30 Aralık 2018 Pazar

DÜNYA SAHNELERİNDE GENÇ MÜZİSYENLER


GÜHER&SÜHER PEKİNEL VE DÜNYA SAHNELERİNDE GENÇ MÜZİSYENLER PROJESİ
Müzik dünyasında mesleğinin zirvesine ulaşmış dünyaca tanınan sanatçıların kaçta kaçı kendilerinden sonra dünyaya gelen genç müzikçilere ellerini uzatıp, yol gösterir sorusu kafamı kurcalayıp duruyordu son zamanlarda. Geçen Ekim ayında Berlin’e gittiğimde bu sorunun yanıtını Barenboim-Said Akademisi’ni ziyaret ettiğimde buldum galiba.


İsrailli piyanist, orkestra şefi, Daniel Barenboim ile Filistinli Columbia Üniversitesi eski karşılaştırmalı edebiyat profesörü ve müzik eleştirmeni Edward Said’in hayal edip kurdukları Barenboim-Said Akademisi, mesleğinde zirveye ulaşmış insanların ellerindeki olanakları üstün yetenekli gençlerin eğitimi için seferber etmesini  işaret ediyordu.

Akademi’nin Federal Almanya gibi Avrupa’nın en zengin ve engin müzik geleneği olan bir ülkesinde hayat bulması o kadar şaşırtıcı olmasa da, sadece Ortadoğu ülkelerinden gelip sınava giren ve kazanan öğrencilerin tam burslu olarak kabul edilmelerine şaşırmamak elde değildi. Daniel Barenboim ve Said ailesi, Berlin’de büyük bir organizasyon yaratmışlardı. Ancak, bu büyük organizasyonun ardındaki sağlam devlet desteğini, uluslararası müzisyenler arası dayanışma olgusunu da göz ardı edemeyiz. 

Gelelim ülkemize. On yıl kadar önce Güher ve Süher Pekinel kardeşler müzik dünyasında ulaştıkları zirvede edindikleri birikimlerini, bilgi ve görgülerini genç yeteneklere aktarmaya karar verdiler. “Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler” projesi ile ileriye yönelik bir büyük eksiği gidermeye kalkıştılar. Arkalarında devlet filan yoktu. Hatta onları böyle delice bir projeye girişmeye iten de aslında devletin elini çoktan genç yeteneklerden çekmiş olmasıydı.

1940’lı yıllarda henüz Cumhuriyet gençken ve yetenekli çocuklarımızın   “muasır medeniyetler seviyesine” gelmeleri söz konusu iken TBMM üyelerinin oyları ile kabul edilen bir yasa vardı. “Devlet Üstün Yetenekli Çocuklar Yasası”.
Devlet, yasayı sınavla uyguluyor ve kazanan çocuklara aileleri ile birlikte yurt dışında eğitimlerine yetecek kadar burs veriyordu. İdil Biret, Suna Kan gibi yetenekler bu burstan yararlanarak kariyer basamaklarını teker teker tırmandılar ve Türkiye’yi müzik dünyasına tanıttılar. Onlar ilk kültür ve sanat elçilerimizdi.
Ne var ki TBMM’ne seçilen milletvekillerinin bir çoğu her dönemde sanata, müziğe, tiyatroya, baleye, operaya, orkestralara devlet desteğini kesmek için yasa tasarıları hazırlayıp durdular. Bugün gelinen noktada kısmen de olsa başarılı oldular.

Güher ve Süher Pekinel’in 10 yıl önce başlattıkları “Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler” projesi işte böyle kuraklaşmış bir ortamda genç fidanlara can suyu vermiş oldu. Kısaca, zaten var olan yetenekleri keşfetmekti ilk adım. İkinci adım ise değişik enstruman gruplarında keşfedilen sıra dışı ve olağanüstü genç yetenekleri, dünya standartlarında kariyer yapabilmek ve bu alemdekilerle rekabet edebilmek için hazırlamaktı.

Peki, üstün yetenekli çocukları kimler, nerede keşfedecekti? Tabii ki önce bilinçli  anne ve babaların, sonra da öğretmenlerin  uyanık olması önemliydi. Bizim gibi toplumlarda kimbilir ne çok sayıda yetenekli çocuk hiç farkedilmeden insan yığınlarının arasında yok olup gidiyordu. Ben bu yazıda şahsen tanıdığım dört gencin Pekinellerin sistemine dahil olduktan sonraki başarılarından bahsedeceğim.

Pekinel kardeşlerin projesine katılan genç yetenekler daha önceden evde veya okulda keşfedilmiş gençlerdi. İlk örnek olarak Dorukhan Doruk’u ele alalım. Doruk 9 yaşındayken Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Dilbağ Tokay’ın sınıfında cello çalmayı öğrenmeye başladı. Hocası onu küçük yaştan Masterclass’lara katılmaya yöneltti. Burada öğretmenlerin çocuğun gelişiminde ne denli önemli rolü olduğunu görmek olası.

Doruk, Pekinellerin projesine 2010 yılında kabul edildi. Projenin mali destekçisi Tüpraş, genç yeteneklerin ünlü ve önemli hocalarla çalışmalarına ve yarışmalara katılmalarına olanak sağlıyordu. Pekineller, seçtikleri öğrencilerin usta hocalarla çalışabilmelerinin önemini her fırsatta vurguluyor ve usta hocaları, henüz işlenmemiş elması cilalayıp parlatan ve pırlantaya dönüştüren kuyumculara benzetiyorlar.

Nitekim Doruk ona sunulan olanakları çok iyi değerlendirerek aynı yıl üç önemli uluslararası cello yarışmasında birincilik ödülü aldı. Pekineller burada Doruk’a Maggini Vakfı’na ait olan 1810 Nicolas Lupot yapımı enstrumanı sağladılar. Bu onun yarışma ortamında kendine güvenmesine yol açtı. Şimdi aynı enstruman bu yılki başarıları dolayısıyla Umut Sağlam’a verildi.

Doruk, cello çalışmalarına yine Pekineller’in tavsiyesi ile ünlü çellist Truls Mork ile devam ederken bir yandan da Festivallere katılıyordu. 2016 yılında projede yer alan üç müzisyenden oluşan “Trio Arte” ile “Pietro Argento Müzik Yarışması”nda birincilik ödülü kazandı. Üç müzisyenden biri Dorukhan Doruk, diğerleri ise kemanda Veriko Tchumburidze ve piyanist Yunus Tuncalı idi.

Veriko’ya gelince; o başlıbaşına bir mucize. Veriko Tchumburidze 1996’da Mersin’de dünyaya geldi. Annesi Lili,  Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuarı keman öğretmeni. Veriko ilk keman derslerini annesinden aldı. Lili, sıkı disiplini ve öğrencilerinin kapasitelerinin sınırlarını zorlayan bir eğitimci. Yani Veriko’nun da gözünün yaşına bakmıyor. Daha 8 yaşındayken “2004 Gülden Turalı Keman Yarışması” birincilik ödülünü kazanıyor Veriko. 16 yaşına geldiğinde “7. Çaykovski Genç Müzisyenler Yarışması”nda da ödül alınca Rusya’da İsviçre’de Almanya’da konserler vermeye başlıyor.

2010’da Pekinellerin projesine kabul edilen Veriko, bir yandan Viyana’da keman ustalarının ustası Dora Schwarzenberg ile çalışmaya başlıyor, öbür yandan da Münih Müzik Yüksek okulunda Ana Chumachenko’nun sınıfına kabul ediliyor. Veriko 2010 ile 2016 yılları arasında çok sayıda Masterclass ve yarışmaya katılıyor, Avrupa’daki çeşitli orkestralar eşliğinde konserler veriyor. CD teklifleri alıyor, oda müziği konserlerini de hiç ihmal etmiyor.

Sonunda 20 yaşına geldiğinde uluslararası alanda büyük değeri olan Henryk Wieniawski Keman Yarışması’nda kazandığı birincilik ödülü ile Veriko bir Türk/Gürcü sanatçısı olarak dünya sahnelerinde yerini almış oluyor.
İnanması zor ama DSGM projesi daha önce kimsenin aklına gelmeyen ayrıntılarda müthiş isabetli seçimler yapıyor. Önce seçilen öğrencilerin üstün kaliteli eğitim veren bir müzik kurumuna kabul edilmeleri  için yol gösteriliyor. Daha sonra veya eş zamanlı olarak öğrencinin çaldığı enstrumanın çağdaş ustalarından biri ile çalışması sağlanıyor ve son olarak meselenin en can alıcı noktası olan kaliteli enstruman sorunu hallediliyor. Örneğin şu sıralarda Veriko Tchumburidze, hayırsever bir Alman Vakfı tarafından kendisine ödünç verilen 1756 yapımı Guadagnini kemanı ile veriyor konserlerini.

Geçenlerde Can Çakmur’un da DSGM projesinin yönlendirmesiyle kendisine tahsis edilen çok iyi bir konser piyanosu ile çalışma olanağına kavuştuğunu öğrenmiştik. İyi bir enstruman, Weimar Franz Liszt Yüksek Okulunda üst düzey müzik eğitimi, Grigory Gruzmann, Arie Vardi gibi ustalarla çalışabilmek, Can Çakmur’un dünya sahnelerinde başarılar kazanmasına yol açmıştı.
1997 yılında dünyaya gelen Can Çakmur 2013’de Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler projesine Güher ve Süher Pekinel’in tavsiyesi ile kabul edilmış ve arkasındaki bu sağlam desteğe dayanarak birbiri ardına uluslararası yarışmalara  girmiş ve kazanmıştı.  Ama asıl altın vuruş  2017’de Glasgow’da “İskoçya Uluslararası Piyano Yarışması”nın birincilik ödülünü kazanması, hemen bir yıl sonra da Kasım 2018’de Japonya’da “10. Hamamatsu Uluslararası Piyano Yarışması” birincisi olmasıydı.

Bu yazı için seçtiğim dört gencin sonuncusu bir başka çellist. 1998 doğumlu Umut Sağlam. Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Tufan Tahir Tolga ile başladığı cello eğitimine, İstanbul’da MSGSÜ Devlet Konservatuarı’nda Dilbağ Tokay ile devam etmişti. Umut, son birkaç yıldır Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’ndeki her cello masterclass’a katılan, Peter Bruns, Maria Kliegel, Christofh Henkel, Alexander Rudin ve Jens Peter Maitz gibi ustalarla çalışan, çalgısına ve müziğe büyük istekle bağlı bir genç adam.
2015’te katıldığı iki uluslararası yarışmadan birincilik ödülleri kazandıktan  sonra Berlin Barenboim-Said Akademisi’ne sınavla kabul edilen Sağlam, şimdi Cladius Popp ile çalışmalarını sürdürüyor. 2018 Eylül ayında Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nde Jens Peter Maitz’ın Cello Masterclass’ına katılan Umut, böyle bir ustayla yaptığı sıkı çalışmanın hemen ardından İtalya’da “23. Uluslararası Gaetano Zinetti  Müzik Yarışması”na katıldı ve birincilik ödülünü kazandı. Umut Sağlam, bu kazanımın hızıyle Kasım ayında Fransa’daki “Tremplin Uluslararası Viyolonsel Yarışması”na girdi ve birincilik ödülü olan 1000€ ve orkestra eşliğinde iki konser verebilmek şansını kazandı.

Ne mutlu ona ve onlara ki, Pekineller gibi olağanüstü ileri görüşleri, engel tanımayan cesaretleri, çelik gibi eğrilmez dirençleri, en önemlisi müziğe ve gençlere sarsılmaz inançları olan iki büyük müzisyen ve onların yarattığı bu sistemin parçası olabildiler.

26 Mart 2018 Pazartesi


SCHUBERT PİYANO SONATLARI ÜZERİNE BİR DENEME
                                                                        Filiz Ali
Yıllar önce, Türkiye’deki mağazalarda klasik müzik CD kayıtlarının bulunamadığı zamanlardan birinde, Berlin’deki devasa kültür ve sanat mağazası Dussman das Kulturkaufhaus ‘ta kitap ve CD bolluğundan serseme dönmüş dolaşırken gözüm bir CD’ye takıldı. Berlin Duvarı yeni yıkılmış, iki Berlin birleşmiş ve Sovyetler Birliği dağılmıştı o sıralarda. CD’de o zamana kadar hiç adlarını duymadığım  Maria Judina, Tatiana Nikolayeva, Vladimir Sofronitzky, Jakov Flier, Maria Grinberg  gibi  Rus pianistlerin kayıtları yer alıyordu.

İlk defa adları ile karşılaştığım bu piyanistlerin, Sovyetler Birliğinin en katı dönemlerinde, müzisyenlerin, sanatçıların, yazarların Stalin’in ağzından çıkacak bir söz ile Sibiryada’ki çalışma kamplarına yollandıkları ya da öldürüldükleri dönemde nasıl olmuşsa hayatta kaldıklarını ama yurt dışına çıkmalarının yasaklandığını ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra öğrenebilmiştik.

Stalin’nin ölümünden (1954) sonra buzların çözüldüğü dönemde Batı, önce sadece piyanist  Emil Gilels ve kemancı David Oistrakh sonra da Sviatoslav Richter ile tanışmıştı. Gilels, Richter ve Oistrakh devletler arası kültürel ilişkiler çerçevesinde  Ankara ve İstanbul’a da o yıllarda bir kaç kez gelerek müzik çevrelerini hayran bırakmışlardı ama ben bu CD’deki piyanistlerin hiç birini tanımıyordum.

Oysa bu piyanistler ondokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla doğru gelişen Moskova ve St. Petersburg Konservatuarları geleneğinin “Altın Kuşak” piyanistleriydi. Çoğu Goldenweiser, Heinrich  Neuhaus, Feinberg gibi efsanevi hocaların sınıflarında yetişmişler, Rimsky-Korsakov, Glazunov geleneğinin havasını solumuşlardı.  CD’de yer alan piyanistler arasında ilk dikkatimi çeken Vladimir Sofronitsky oldu.

Sofronitsky (1901-1961) Birinci Dünya Savaşı ve Sovyet Devrimi ile altüst olan St. Petersburg o zamanki adıyla Petrograd konservatuarında besteci Shostakovich ve piyanist Maria Judina ile sınıf arkadaşıymış. Aynı sınıfta Vladimir Horowitz de varmış. Savaş, ardından devrim sancıları sürerken Alexander Scriabin’in kızı Elena ile evlenmiş. Scriabin’in tüm piyano eserlerinin bir numaralı yorumcusu kabul edilmiş Sofronitsky. 1960’ta, ölümünden bir yıl önce Moskova’da verdiği dillere destan Scriabin resitalini bugün internetten veya “Legendary Scriabin Recital 8.6.1958” başlıklı CD Albümünden dinleyebiliyoruz.

Sanatçının yine dillere destan repertuarında Chopin ve Schubert’in de bütün eserleri var. Chopin’in ölümünün 100. Yıldönümü dolayısıyla Moskova Konservatuarı büyük salonunda beş gece üstüste verdiği Chopin resitalleri ve 1953’te Schubert’in ölümünün 150. Yılı dolayısıyla bestecinin eserlerini yorumladığı konserler hâlâ belleklerde.

İşte bu Sofronitsky, Schubert’in son piyano sonatlarından Si bemol Majör D960 sonatını çalıyordu elimdeki CD’de. Çok uzun bir sonattı bu. Neredeyse kırk (40) dakika sürüyordu. Sadece birinci bölüm onbeş (15) dakikaydı. Çeşitli piyanistlerin tempo anlayışına göre bazen bu süre yirmi (20) dakikayı buluyordu. Sofronitsky’nin yorumundan sonatın ikinci bölümü olan “Andante Sostenuto”yu ilk dinlediğimde daha önce  benzerini hiç hissetmediğim bir hüzün kaplamıştı içimi. Sağ eldeki sâkin ama arada bir asabileşen melodik çizginin altında sol elin tüğ gibi hafif olmakla birlikte geniş atlamaları aslında müzik yazısı olarak son derece sade olmakla birlikte dinleyeni tedirgin edercesine karmaşık duyguları tetikliyebiliyordu. Üçüncü bölümde ise birinci ve ikinci bölümün insanın üstüne çöken ağır havasını oyuncu, şakacı, hafif bir “Scherzo” ile dengeliyordu besteci.

Schubert, son bölüm “Allegro ma troppo” ile bir süre Scherzo’un neşeli havasını sürdürürken gitgide sabırsızlaşan modülasyonların ardından ani patlamalarla dinleyeni şaşırtmaya devam ediyordu . Besteci, sanki eserin son bölümünde iç dünyasındaki gerilimleri, gelgitleri kimi zaman şakacı kimi zaman patlamaya hazır bir ruh haliyle ve bütün açıklığı ile sergilemişti.

Hiç tanımıyordum bu sonatı. Schubert’in piyano sonatları hakkında uzun zaman önceden oluşmuş hafif küçümseyici tavır piyanistik çevrelerde geçerliydi o sıralarda. Schubert’in “sonat stilinin yeterince gelişmediği”, Beethoven sonatlarını “kendine örnek aldığı, ama başarılı olamadığı” “piyanistik açıdan acemilikler” içerdiği kanısı hayli güçlüydü. Çoğu konservatuarın  piyano öğrencileri için oluşturduğu müfredat programlarında da Schubert piyano sonatları bulunmazdı. Impromptue ve Moment Musicaux tamam ama sonat yok.

Yirminci yüzyılda Schubert ‘in piyano sonatlarının tümünün  ilk ses kayıtlarını gerçekleştirerek konser piyanistlerinin dağarına katan piyanistler önce Arthur Schnabel (1882-1951) sonra Wilhelm Kempf (1895-1991) olmuştu. Ne var ki o yıllarda Avrupa ile Sovyetler Birliği arasında demirden bir perde vardı. Ne Batı’dan Doğu’ya, ne de Doğu’dan Batı’ya su sızmazdı. Schnabel ve Kempf Batı’da plak kayıtları ile Schubert’in piyano sonatlarını daha geniş bir kitleye tanıttıkları sırada, Doğu’da da Sofronitsky, Maria Judina, Tatiana Nikolayeva, Richter gibi piyanistler resital programlarına mutlaka Schubert piyano sonatlarını koyuyorlardı. Ne kadar şanslıyız ki audio da olsa çoğu konser sırasında canlı olarak kaydedilen bu eserleri şimdi youtube kanalında izleyip, dinleyebiliyoruz.
Yukarda adı geçen piyanistlerin her birinin Schubert’in Si Bemol Majör D960 piyano sonatına yaklaşımlarının çok farklı olduğunu internetteki kayıtlar sayesinde inceleyebiliyoruz şimdi. Örneğin Maria Judina ve Sviatoslav Richter’in sonatın birinci bölümünde tercih ettikleri tempoların eserin melankolik hatta karamsar ruhunu daha da belirginleştirecek derecede ağır olmasını yadırgayabiliyoruz. Judina’nın yorumu ile bölüm yirmi iki (22) dakika sürüyor. Richter bölümü daha da ağırlaştırıp yirmi dört (24) dakikaya ulaşıyor.

Arthur Schnabel ve Wilhelm Kempf’e dönecek olursak her ikisinin de Alman okulunun werktreue yani “yapıta bağlılık ya da notaya sadakat” diye çevirebileceğimiz yorum geleneğinden geldikleri hemen belli oluyor icralarında. Ancak her iki piyanistin de aynı zamanda on dokuzuncu yüzyılın özgür romantizminin takipçisi olduklarını unumamak gerek.
Evet, “notaya sadakat” ama aynı zamanda notada yazılı olmayanı hissedebilmek, Schubert’in herşeyden önce bir şarkı yani “lied” bestecisi olduğunun bilincinde olarak ezgi çizgisine şarkı söyletmek, sonatın ilk ölçülerinde başlayıp bütün bölüm boyunca sol elde devam edegelen tekrarları biteviyelikten arındırmak, işte usta yorumculuk bu olsa gerek.

Yirminci yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar geçen neredeyse üç çeyrek yüzyıllık süre içinde Schubert’in piyano sonatlarını konserlerinde icra ederek ve kaydederek uzmanlaşan piyanistler arasında en önde Alfred Brendel, ardından da Andras Schiff geliyor akla. Mitsuko Uchida ve Maria Joao Pires’in de ilgi çekici yorumları var.  Dünya müzik çavrelerinin en yakından tanıdığı ve On parmağında yirmi marifet olan Daniel Barenboim doğaldır ki Schubert’in bütün piyano eserlerini kaydederek daha önce sözünü ettiğimiz piyanistleri yaya bırakmıştır.
Ne var ki benim kişisel tercihim yine de Maria Judina, Sviatoslav Richter ve Schnabel’den yana.


Artur Schnabel plays Schubert Sonata in B flat Major D 960 (1/3)
Schubert: Sonata in B Flat D 960 (2/4) - Artur Schnabel 1882-1951
Schubert son. D 960 Maria Yudina                                    1899-1970
Schubert D 960 Sofronitsky                                                        1901-1961
Horowitz - Schubert: Piano Sonata, D 960                   1903-1989
Schubert - Piano sonata D.960 - Richter studio 1972      1915-1997
Tatiana Nikolayeva plays Schubert Sonata D.960         1924-1993
Brendel plays Schubert - Piano Sonata D 960 (Audio      1931
Schubert - Sonata N. 21, D 960 - Pires [1/5]                1944
Schubert Sonata n 21 in si bem magg D960 Andras Schiff pf  1953