31 Aralık 2019 Salı

Leyla Gencer Yazıları III


Leyla Gencer Milano'daki evinde. 1988

Dünyada Adını Kendi Başına Duyuran Sanatçı: Leyla Gencer
Hürriyet Gösteri Aralık 1984
Filiz Ali
Aramızda kalsın ama geçtiğimiz Ağustos ayında Leyla Gencer’i yeniden keşfettim. “Biraz geç kalmışsın...” diyebilirsiniz. Ben de aynı kanıdayım. Hem de çok geç kaldım. Hepimiz çok geç kaldık ve bu büyük opera sanatçısını, sanatının doruğundayken opera sahnelerinde dinleyemedik, seyredemedik.
 Gelelim Leyla Gencer’i yeniden nasıl keşfettiğime: Onun son yıllarda Uluslararası İstanbul Festivali’nde verdiği konserleri dinlerken içimde hep bir kuşku, hep bir eksiklik duygusu vardı. Olağanüstü kaliteleri olan bir ses ama, “tam ses” kullanmıyor Leyla ya da çok az ve ekonomik kullanıyor. Olağanüstü bir sahne kişiliği ama, konser konumu içinde opera sahnesindeki dramatik yaratıcılığını yansıtması söz konusu değil. Olağanüstü bir müzisyen. Müzik cümlelerini kuruşu, onlara yüklediği anlam, soluğunu ustaca ayarlaması ve hem müzik dilini hem de söylediği eserin orijinal dilini kullanımındaki kusursuzluk, stil anlayışı, bilgisi ve ince beğenisi hayret verici ama, acaba biraz yapmacık mı? Niye böyle kuşkuluyum? İster istemez birilerinin etkisi altında kalmışım besbelli.
Leyla Gencer’in meslektaşlarından (Türkiye’dekiler doğal olarak) yıllar yılı şunları dinlemişim (çeşitli zamanlarda): “Leyla’nın sesi küçüktür ama akıllı kadındır. “Piyano”ları iyidir, sesinin ufaklığını piyanolarıyla örter. Eee, güzel kadın, dil biliyor, zaten annesi de Polonyalı’dır (Polonezköylü) laf aramızda. Güzelliğini de kullandı doğrusu. İtalya’da oturuyor zaten. İlişkiler filan bir şeyler yaptı herhalde oralarda...”
Türkiye’deki müziksever, Leyla Gencer’i bu tür laf ebeliğinin de katkısıyla 1950’lerin sonunda yitirmiş, kaptırmış Avrupa’ya. 1970’li yılların başına kadar onu hiç dinlememiş. Aradaki on beş yıl, bir sanatçının yaşamında çok uzun ve önemli bir kesit. O yıllarda dış ülkelere gitme olanağı bulan bir avuç müziksever, Leyla Gencer’i belki Londra’da, Paris’te, Milano’da veya Verona’da rastlantı eseri yakalayabilmiş. Ülkeye döndüğünde eşe dosta soluğu kesilerek anlatmış duyduklarını, gördüklerini. Çoğumuz burun kıvırmayı sürdürmüşüz. Aradan yıllar geçmiş, Maria Callas, Renata Tebaldi gibi Leyla Gencer’le aşağı yukarı aynı yıllarda parlayan ve primadonna geleneğini bütün görkemiyle yaşatan son büyük sopranolar teker teker şarkı söylemekten ve sahneye çıkmaktan vazgeçmişler. Leyla Gencer ise opera sahnesinden konser sahnesine geçerek kariyerine devam etmiş.
Leyla Hanımla 1982 yılının Temmuz ayında Doğan Hızlan’la birlikte bir konuşma yapmışız. (“Leyla Gencer ile Herşey Üstüne” Cumhuriyet 8-9 Temmuz 1982) Konuşmanın bir yerinde bakın sanatçı ne diyor.
“Deliler gibi çalışırdım. On günde bir opera çıkarırdım. Operayı bir ay içinde mükemmelliğe eriştirebilmek için canım çıkardı. Korrepetitörün de canını çıkarırdım. Bir müzik cümlesini yüzlerce defa tekrarlardım. Sesin, piyano gibi, keman gibi, yani herhangi bir enstruman gibi üzerinde çalışılması gerekir. Niye şimdiye kadar ben böyleydim? Bu egzersizleri bırakmadığım için. Aslında opera söylemek daha kolaydır konserden. Çünkü operada tek başınıza değilsiniz. Kendi partinizi öğreniyorsunuz, ötekiler de size yardım ediyor. Düetler var, koro var. En fazla iki, bilemediniz üç arya söylersiniz. Resital öyle mi? Resitalde dinleyicinin ilgisini iki, üç saat sürekli çekmeniz gerekiyor. Bir konser için üç ay çalışıyorum. Bir yılda ancak üç konser çıkabiliyor bu çalışmayla.”
 Bu sözler, yarım saat şarkı söyledi mi sesi yorulan, yılda belki bir opera bir de resital çıkardı mı epey iş görmüş sayılan şarkıcılara ibret olmalı.
Leyla Gencer’i yeniden nasıl keşfettiğimi artık herhalde merak ediyorsunuzdur. Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şey bu. 1984 yılının Ağustos ayında Paris’te St. Germaine Bulvarı’nda avare avare dolaşırken, bir plakçının vitrininde Leyla Gencer’in o güzel yüzüyle karşı karşıya geldim. Albümün adı Leyla Gencer in Scena’ydı. Yanında bir plak daha. L’Art de Leyla Gencer. Hemen içeri girip ne kadar Gencer plağı varsa çıkarttırdım. Plakların tümü korsan denilen türdendi. Yani belirli bir plak şirketi tarafından yapılmış stüdyo kayıtları değil, temsil sırasında, olumsuz koşullar altında alınmış, kötü kalite band kayıtlarıydı. Birkaç tane radyo kaydı vardı ki, bunlar ötekilerin yanında zemzemle yıkanmış sayılabilirdi. Çoğunda sahne gürültüleri, ayak sesleri, elbise hışırtıları, salondan gelen öksürükler ve ama en önemlisi daha aryalar birmeden patlayan çılgınca alkışlar ve “brava” sesleri.
Leyla Gencer in Scena plağındaki kayıtlar, 1957 ile 62 yılları arasında Milano, La Scala; Buenos Aires, Teatro Colon; Trieste, Floransa, Palermo, Salzburg Festivali ve Venedik, La Fenice Tiyatrosu’ndaki temsiller sırasında yapılmış. Soprano repertuarının akla gelen her stilindeki eserleri yetkinlikle yorumladığı görülüyor Gencer’in bu kayıtlarda. Mozart’ın Saraydan Kız Kaçırma ve Don Giovanni’sinden tutun da, Bellini’nin I Puritani, Donizetti’nin Anna Bolena, Lucia di Lammermoor, Roberto Devereux, Massenet’nin Werther, Verdi’nin La Battaglia di Legnano, La Forsa del Destino, Macbeth, Rigoletto, Simon Boccanegra, I Due Foscari, Nabucco ve Il Trovatore operalarının birbirine hiç benzemeyen bir ses paleti içinde vermişti Leyla Gencer.
Tulio Serafin, Vittoria Gui, Arturo Basile, Gianandrea Gavazzeni, Alfredo Simonetto, ve Herbert von Karajan gibi şeflerin yönetiminde yorumladığı operalardı bunlar. Sahnede temsil sırasında yapılan bu amatör kayıtlarda tek bir sürçme yoktu. Ağzından çıkan her sözcük, bütün netliğiyle anlaşılıyordu. Canlandırdığı kahramanın kişiliğine büründüğünü, onu sahnede görmeden, kötü koşullar altında yapılmış bu kayıtlarda bile hissetmemeye olanak yoktu. O, küçük denilen ses, Gencer istediğinde dev gibi büyüyor, bütün duygusallığıyla canlandırdığı kahramanın dramatik kişiliğini yansıtıyordu. Tam, “ama ağır bir ses, hafifliği yok” derken, Rigoletto operasında Gilda’nın “Gualtier Malde” sözleriyle başlayan aryasının koloratura pasajlarını tüy gibi hafiflikle ve kolaylıkla, pırıl pırıl bir tınıyla söyleyiveriyor ve insanı şaşırtıyordu.
Gariptir, yine aynı günlerde, Paris’te Maria Callas’ın 1957 ile 62 yılları arasında dünyanın en iyi plak şirketleri tarafından yapılmış stüdyo kayıtlarını içeren The Art Of The Primadonna albümüyle karşılaştım. Leyla Gencer ve Maria Callas, aynı yıllarda, aşağı yukarı aynı repertuarı söylemekteymişler meğerse.
Callas’ın albümündeki kayıtların kalitesi mükemmel, en iyi orkestralar, en iyi şefler ve en iyi ses alma olanakları. Yanlış anlaşılmasın, Maria Callas hayran olduğum bir şarkıcıdır ve öyle de kalacaktır. Sesi olağanüstü geniş ve güçlüdür. Onun dramatik duyarlığına ulaşabilen bir başka opera sanatçısı henüz yetişmemiştir. Ne var ki Maria Callas’ın sesi, bazı bazı bir değil üç insanın gırtlağından çıkıyormuş gibi farklıdır. Hatta, zaman zaman sanki bir kuyunun dibinden gelir sesi. Düz bir çizgisi, belirli bir rengi yoktur, daha doğrusu pek çok rengi vardır. Kariyerinin sonuna doğru tizlerde sallanır. Son derece çarpıcı ve yırtıcıdır. Koloraturaları şeytanca hızlı ve nettir. İnanılmaz bir şarkı söyleme kolaylığı varmış gibi görünse de, onun da Leyla Gencer gibi ölesiye çalışkan olduğu bilinir.
Maria Callas’ta Leyla Gencer’de olmayan çok önemli bir fazlalık vardır. Uluslararası destek. Leyla Gencer, Avrupa’da tek başınadır. Oysa Callas, Yunan asıllı Amerikalıdır, üstelik Meneghini adlı milyoner bir İtalyan menejerle evlidir. Avrupa ve ABD’de sözü geçen her kesimin salonları ona açıktır. Opera, konser ve plak angajmanları sorun değildir.
Değeri tartışılmaz Maria Callas ile yine değeri tyartışılmaz Leyla Gencer arasındaki tek ve en önemli ayırım, birine tüm kapıların ardına kadar açılması, ötekine ise aynı kapıların hep zorlukla aralanmasıdır. Uzun sözün kısası Leyla Gencer, bugün dünyada kendi başına adını duyurmuş tek Türk opera sanatçısıdır ve hâlâ Devlet Sanatçısı olmamıştır.
(Leyla Gencer, bu yazıdan dört yıl sonra 1988 yılında Devlet Sanatçısı oldu)



29 Aralık 2019 Pazar

Leyla Gencer Yazıları II



1994 Ankara, Sevda ve Cenap And Vakfı Ödül Töreni
LEYLA GENCER
FİLİZ ALİ
2 Şubat 2009

Soprano Leyla Gencer’in, gerçek anlamda uluslararası kariyer yapmış ilk ve tek Türk Opera sanatçısı olduğunu tüm dünya müzik çevreleri kabul ettiğine göre bizim de içimizden çıkan bazı akortsuz seslere rağmen bu gerçeği kabul etmemizde yarar var. Leyla Gencer’in opera dünyasındaki yarışa arkasındaki köprüleri atarak girmeye cesaret etmesi onun kuşağındaki diğer opera sanatçılarından farklılığını gösteren özelliklerinden biri. 1950, 60 ve 70’li yıllarda uluslararası kariyere doğru hamle yapan, kendilerine çeşitli olanaklar sunulan Ayhan Aydan, Ferhan Onat ve Suna Korat gibi her biri gerçekten birer değer olan sopranolarımız çeşitli nedenlerden dolayı bu zorlu yolda yürümeyi sürdürmeye ya cesaret edememişler ya da önlerine çıkan engelleri aşamamışlardı. Çok sonraları uluslararası kariyere doğru ilk adımlarını atmış olan Zehra Yıldız’ı da ne yazık ki çok genç yaşta kaybettik.

Leyla Hanım’ın özellikleri ya da şansı neydi öyleyse? Herşeyden önce o dillere destan azmi, sebatkârlığı, çalışkanlığı, mükemmeliyetçiliği, görgüsü, bilgisi, gururlu duruşu ama en önemlisi müziğe olan önüne geçilemez sevgisi ve saygısı olmasaydı “Leyla Gencer” efsanesi yaratılabilir miydi? 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa, Güney Amerika ve Avustralya kıtalarında sesi ve bel canto yorumuyla ün yapan ünlü soprano Giannina Arangi-Lombardi’nin günün birinde Ankara Devlet Operası tarafından yapılan teklifi kabul edip Türkiye’ye gelmesi belki de Leyla Gencer için talih kuşunun başına konmasıydı. Hem Arangi-Lombardi, hem de yine Ankara operasına davet edilen ünlü İtalyan bariton Apollo Granforte gibi 20. yüzyılın ilk yarısının iki büyük opera şarkıcısı ile Türkiye’de çalışma olanağı bulması şüphesiz  büyük şanstı Leyla Gencer için. Ancak, her iki hocanın Ankara’da ders verdikleri öteki öğrenciler arasından bir tek Leyla Gencer hocaları gibi Milano’daki La Scala operasının sanatçısı olmayı başarmıştı. Bu da Gencer’in farklılığının kanıtıydı.

Ben hem Ankara’da hem de Verona Arena’sında Leyla Gencer’i sahnede seyretme ve dinleme olanağı bulmuş birkaç Türk’ten biriyim. Ölümünden sonra onu bir kez bile opera sahnesinde görmemiş, en parlak yıllarında sesini dinlememiş kişilerin bile ileri geri konuşmaları, yazılar yazmaları  karşısında söylenecek o kadar çok söz var ki. 20.000 kişilik Verona Arena’sındaki müşkülpesent İtalyan opera izleyicisini, sahnede göründüğü anda büyüleyen, o devasa sahneyi ve arenayı kişiliği, sesi ve yorumuyla dolduran bu kadından ancak hayranlıkla ve gururla söz edebiliriz eğer Sezar’ın hakkını Sezar’a vereceksek.  

Gencer, opera kariyerine 1950’de Ankara Devlet Operası sahnesinde oynadığı “Gerçekçi Opera” stilinin ünlü örneği Cavalleria Rusticana operasındaki “Santuzza” rolü ile adım atmıştı. Kısa zamanda bu sahnenin ona dar geleceği belliydi. Onu, Giancarlo Menotti’nin Konsolos operasında canlandırdığı Magda rolünde görenlerin belleklerine yerleşmişti ünlü “Kağıt” aryası. Sahnedeki duruşu, dramatik gücü, sesini rolün gereğine göre kullanmaktaki ustalığı ile farklı olduğu daha o ilk yıllardan belliydi.

1953’de “Ver elini İtalya” dedi. İlk durağı Napoli San Carlo Opera’sıydı. Gencer, ilk sınavını Napoli’de başarıyla vermişti. 17. yüzyıldan beri İtalyanların egemenliği altında gelişen opera sanatı, 1950’ler İtalya’sında ikinci altın çağını yaşamaktaydı. İkinci dünya savaşının yaraları sarılır sarılmaz birbirinden parlak opera şarkıcıları ortaya çıkmaya başlamış, en başta Maria Callas ve Renata Tebaldi gibi La Scala “diva”lığı için çekişen iki büyük soprano müzik çevrelerinde hareketlilik yaratmıştı. Düşünülecek olursa, Gencer’in bu kurtlar sofrasında kendine bir yer bulmuş olması dahi onun olağanüstü yeteneğini, azmini ve kalitesini göstermeye yeterdi.

Gencer, opera geleneği olmayan bir ülkede iyi bir müzisyen olarak yetişmesini hep bir avantaj olarak görmüştü. İtalya’da yüzyıllardır sorgulanmadan süregelen geleneğe bağlı kalmanın beraberinde yerleşmiş yanlışları da getirdiğini farketmiş ve bestecinin asıl maksadına yani yazdığı “nota”ya sadık kalmaya önem vermişti. Gereksiz ses gösterilerinden kaçar, ses canbazlıkları ile göz boyamaya kalkmazdı. Onun için rolün gereği önemliydi. Besteci eğer fısıltı istemişse fısıltı, haykırış istemişse haykırış, legato istemişse legato, pianissimo istemişse pianissimo’dan şaşmazdı.
Geniş bir repertuarı vardı. Mozart’dan Prokofief’e, Bartok’a; Çaykovski’den Liszt’e, Poulenc’e yayılan geniş bir repertuar. Ama asıl uzmanlık alanı 19. yüzyıl İtalyan operasıydı, yani Verdi, Bellini ve Donizetti operalarıydı. Ona “La Regina Turca” ünvanını kazandıran kraliçe rolleri ile opera tarihine geçti.

Bugün Amazon CD listesinde 27 adet Leyla Gencer opera kaydı görünüyor. Bu kayıtların hepsi canlı temsil esnasında yapılmış korsan kayıtlar. Leyla Gencer kariyerinin zirvesindeyken bile stüdyo kaydı yapmamış. Çünkü büyük ticari plak şirketleri ile çalışabilmek için gereken ilişkilere hiç girmemiş Gencer. Ne var ki, bugün bu canlı kayıtlar, stüdyo kayıtlarından daha değerli. Çünkü bu kayıtlarda onu sahnede rolünün kişiliğine konsantre olduğu o geri dönülemez ve tekrar edilemez en heyecanlı anda dinleyebiliyoruz. Stüdyo ortamının soğukluğu ve kusursuzluğa yönelik yapaylık yok bu canlı kayıtlarda.

Opera sahnesinden ayrıldıktan sonra eğitime yöneldi Leyla Gencer. 1949’da yetenekli genç opera şarkıcılarını yetiştirmek için Milano’da kurulan ve “ASLICO” kısaltmasıyla bilinen İtalyan Opera ve Konser Birliği’nde 1981’den itibaren ses ve müzikal yorumculuk dersleri vermeye başladı. Dünya sahnelerine yeni yetenekler kazandıran bu okulda ders verenler arasında ünlü sopranolar Madga Olivero, Renato Scotto, Graziella Sciutti, bas Cesare Siepi, Leyla Gencer’in biyografisini yazan müzikolog ve eleştirmen Franca Cella da vardı. Leyla Gencer, ASLICO’da verdiği derslere çok önem veriyordu. Zor bir sınavdan geçerek girilen ASLICO yapısına Türk şarkıcıların da girebilmesi için özel gayret gösteriyordu.

Gencer, birkaç yıl İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarına da çok nitelikli uzmanlık dersleri verdi. Gencer’in bu derslerinden yararlanmak için opera şarkıcısı olmak gerekmiyordu. Onun genel olarak müzikteki farklı üslublar, beden dili, sesin ve nefesin bilinçli kullanımı, repertuar ve yorumculuk üzerine anlattıklarıyla verdiği örnekler paha biçilmez değerdeydi.



Gencer’in sahnelerden ayrıldıktan sonra kendi ülkesinin müzik hayatına yaptığı katkılardan biri de kendi adına başlattığı Şan Yarışması’ydı. Yapı Kredi Bankası’nın desteğiyle başlayıp devam ettirilemeyen “Leyla Gencer Şan Yarışması”, Doğuş Grubu ve Garanti Bankası sponsorluğunda, Dışişleri Bakanlığı ve Borusan Holding katkılarıyla 2006’da yeniden canlandı. IV. Leyla Gencer Şan Yarışması, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ile La Scala Tiyatrosu Sahne ve Gösteri Sanatları Akademisi Vakfı’nın işbirliğiyle 25-10 Ağustos 2006 tarihleri arasında düzenlendi. Uluslararası bu yarışmaya Almanya, Brezilya, ABD, Romanya, Rusya, İtalya, Bulgaristan, Gürcistan, Çin, Arnavutluk, Yunanistan, Moldova, Azerbeycan, Güney Kore ve Türkiye’den genç şarkıclar katılmıştı. Yarışma sonucunda birincilik ödülünü Gürcistan’lı soprano Nino Machaidze kazanmıştı.

2008’de yapılan yarışmada ise ne yazık ki Leyla Gencer artık hayatta değildi. Yarışmanın son elemesinden sonra çeşitli ülkelerden gelen 35 yarışmacı arasından Türk soprano Nazlı Deniz Boran birincilik ödülünü kazandı. İkinciliği Sri Lankalı soprano Kishani Jayasinghe kazanırken, üçüncülük ödülü Koreli bariton Eung Kwang Lee ile Gürcistanlı mezzo-soprano Anita Rachvelishvili arasında paylaşıldı. Yarışmaya uluslararası alanda büyük ilgi olması Leyla Gencer adının hem dünyada hem de kendi ülkesinde yaşamasını da sağlıyor. Böyle bir uluslararası yarışma ile Türk opera şarkıcılarının da önü açıldığı gibi, derece alanlara dünya sahnelerinde şanslarını deneme olanağı da verilmiş oluyor.





Leyla Gencer Yazıları



Leyla ve İbrahim Gence Milano'daki evlerinde. Yıl 1988
OPERA DÜNYASININ SON DİVASI LEYLA GENCER DE ÖLÜMLÜYMÜŞ MEĞER…
FİLİZ ALİ
12 Mayıs 2008 Milliyet

Bazı insanların öleceği hiç aklınıza gelmez. Ne kadar “kendimi iyi hissetmiyorum, hakikaten hiç iyi değilim” de deseler siz hastalığı ya da ölümü yakıştırmazsınız onlara. Zaten en sağlıksız, en halsiz anlarında bile “hadi sahneye çıkıyorsun” dendiğinde birden canlandıklarına, büyük bir titizlikle sahne için hazırlandıklarına, sonunda sahneye adım atar atmaz etraflarına parlak bir enerji halesi yaydıklarına kaç kez tanık olmuşsunuzdur.

Leyla Gencer’i bundan yaklaşık 50 küsur yıl önce ilk kez tanıdığımda Ankara Devlet Konservatuarı’nda öğrenciydim. Sınıf arkadaşım piyanist Alp Ulusoy, Leyla Hanımın akrabasıydı. Birlikte Atatürk Bulvarı’ndaki çatı katına çaya gitmiştik. Leyla’nım o zamanın Ankara Operası sanatçılarından hiçbirinin hayatına benzemeyen bir hayat tarzı sürdürüyordu kocası İbrahim Bey’le. İstanbul’dan Ankara operasına gelip, kısa bir süre sonra başroller oynamaya başlaması opera kulislerinde kıskançlık krizlerine ve bol dedikodulara malzeme olmaktaydı. Güzelliği, görgüsü, dil bilmesi, kendini daha o zamanlar bir kraliçe gibi taşıması ve her şeyden önemlisi sahne üzerindeki başarısı onu zamanın opera sanatçılarından ayırıyor, farklı kılıyordu.

Zaten Leyla Gencer’in Ankara Operası macerası 1950-55 arası sadece birkaç yıldır. O, opera sanatının 2. dünya savaşı sonrası yaşanan büyük patlama döneminde, Maria Callas, Renata Tebaldi gibi yıldızların yaratıldığı pırıltılı ortamda İtalya’ya gitmiş ve müthiş bir rekabet dünyasında kendini kabul ettirmişti. Gencer’in opera kariyerine tarafsız bir gözle baktığımızda cesaretine, sebatkârlığına, çalışkanlığına, gururlu duruşuna bir kez daha hayranlık duyarız.

Gencer, opera dağarının yeni ve keşfedilmemiş alanlarına girme riskini göze almasıyla da dikkat çeker. Ses tekniğine birinci derecede önem verir. Sesini bir enstrüman gibi çalıştırdığını, teknik sağlam olmadan doğru ifadeye varılamayacağını her fırsatta tekrar eder. Onun için “sesim yorulur, kısılır, aman tam ses söylemeyeyim” gibi kısıtlamalar geçerli değildir.

Sahne büyüsüne sahip olarak dünyaya gelmiş ender fanilerden biridir Leyla Gencer. Sahnede göründüğü anda seyirciyi avucunun içine alabilen, hem sesini kullanışı, hem kusursuz yorumu hem de yarattığı kişi ile özdeşleşmesi onu aynı zamanda birlikte çalıştığı orkestra şefleri ve rejisörlerin de gözdesi yapar.

Büyük plak firmalarının desteği olmadığından sahne üzerinde yarattığı, canlandırdığı ve seslendirdiği sayısız rolün ses ve görüntü kayıtları hep korsandır. Adı etrafında zaman içersinde gizemli bir efsane oluşur. Korsan kayıtlar kapışılır, dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılan Leyla Gencer hayranları ağı gerçekleşir.

Türkiye müzik dünyasının Leyla Gencer’i kabul etmesi epey gecikmişti. Ona hak ettiği önemi vermemiz ne yazık ki hayatının son dönemine rastladı. Ama o, memleketine hep sadık kaldı, küsmedi, gençlere evini, kucağını açtı, bilgilerini aktarmaktan kaçınmadı. Türk adını dünyada gururla taşıyan ender insanlardan biriydi Leyla Gencer, onu hep hayranlık ve sevgi ile anacağız.