27 Ekim 2020 Salı

 

CORONA GÜNLÜĞÜ

28 Mart 2020 Cumartesi

Bugün evde kalmanın 14. Günü. Bugünden itibaren daha düzenli bir çizelge yapmaya karar verdim ama önce tembellik yapacağım. Sabah diyetisyenin zoruyla roka ve maydanozdan ibaret kahvaltımı limonlu su eşliğinde yaptım. Ardından 2 wasa 5 zeytin ile nefsimi körlettim. Zaten zamanımın çoğu diyet yemekleri yapmakla geçiyor. Sebzeleri şartla, su bidonunu şartla vesaire. Mutfak işleri meğer ne kadar zamanımızı alıyormuş. Tabii makine de olsa bulaşık, çamaşır meseleleri var. Ütü için makine olmadığından iş başa düşüyor. Arada bol bol sosyal medya ile uğraşıyorum. Haberler, filmler, gruplarımızla sohbetler ve de görüntülü sohbetler. Neler öğrendik, facetime, house party, zoom. Corona günleri için en yararlı icat kesin görüntülü sohbettir.

Bu arada sabah akşam TV’de haberler izleniyor. Diziler konusunda da hiç seçici değilim. Bir Zamanlar Çukurova, Babil, şimdi de Nurgül Yeşilçay ile Özcan Deniz bir diziye başladılar. Aklıma gelmişken Nurgül taş gibi kadın ama o Özcan Deniz süper gıcık. Koridor yürüyüşlerine bugün başladım.

29 Mart Pazar

Günaydın Corona günlüğü. Dün olaysız geçti. Bu sabah yeni bir güne iyimserlikle bakmaya karar verdim. Önce sıkı bir duş ve temizlenme, sonra herzamanki gibi otlarımı yedim. Sonra da yoğurt ve kividen oluşan diyet kahvaltısı. Sosyal medyada gezinti. Evde kalmamızı tavsiye eden İtalyanların videosunu seyretme. Zeynep İnankur pek umutlu değil. Bu evde kal ikazının işe yaramayacağını düşünüyor. Aradan sonra bütün evde yerler silindi.

Ebert araştırmaları sırasında ilk opera muganniyelerinden Vahdet Nuri Esmen Hanımı çocukluğundan tanıyan İdil’e (daha doğrusu Şefik’e) anılarını yazmasını rica ettim. İdil de sağolsun tam 4 sayfa yazmış anılarını. Dehşet bir hayat yaşamış bu Vahdet Hanım. Neyse öğleden sonraki salon ve yatak odası arasındaki koridor yürüyüşümü Leyla Gencer’in Don Carlo kaydını dinleyerek yaptım. 1968 Roma canlı kayıt. Çok kaliteli. Kral Philip Ghaourov, Eboli Fiorenza Cossotto, Don Carlo Bruno Prevedi. Zamanında çok beğenilen bir tenor

30 Mart Pazartesi

Sevgili günlük, bu sabah biraz keyifsiz kalktım. Hava açmış, ne güzel. Ama dışarı çıkamadıktan sonra hava güzel olmuş bana ne? Sonra yavaş yavaş bu yeni karantina hayatına uyum sağlama gayretiyle güne İsmail Sarıkaya’nın haber programıyla başladım. O sırada tabii ot yemeğe devam ediyorum her sabah olduğu gibi. Mutfak işleri insanın moralini az da olsa yükseltiyor. Onu yıka,  öbürünü doğra derken oyalanıyor insan. Günlük yürüyüşümü Verdi Don Carlo dinleyerek yaptım. Dün Karajan’ın Salzburg prodüksiyonunu youtube’dan izlemiştim. Bugün yine Leyla Gencer’in Roma 1968  kaydına döndüm. Amma kadroymuş. Hepsi büyük sesler, Leyla tam formda.

İdil’in dün akşam marketten getirdikleri bir gece bekledikten sonra tek tek çamaşır suyu ile şartlandı. Bu şartlama işlemini ne kadar doğru yapıp yapmadığım konusunda şüpheliyim. Corona’dan korunma konusuna kafayı takmamaya çalışıyorum. Ama sürekli bir elleri yıkama, alkolle temizlenme, çamaşır suyu ile cebeleşme filan, Hayra alamet değil.

Eve kapanmanın 3. Haftası. İşler daha sarpa saracak diyorlar. İdil ile Attila baya endişeli. Haklılar, zira her nekadar büyüklerimiz özel hastaneler dâhil bütün hastaneler corona virüsü için çalışıyor deseler de acile gidince kapı duvar vakaları varmış. Yani yine para istiyorlar. Suriyelilerin başlarına gelenler hiç umurumuzda değildi değil mi? Ta ki corona gelene kadar.

31 Mart Salı

Günaydın günlük. Aslında saat 14.30. sabahtan beri bir sürü ıvır zıvırla iştigal ettim. TV ve sosyal medya çok meşgul ediyor insanı. Grupların birinden ayrıldım. Geyik muhabbeti de bir yere kadar. İdil’in getirdiği tripodu nasıl kullacağımı öğrendim. Deneme yaptım. Bakalım nasıl olacak?

1 Nisan Çarşamba

Bugün 1 Nisaaan! Şaka yapmak istiyorum ama durum pek de komik değil. Gariptir, evde kalma sonucu insanın daha bol vakti olduğu sanılabilir. Oysa zaman su gibi akıp gidiyor. Ne yazık ki ıvır zıvırla çok zaman kaybediyorum. Mesela şimdi şu İranlı aşçının videosunu seyrediyorum. İran usulü pirinci  bol tuzlu suda haşladı. Basmati tabii. Suyunu da nişastasından yararlanmak için sebze çorbasına boca etti. İyi fikir. Safranlı, tereyağlı pilav. Ağız sulandırıcı. Diyet günleri böyle yemek videoları izleyerek nefsimi körletmeye çalışıyorum. Bu arada kültürü de ihmal etmiyoruz tabii. Beethoven ve Eroica çalışıyorum. Konudan konuya atlayarak. Fransız Devrimi en sevdiğim konu. Buna bağlı olarak Napoleon ve Viyana’ya giriş.

2 Nisan Perşembe

Bugün babamın varsayılan ölüm günü. Pek çok kanalda anılıyor. Seveni çok. Dün akşam TRT2 için geçen yıl yaptığım program yediden yayınlandı. Onun bizi bırakmasından bunca yıl sonra hala okunan bir yazar olması, sevilmesi insanı mutlu ediyor haliyle. Ben onu hep o gülen yüzü ile hatırlamak istiyorum.

Sabah diyetisyen Hale Hanım ile haftalık görüşmemizi yaptık. Diyete devam. 73.4 olmuşum. İyi haber. Biraz daha versem iyi olacak. Bu sayede kafamı yemek meselesi ile meşgul etmiş oluyorum.

3 Nisan Cuma

Günlerden Cuma! Namaza gitmedim! Ha, hah, haaa! Sebzeler geldi. Birkaç saat dezenfektasyonla uğraştım. Ne kadar başarılı olduğumu zaman gösterecek. Gün ayıkla, pişir ve ye şeklinde geçiyor. Entelektüel çalışmalara ara vermek zorundayım, zira daha temizlik ve  çamaşır beni bekliyor. Ev kadını olmanın çok zor olduğunu hatırladım. Nasıl iki çocuk, bir koca ve onca misafirlerle baş edebilmişim? Hayret!

4 Nisan Cumartesi

Sevgili günlük. Saat 15.45. bu saate kadar ev işinden başka bir iş yapmadım. Yalan, yalan. Ev işi yanında Cüneyt Özdemir’i izledim, bir de Jet Sosyete. Evde kapalı kalmak insanı tembelliğe teşvik ediyor. Tabii bu genellemeye Nazan Ölçer dâhil değil. O evden müze işlerini harıl harıl takibetmekte ve yeni projeleri var. Yeni tripodumla video çekme denemesi yapmayı maalesef askıya almış görünüyorum. Ah, schade!

5 Nisan Pazar

Günler nasıl da hızla geçiyor corona karantinasında. Necip Mahfuz’un “Palace Walk” kitabının neredeyse sonuna geldim ama bitirmek istemiyorum. Bitince okumak için ayırdığım kitaplar bu kitap kadar ilgimi çekmiyor. Çok fazla etkisi altında kaldım herhalde. Daha önce hiç merak etmediğim bir edebiyat ve yazardı Mahfuz. Oysa okudukça insanı içine çeken bir ustalığı var. Mısır toplumunun 20. yy başında geçirdiği ciddi değişiklikleri harika bir üslupla anlatıyor.

6 Nisan Pazartesi

Hava yine soğuk ve fırtınalı. Evde kala kala iyice miskinleştim. Bütün sabah gecelik ve sabahlıkla internette haber izlemekle geçti. Gündelik koridor yürüyüşü sırasında Verdi Macbeth dinlemeye devam ediyorum. 1960 Palermo. Vittorio Gui yönetmiş. Canlı kayıt. Lady Macbeth Leyla Gencer, Macbeth Guiseppe Taddei. CD review’sunda Leyla için “ideal Lady Macbeth” diyor. “Sesi geniş, oktav atlamaları ve gamları mükemmel. Gerektiği yerde karakterin duygularını çekinmeden sesine yansıtıyor” diyor. Herhalde Leyla Hanım’ın bir söyleşimizde vurguladığı gibi “eğer karakter için gerekiyorsa ses çirkin de olabilir.”

Taddei de ideal Macbeth. Çok dramatik, güçlü bir  ses ve yorum. Macbeth Verdi’nin ilk dönem operalarındandır. Orkestra konuyu desteklercesine koyu renklere önem verir. Yoğun bir orkestrasyon. 1847’de bestelenmiş. Son dönem operalarından Don Carlo’da olduğu gibi koyu ve karanlık orkestrasyon çok etkileyici. 1867’de bestelenmiş Don Carlo. Onu da yine Gencer’den dinlemek gerek.

7 Nisan Salı

Bizim Şemsa’nın tarifine göre fırında ıspanak yaptım. Çok güzel oldu. Tavsiye ederim. Mutfakta bu işlerle meşgul iken Dücane Cündioğlu dinlendi. Felsefe sohbetleri. Bu yaşımdan sonra felsefeye merak sardım sayesinde. Sabah Cüneyt dinleyeyim dedim. İşi geyiğe vurduğu için kendisini kınıyorum.

Nil Kocamangil bir kaç yıl önce Paris’te Gautier Capusson’un Masterclass’ına katılmıştı. Şimdi bu Masterclass belgeselini izleyebildim youtube’da. Louis Vuitton Vakfı’nın Paris Boulogne Bahçelerinde inşa ettirdiği ultra-modern binada kaydedilmiş bu belgesel. Binaların mimarı ünlü Frank Gehry. Bütünüyle cam. Binanın her tarafı açıkta gibi. Kışın nasıldır bilmem ama güneşli havada şaheser.

Günlük koridor yürüyüşüme bugün Verdi Simon Boccanegra eşlik etti. 1961 Salzburg Festivali. Leyla Gencer, Tito Gobbi, Guiseppe Zampieri-tenor. Cast yine müthiş. Gavazzeni yönetiyor. Boccanegra’nın bir de Buenos Aires-Teatro Colon kaydı var. Yine Leyla, bu sefer Cornell MacNeill bariton. Sıradaki opera bu olacak.

8 Nisan Çarşamba

1995’te yapılmış olan Ruhi Su Paneli’nin video kaydını izledim dün. Hikmet Şimşek, Ahmet Yürür, Önder Kütahyalı, Cem Karaca, Rahmi Saltuk katılmış. Ben yönetmişim. Bugün böyle bir panel yapılsa aynı birikim ve bilgi sahibi konuşmacı bulmakta zorluk çekeriz. Entelektüel hayatımızın nasıl kuraklaştığını, çölleştiğini anlamak zor. Ahmet Yürür ve Hikmet Şimşek polemiklerini bile özlemişim. Ahmet’i bir türlü susturmak mümkün olmamış. Önder’in çok geniş kapsamlı, ayrıntılara giren müzikolojik çalışması sonucu sunumu ise şaşırtıcı. Doğuştan gözü görmeyen Önder pek çok görene göre fersah fersah ilerde birikime sahip.

9 Nisan Perşembe

Sabah diyetisyen Hale Hanımla istişare. Facetime üzerinden menü alındı. 72.7kg. diyet dolayısıyla hiç olmadığı kadar yemekle uğraşıyorum. Bizim pırıltılı kızlardan Zeynep House Party organize etti, Serfi Ergun, Gülsen Çapa, Oya Başak ve Şebnem Selışık partiye katıldı. Herkes ev haliyle morali yüksek tutmaya çalışıyor. Dün koridor yürüyüşüm sırasında Simon Boccanegra dinlemeye devam ettim ve bu operayı sevmediğime karar verdim. Zaten başrolde Tito Gobbi. O adamın üslubunu hiç sevmem. Sadece Maria Callas’ın Tosca’ındaki Scarpia’da tam role oturuyordu. Leyla’nın Amelia’sı her zamanki gibi şahane.

10 Nisan Cuma

Sabah koridor yürüyüşünde La Forza del Destino vardı. Bu operanın da favorilerim arasında olmadığına karar vermişken, Ettorere Bastianini’nin Don Carlo di Vargas rolündeki etkisinde kaldım haliyle. Ne olağanüstü bir bariton. Onun sahnede olduğu yıllarda yani gençliğimde Avrupa’da opera seyretmek bir hayaldi. Bu yüzden İtalyan operasının altın çağını kaçırdık. Bugün opera sahnelerindeki şarkıcıların çoğu Doğu Avrupa kökenli. İtalyan tınısı, parlaklığı, rengi kayboldu.

11 Nisan Cumartesi

Büyük koridor yürüyüşümü bugün Cosi fan Tutte ile tamamladım. Cosi yorumları arasında en beğendiğim Viyana Operası, Ricardo Muti yönetimindeki temsilden canlı video kaydı. Aslında videoda seyretmek yerine sadece müziği dinlemeyi daha çok seviyorum. Bu kayıtta Angelina Kirchschlager-Dorabella, Barbara Frittoli-Fiordiligi, Monica Bocelli-Despina. Şahane bir cast. Mozart Cosi’de gerçek oda müziği yaratmış. Triolar, Kentetler doyumsuz.

Yürüyüş öncesi kısa bir senior exercise yaptım. Keeping fit during Corona Times. Bir de sürekli yemek yapıyorum. Diyet değil de Le Grande Bouffe sanki.

12 Nisan Pazar

“Bugün Pazar, Gavurlar azar” bir Türk Atasözü!!! Oysa ben azmak şöyle dursun uyandığımdan beri miskin miskin sürünüyorum evde ve mutfakta. Sonra Cünet Özdemir ve Ruşen Çakır dinlendi. Ardından biraz Grace Bumbry ve Maria Callas. Şimdi öğle arası.

Dün Necip Makfuz’un Palace Walk bitti. Ama etkisi sürüyor. Trilojinin öteki kitaplarını da ısmarlamalıyım. Bugün başladığım kitap tam tamına farklı bir konuyu işliyor. Primates of Park Avenue. Ne de olsagençliğimin en önemli adresi 969 Park Avenue olduğundan ilgimi çekti. Kitabı ne zaman aldımhiç hatırlamıyorum. Okuyacak kitap ararken buldum kütüphanede. Aradığım başka kitapları hiç bulamazken, karşıma hiç görmediğim bu kitap çıktı. Yazarı Wednesday Martin adında bir genç hanım. Doktoralı bir sosyal araştırmalar uzmanı ve gazeteci. Konu ilginç. Manhattan gibi yüzölçümü bakımında ufak bir adadaki mahallelere göre sosyal ayırımlar. Ben de zamanında bu gözlemleri yapmıştım zaten. Kitapta gözlemlerimin ne kadar doğru olduğu ispatlanıyor.

13 Nisan Pazartesi

Sabancı kapanmasaydı bugün Bahar Tatili başlayacak ve ben belki de Ayvalık’a gidiyor olacaktım. Heyhat! Sabah sabah Süleymen Soylu istifa etti, sonra istifası kabul edilmedi konusu üzerine saatlerce konuşan Cüneyt ve Ruşen Çakır’ı mutfak faaliyetlerim arasında dinledim. Normal zamanlarda bu işlere zaman ayırmazken Corona Günlerinde haber ve yorum dinlemek şart oldu gibi.

Şu video çekme işini de iyice savsakladım. Aslında hangi konuyu nasıl sunacağıma karar veremedim henüz.

14 Nisan Salı

İki gündür Süleyman Soylu ile yattık, onunla kalktık. Öğleden sonrayı ettik böylece.

Sevgili İdil’im ev temizliği yapmaya geldi sağolsun. İdilcim evin kenar köşesini şartladı, tertemiz yaptı. Allah razı olsun böyle evlattan. Şimdilik başka vukuat yok.

Koridor yürüyüşünde yine Cosi Fan Tutte dinleyeceğim. Çeşit çeşit Cosi yorumları var. Seç seç al. Covent Garden 2010 modern production örneğin. Modern giysiyle, çıplak sahne tasarımı hiç çekici değil. Seslerde de hiçbir özellik yok. İnsan niye operaya gider? Operanın büyülü, gerçek dışı, masalsı, debdebeli havasını güzel sesler dinleyerek solumak için değil mi? Youtube’da 1988 Viyana Operası prodüksiyonu var mesela. Jean-Pierre Ponnelle rejisi ile. Ponnelle, Visconti ile yetişmiş Müthiş bir opera rejisörüydü. Yazık, genç öldü.

15 Nisan Çarşamba

Yazacak pek bir şey yok bugün. Elena (Papandreou) aradı (Selanik’ten). Onunla ve Oscar’la (Ghilia) görüntülü konuşma yaptık. Oscar, Pirandello’nun bir oyunundan bahsetti ama hatırlayamadı adını. Pirandello çağrışımı ile eskilere döndüm yine. 1988 Kasım ayında Leyla hanımla Milano’da geçirdiğimiz birkaç günü anımsadım. Birlikte La Scala’ya gidişimiz, bana tiyatronun perde arkası atölyelerini gezdirişi. (ilgimi en çok peruk atölyesi çekmişti. Hindistan’dan getirilen saçları tercih ettiklerini söylemişlerdi.) Piccolo Tiyatro’da Pirandello oyunu seyredeğim diye bana bilet bulması. Giorgio Strehler’in o sıralarda çok ünlü olmasınını hatırladım. Bunları ve bunlar gibi pek çok anımı iyi ki gazete yazılarıyla tarihe geçirmişim. Şimdi Müzikli Geziler kitabına göz atınca o anılar yeniden gözümde canlanıyor.

Bu arada son üç yıldır İdil’le yaptığımız Avrupa yolculuklarını neyse ki agendalarıma eklemişim. Her gittiğimiz yerde, yani Berlin, Viyana ve Amsterdam’da seyrettiğim operaların kitapçıklarını cimrilik edip almamışım. Allahtan Google amca var da, unuttuklarımı hatırlatıyor. Liste şöyle:

4 Ekim 2018 Deutscheoper Berlin’de Tosca seyredilmiş. Bu temsili özellikle Scarpia rolünü canlandıran Erwin Schrott’u seyretmek için seçmiştim. Düş kırıklığına da uğramadım. Hem ses ve hem de dramatik yorum harikaydı. Tosca’yı yorumlayan Anja Harteros ise bir Maria Callas olmadığı gibi bir Eva Marton da değildi.

18 Mart 2019 Viyana Stadtsoper’de Don Giovanni. Don Giovanni: İsveçli bariton Peter Mattei, Leporello: Çek bas bariton Adam Plachetka, Donna Anna: Rus soprano Olga Peretyatko, Donna Elvira: Fransız soprano Veronique Gens, Don Ottavio: Çinli tenor Jinxu Xiahou.

Tam anlamıyla enternasyonal bir kadro. Peter Matteri fena değildi. Adam Plachetka çok iyi bir Leporello idi. Kadınlara gelince, her ikisini de eski sopranolarla kıyaslamak bile istemem. Mozart stilinde müzik ve sahne yorumu yerini modern prodüksiyolara bıraktığı için çok yara aldı bence.

13 Ocak 2020 Amsterdam Nationale Opera’da Handel Rodelinda temsili. Bir kaç arya dışında hiç tanımadığımız bir opera. Burada da sahne tasarımı, kostüm ve reji tümüyle modern olmasına rağmen bana çok eğlenceli ve zevkli geldi. Demek ki modern prodüksiyonun da iyisi gerçekten inandırıcı olabiliyor.

16 Nisan Perşembe

Corona günlerinin gizli gerilimine bir de diyet gerilimi eklenince bütün sabah diyetisyen Hale hanımın telefonunu beklemek ve önümüzdeki 4 günlük karantina için tedbirli olmak konularıyla geçti. Hava güzel olunca evden çıkmamak olgusu insanı iyice geriyor. Sabır, sabır! Neyse ki yatak çarşaflarımı değiştirdim. Bir de banyo yapınca gece temiz temiz yatağa gidereceğim. Allaha şükür kendi işimi kendim yapabiliyorum. Ne büyük nimet.

Facebook’da Ozan Sağdıç’ın oğlu Oğuz Sağdıç, Vahdet Nuri Esmen hanım hakkında babasının 1999 yılında yazdığı bir yazıyı paylaşmış. Aşağı yukarı İdil’in paylaştığı anılara benziyor. Bunca yıl sonra Vahmet Hanımın yeniden hatırlanması ilginç. Facebook harikalar yaratıyor. Bir başka Vahdet Hanım komşusu da Ozan Sağdıç’ın paylaşımı üzerine anılarını yazmış. Çok garip. Uzun yıllar boyunca unutulan bir insanı hatırlayanlar peşpeşe ortaya çıkıyor.

17 Nisan Cuma

Bütün sabah neredeyse Cüneyt’in Cüppeli Ahmet Hoca’yla röportajını izledik. Cuma kılınsın mı? Kılınmasın mı? Kılınmamasına karar verildi. Oruç tutulsun mu? Onu da doktorlara havale etti Cüppeli. Umre meselesi dahil her konuda hem fikir iken, “kadınlar çalışmamalı” meselesine gelince Cüneyt patladı. Tartışma uzayınca Cüneyt “her konuda hem fikir olmak zorunda değiliz” dese de Cüppeli pes etmedi. Cüneyt’i kadınların çalışmaması gerektiğine inandırmak için epey dil döktü. Zaten adamda bir çene var. Alimallah insanı fücceten öldürür.

Yeni “Zihni sinir procem” eski AIMA fotolarını arşivden çıkarıp sosyal medyada paylaşarak AIMA’nın unutulmamasını sağlamak. Yirmi yıl öncesi fotoğraflara baktıkça neler neler geçiyor gözümün önünden. En çok can sıkan Cunda’nın geçen yirmi yıl içinde nasıl böyle cavalacoz hâle geldiğidir. Bizim gibi İstanbul’dan gelipCunda güzellemesi yapanların suçu büyük. Önce evler alındı, restore edildi ama içinde bütün yıl oturulmadı. Cunda’nın dokusuna uymadı yeni gelenler.

18 Nisan Cumartesi

Dünden devam edelim Cunda meselesine. Yirmi beş yıl önce ve daha öncesi bu adada bir kaç pansiyon. Sahilde birkaç meyhane, Taş Kahve, balıkçılar, onların motorları, hatta kürekli sandalları ve yerliler vardı, kendi yağlarında kavruluyorlardı. Yazın gelen turistlere (gezgin demek daha doğru) pansiyonlar yetiyordu.Yunandan kalan evlerde yaşayan yerli halk, çoğunluk yoksuldu. Evlerin çoğu harabeydi, kimi terkedilmiş, kiminin kapısına kilit vurulmuş, unutulmuştu. Ta ki İstanbul ve Ankara’lılar tarafından keşfedilene kadar.

Gentrification ahalinin elinden yok pahasına satın alınan ve zevksizce restore edilen evlerle başladı. Yeni gelenler, meyhanelerdeki garsonlar ve sahipleriyle sıkı fıkı oldular. “Oooo Ahmet Bey , buyursunlar”. Büyük gazetelerde Cunda’nın mezelerini yere göğe sığdıramayanyazılar yazıldı. Televizyon programları, röportajlarıyla ada mutlaka gidilmesi, görülmesi gereken bir marka haline geldi. Pansiyonlar Butik Hotel oldu, meyhaneler Restorana dönüştü. Böylece bu günlere gelindi. Son yıllarda Cunda sokaklarında yürümek bile imkamsız. İnsan seli, araba trafiği had safhada. Bütün bunlar tabii ki lumpen bayalığı da beraberinde getirdi. Gentrification sonunda geri tepti. O marka olan kasaba artık yok.

MUBI diye bir application var. İstanbul Film Festivali filmelerini oradan ücret mukabilinde seyredebiliyorsun. Taş Bebek adlı Polonya filmini seyrettim. Çingeneler, daha doğrusu bir Çingene kadın şair hakkında. Sinema Festivali’nin editörü kimse filmin konusunu yazarken “Roma” yani Çingene ile “Romen” yani Romanyalıyı karıştırmış. Cehalet her yerde. Birini filmin konusunu yazsın diye tutmuşlar, daha Roma ile Romen farkını bilmiyor, üstelik araştırmıyor da. Hatta belki Kolej mezunudur. Amaaan ...

19 Nisan Pazar

Pazar yürüyüşümün müziği dün olduğu gibi Verdi Requiem’di. Requiem ile yürüyüş yapılır mı? Demeyin. Bal gibi yapılıyor. Çeşit çeşit yorum var.

Benim seçimim 2013 Barenboim La Scala yorumu oldu. Anja Harteros, Elina Granca, Jonas Kaufmann, René Pape solistler. Her şefin yükseldiği dönemde tedavülde olan solistlerin iyisini seçmeleri doğal. Bu seçim de Barenboim’un.

Benim favori Requiem yorumum Claudio Abbado 1970 Roma RAI versiyonu. Abbado gencecik. Solistler tam formda. Renata Scotto, Marilyn Horne, genç Pavarotti ve genç Ghiaurof. 20. Yüzyılın en iyi sesleri ve yorumcuları. Pavarotti’nin de, Ghiaurof’un da gençliklerinin tazeliği var tabii. Marilyn Horne gibi mezzo soprano da kolay kolay bir daha gelmedi opera dünyasına.

Karajan’ın 1967 kaydı da dikkate değer. Leontine Price burada harika. Hele Libera me de olağanüstü. Çok renkli ve nefesi güçlü bir ses. Siyahlara özgü bir şey bu. Pavarotti ve Ghiaurof bu kayıtta da var. Alto Fiorenza Cossotto. O da çok beğendiğim bir yorumcu.

Ayrıca bugün bir video kaydı daha yaptım. Galiba bu daha iyi oldu. Yapa yapa öğreneceğim herhalde.

20 Nisan Pazartesi

Yeni bir haftaya başladık. Evde kalanlar için hafta başıyla sonu arasında fark olmamasına rağmen Pazar gününün güneşli olması, insanı güneşe çıkma isteğine yöneltiyor. Amma da ağdalı bir cümle oldu bu. Hava puslu, o halde evde kalmanın bir sakıncası yok. Puslu  havadan mıdır nedir, sabahtan beri miskinlik çöktü üstüme. Okuduğum kitap da heyecanlı değil. İnsanı içine çeken Mahfuz’un Palace Walk bittiğinden beri kitap açlığı çekiyorum.

21 Nisan Salı

Günlüğü yazmaya başlayalı 25 gün olmuş. Eve kapanalı da neredeyse 40 gün. Evde kalmaya zaten alışkınım ama böyle zorunlu tutukluluk durumu zor. Yıllarca hapishanelerde tutulanları düşünmek istemiyorum. Şimdi babamın Sıcak Su hikayesini okuyacağım....okudum ve bu kadar kısa bir öyküde bu denli çok şey nasıl anlatılabilir dedim kendi kendime. Sonra Bir Skandal öyküsünün ilk cümlesi mesela. “Muallim olarak geldiğim şehir, Orta Anadolu’nun bozkırlarında bir cilt yarası gibi intizamsız ve kirli uzanıyor, yayılıyordu.”

22 Nisan Çarşamba

Günü yine roka.  maydanoz ikilisi ve limonlu su ile açtıktan sonra sıra Cüneyt Özdemir’e geldi. Ardından Sevan Nişanyan ile Ermeni, Kürt, Süryani kültürleri ve Doğu Anadolu coğrafyasını gezdik. Onun ardından biraz da yine Nişanyan’dan etimoloji konusuna değindik, ama yarıda bıraktık dinlemeyi. Sevan’ın dili açıldıkça açılıyor, adam bir derya.

Dün ve evvelsi gün seçtiğim yürüyüş müziklerinden memnun kalmadım. Çok sevmeme rağmen Tosca ile yürünmüyor. Fauré Requiem de Verdi’den sonra çok hafif kalıyor. Bakalım bugün hangi müziği seçeceğim. Belki de Bach si minör Missa olabilir. Yürüyüşe uygun bence.

Babamın öykülerini okumaya devam. Bir Skandal’e başladım, uzun hikâye. Bugün bitiririm herhalde. Zeynep Güler, Serfi ve Gülsen’le House Party yaptık. Neşeli kızlar, onlara bayılıyorum. Grubun diğer üyeleri Ayşegül, İnci Aksoy ve Semra Pelit ile de whatsapp üzerinde hararetli paylaşımlar ve iletişim devam ediyor. So there!.

23 Nisan Perşembe

Bugün 23 Nisan /Neşe doluyor insan/Kamutay bugün doğdu/Saltanatı boğdu. Çocukken avazımız çıktığı kadar bağırarak söylerdik bu şarkıyı. Kamutayın bugünkü hâli içler acısı. Reiz, Meclisi işlevsiz hâle getirmekle hayatının en büyük günahını işledi. Tabii, muhalefet de muhalefet yapmayı bilmediğinden sadece lâf yetiştirmekle zaman öldürüyor.

Dün yürüyüş müziği konusunda kararsız kalmıştım ya! Nihayet, çok sevdiğim Berlioz Les nuits d’été’de karar kıldım ve tabii bu şahane eseri harika yorumlayan Régine Crespin beni yine mesnetti.

24 Nisan Cuma

Facebook’da Mira Civelek adındaki Ankara Cebeci Konservatuarlı bir hanım ciddi şekilde eski fotoları bir araya topluyor. Biz kendimizden büyük ablaları, abileri tanırdık. Bizden sonra gelenler de bizleri tanırdı. Hiyerarşi sıkı kurallara bağlıydı. Abla ve Abi lakapları bugün içinde geçerli. Çok hoş. Emre Arel babasının okul fotoğraflarını bulmuş, göndermiş. Aralarında hiç görmediğim Ferhunde ve Ulvi Cemal fotoları var. Benden önceki abi ve ablalardan Ferit Tüzün, Suna Cerrahoğlu (Korad), Seride Barlas, Haspiye Usanmaz (Sakpınar), Azra Gün. Hepsini tanıyor, hatırlıyorum, ne tuhaf.

Koridor yürüyüşlerim için müzik bulmakta zorlanıyorum. Verdi’nin Maskeli Balo’su da sarmadı. Belki bugün Aida’yı deneyebilirim. Ebert çalışmasına da çok yanaşmıyorum galiba. O işi de kafamda bir yere oturtamadım daha. Ergun Melin de benim gibi foto albümleri taramasına girmiş. Salacak 70’ler fotoları gönderdi. Gülsen ile Altan’ın (Denizsel)o eşsiz İstanbul/Sarayburnu manzaralı bahçesinde oturmuş, içkilerimizi yudumlarken, sigara tüttürmeyi de ihmal etmiyoruz.

25 Nisan Cumartesi

Günaydın günlük. Hava güzel güneşli, doğa uyanıyor. Ağaçlar yeşillenmeye başladı. Penceremden dışarı bakınca önce ağaçları görüyor, aşağıdaki mezbeleliği görmezden geliyorum. Türk milletinin çer çöp içinde yaşamaya alışık olmasını bir türlü anlayamadım. Plastik kaplaması yırtılmış kulübe, ortaya karışık atılmış saksılar, neye yaradığı belli olmayan tahta parçaları, kırık tabureler. Manzara bu. Ayvalık’taki bahçe de bakımsızlıktan bu duruma gelecek diye üzülüyorum.

Neyse, gelelim bu sabahki dinlemelerimin başarısızlığına. Cüneyt Özdemir sıktı artık. Yılışıklık bir yere kadar. Sevimli olacağım diye laubaliliğin lüzumu yok, değil mi? Canan Kaftancıoğlu’na takmış. Gıcık oluyor kadına besbelli. Canan’ın o ultra correct davranışı Cüneyt’in laubaliliğinin tam antidotu olabilir bence. Peki ben kimi dinleyeceğim sabahları iş yaparken şimdi. Yine Ruşen Çakır’a mı döneyim.

Dün Aida’ya başladım yürürken. Bugün devam. 1966 Arena di Verona. Gencer- Aida,  Fiorenza Cossotto- Amneris, Carlo Bergonzi-Radames. RAI canlı yayın. Efsane yorum, tarihi temsil.

26 Nisan Pazar

Nisan’ın sonuna geldik. Ufukta ev hapsinin biteceğine dair bir umut henüz belirmedi. Günlükte 50. Sayfaya ulaştık. (El yazısıyla) her gün yazmaya kararlıyım. Bazen ona da üşeniyorum ama çocukluğumdan beri üzerimden atamadığım yararlı bir iş yapmamanın, yani tembelliğin suçluluk duygusunu bastırmak için yine kaleme sarılıyorum. Amma da uzun cümle oldu bu.

Sabah İzel Levi bir video göndermiş. Karısı Sibel çekmiş videoyu. Arnavutköy’de eski Rum evlerinden birinde oturuyorlar. Boğaz manzaralı. Yan komşuları Esra Üçsan, elektro piyanosunu balkona çıkarmış, mükemmel Fransızcası ile La Souffrance diye bir şarkı söyleyip kendine eşlik ediyor. Şarkının Türkçesi Ahmet Kaya’nın Acılara Tutunmak şarkısıymış. Şahane. Kız çalıp, söylerken Sibel Horada da nefis boğaz manzaraları çekmiş. Gemiler, tankerler tek başlarına süzülüyorlar bom boş denizde. Ey Corona! Sen nelere kadirsin! İnsanları yaratıcılığa, serüvenlere sürüklüyorsun. Dün boşverdiğim koridor yürüyüşünü biraz evvel gerçekleştirdim. Aferin  bana. Cosi fan Tutte eşliğinde oldu bu sefer. Mozart’tan vazgeçme derim. Başka bir şey demem!

27 Nisan Pazartesi

Corona günlüklerinin en ünlü kişisi Cüneyt Özdemir olacağa benziyor. Sabah dinlediğim yayında daha bir ciddileşme, kendiyle hesaplaşma söz konusuydu. Gelen eleştiriler azıcık canını acıtmış anlaşılan. Nazım Hikmet’in “Akrep gibisin kardeşim” şiirini bile okudu. Tunceli Ovacık Komünist Belediye Başkanına bile bağlandı. Kısaca bu sabahki haber programlarından memnunum.

Dün akşam Cosi fan Tutte ve Figaro’nun 1934-35 Ebert+Busch Glyndebourne temsillerinin kayıtlarını buldum Youtube’da. Naxos firması eski 78’lik plakları CD formatında yayınlamış. Çok enteresan.

28 Nisan Salı

Dün YK üyelerimizle bir video konferans yaptık. Evde Kal durumu dolayısıyla Vakıf hesaplarının daha verimli hale getirilmesi için Ayvalık’ta olan Fatma Hanıma iş düştü.

Gaia yöreselden haftalık sebze ve meyva tedariki yapıldı, pencerenin dışına kondu. Böylece virüsü dağıttığımızı sanıyoruz. Sucu geldiğinde de aynı dezenfekte etme krizi yaşanıyor. Ev çamaşır duyu kokuyor. Nefret bir koku.

Thomas Mann’ın çocukları Klaus ve Erika Mann’ın hayatlarını konu alan biyografiye başladım. İlginç hayatlar. Bu akşam bir grup öğretmen ve velilere kendimi anlatacağım. Zoom denilen zavazingoyla. Bakalım başarılı olacak mı bu çaba? Bittikten sonra izlenimlerimi buraya yazacağım.

Ve, yazıyorum! Bu zoom denilen zavazingodan hiç hoşlanmadım. Görüntülü konuşma olmasına rağmen kendini doğru dürüst göremiyorsun. Soruları soran kişi benimle ilgili epey bilgi toplamıştı ama sorduğu sorular yine her zaman sorulan sorular oldu sonunda.

29 Nisan Çarşamba

Sabah biraz Gürkan Hacir’in Halk TV’deki programını dinledim. İsmail Saymaz ve Dr. Serdar Savaş katılımıyla. Doktor çok önemli bilgiler verdi bu pandeminin yayılma süreci hakkında. Tüyler ürpertici tabii. Bizi evlere tıkıp, ortalıkta dolaşanların bulaşmayı devam ettirdiklerini ve bunun böyle sürüp gideceği müjdesini!  verdi. 

Thomas Mann’ın çocukları Erika ve Klaus Mann hakkındaki kitap gittikçe ilginçleşiyor. Mann kardeşler eşcinsel üzerinize afiyet. Üstelik o dönemde bunu açıkça yaşıyorlar. Erika Mann’ın sevgilisi Annemarie Schwarzenberg’in 1933-34 yıllarında bizim Tahran Büyükelçisinin kızı ile aşk yaşadığını öğrendim mesela kitaptan. 1934-39 yılları arasında Tahran Büyükelçimiz Mehmet Eniz Akaygen’miş. Sıra onun kızının kim olduğunu bulmakta.

30 Nisan Perşembe

Ayın son günü harala gürele geçti. Elektikler kesilip saatlerce gelmeyince elimiz kolumuz bağlanıyor, malum. Hayatımızı tamamiyle elektriğe bağlamışız. Bu hafta kilo vermeyip, üstüne 100gr da alınca diyetisyenim bana yine bir açlık menüsü verdi. Aklım fikrim spagettilerde, kuzu kol kapamada. Tam mevsimi mesela. Heyhat, yarın kabak çorbasıyla nefsimi talime sokacağım.

1 Mayıs Cuma

Türkün Corona ile imtihanı! Şöyle ağız tadıyla 1 Mayıs kutlayamadım şu canım vatanımda. Çocukluğumda hiç olmazsa Bahar Bayramı diye bilinirdi 1 Mayıs. Pikniğe gidilirdi kırlara. Haşlanmış yumurta, kuru köfte, beyaz peynir ve ekmek. İşte sana dört dörtlük bir piknik menüsü.

Piknik deyince aklıma hep gençliğimizin meşhur Piknik büfesi gelir. Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kitabında efsaneleştirdiği Piknik.  Bir Ankara landmark’ı! Orada yediğimiz sosisli sandoviçlerin lezzetini bir daha Almanya’da bile bulamadım. Bu kadar gıda konuşmasının altında kilo vermem için aç kalmam gereği yatıyor haliyle. Su içsem kilo alıyorum derler ya, işte aynen yaşıyorum bu durumu.

Bir Mayıs sabahı çamaşır makinasıyla cebelleşmekle geçti. Son aylarda evdeki elektrikli aletlerin hepsi totaly su koyverdi. Buz dolabı ve bulaşık makinesi Corona salgını çıkmaya ramak kalmışken yenilendi. Çamaşır makinesini yenileyemedik. Şimdi her yıkamada dışarı akan sularla hem hal oluyorum.

Erika ve Klaus Mann kitabı sayesinde yepyeni yazar ve gezginciler tanıdım. Annemarie Schwarzenbach, Ella Maillart, Marianne Breslauer. Hepsi formidable kadınlar. 1920-30-40’larda dünyayı dolaşmışlar bir başlarına.

2 Mayıs Cumartesi

Evvelsi gün elektrikler kesildiğinde desktop’ta Louis Malle’in Au revoir les enfants filmini, dvd kaydından tekrar izledim. Müthiş bir film. Bu filmin jenerik müziği Schubert Moments Musicaux op.84, No.2, müthiş etkileyici. Sinema dünyasında rejisörlerin Schubert’in müziğine duydukları garip yakınlığı anlamak istiyorum. Hatta bir ara bir araştırma yapmıştım. En çarpıcı olanı mesela Barry Lyndon’da karşımıza çıkar. Mi bemol Majör piyanolu trionun ağır bölümü, Stanley Kubrick’in bu filminin en etkileyici sahnelerinin müziği. Tony Scott’un Hunger filminde yine aynı trio. David Bowie ve Catherine Deneuve. Haneke’nin Piano Teacher filminde yine trio karşımıza çıkar.

Tabii Nuri Bilge Ceylan’ın, Kış Uykusu’nu da unutmayalım.Schubert Piyano Sonatı op. 959 no. 20’nin ağır bölümü çıkar karşımıza burada. Aynı sonat, Robert Bresson’un Au hazard, Balthazar filminde de, filmin son sahnesinde insanın içini burkacak kadar etkileyicidir. O halde bugünkü koridor yürüyüşü bu sonatla yapılsın. Richter yorumu tercihimdir.

3 Mayıs Pazar

Sabah Maria Joao Pires’ten Schubert op.960 Piyano Sonatı’nı dinlemeye başladım. 1980’lerde gençken kaydetmiş. Gerçekten derin tuşesi ve elegence’ı ile dikkat çekiyor ama sonra tekrar eski gözağrım Richter’e döndüm. Richter çok başka.

Hale Hanımla yeni menüyü saptadık. Açlık menüsü sayesinde 1kg vermişim iki günde. 70.6 kg. Mucize. İnsan kafaya koyunca iradesini kullanıyor. Ama bence eve kapanma bana işte bu yüzden iyi geldi. Dışarıda yemek yemek, içmek olmayınca disiplinli bir diyet yapılabilir demek ki.

4 Mayıs Pazartesi

Attila Ayvalık’a gitmek için bütün devlet kapılarını çalıyor. Bakalım Corona sayesinde Attila Ayvalık’a alışacak mı? Hava kapalı, yağmurlu. Evde kalmanın bir zararı yok. Dün Schubert piyano sonatıyla melgulken, yürüyüş sırasında Schubert üflemeli octet dinlemeye başladım. Şahane bir eser. Eğer bu yıl Festival yapabilseydik bu eserin Scherzo bölümünü programa koymuştuk. Youtube yorumlarından en güzelinde Anja Weithaas, Alina Pogostina keman, Veronica Hagen viyola, Sol Gabetta cello, Sabine Meyer klarinet çalıyor. Kontrabas, fagot ve korno çalanları tanımıyorum ama hepsi mükemmel müzik yapıyorlar.

5 Mayıs Salı

Corona günlüğüne yazacak yeni birşey olmayınca buna da şükür deyip güne devam ediyoruz. Thomas Mann’ın kızı Erika ve oğlu Klaus Mann’ın hayat hikayelerini okudukça insanların en kötü dönemlerde bile yaratıcılıklarından birşey kaybetmediklerini ama karşılığında büyük bedeller ödediklerini anlıyoruz. Hiç durmadan üretmiş bu iki kardeş, hem de savaş, mültecilik, vatansızlık zamanında.

Bir video çekim denemesi daha yaptım. Pek çok dur/kalktan sonra arızasız olduğunu sandığım versiyonu yine wetransfer ile göndermeye çalışıyorum.

6 Mayıs Çarşamba

Tabii ki wetransfer başarısız oldu. 3 dakikadan kısa olması gerekiyormuş. Bu aslında benim kısıtlı bilgimle yapılacak iş değil ama inat bu ya, bugün yine boyanıp, süslenip yeni bir deneme daha yaptım. Bakalım wetransfer azizlik yapmazsa videoyu Elif alabilir diye ümidediyorum.

Reis 65 yaş üzeri benim gibi morukların Pazar günü sokağa çıkmalarına izin vermiş. Hemen ardından şöyle bir mesaj geldi. “Aman yanınıza para almayın, çanta taşımayın, yankesicilerden korunun” Ulen hapishanelerdeki itleri, uğursuzları saldınız, bir de dikkat edin diyorsunuz. Hadi bakalım.

7 Mayıs Perşembe

Dün düşe, kalka, yap, boz ile 2 saat video çekimiyle uğraştım. Sürenin 2.15 dakikayı geçmemesi gerekiyor gönderebilmek için. Sonunda İdil’in de yardımıyla Google Drive üzerinden gönderebildim. Bu vidoları haftada bir olarak düşünüyorum. Beethoven yılı olması dolayısıyla bir kaç hafta konumuz o olacak. Sonrası Allah Kerim.

Ati, emniyeten izin çıkarıp Ayvalık’a vasıl oldu. Orada daha mutlu olacaktır. Bahçe işiyle uğraşacaktır. Yanında arkadaşı Mehmet var.

Schubert üflemeli octetten sonra, Mendelssohn yaylı octet’e geldi sıra. Şahane eserler bunlar.

8 Mayıs Cuma

Sabah Server geldi. Mart 14’ten beri doğru dürüst temizlenmeyen evi pir-ü pak eyledi. Ben, o iş yaparken odamda ve salonda saklandım. Bu kadar korunma bari işe yarasa. İdilcim çamaşırlarımı yıkayıp getirdi. Şikayet edecek hiçbir şey kalmadı.

İnci Vural ile geleneksel pencere konuşmamızı yaptık. Server gittikten sonra koridor yürüyüşüne başladım. Bu kez 1936 Fritz Busch ve Ebert Glyndebourne prodüksiyonu Don Giovanni dinlendi. Leporello, sesiyle aktör gibi oynayan bir İtalyan. Zaten tüm kayıt boyunca orkestrayla şarkıcılar arasındaki çok özel uyum dikkat çekiyor.

9 Mayıs Cumartesi

Evde kalma süreci sırasında ilk başlarda günün büyük bir bölümünü çeşitli kanallardan haberler dinleyerek ve seyrederek geçiriyordum. Ancak haber ve yorumları hazırlayan ve sunan arkadaşlar bizim evden çıkmamamızı fırsat bilip, kötü niyetleri için kullanıyor ve lafı uzattıkça uzatıyorlar. Sonuç olarak Cüneyt Özdemir ve Ruşen Çakır’dan gına geldi. Kanal kanal (internette) geziyorum ve şöyle kısa, özet yararlı bilgi verene rastlayamıyorum.

Ben de artık kitap ve müziğe verdim kendimi iyice. Ha, bir de Mubi ve Neflix sağolsun. Yoksa kafayı yiyeceğim.

10 Mayıs Pazar

Bugün çok yoğun geçti. Sabah Hale Hanımla bir facetime konuşması yaptık. Kilo vermem durdu şu sıralar. Oysa beni 69.5’a indirmek istiyor Hale Hanım. Bir süre daha sıkı takibetmem gerekecek verdiği menüleri.

Anneler günü olduğu için İdil’le sokakta buluştuk. 65+ benim gibi yaşlıların evden çıkma izni vardı. Sokaklar bizim gibilerle doluydu. Epey yürüdüm. Maçka parkına kadar gidip döndüm. Haftalar hatta aylardır sokağa çıkmayan biri için fena değil.

Ati, Ayvalık’ta mucizeler yaratıyor. Mehmet ile bahçeyi adam etmeye giriştiler.  Bravo. Hem Ati hem de benim için iyi oldu bu girişimler. Ati toprakla uğraşmayı seviyor. Bense hiç anlamadığım gibi hevesim de olmadı. Sadece bahçe güzel olsun isterim. Tabii bu kendiliğinden olmuyor. Ne var ki Ayvalık’ta bahçe işinden anlayan bir âdeme henüz rastlamadım. Ağaçları canice budayan köy asıllı vatandaşlar, toprağı ve bitkileri sevip, onların suyuna girmeyi çoktan unutmuşlar.

AIMA ile ilgili 2000’lerin başından beri yapılan TV programlarının kopyalarını yeniden gözden geçirdim. Yeni kurulan youtube kanalımız için epey zengin bir arşiv.

11 Mayıs Pazartesi

Sevda Noyan diye bir kadın televizyonda Canan Kaftancıoğlu ile Ayşenur Aslan’ı darbecilikle suçlamış, hatta tehdit etmiş. Bu kadın meğerse Engin Noyan’ın eşiymiş. Engin Noyan mâlum, bir zamanlar eski eşi Eser Noyan’la çeşitli mekânlarda gitar çalıp her dilden şarkılar söyleyen sempatik bir gençti. Sonra ne olduysa oldu, hidayete erdi ve Samanyolu TV’de dini konularda millete akıl verir oldu. Tuluyhan Uğurlu da bu hidayete erenler arasındaydı o zamanlar. Bu kanal da malum Fetö kanalıydı. Şimdi bu yeni eş diyor ki Cüneyt Özdemir’e “bizim sitede eskiden Fetöcüler vardı, kaçtılar gittiler ama arada geri geliyorlar. Fakat bizim aile büyük, gerekirse onları ve tabii ki Canan ve Ayşenur gibileri maddi ve manevi gücümüzle mahvederiz!” Hay Allahum ne günlere kaldık! Bitmedi bu hayali darbecilik tehlikesi. Şimdiki zamanın darbeleri öyle tankla, tüfekle olmayacak. Corona yeter.

1978’de  Özkırımlı ile yayımladığımız S. Ali Anılar, v.s. kitabındaki anıları tekrar tekrar okuyorum da babamı keşke büyüdükten sonra tanısaydım diye hayıflanıyorum. Çünkü o anılardaki adamla şimdi tanışmak isterdim. Benzersiz bir kişilik. Yerinde duramayan ya da bazen tam tersi.

13 Mayıs Çarşamba

Dün çok yoğun geçti, onun için günlüğümü ihmal ettim. Önce manavdan gelen sebze, meyve dezenfekte edildi. Akabinde eski öğrencim Burak Bilgili ile Instagram üzerinden uzun bir söyleşi yaptık. Sen nelere kadirsin Instagram!!! Burak yurt dışında başarılı kariyer yapan ender opera sanatçılarımızdan biri. O da corona dolayısıyla İstanbul’da kalmış. Yoksa USA’da konserleri olacakmış, iptal edilmiş.

Ardından vakıf YK üyeleri ile facetime üzerinden toplantı yapıldı. Toplantıya İlke de katıldı! Rahmi Bey katılamadı. Avşar zaten oralı olmadı. Bu YK toplantıları çok eğlenceli geçiyor. İyi ki Hande, Eren ve Elif var.

14 Mayıs Perşembe

Dün yeni Youtube kanalımız ve diğer sosyal medya hesaplarımız için yeni bir video yaptım. Amma zor işmiş bu kayıt işi. Dur, kalk, yeniden başa dön. Canım çıktı. Dünkü yürüyüş müziği Beethoven op.131-132 yaylı kuartetleriydi. Zaten video konusu da Razumovsky kuartetleri hakkındaydı.

15 Mayıs Cuma

Dün akşam geç vakit yine bir zoom konuşması vardı. Sabahattin Ali konusunda epey çalışan İlknur Kamalı, Balıkesir Bilnet Lisesi’nde öğretmenliğe başladı. Bağlandık kafa göz yara yara. Sorular hep aynı. Hiçbir konuşmacı veya sunucu bu işleri bilmiyor artık. Yaratıcı, karşısındakini konuşmaya heveslendiren kimse yok. Geçen yıl TRT2’de yaptığım programın yapımcısı ve sunucusu mesela baya iyiydi. TRT ayrıcalığı bütün engellemelere rağmen halen yaşıyor.

Koridor yürüyüşümü yine Cosi fan Tutte renklendirdi. Bu defa 1962 stüdyo kaydı. Elisabeth Schwarzkopf, Christa Ludwig, Alfredo Kraus, Giuseppe Taddei ve Walter Berry. Süper.

16 Mayıs Cumartesi

Dört günlük ev hapsi başladı. Aslında benim için salgının başından beri ev hapsi uygulaması var. Dün bir cesaret Ebert yazmaya başladım. Bakalım nasıl gidecek? Öte yandan Beethoven düşünmeye de devam ediyorum. Missa Solemnis ve 9. Senfoniyi araştırmalıyım.

Mann kardeşlerin biyografi kitabı bitince, biraz isteksiz olarak sıradaki Elif Batuman kitabına başladım. Adı “The Idiot”. Elif, Türk asıllı Amerikalı bir yazar. Daha önce de “The Possessed”i okumuştum. New Yorker dergisinde yazıyor. Rus edebiyatı ile ve özellikle Dostoyevsky ile kafayı bozmuş gibi. Daha doğrusu Rus ruhu ve bu ruhun yarattığı eserlerle iç içe bir yazar.

18 Mayıs Pazartesi

Sevgili günlük, seni ihmal ettim. Dün morukların sokağa çıkma günüydü. Sabah bir fasıl, öğleden sonra bir fasıl, toplam iki fasıl sokaklarda amaçsızca dolaştım. Tabii ki iyi geldi. Hava güzel, ağaçlar taptaze, yemyeşil. Daha ne olsun?

Akşam Halk TV’de Sabahattin Ali programı vardı. Canlı bağlantı yapıldı yine. Bu kez adamlar profesyonel olduklarından zooma sorunsuz bağlandım. Benden önce Nebil Özgentürk konuşuyordu. Belgeseli de gösterdiler bir azcık.

20 Mayıs Çarşamba

Günlük ihmal edilmekte. Acaba çok mu meşgulüm? Ya da artık iyice sıkıntı mı bastı? Neyse, dün babamın Almanca’dan çevirdiği  üç oyun için bir önsöz yazdım. Cumhuriyet’ten Işık Kansu istedi. Heveslendim, tekrar Minna von Barnhelm’i okumaya başladım. Antigone’yi zaten yeni okumuştum. Çocukken gittiğim, daha doğrusu babam tarafından götürüldüğüm Antigone provalarını, temsilleri hatırladım. Ne şanslı çocukmuşum. Üniversite eğitimini on yaşıma kadar almışım sanki.

22 Mayıs Cuma

“Beni Güzel Bir Yere Götür” bir Hollanda filmi ama oyuncular ve konu Bosnalı. Mubi’de seyrettim. Bir yandan da Elif Batuman’ın “The Idiot” kitabını okuyorum. Acaip paralellikler vardı birbiriyle hiç ilgisi olmayan iki ayrı yapıtta. İnsan bazen bu benzerlikleri kendi hayatında da yakalıyor.

Dün ve bugün daha bir ciddiyetle Ebert kitabına başladım ve devam ediyorum. Bakalım nasıl ilerleyecek? Kilo vermeye devam ediyorum. Böyle giderse on beş yıl önce giydiğim ve atmadığım giysilere sığacağım. Son derece ekonomik. Yeni bir şey almam gerekmeyecek. Yaşasın!!!

Corona günlüğü burada bitiyor. Okuduğunuz için teşekkürler.

Filiz Ali

6 yorum:

  1. Kahvaltı etmek sağlıklı değil.

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  3. Neden bıraktınız günlük yazmayı..Rahmetli babanızdan bir nebze hatiratta kelimeler vasıtasıyla buraya renk katardı.

    YanıtlaSil
  4. Belki yine başlarım yazmaya. Şimdi bir kitap ile uğraşıyorum.

    YanıtlaSil
  5. sosyal adres çok güzel bir yazı

    YanıtlaSil
  6. Sitenizdeki yazılar sugar daddy gerçekten çok güzel hepsini okudum

    YanıtlaSil