiz Ali, salonun bazı bölümlerinin Televizyon
Stüdyosuna dönüştürülmek için yıkımına karşı çıktı. Bunun üzerine Anakent
Belediye Başkanı Nurettin Sözen, Filiz Ali’yi önce istifaya zorladı ardından da
görevine son verdi” yazıyordu[...]
Atilla Dorsay, aynı gün çıkan
Cumhuriyet gazetesinde olayı şu cümlelerle özetliyordu.
[…]CRR Konser Salonu’nu 4 yıla
yakın zamandır yöneten Prof. Filiz Ali, altında Prof. Nurettin Sözen, Tuğrul
Erkin, Prof. Mete Tapan, İcen Börtücene ve de Hilmi Yavuz’un imzaları bulunan
bir yazıyla bu görevinden alınmıştır. Nedeni bu salonu 4 yıldır dünyanın sayılı
sanat ve müzik merkezlerinden biri haline getirmeyi başaran Ali’nin,
belediyenin bu salonla ilgili son iki uygulamasına karşı çıkmasıdır[…]
Olay basında dallanıp
budaklanmaktaydı. Mimarlar Odası, İstanbul Belediyesi’nin Kent Televizyonu için
Cemal Reşit Rey konser salonunu mekân seçmesine “karşı” bir bildiri yayınladı.
Bildiride [Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun gerek mimari özellikleri ve
gerekse nitelikli müzik dinletilerine dönük özgün işleviyle korunması gereken
bir kültür mekânı olduğu…] belirtiliyordu.
Mahmut T. Öngören 21 Temmuz’da
Cumhuriyet gazetesinde:
[…]Dünyanın tüm
televizyoncularına sorun; size bir konser salonunun altının da üstünün de TV
stüdyolarına dönüştürülmemesi gerektiğini, yüzlerce teknik neden ileri sürerek
kanıtlayacaklardır[…] diyor ve […] dünyanın tüm müzik eleştirmenlerine sorun:
“Evita” müzikalinin de “yükte ağır, müzikte hafif” değer taşıdığını
söyleyeceklerdir[…]diye devam ediyordu.
Görevimden “şutlanmam” şöyle
gerçekleşti: Resmî yazı sabah odama
gelir gelmez elime verildi. Hemen arkasından, Hilmi Yavuz’un başımıza musallat
ettiği müessese müdürü kerameti kendinden menkul şair ve felsefeci Sabahattin
Batur, beraberinde benim salondaki ilk günlerimde getir götür işlerine baksın
diye işe aldığım Arda Aydoğan olmak üzere odama selamsız sabahsız dalıverdi.
Arda, bütün zamanların bir numaralı dalkavuğu olduğundan saf değiştirmesi için
birkaç dakika yeterli olmuştu. Önde Sabahattin arkasında Arda, odayı derhal
boşaltmam isteğiyle karşımda dikiliyorlardı. Odacı Fevzi telaşla koli aramaya
koştu. Masamın üzerindeki şahsi eşyaları, kitapları, CD’leri kolilere
yerleştirdik bu iki adamın gözetimi altında.
Bu duruma tanık olan Basın ve
Halkla ilişkiler elemanımız Canset Aksel üzüntüsünden derhal istifasını verdi.
İstifa mektubunu şu cümleyle bitirmişti Canset: “Birlikte çalışma onurunu
taşıdığım Sayın Filiz Ali’nin odasının işgal edilerek gözetim altında
boşalttırılmasından duyduğum utanç ve üzüntüyle istifa ediyorum.”
Aliye Manizade, F.A. Canset Aksel
Aliye Manizade de birkaç gün
sonra Hilmi Yavuz’a müessese müdürü Sabahattin Batur’u eleştiren ağır bir
mektup yazarak istifasını sundu. Ancak ben cepheyi vuruşa vuruşa terk etmeye
kararlıydım. Kolilerimle birlikte CRR Konser Salonu’nun kapısının önünde bir
basın açıklaması yaptım. Basına dört dörtlük bir kültür/sanat skandalı haberi
çıkmıştı. Yazıların ardı arkası kesilmiyordu. Yalçın Pekşen, Şule Perinçek,
Rengin Uz, Reyman Eray, Doğan Hızlan, Melih Âşık, Atilla Dorsay, Mahmut T.
Öngören köşe yazıları yazdılar. Röportajlar yapıldı. Bütün yazılarda Nurettin
Sözen ve ekibi fena halde eleştiriliyordu.
Hollanda İstanbul Baş Konsolosu
Jan J. Jonker Roelants, Dr. Nurettin Sözen’e hitaben yazdığı 21.07.1992 tarihli
mektupta, ‘İstanbul’daki CRR Konser Salonu’nun Avrupa’daki en iyi konser
salonlarıyla yarışabilecek bir akustiğe sahip tek konser salonu olduğunu ve
böyle bir mekanın başka amaçlar için kullanılmaması düşünülerek, gereğinin
yapılacağına inandığını belirtmişti.’
Devlet Sanatçıları Ayla Erduran,
Güher Pekinel, Gülsin Onay, Gönül Gökdoğan, İlhan Usmanbaş, Cengiz Tanç heyet
halinde Belediye Başkanının huzuruna çıkarak olayı protesto ettiler. İdil Biret
başta olmak üzere sanatçılar SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye mektuplar
gönderdiler. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Kurul Kararı ile bir
basın açıklaması yapıldı ve benim görevden alınmam protesto edildi. CRR Konser
Salonunu benimseyen dinleyici kitlesi arasından çıkan birkaç kişinin, özellikle
uzun yıllar İtalya’da sosyal alanlarla aktivist olarak deneyim kazanmış olan
heykeltıraş Maral Kılıç’ın girişimi ile bir imza kampanyası başladı.
İmza verenlerden piyanist Gülsin Onay CRR Sahnesinde
Olay beni çoktan aşmıştı.
İnsanlar, 1- Filiz Ali’nin göreve iadesi. 2- CRR Konser Salonu’nun amaç dışı
kullanılmaması doğrultusunda imza vermişlerdi. İmza verenler arasında Esin
Avşar, Cem Mansur, Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Çiğdem Selışık, Ercan Yazgan,
Genco Erkal, Zühal Olcay, Haluk Bilginer, Mahir Günşıray, Ahmet Leventoğlu,
Zeliha Berksoy, Sarkis, Bedri Baykam, Yahşi Baraz, Ali Teoman Germaner, Metin
Deniz, Şahin Kaygun, Dr. Ünal Bengisu, Alp Yalman, Tezcan Yaramancı, Neşe
Erdok, Nergis Yazgan, Murat Belge, Can Yücel, Onat Kutlar, Halet Çambel, Nazmi
Akıman, Dr. Ayan Gülgönen, Dr. Macit Uzel, Şirin Tekeli gibi toplumun her kesim
ve katından 3000 üzerinde imzaya ulaşılmıştı ama Nurettin Sözen geri adım
atmadı.
İşte gelinen bu noktada Aydın
Gün’ün beni neden The Marmara Kafe’ye kahve içmeye çağırdığı anlaşıldı.
Nurettin Sözen yerime Aydın Gün’ü getirmişti. Aydın Gün’e kimsenin itirazı
olamazdı. Çok iyi bir manevraydı bu. Aydın Gün ağzımı aramış, geri adım
atmayacağımı anlayınca da “olur”unu vermişti ipimi çekecek olanlara. Eh,
uyarmıştı beni, ondan günah gitmişti bu durumda. Ancak Aydın Gün, bir önemli
ayrıntıyı yani Nejat Eczacıbaşı’nın gazabını hesaba katmamıştı. Nejat Bey
köpürmüş, hıncını yeterince alamayınca da beni makamına çağırmıştı. Aslında
Nejat Bey ile ahbaplığımız İstanbul Festivali dolayısıyla oldukça yakın
sayılırdı. Her zaman kibar, güler yüzlü ve esprili, özel bir insandı Nejat Bey.
Yine de benimle ne konuşmak istediğini merak etmiştim doğrusu.
“Kızım, sana yapılan büyük
haksızlıktır!” diye başladı söze. Ancak asıl tepesini attıran Aydın Gün’ün bu
görevi kabul etmesi olmuştu anlaşılan. Aydın Bey’i çağırdığını, İstanbul
Festivali’nin yöneticisi olarak böyle bir görevi kabul etmemesi gerektiğini,
her iki işi de yapamayacağına göre Festival’den derhal istifa etmesini isteyerek kendisine
“kapıyı gösterdiğini” söyledi. Nejat Bey sağolsun benim gönlümü alıyordu
böylece, ancak Aydın Bey’in Festival yönetiminden istifa ettirilmiş olması beni
hiç ilgilendirmiyordu. Olan olmuş, atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Taşlar yeniden
yerini bulmuş Nejat Bey, Aydın Gün’den boşalan IKSV yönetimi mevkiine Melih
Fereli'yi getirmişti bile. Tek açıkta kalan bendim bu durumda.
Cemal Reşit Rey Konser Salonu
sayfası benim için böylece kapanmış oldu belki ama 1989-92 yılları arasında
fırtına gibi geçen bu üç yıl unutulmaz anılar, tanışıklıklar, dostluklar, ilişkiler,
gerginlikler, heyecanlar, sevinçler, mutluluklar ile dopdoluydu. O üç yılın
anılarını kalbimde özlemle saklıyorum.