15 Mayıs 2012 Salı


SATILIK TİYATRO, ORKESTRA, OPERA, BALE VAR,
GİTTİ GİDİYOR

Yıl 2012, AKP hükümetinin sayın Başbakan’ı, önce tiyatroculara bozuluyor, sonra hızını alamıyor ve sözü “devlet sanata niye destek olsun ki?”ye getiriyor. “Özelleştirelim, bitsin” diyor. Hoop 20 yıl önceki argümana balıklama atlıyoruz yeniden. Yahu az gideceğiz, uz gideceğiz de hiç mi bir arpa boyu düz gitmeyeceğiz bu memlekette. Mesela ben neden 20 yıl önceki berbat filmi yeniden seyretmek zorundayım? Neden 2012 yılının Başbakanının daha bir kaliteli, görmüş geçirmiş, donanımlı, görgülü, zevkli, dünya görmüş danışmanları yok.
Başbakan, hangi araştırmalar sonucu  “Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde artık devlet bu işi kendi eliyle yürütmüyor, destek veriyor ama kendi eliyle yürütmüyor, çekilmişler'' sonucuna varmış acaba?
Yine mi ABD örneğine dönüyoruz? Türkiye Avrupa’nın parçası olduğuna göre, Avrupa ülkelerine baksak, oralardan örnek alsak, bakalım Almanya’da Federal Devlet, Eyaletler sanat kurumlarına nasıl ve ne ölçekte destek veriyor görelim.
Tamam, bizdeki sistem köhnemiş, eskimiştir. Yenilenmesi, dönüştürülmesi gerekmektedir. Doğrudur. İğneyi biz sanatçılar kendimize batırmadıkça politikacıların bizlerden kurtulma isteklerine karşı ne pozisyon alacağımızı bilemeyiz. Tiyatrocular operacılarla, balecilerle, davulcu ve zurnacılarla, yani senfoni orkestrası çalgıcılarıyla aynı gemi içindedirler sonuçta. Birbirimizin meselelerine toptan sahip çıkmadıkça, toptan çare aramadıkça, toptan dayanışmadıkça karşımıza hep aynı argüman ile çıkılacaktır, hiç kuşkunuz olmasın. Veeee.... Esquire Dergisi 1996 Şubat sayısında çıkan ve 20 yıldır temcit pilavı gibi dönüp dolaşıp soframıza gelen aynı konu hakkındaki yazımı yeniden görüşlerinize sunuyorum.
MECLİS SANATA DUYARSIZ

Elhamdüllillah 24 Aralık 1995 seçimlerini geride bıraktığımız şu günlerde, meslek olarak ciddi müziği seçmiş, hayatının 40 yılından fazlasını bu işe adamış, bir o kadar yılını kendi gibi ciddi müzisyenler yetiştirmeye vermiş biri olarak memleketimizin şu günkü manzara-ı umumiyesine siyaset ve müzik ilişkileri bağlamında bakmak niyetindeyim. Son meclisimiz evlere şenlik bir meclisti. İstisnaları tenzih ederim ama basına yansıdığı kadarıyla değerli milletvekillerimizin müzik sanatına ilişkin görüşleri “zurnacılık”, bale sanatına ilişkin bakış açıları en hafif tabiriyle “dansözlük”, opera sanatına yaklaşımları ise; “O kadar adamı gâvurca bağırsınlar diye mi besleyeceğiz?” diyerek opera bütçesini tırpanlamak girişimlerinden öteye pek geçmiyor ama, fakat, ve de hayrettir, kendileri bol bol dansöz, zurnacı ve bol bağıran şarkıcı ile boy göstermekten ve bu birlikteliklerini sonsuza dek yaşatmak için fotoğraflarla tespit etmekten kaçınmıyorlar, hatta övünüyorlardı.
Besim Tibuk
Yeni meclisimize seçilen saygıdeğer milletvekillerimizin sanatsal ve özellikle ciddi müzik sanatı konularına yaklaşımlarını merakla beklemekteysem de, parti başkanlarının, sanata, müziğe, müzik eğitimine, uluslararası çağdaş sanat ve müziğin önemine değinen herhangi bir düşünce veya program ürettiklerine dair herhangi bir emare göremiyorum şu ana kadar.
Adnan Kahveci
Bildiğim kadarıyla bu konuda fikir üreten birkaç politikacı vardı. Biri rahmetli Adnan Kahveci idi. Öteki de Besim Tibuk. Bir de Kültür eski Bakanlarından Tınaz Titiz’in bu konuda özgün düşünceleri olduğunu duymuştum. Ancak adı geçen politikacılar devletin müzik ve sahne sanatlarındaki rolünü geliştirmesini ve bir reform ile çağdaş dünya standartlarına kavuşturmasını istemiyorlardı. 
Tınaz Titiz
Onlar, tam tersine devletin bu işten elini çekmesini, müzik ve sahne sanatlarının özel sektörün insafına terkedilmesini düşlüyorlardı. Oysa, özel sektörün devletin operalarını, balelerini, senfoni orkestralarını, tiyatrolarını, konservatuarlarını alıp işletmeye hiç de gönüllü olmadığı ortadaydı. Bu kurumların özelleştirilmesi demek, yok olmaları demekti. Ancak politikacıların ve devlet kademelerindeki sanat ve özellikle evrensel ciddi müzik düşmanlarının ve gerici güçlerin ellerine önemli bir koz verilmiş oldu bu vesileyle. Yani, “Her şeyi özelleştirirken, neden bu kurumları da özelleştirmeyelim?” gibi sorular sorulmaya başlanması devletin yerleşik müzik kurumlarının gelişmesini engelleyici tutumların semirmesine neden oldu.
Devletin sanat kurumlarının özelleştirilmesi de nereden çıktı diyeceksiniz.
Aslında hiçbir politikacının oturup ciddi ciddi ülkenin opera-bale-orkestra ve konservatuar meselelerine çağdaş, evrensel boyutlarda baktığına ve bu konularda fikir ürettiklerine inanmıyorum ama devleti küçültmeyi düşünürken bazı dâhi siyasetçilerin ilk aklına gelen, nedense hep bu kurumları feda etmek olmaktaydı.
Belki de liberal ekonominin beşiği ABD’yi örnek almak istiyordu bizim çok bilmiş politikacılarımız. Amerika’da müzik hemen hemen bütün kurumlarıyla özel sektörün elindedir gerçi, ama orada hem özel kişilerin kasalarında biz Türklerin aklının almayacağı kadar çok para, hisse senedi ve başka ıvır zıvır vardır, hem de bu kişilerin çoğunun müzik sanatına karşı konulmaz bir tutkuyla bağlı olmaları gibi garip bir durum söz konusudur. Üstelik müzik sanatına yönelik tüm harcamalar vergiden muaf tutulur bu ülkede. Tanınmış bir müzisyen veya müzik patronu, yaşlanmış veya hastalanmış müzisyenler için bir bağış kampanyası başlattı mı bilin ki bu kampanyanın sonunda bir çırpıda milyonlarca dolar toplanabilir Amerika’da.
Ünlü Amerikalı ünlü keman virtüozu Isaac Stern’in, New York’taki Carnegie Hall Konser salonunu yıkıp, yerine bir iş merkezi inşa etmeye kalkan müteahhidlere karşı açtığı savaşı kazanmasına, “Carnegie Hall’u Kurtaralım” kampanyasıyla harekete geçirdiği müziksever zenginlerden elde ettiği milyonlarca dolar sebep olmuştur örneğin.
Türkiye’de henüz özel sektörün böyle yükler altına girdiği görülmemiştir. Müzik alanında tek tük bireysel atılımlar yapan kuruluşların bu çabaları gözden kaçmasa bile tıpkı Avrupa’da olduğu gibi Türkiye’de de devlet, müzik kurumlarına sahip çıkmak, bu kurumların daha verimli ve gerçekçi işletilmesi için yeni projeler üretmek, özel sektörle işbirliği içine girmek ve elbirliği ile bu ülkenin uluslararası müzik adına büyük işler becermesine katkıda bulunmak durumundadır.
Esquire Dergisi / Şubat 1996
Filiz Ali