CORONA
GÜNLÜĞÜ
28 Mart
2020 Cumartesi
Bugün
evde kalmanın 14. Günü. Bugünden itibaren daha düzenli bir çizelge yapmaya
karar verdim ama önce tembellik yapacağım. Sabah diyetisyenin zoruyla roka ve
maydanozdan ibaret kahvaltımı limonlu su eşliğinde yaptım. Ardından 2 wasa 5
zeytin ile nefsimi körlettim. Zaten zamanımın çoğu diyet yemekleri yapmakla
geçiyor. Sebzeleri şartla, su bidonunu şartla vesaire. Mutfak işleri meğer ne
kadar zamanımızı alıyormuş. Tabii makine de olsa bulaşık, çamaşır meseleleri
var. Ütü için makine olmadığından iş başa düşüyor. Arada bol bol sosyal medya
ile uğraşıyorum. Haberler, filmler, gruplarımızla sohbetler ve de görüntülü
sohbetler. Neler öğrendik, facetime, house party, zoom. Corona günleri için en
yararlı icat kesin görüntülü sohbettir.
Bu arada
sabah akşam TV’de haberler izleniyor. Diziler konusunda da hiç seçici değilim.
Bir Zamanlar Çukurova, Babil, şimdi de Nurgül Yeşilçay ile Özcan Deniz bir
diziye başladılar. Aklıma gelmişken Nurgül taş gibi kadın ama o Özcan Deniz
süper gıcık. Koridor yürüyüşlerine bugün başladım.
29 Mart
Pazar
Günaydın
Corona günlüğü. Dün olaysız geçti. Bu sabah yeni bir güne iyimserlikle bakmaya
karar verdim. Önce sıkı bir duş ve temizlenme, sonra herzamanki gibi otlarımı
yedim. Sonra da yoğurt ve kividen oluşan diyet kahvaltısı. Sosyal medyada
gezinti. Evde kalmamızı tavsiye eden İtalyanların videosunu seyretme. Zeynep
İnankur pek umutlu değil. Bu evde kal ikazının işe yaramayacağını düşünüyor.
Aradan sonra bütün evde yerler silindi.
Ebert
araştırmaları sırasında ilk opera muganniyelerinden Vahdet Nuri Esmen Hanımı
çocukluğundan tanıyan İdil’e (daha doğrusu Şefik’e) anılarını yazmasını rica
ettim. İdil de sağolsun tam 4 sayfa yazmış anılarını. Dehşet bir hayat yaşamış
bu Vahdet Hanım. Neyse öğleden sonraki salon ve yatak odası arasındaki koridor
yürüyüşümü Leyla Gencer’in Don Carlo kaydını dinleyerek yaptım. 1968 Roma canlı
kayıt. Çok kaliteli. Kral Philip Ghaourov, Eboli Fiorenza Cossotto, Don Carlo
Bruno Prevedi. Zamanında çok beğenilen bir tenor
30 Mart
Pazartesi
Sevgili
günlük, bu sabah biraz keyifsiz kalktım. Hava açmış, ne güzel. Ama dışarı
çıkamadıktan sonra hava güzel olmuş bana ne? Sonra yavaş yavaş bu yeni
karantina hayatına uyum sağlama gayretiyle güne İsmail Sarıkaya’nın haber
programıyla başladım. O sırada tabii ot yemeğe devam ediyorum her sabah olduğu
gibi. Mutfak işleri insanın moralini az da olsa yükseltiyor. Onu yıka, öbürünü doğra derken oyalanıyor insan. Günlük
yürüyüşümü Verdi Don Carlo dinleyerek yaptım. Dün Karajan’ın Salzburg prodüksiyonunu
youtube’dan izlemiştim. Bugün yine Leyla Gencer’in Roma 1968 kaydına döndüm. Amma kadroymuş. Hepsi büyük
sesler, Leyla tam formda.
İdil’in
dün akşam marketten getirdikleri bir gece bekledikten sonra tek tek çamaşır
suyu ile şartlandı. Bu şartlama işlemini ne kadar doğru yapıp yapmadığım
konusunda şüpheliyim. Corona’dan korunma konusuna kafayı takmamaya çalışıyorum.
Ama sürekli bir elleri yıkama, alkolle temizlenme, çamaşır suyu ile cebeleşme
filan, Hayra alamet değil.
Eve
kapanmanın 3. Haftası. İşler daha sarpa saracak diyorlar. İdil ile Attila baya
endişeli. Haklılar, zira her nekadar büyüklerimiz özel hastaneler dâhil bütün
hastaneler corona virüsü için çalışıyor deseler de acile gidince kapı duvar
vakaları varmış. Yani yine para istiyorlar. Suriyelilerin başlarına gelenler
hiç umurumuzda değildi değil mi? Ta ki corona gelene kadar.
31 Mart
Salı
Günaydın
günlük. Aslında saat 14.30. sabahtan beri bir sürü ıvır zıvırla iştigal ettim.
TV ve sosyal medya çok meşgul ediyor insanı. Grupların birinden ayrıldım. Geyik
muhabbeti de bir yere kadar. İdil’in getirdiği tripodu nasıl kullacağımı öğrendim.
Deneme yaptım. Bakalım nasıl olacak?
1 Nisan
Çarşamba
Bugün 1
Nisaaan! Şaka yapmak istiyorum ama durum pek de komik değil. Gariptir, evde
kalma sonucu insanın daha bol vakti olduğu sanılabilir. Oysa zaman su gibi akıp
gidiyor. Ne yazık ki ıvır zıvırla çok zaman kaybediyorum. Mesela şimdi şu
İranlı aşçının videosunu seyrediyorum. İran usulü pirinci bol tuzlu suda haşladı. Basmati tabii. Suyunu
da nişastasından yararlanmak için sebze çorbasına boca etti. İyi fikir.
Safranlı, tereyağlı pilav. Ağız sulandırıcı. Diyet günleri böyle yemek
videoları izleyerek nefsimi körletmeye çalışıyorum. Bu arada kültürü de ihmal
etmiyoruz tabii. Beethoven ve Eroica çalışıyorum. Konudan konuya atlayarak.
Fransız Devrimi en sevdiğim konu. Buna bağlı olarak Napoleon ve Viyana’ya
giriş.
2 Nisan
Perşembe
Bugün
babamın varsayılan ölüm günü. Pek çok kanalda anılıyor. Seveni çok. Dün akşam
TRT2 için geçen yıl yaptığım program yediden yayınlandı. Onun bizi
bırakmasından bunca yıl sonra hala okunan bir yazar olması, sevilmesi insanı
mutlu ediyor haliyle. Ben onu hep o gülen yüzü ile hatırlamak istiyorum.
Sabah
diyetisyen Hale Hanım ile haftalık görüşmemizi yaptık. Diyete devam. 73.4
olmuşum. İyi haber. Biraz daha versem iyi olacak. Bu sayede kafamı yemek
meselesi ile meşgul etmiş oluyorum.
3 Nisan
Cuma
Günlerden
Cuma! Namaza gitmedim! Ha, hah, haaa! Sebzeler geldi. Birkaç saat dezenfektasyonla
uğraştım. Ne kadar başarılı olduğumu zaman gösterecek. Gün ayıkla, pişir ve ye
şeklinde geçiyor. Entelektüel çalışmalara ara vermek zorundayım, zira daha
temizlik ve çamaşır beni bekliyor. Ev
kadını olmanın çok zor olduğunu hatırladım. Nasıl iki çocuk, bir koca ve onca misafirlerle
baş edebilmişim? Hayret!
4 Nisan
Cumartesi
Sevgili
günlük. Saat 15.45. bu saate kadar ev işinden başka bir iş yapmadım. Yalan,
yalan. Ev işi yanında Cüneyt Özdemir’i izledim, bir de Jet Sosyete. Evde kapalı
kalmak insanı tembelliğe teşvik ediyor. Tabii bu genellemeye Nazan Ölçer dâhil
değil. O evden müze işlerini harıl harıl takibetmekte ve yeni projeleri var.
Yeni tripodumla video çekme denemesi yapmayı maalesef askıya almış görünüyorum.
Ah, schade!
5 Nisan
Pazar
Günler
nasıl da hızla geçiyor corona karantinasında. Necip Mahfuz’un “Palace Walk”
kitabının neredeyse sonuna geldim ama bitirmek istemiyorum. Bitince okumak için
ayırdığım kitaplar bu kitap kadar ilgimi çekmiyor. Çok fazla etkisi altında
kaldım herhalde. Daha önce hiç merak etmediğim bir edebiyat ve yazardı Mahfuz.
Oysa okudukça insanı içine çeken bir ustalığı var. Mısır toplumunun 20. yy
başında geçirdiği ciddi değişiklikleri harika bir üslupla anlatıyor.
6 Nisan
Pazartesi
Hava
yine soğuk ve fırtınalı. Evde kala kala iyice miskinleştim. Bütün sabah gecelik
ve sabahlıkla internette haber izlemekle geçti. Gündelik koridor yürüyüşü
sırasında Verdi Macbeth dinlemeye devam ediyorum. 1960 Palermo. Vittorio Gui
yönetmiş. Canlı kayıt. Lady Macbeth Leyla Gencer, Macbeth Guiseppe Taddei. CD
review’sunda Leyla için “ideal Lady Macbeth” diyor. “Sesi geniş, oktav
atlamaları ve gamları mükemmel. Gerektiği yerde karakterin duygularını
çekinmeden sesine yansıtıyor” diyor. Herhalde Leyla Hanım’ın bir söyleşimizde
vurguladığı gibi “eğer karakter için gerekiyorsa ses çirkin de olabilir.”
Taddei
de ideal Macbeth. Çok dramatik, güçlü bir
ses ve yorum. Macbeth Verdi’nin ilk dönem operalarındandır. Orkestra
konuyu desteklercesine koyu renklere önem verir. Yoğun bir orkestrasyon.
1847’de bestelenmiş. Son dönem operalarından Don Carlo’da olduğu gibi koyu ve
karanlık orkestrasyon çok etkileyici. 1867’de bestelenmiş Don Carlo. Onu da
yine Gencer’den dinlemek gerek.
7 Nisan
Salı
Bizim
Şemsa’nın tarifine göre fırında ıspanak yaptım. Çok güzel oldu. Tavsiye ederim.
Mutfakta bu işlerle meşgul iken Dücane Cündioğlu dinlendi. Felsefe sohbetleri.
Bu yaşımdan sonra felsefeye merak sardım sayesinde. Sabah Cüneyt dinleyeyim
dedim. İşi geyiğe vurduğu için kendisini kınıyorum.
Nil
Kocamangil bir kaç yıl önce Paris’te Gautier Capusson’un Masterclass’ına
katılmıştı. Şimdi bu Masterclass belgeselini izleyebildim youtube’da. Louis
Vuitton Vakfı’nın Paris Boulogne Bahçelerinde inşa ettirdiği ultra-modern
binada kaydedilmiş bu belgesel. Binaların mimarı ünlü Frank Gehry. Bütünüyle
cam. Binanın her tarafı açıkta gibi. Kışın nasıldır bilmem ama güneşli havada
şaheser.
Günlük
koridor yürüyüşüme bugün Verdi Simon Boccanegra eşlik etti. 1961 Salzburg
Festivali. Leyla Gencer, Tito Gobbi, Guiseppe Zampieri-tenor. Cast yine müthiş.
Gavazzeni yönetiyor. Boccanegra’nın bir de Buenos Aires-Teatro Colon kaydı var.
Yine Leyla, bu sefer Cornell MacNeill bariton. Sıradaki opera bu olacak.
8 Nisan
Çarşamba
1995’te
yapılmış olan Ruhi Su Paneli’nin video kaydını izledim dün. Hikmet Şimşek,
Ahmet Yürür, Önder Kütahyalı, Cem Karaca, Rahmi Saltuk katılmış. Ben
yönetmişim. Bugün böyle bir panel yapılsa aynı birikim ve bilgi sahibi
konuşmacı bulmakta zorluk çekeriz. Entelektüel hayatımızın nasıl kuraklaştığını,
çölleştiğini anlamak zor. Ahmet Yürür ve Hikmet Şimşek polemiklerini bile
özlemişim. Ahmet’i bir türlü susturmak mümkün olmamış. Önder’in çok geniş
kapsamlı, ayrıntılara giren müzikolojik çalışması sonucu sunumu ise şaşırtıcı.
Doğuştan gözü görmeyen Önder pek çok görene göre fersah fersah ilerde birikime
sahip.
9 Nisan
Perşembe
Sabah
diyetisyen Hale Hanımla istişare. Facetime üzerinden menü alındı. 72.7kg. diyet
dolayısıyla hiç olmadığı kadar yemekle uğraşıyorum. Bizim pırıltılı kızlardan
Zeynep House Party organize etti, Serfi Ergun, Gülsen Çapa, Oya Başak ve Şebnem
Selışık partiye katıldı. Herkes ev haliyle morali yüksek tutmaya çalışıyor. Dün
koridor yürüyüşüm sırasında Simon Boccanegra dinlemeye devam ettim ve bu
operayı sevmediğime karar verdim. Zaten başrolde Tito Gobbi. O adamın üslubunu
hiç sevmem. Sadece Maria Callas’ın Tosca’ındaki Scarpia’da tam role oturuyordu.
Leyla’nın Amelia’sı her zamanki gibi şahane.
10 Nisan
Cuma
Sabah
koridor yürüyüşünde La Forza del Destino vardı. Bu operanın da favorilerim
arasında olmadığına karar vermişken, Ettorere Bastianini’nin Don Carlo di
Vargas rolündeki etkisinde kaldım haliyle. Ne olağanüstü bir bariton. Onun
sahnede olduğu yıllarda yani gençliğimde Avrupa’da opera seyretmek bir hayaldi.
Bu yüzden İtalyan operasının altın çağını kaçırdık. Bugün opera sahnelerindeki
şarkıcıların çoğu Doğu Avrupa kökenli. İtalyan tınısı, parlaklığı, rengi
kayboldu.
11 Nisan
Cumartesi
Büyük koridor
yürüyüşümü bugün Cosi fan Tutte ile tamamladım. Cosi yorumları arasında en beğendiğim
Viyana Operası, Ricardo Muti yönetimindeki temsilden canlı video kaydı. Aslında
videoda seyretmek yerine sadece müziği dinlemeyi daha çok seviyorum. Bu kayıtta
Angelina Kirchschlager-Dorabella, Barbara Frittoli-Fiordiligi, Monica Bocelli-Despina.
Şahane bir cast. Mozart Cosi’de gerçek oda müziği yaratmış. Triolar, Kentetler
doyumsuz.
Yürüyüş
öncesi kısa bir senior exercise yaptım. Keeping fit during Corona Times. Bir de
sürekli yemek yapıyorum. Diyet değil de Le Grande Bouffe sanki.
12 Nisan
Pazar
“Bugün
Pazar, Gavurlar azar” bir Türk Atasözü!!! Oysa ben azmak şöyle dursun
uyandığımdan beri miskin miskin sürünüyorum evde ve mutfakta. Sonra Cünet
Özdemir ve Ruşen Çakır dinlendi. Ardından biraz Grace Bumbry ve Maria Callas.
Şimdi öğle arası.
Dün Necip
Makfuz’un Palace Walk bitti. Ama etkisi sürüyor. Trilojinin öteki kitaplarını
da ısmarlamalıyım. Bugün başladığım kitap tam tamına farklı bir konuyu işliyor.
Primates of Park Avenue. Ne de olsagençliğimin en önemli adresi 969 Park Avenue
olduğundan ilgimi çekti. Kitabı ne zaman aldımhiç hatırlamıyorum. Okuyacak
kitap ararken buldum kütüphanede. Aradığım başka kitapları hiç bulamazken, karşıma
hiç görmediğim bu kitap çıktı. Yazarı Wednesday Martin adında bir genç hanım.
Doktoralı bir sosyal araştırmalar uzmanı ve gazeteci. Konu ilginç. Manhattan
gibi yüzölçümü bakımında ufak bir adadaki mahallelere göre sosyal ayırımlar.
Ben de zamanında bu gözlemleri yapmıştım zaten. Kitapta gözlemlerimin ne kadar
doğru olduğu ispatlanıyor.
13 Nisan
Pazartesi
Sabancı
kapanmasaydı bugün Bahar Tatili başlayacak ve ben belki de Ayvalık’a gidiyor
olacaktım. Heyhat! Sabah sabah Süleymen Soylu istifa etti, sonra istifası kabul
edilmedi konusu üzerine saatlerce konuşan Cüneyt ve Ruşen Çakır’ı mutfak
faaliyetlerim arasında dinledim. Normal zamanlarda bu işlere zaman ayırmazken
Corona Günlerinde haber ve yorum dinlemek şart oldu gibi.
Şu video
çekme işini de iyice savsakladım. Aslında hangi konuyu nasıl sunacağıma karar
veremedim henüz.
14 Nisan
Salı
İki
gündür Süleyman Soylu ile yattık, onunla kalktık. Öğleden sonrayı ettik
böylece.
Sevgili
İdil’im ev temizliği yapmaya geldi sağolsun. İdilcim evin kenar köşesini
şartladı, tertemiz yaptı. Allah razı olsun böyle evlattan. Şimdilik başka
vukuat yok.
Koridor
yürüyüşünde yine Cosi Fan Tutte dinleyeceğim. Çeşit çeşit Cosi yorumları var.
Seç seç al. Covent Garden 2010 modern production örneğin. Modern giysiyle,
çıplak sahne tasarımı hiç çekici değil. Seslerde de hiçbir özellik yok. İnsan
niye operaya gider? Operanın büyülü, gerçek dışı, masalsı, debdebeli havasını
güzel sesler dinleyerek solumak için değil mi? Youtube’da 1988 Viyana Operası
prodüksiyonu var mesela. Jean-Pierre Ponnelle rejisi ile. Ponnelle, Visconti
ile yetişmiş Müthiş bir opera rejisörüydü. Yazık, genç öldü.
15 Nisan
Çarşamba
Yazacak
pek bir şey yok bugün. Elena (Papandreou) aradı (Selanik’ten). Onunla ve
Oscar’la (Ghilia) görüntülü konuşma yaptık. Oscar, Pirandello’nun bir oyunundan
bahsetti ama hatırlayamadı adını. Pirandello çağrışımı ile eskilere döndüm
yine. 1988 Kasım ayında Leyla hanımla Milano’da geçirdiğimiz birkaç günü
anımsadım. Birlikte La Scala’ya gidişimiz, bana tiyatronun perde arkası
atölyelerini gezdirişi. (ilgimi en çok peruk atölyesi çekmişti. Hindistan’dan
getirilen saçları tercih ettiklerini söylemişlerdi.) Piccolo Tiyatro’da
Pirandello oyunu seyredeğim diye bana bilet bulması. Giorgio Strehler’in o
sıralarda çok ünlü olmasınını hatırladım. Bunları ve bunlar gibi pek çok anımı
iyi ki gazete yazılarıyla tarihe geçirmişim. Şimdi Müzikli Geziler kitabına göz atınca o anılar yeniden gözümde
canlanıyor.
Bu arada
son üç yıldır İdil’le yaptığımız Avrupa yolculuklarını neyse ki agendalarıma
eklemişim. Her gittiğimiz yerde, yani Berlin, Viyana ve Amsterdam’da
seyrettiğim operaların kitapçıklarını cimrilik edip almamışım. Allahtan Google
amca var da, unuttuklarımı hatırlatıyor. Liste şöyle:
4 Ekim
2018 Deutscheoper Berlin’de Tosca seyredilmiş.
Bu temsili özellikle Scarpia rolünü canlandıran Erwin Schrott’u seyretmek için
seçmiştim. Düş kırıklığına da uğramadım. Hem ses ve hem de dramatik yorum
harikaydı. Tosca’yı yorumlayan Anja Harteros ise bir Maria Callas olmadığı gibi
bir Eva Marton da değildi.
18 Mart
2019 Viyana Stadtsoper’de Don Giovanni.
Don Giovanni: İsveçli bariton Peter Mattei, Leporello: Çek bas bariton Adam
Plachetka, Donna Anna: Rus soprano Olga Peretyatko, Donna Elvira: Fransız
soprano Veronique Gens, Don Ottavio: Çinli tenor Jinxu Xiahou.
Tam
anlamıyla enternasyonal bir kadro. Peter Matteri fena değildi. Adam Plachetka
çok iyi bir Leporello idi. Kadınlara gelince, her ikisini de eski sopranolarla
kıyaslamak bile istemem. Mozart stilinde müzik ve sahne yorumu yerini modern
prodüksiyolara bıraktığı için çok yara aldı bence.
13 Ocak
2020 Amsterdam Nationale Opera’da Handel Rodelinda
temsili. Bir kaç arya dışında hiç tanımadığımız bir opera. Burada da sahne
tasarımı, kostüm ve reji tümüyle modern olmasına rağmen bana çok eğlenceli ve
zevkli geldi. Demek ki modern prodüksiyonun da iyisi gerçekten inandırıcı
olabiliyor.
16 Nisan
Perşembe
Corona
günlerinin gizli gerilimine bir de diyet gerilimi eklenince bütün sabah
diyetisyen Hale hanımın telefonunu beklemek ve önümüzdeki 4 günlük karantina
için tedbirli olmak konularıyla geçti. Hava güzel olunca evden çıkmamak olgusu
insanı iyice geriyor. Sabır, sabır! Neyse ki yatak çarşaflarımı değiştirdim.
Bir de banyo yapınca gece temiz temiz yatağa gidereceğim. Allaha şükür kendi
işimi kendim yapabiliyorum. Ne büyük nimet.
Facebook’da
Ozan Sağdıç’ın oğlu Oğuz Sağdıç, Vahdet Nuri Esmen hanım hakkında babasının
1999 yılında yazdığı bir yazıyı paylaşmış. Aşağı yukarı İdil’in paylaştığı
anılara benziyor. Bunca yıl sonra Vahmet Hanımın yeniden hatırlanması ilginç.
Facebook harikalar yaratıyor. Bir başka Vahdet Hanım komşusu da Ozan Sağdıç’ın
paylaşımı üzerine anılarını yazmış. Çok garip. Uzun yıllar boyunca unutulan bir
insanı hatırlayanlar peşpeşe ortaya çıkıyor.
17 Nisan
Cuma
Bütün sabah
neredeyse Cüneyt’in Cüppeli Ahmet Hoca’yla röportajını izledik. Cuma kılınsın
mı? Kılınmasın mı? Kılınmamasına karar verildi. Oruç tutulsun mu? Onu da
doktorlara havale etti Cüppeli. Umre meselesi dahil her konuda hem fikir iken,
“kadınlar çalışmamalı” meselesine gelince Cüneyt patladı. Tartışma uzayınca
Cüneyt “her konuda hem fikir olmak zorunda değiliz” dese de Cüppeli pes etmedi.
Cüneyt’i kadınların çalışmaması gerektiğine inandırmak için epey dil döktü.
Zaten adamda bir çene var. Alimallah insanı fücceten öldürür.
Yeni
“Zihni sinir procem” eski AIMA fotolarını arşivden çıkarıp sosyal medyada
paylaşarak AIMA’nın unutulmamasını sağlamak. Yirmi yıl öncesi fotoğraflara
baktıkça neler neler geçiyor gözümün önünden. En çok can sıkan Cunda’nın geçen
yirmi yıl içinde nasıl böyle cavalacoz hâle geldiğidir. Bizim gibi İstanbul’dan
gelipCunda güzellemesi yapanların suçu büyük. Önce evler alındı, restore edildi
ama içinde bütün yıl oturulmadı. Cunda’nın dokusuna uymadı yeni gelenler.
18 Nisan
Cumartesi
Dünden
devam edelim Cunda meselesine. Yirmi beş yıl önce ve daha öncesi bu adada bir
kaç pansiyon. Sahilde birkaç meyhane, Taş Kahve, balıkçılar, onların motorları,
hatta kürekli sandalları ve yerliler vardı, kendi yağlarında kavruluyorlardı.
Yazın gelen turistlere (gezgin demek daha doğru) pansiyonlar yetiyordu.Yunandan
kalan evlerde yaşayan yerli halk, çoğunluk yoksuldu. Evlerin çoğu harabeydi,
kimi terkedilmiş, kiminin kapısına kilit vurulmuş, unutulmuştu. Ta ki İstanbul
ve Ankara’lılar tarafından keşfedilene kadar.
Gentrification
ahalinin elinden yok pahasına satın alınan ve zevksizce restore edilen evlerle
başladı. Yeni gelenler, meyhanelerdeki garsonlar ve sahipleriyle sıkı fıkı
oldular. “Oooo Ahmet Bey , buyursunlar”. Büyük gazetelerde Cunda’nın mezelerini
yere göğe sığdıramayanyazılar yazıldı. Televizyon programları, röportajlarıyla
ada mutlaka gidilmesi, görülmesi gereken bir marka haline geldi. Pansiyonlar
Butik Hotel oldu, meyhaneler Restorana dönüştü. Böylece bu günlere gelindi. Son
yıllarda Cunda sokaklarında yürümek bile imkamsız. İnsan seli, araba trafiği
had safhada. Bütün bunlar tabii ki lumpen bayalığı da beraberinde getirdi.
Gentrification sonunda geri tepti. O marka olan kasaba artık yok.
MUBI
diye bir application var. İstanbul Film Festivali filmelerini oradan ücret
mukabilinde seyredebiliyorsun. Taş Bebek
adlı Polonya filmini seyrettim. Çingeneler, daha doğrusu bir Çingene kadın şair
hakkında. Sinema Festivali’nin editörü kimse filmin konusunu yazarken “Roma”
yani Çingene ile “Romen” yani Romanyalıyı karıştırmış. Cehalet her yerde.
Birini filmin konusunu yazsın diye tutmuşlar, daha Roma ile Romen farkını bilmiyor,
üstelik araştırmıyor da. Hatta belki Kolej mezunudur. Amaaan ...
19 Nisan
Pazar
Pazar
yürüyüşümün müziği dün olduğu gibi Verdi Requiem’di. Requiem ile yürüyüş
yapılır mı? Demeyin. Bal gibi yapılıyor. Çeşit çeşit yorum var.
Benim
seçimim 2013 Barenboim La Scala yorumu oldu. Anja Harteros, Elina Granca, Jonas
Kaufmann, René Pape solistler. Her şefin yükseldiği dönemde tedavülde olan
solistlerin iyisini seçmeleri doğal. Bu seçim de Barenboim’un.
Benim
favori Requiem yorumum Claudio Abbado 1970 Roma RAI versiyonu. Abbado gencecik.
Solistler tam formda. Renata Scotto, Marilyn Horne, genç Pavarotti ve genç Ghiaurof.
20. Yüzyılın en iyi sesleri ve yorumcuları. Pavarotti’nin de, Ghiaurof’un da gençliklerinin
tazeliği var tabii. Marilyn Horne gibi mezzo soprano da kolay kolay bir daha
gelmedi opera dünyasına.
Karajan’ın
1967 kaydı da dikkate değer. Leontine Price burada harika. Hele Libera me de olağanüstü. Çok renkli ve
nefesi güçlü bir ses. Siyahlara özgü bir şey bu. Pavarotti ve Ghiaurof bu
kayıtta da var. Alto Fiorenza Cossotto. O da çok beğendiğim bir yorumcu.
Ayrıca
bugün bir video kaydı daha yaptım. Galiba bu daha iyi oldu. Yapa yapa
öğreneceğim herhalde.
20 Nisan
Pazartesi
Yeni bir
haftaya başladık. Evde kalanlar için hafta başıyla sonu arasında fark
olmamasına rağmen Pazar gününün güneşli olması, insanı güneşe çıkma isteğine
yöneltiyor. Amma da ağdalı bir cümle oldu bu. Hava puslu, o halde evde kalmanın
bir sakıncası yok. Puslu havadan mıdır
nedir, sabahtan beri miskinlik çöktü üstüme. Okuduğum kitap da heyecanlı değil.
İnsanı içine çeken Mahfuz’un Palace Walk bittiğinden beri kitap açlığı
çekiyorum.
21 Nisan
Salı
Günlüğü
yazmaya başlayalı 25 gün olmuş. Eve kapanalı da neredeyse 40 gün. Evde kalmaya
zaten alışkınım ama böyle zorunlu tutukluluk durumu zor. Yıllarca
hapishanelerde tutulanları düşünmek istemiyorum. Şimdi babamın Sıcak Su hikayesini okuyacağım....okudum
ve bu kadar kısa bir öyküde bu denli çok şey nasıl anlatılabilir dedim kendi
kendime. Sonra Bir Skandal öyküsünün
ilk cümlesi mesela. “Muallim olarak geldiğim şehir, Orta Anadolu’nun
bozkırlarında bir cilt yarası gibi intizamsız ve kirli uzanıyor, yayılıyordu.”
22 Nisan
Çarşamba
Günü
yine roka. maydanoz ikilisi ve limonlu
su ile açtıktan sonra sıra Cüneyt Özdemir’e geldi. Ardından Sevan Nişanyan ile
Ermeni, Kürt, Süryani kültürleri ve Doğu Anadolu coğrafyasını gezdik. Onun
ardından biraz da yine Nişanyan’dan etimoloji konusuna değindik, ama yarıda
bıraktık dinlemeyi. Sevan’ın dili açıldıkça açılıyor, adam bir derya.
Dün ve
evvelsi gün seçtiğim yürüyüş müziklerinden memnun kalmadım. Çok sevmeme rağmen
Tosca ile yürünmüyor. Fauré Requiem de Verdi’den sonra çok hafif kalıyor.
Bakalım bugün hangi müziği seçeceğim. Belki de Bach si minör Missa olabilir.
Yürüyüşe uygun bence.
Babamın
öykülerini okumaya devam. Bir Skandal’e
başladım, uzun hikâye. Bugün bitiririm herhalde. Zeynep Güler, Serfi ve
Gülsen’le House Party yaptık. Neşeli kızlar, onlara bayılıyorum. Grubun diğer
üyeleri Ayşegül, İnci Aksoy ve Semra Pelit ile de whatsapp üzerinde hararetli
paylaşımlar ve iletişim devam ediyor. So there!.
23 Nisan
Perşembe
Bugün 23
Nisan /Neşe doluyor insan/Kamutay bugün doğdu/Saltanatı boğdu. Çocukken
avazımız çıktığı kadar bağırarak söylerdik bu şarkıyı. Kamutayın bugünkü hâli
içler acısı. Reiz, Meclisi işlevsiz hâle getirmekle hayatının en büyük günahını
işledi. Tabii, muhalefet de muhalefet yapmayı bilmediğinden sadece lâf
yetiştirmekle zaman öldürüyor.
Dün
yürüyüş müziği konusunda kararsız kalmıştım ya! Nihayet, çok sevdiğim Berlioz Les nuits d’été’de karar kıldım ve tabii
bu şahane eseri harika yorumlayan Régine Crespin beni yine mesnetti.
24 Nisan
Cuma
Facebook’da
Mira Civelek adındaki Ankara Cebeci Konservatuarlı bir hanım ciddi şekilde eski
fotoları bir araya topluyor. Biz kendimizden büyük ablaları, abileri tanırdık.
Bizden sonra gelenler de bizleri tanırdı. Hiyerarşi sıkı kurallara bağlıydı. Abla
ve Abi lakapları bugün içinde geçerli. Çok hoş. Emre Arel babasının okul
fotoğraflarını bulmuş, göndermiş. Aralarında hiç görmediğim Ferhunde ve Ulvi
Cemal fotoları var. Benden önceki abi ve ablalardan Ferit Tüzün, Suna
Cerrahoğlu (Korad), Seride Barlas, Haspiye Usanmaz (Sakpınar), Azra Gün.
Hepsini tanıyor, hatırlıyorum, ne tuhaf.
Koridor
yürüyüşlerim için müzik bulmakta zorlanıyorum. Verdi’nin Maskeli Balo’su da
sarmadı. Belki bugün Aida’yı deneyebilirim. Ebert çalışmasına da çok
yanaşmıyorum galiba. O işi de kafamda bir yere oturtamadım daha. Ergun Melin de
benim gibi foto albümleri taramasına girmiş. Salacak 70’ler fotoları gönderdi.
Gülsen ile Altan’ın (Denizsel)o eşsiz İstanbul/Sarayburnu manzaralı bahçesinde
oturmuş, içkilerimizi yudumlarken, sigara tüttürmeyi de ihmal etmiyoruz.
25 Nisan
Cumartesi
Günaydın
günlük. Hava güzel güneşli, doğa uyanıyor. Ağaçlar yeşillenmeye başladı.
Penceremden dışarı bakınca önce ağaçları görüyor, aşağıdaki mezbeleliği
görmezden geliyorum. Türk milletinin çer çöp içinde yaşamaya alışık olmasını
bir türlü anlayamadım. Plastik kaplaması yırtılmış kulübe, ortaya karışık
atılmış saksılar, neye yaradığı belli olmayan tahta parçaları, kırık tabureler.
Manzara bu. Ayvalık’taki bahçe de bakımsızlıktan bu duruma gelecek diye
üzülüyorum.
Neyse,
gelelim bu sabahki dinlemelerimin başarısızlığına. Cüneyt Özdemir sıktı artık.
Yılışıklık bir yere kadar. Sevimli olacağım diye laubaliliğin lüzumu yok, değil
mi? Canan Kaftancıoğlu’na takmış. Gıcık oluyor kadına besbelli. Canan’ın o
ultra correct davranışı Cüneyt’in laubaliliğinin tam antidotu olabilir bence.
Peki ben kimi dinleyeceğim sabahları iş yaparken şimdi. Yine Ruşen Çakır’a mı
döneyim.
Dün Aida’ya başladım yürürken. Bugün devam.
1966 Arena di Verona. Gencer- Aida,
Fiorenza Cossotto- Amneris, Carlo Bergonzi-Radames. RAI canlı yayın.
Efsane yorum, tarihi temsil.
26 Nisan
Pazar
Nisan’ın
sonuna geldik. Ufukta ev hapsinin biteceğine dair bir umut henüz belirmedi. Günlükte
50. Sayfaya ulaştık. (El yazısıyla) her gün yazmaya kararlıyım. Bazen ona da
üşeniyorum ama çocukluğumdan beri üzerimden atamadığım yararlı bir iş
yapmamanın, yani tembelliğin suçluluk duygusunu bastırmak için yine kaleme
sarılıyorum. Amma da uzun cümle oldu bu.
Sabah
İzel Levi bir video göndermiş. Karısı Sibel çekmiş videoyu. Arnavutköy’de eski
Rum evlerinden birinde oturuyorlar. Boğaz manzaralı. Yan komşuları Esra Üçsan,
elektro piyanosunu balkona çıkarmış, mükemmel Fransızcası ile La Souffrance diye bir şarkı söyleyip
kendine eşlik ediyor. Şarkının Türkçesi Ahmet Kaya’nın Acılara Tutunmak şarkısıymış. Şahane. Kız çalıp, söylerken Sibel
Horada da nefis boğaz manzaraları çekmiş. Gemiler, tankerler tek başlarına
süzülüyorlar bom boş denizde. Ey Corona! Sen nelere kadirsin! İnsanları
yaratıcılığa, serüvenlere sürüklüyorsun. Dün boşverdiğim koridor yürüyüşünü
biraz evvel gerçekleştirdim. Aferin
bana. Cosi fan Tutte eşliğinde
oldu bu sefer. Mozart’tan vazgeçme derim. Başka bir şey demem!
27 Nisan
Pazartesi
Corona
günlüklerinin en ünlü kişisi Cüneyt Özdemir olacağa benziyor. Sabah dinlediğim
yayında daha bir ciddileşme, kendiyle hesaplaşma söz konusuydu. Gelen eleştiriler
azıcık canını acıtmış anlaşılan. Nazım Hikmet’in “Akrep gibisin kardeşim”
şiirini bile okudu. Tunceli Ovacık Komünist Belediye Başkanına bile bağlandı.
Kısaca bu sabahki haber programlarından memnunum.
Dün
akşam Cosi fan Tutte ve Figaro’nun 1934-35 Ebert+Busch Glyndebourne temsillerinin
kayıtlarını buldum Youtube’da. Naxos firması eski 78’lik plakları CD formatında
yayınlamış. Çok enteresan.
28 Nisan
Salı
Dün YK
üyelerimizle bir video konferans yaptık. Evde Kal durumu dolayısıyla Vakıf
hesaplarının daha verimli hale getirilmesi için Ayvalık’ta olan Fatma Hanıma iş
düştü.
Gaia
yöreselden haftalık sebze ve meyva tedariki yapıldı, pencerenin dışına kondu.
Böylece virüsü dağıttığımızı sanıyoruz. Sucu geldiğinde de aynı dezenfekte etme
krizi yaşanıyor. Ev çamaşır duyu kokuyor. Nefret bir koku.
Thomas
Mann’ın çocukları Klaus ve Erika Mann’ın hayatlarını konu alan biyografiye
başladım. İlginç hayatlar. Bu akşam bir grup öğretmen ve velilere kendimi
anlatacağım. Zoom denilen zavazingoyla. Bakalım başarılı olacak mı bu çaba?
Bittikten sonra izlenimlerimi buraya yazacağım.
Ve,
yazıyorum! Bu zoom denilen zavazingodan hiç hoşlanmadım. Görüntülü konuşma
olmasına rağmen kendini doğru dürüst göremiyorsun. Soruları soran kişi benimle
ilgili epey bilgi toplamıştı ama sorduğu sorular yine her zaman sorulan sorular
oldu sonunda.
29 Nisan
Çarşamba
Sabah
biraz Gürkan Hacir’in Halk TV’deki programını dinledim. İsmail Saymaz ve Dr.
Serdar Savaş katılımıyla. Doktor çok önemli bilgiler verdi bu pandeminin
yayılma süreci hakkında. Tüyler ürpertici tabii. Bizi evlere tıkıp, ortalıkta
dolaşanların bulaşmayı devam ettirdiklerini ve bunun böyle sürüp gideceği
müjdesini! verdi.
Thomas
Mann’ın çocukları Erika ve Klaus Mann hakkındaki kitap gittikçe ilginçleşiyor. Mann
kardeşler eşcinsel üzerinize afiyet. Üstelik o dönemde bunu açıkça yaşıyorlar. Erika
Mann’ın sevgilisi Annemarie Schwarzenberg’in 1933-34 yıllarında bizim Tahran
Büyükelçisinin kızı ile aşk yaşadığını öğrendim mesela kitaptan. 1934-39
yılları arasında Tahran Büyükelçimiz Mehmet Eniz Akaygen’miş. Sıra onun kızının
kim olduğunu bulmakta.
30 Nisan
Perşembe
Ayın son
günü harala gürele geçti. Elektikler kesilip saatlerce gelmeyince elimiz
kolumuz bağlanıyor, malum. Hayatımızı tamamiyle elektriğe bağlamışız. Bu hafta
kilo vermeyip, üstüne 100gr da alınca diyetisyenim bana yine bir açlık menüsü
verdi. Aklım fikrim spagettilerde, kuzu kol kapamada. Tam mevsimi mesela.
Heyhat, yarın kabak çorbasıyla nefsimi talime sokacağım.
1 Mayıs
Cuma
Türkün
Corona ile imtihanı! Şöyle ağız tadıyla 1 Mayıs kutlayamadım şu canım
vatanımda. Çocukluğumda hiç olmazsa Bahar Bayramı diye bilinirdi 1 Mayıs.
Pikniğe gidilirdi kırlara. Haşlanmış yumurta, kuru köfte, beyaz peynir ve
ekmek. İşte sana dört dörtlük bir piknik menüsü.
Piknik
deyince aklıma hep gençliğimizin meşhur Piknik büfesi gelir. Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de
Bir Öğle Vakti” kitabında efsaneleştirdiği Piknik. Bir Ankara landmark’ı! Orada yediğimiz sosisli
sandoviçlerin lezzetini bir daha Almanya’da bile bulamadım. Bu kadar gıda
konuşmasının altında kilo vermem için aç kalmam gereği yatıyor haliyle. Su
içsem kilo alıyorum derler ya, işte aynen yaşıyorum bu durumu.
Bir
Mayıs sabahı çamaşır makinasıyla cebelleşmekle geçti. Son aylarda evdeki
elektrikli aletlerin hepsi totaly su koyverdi. Buz dolabı ve bulaşık makinesi
Corona salgını çıkmaya ramak kalmışken yenilendi. Çamaşır makinesini
yenileyemedik. Şimdi her yıkamada dışarı akan sularla hem hal oluyorum.
Erika ve
Klaus Mann kitabı sayesinde yepyeni yazar ve gezginciler tanıdım. Annemarie
Schwarzenbach, Ella Maillart, Marianne Breslauer. Hepsi formidable kadınlar. 1920-30-40’larda
dünyayı dolaşmışlar bir başlarına.
2 Mayıs
Cumartesi
Evvelsi gün
elektrikler kesildiğinde desktop’ta Louis Malle’in Au revoir les enfants filmini, dvd kaydından tekrar izledim. Müthiş
bir film. Bu filmin jenerik müziği Schubert Moments
Musicaux op.84, No.2, müthiş etkileyici. Sinema dünyasında rejisörlerin
Schubert’in müziğine duydukları garip yakınlığı anlamak istiyorum. Hatta bir
ara bir araştırma yapmıştım. En çarpıcı olanı mesela Barry Lyndon’da karşımıza çıkar. Mi bemol Majör piyanolu trionun
ağır bölümü, Stanley Kubrick’in bu filminin en etkileyici sahnelerinin müziği. Tony
Scott’un Hunger filminde yine aynı
trio. David Bowie ve Catherine Deneuve. Haneke’nin Piano Teacher filminde yine trio karşımıza çıkar.
Tabii
Nuri Bilge Ceylan’ın, Kış Uykusu’nu da unutmayalım.Schubert Piyano
Sonatı op. 959 no. 20’nin ağır bölümü çıkar karşımıza burada. Aynı sonat,
Robert Bresson’un Au hazard, Balthazar
filminde de, filmin son sahnesinde insanın içini burkacak kadar etkileyicidir.
O halde bugünkü koridor yürüyüşü bu sonatla yapılsın. Richter yorumu
tercihimdir.
3 Mayıs
Pazar
Sabah
Maria Joao Pires’ten Schubert op.960 Piyano Sonatı’nı dinlemeye başladım.
1980’lerde gençken kaydetmiş. Gerçekten derin tuşesi ve elegence’ı ile dikkat
çekiyor ama sonra tekrar eski gözağrım Richter’e döndüm. Richter çok başka.
Hale
Hanımla yeni menüyü saptadık. Açlık menüsü sayesinde 1kg vermişim iki günde.
70.6 kg. Mucize. İnsan kafaya koyunca iradesini kullanıyor. Ama bence eve
kapanma bana işte bu yüzden iyi geldi. Dışarıda yemek yemek, içmek olmayınca
disiplinli bir diyet yapılabilir demek ki.
4 Mayıs
Pazartesi
Attila
Ayvalık’a gitmek için bütün devlet kapılarını çalıyor. Bakalım Corona sayesinde
Attila Ayvalık’a alışacak mı? Hava kapalı, yağmurlu. Evde kalmanın bir zararı
yok. Dün Schubert piyano sonatıyla melgulken, yürüyüş sırasında Schubert üflemeli
octet dinlemeye başladım. Şahane bir eser. Eğer bu yıl Festival yapabilseydik
bu eserin Scherzo bölümünü programa koymuştuk. Youtube yorumlarından en
güzelinde Anja Weithaas, Alina Pogostina keman, Veronica Hagen viyola, Sol Gabetta
cello, Sabine Meyer klarinet çalıyor. Kontrabas, fagot ve korno çalanları
tanımıyorum ama hepsi mükemmel müzik yapıyorlar.
5 Mayıs
Salı
Corona
günlüğüne yazacak yeni birşey olmayınca buna da şükür deyip güne devam
ediyoruz. Thomas Mann’ın kızı Erika ve oğlu Klaus Mann’ın hayat hikayelerini
okudukça insanların en kötü dönemlerde bile yaratıcılıklarından birşey
kaybetmediklerini ama karşılığında büyük bedeller ödediklerini anlıyoruz. Hiç
durmadan üretmiş bu iki kardeş, hem de savaş, mültecilik, vatansızlık
zamanında.
Bir video
çekim denemesi daha yaptım. Pek çok dur/kalktan sonra arızasız olduğunu
sandığım versiyonu yine wetransfer ile göndermeye çalışıyorum.
6 Mayıs
Çarşamba
Tabii ki
wetransfer başarısız oldu. 3 dakikadan kısa olması gerekiyormuş. Bu aslında
benim kısıtlı bilgimle yapılacak iş değil ama inat bu ya, bugün yine boyanıp,
süslenip yeni bir deneme daha yaptım. Bakalım wetransfer azizlik yapmazsa
videoyu Elif alabilir diye ümidediyorum.
Reis 65
yaş üzeri benim gibi morukların Pazar günü sokağa çıkmalarına izin vermiş.
Hemen ardından şöyle bir mesaj geldi. “Aman yanınıza para almayın, çanta
taşımayın, yankesicilerden korunun” Ulen hapishanelerdeki itleri, uğursuzları
saldınız, bir de dikkat edin diyorsunuz. Hadi bakalım.
7 Mayıs
Perşembe
Dün
düşe, kalka, yap, boz ile 2 saat video çekimiyle uğraştım. Sürenin 2.15
dakikayı geçmemesi gerekiyor gönderebilmek için. Sonunda İdil’in de yardımıyla
Google Drive üzerinden gönderebildim. Bu vidoları haftada bir olarak
düşünüyorum. Beethoven yılı olması dolayısıyla bir kaç hafta konumuz o olacak.
Sonrası Allah Kerim.
Ati, emniyeten
izin çıkarıp Ayvalık’a vasıl oldu. Orada daha mutlu olacaktır. Bahçe işiyle
uğraşacaktır. Yanında arkadaşı Mehmet var.
Schubert
üflemeli octetten sonra, Mendelssohn yaylı octet’e geldi sıra. Şahane eserler
bunlar.
8 Mayıs
Cuma
Sabah Server
geldi. Mart 14’ten beri doğru dürüst temizlenmeyen evi pir-ü pak eyledi. Ben, o
iş yaparken odamda ve salonda saklandım. Bu kadar korunma bari işe yarasa.
İdilcim çamaşırlarımı yıkayıp getirdi. Şikayet edecek hiçbir şey kalmadı.
İnci
Vural ile geleneksel pencere konuşmamızı yaptık. Server gittikten sonra koridor
yürüyüşüne başladım. Bu kez 1936 Fritz Busch ve Ebert Glyndebourne prodüksiyonu
Don Giovanni dinlendi. Leporello, sesiyle aktör gibi oynayan bir İtalyan. Zaten
tüm kayıt boyunca orkestrayla şarkıcılar arasındaki çok özel uyum dikkat
çekiyor.
9 Mayıs
Cumartesi
Evde
kalma süreci sırasında ilk başlarda günün büyük bir bölümünü çeşitli
kanallardan haberler dinleyerek ve seyrederek geçiriyordum. Ancak haber ve yorumları
hazırlayan ve sunan arkadaşlar bizim evden çıkmamamızı fırsat bilip, kötü
niyetleri için kullanıyor ve lafı uzattıkça uzatıyorlar. Sonuç olarak Cüneyt
Özdemir ve Ruşen Çakır’dan gına geldi. Kanal kanal (internette) geziyorum ve
şöyle kısa, özet yararlı bilgi verene rastlayamıyorum.
Ben de
artık kitap ve müziğe verdim kendimi iyice. Ha, bir de Mubi ve Neflix sağolsun.
Yoksa kafayı yiyeceğim.
10 Mayıs
Pazar
Bugün
çok yoğun geçti. Sabah Hale Hanımla bir facetime konuşması yaptık. Kilo vermem
durdu şu sıralar. Oysa beni 69.5’a indirmek istiyor Hale Hanım. Bir süre daha
sıkı takibetmem gerekecek verdiği menüleri.
Anneler
günü olduğu için İdil’le sokakta buluştuk. 65+ benim gibi yaşlıların evden
çıkma izni vardı. Sokaklar bizim gibilerle doluydu. Epey yürüdüm. Maçka parkına
kadar gidip döndüm. Haftalar hatta aylardır sokağa çıkmayan biri için fena
değil.
Ati,
Ayvalık’ta mucizeler yaratıyor. Mehmet ile bahçeyi adam etmeye giriştiler. Bravo. Hem Ati hem de benim için iyi oldu bu
girişimler. Ati toprakla uğraşmayı seviyor. Bense hiç anlamadığım gibi hevesim
de olmadı. Sadece bahçe güzel olsun isterim. Tabii bu kendiliğinden olmuyor. Ne
var ki Ayvalık’ta bahçe işinden anlayan bir âdeme henüz rastlamadım. Ağaçları
canice budayan köy asıllı vatandaşlar, toprağı ve bitkileri sevip, onların
suyuna girmeyi çoktan unutmuşlar.
AIMA ile
ilgili 2000’lerin başından beri yapılan TV programlarının kopyalarını yeniden
gözden geçirdim. Yeni kurulan youtube kanalımız için epey zengin bir arşiv.
11 Mayıs
Pazartesi
Sevda
Noyan diye bir kadın televizyonda Canan Kaftancıoğlu ile Ayşenur Aslan’ı
darbecilikle suçlamış, hatta tehdit etmiş. Bu kadın meğerse Engin Noyan’ın
eşiymiş. Engin Noyan mâlum, bir zamanlar eski eşi Eser Noyan’la çeşitli mekânlarda
gitar çalıp her dilden şarkılar söyleyen sempatik bir gençti. Sonra ne olduysa
oldu, hidayete erdi ve Samanyolu TV’de dini konularda millete akıl verir oldu.
Tuluyhan Uğurlu da bu hidayete erenler arasındaydı o zamanlar. Bu kanal da
malum Fetö kanalıydı. Şimdi bu yeni eş diyor ki Cüneyt Özdemir’e “bizim sitede
eskiden Fetöcüler vardı, kaçtılar gittiler ama arada geri geliyorlar. Fakat
bizim aile büyük, gerekirse onları ve tabii ki Canan ve Ayşenur gibileri maddi
ve manevi gücümüzle mahvederiz!” Hay Allahum ne günlere kaldık! Bitmedi bu
hayali darbecilik tehlikesi. Şimdiki zamanın darbeleri öyle tankla, tüfekle
olmayacak. Corona yeter.
1978’de Özkırımlı ile yayımladığımız S. Ali Anılar,
v.s. kitabındaki anıları tekrar tekrar okuyorum da babamı keşke büyüdükten
sonra tanısaydım diye hayıflanıyorum. Çünkü o anılardaki adamla şimdi tanışmak isterdim.
Benzersiz bir kişilik. Yerinde duramayan ya da bazen tam tersi.
13 Mayıs
Çarşamba
Dün çok
yoğun geçti, onun için günlüğümü ihmal ettim. Önce manavdan gelen sebze, meyve
dezenfekte edildi. Akabinde eski öğrencim Burak Bilgili ile Instagram üzerinden
uzun bir söyleşi yaptık. Sen nelere kadirsin Instagram!!! Burak yurt dışında
başarılı kariyer yapan ender opera sanatçılarımızdan biri. O da corona
dolayısıyla İstanbul’da kalmış. Yoksa USA’da konserleri olacakmış, iptal
edilmiş.
Ardından
vakıf YK üyeleri ile facetime üzerinden toplantı yapıldı. Toplantıya İlke de
katıldı! Rahmi Bey katılamadı. Avşar zaten oralı olmadı. Bu YK toplantıları çok
eğlenceli geçiyor. İyi ki Hande, Eren ve Elif var.
14 Mayıs
Perşembe
Dün yeni
Youtube kanalımız ve diğer sosyal medya hesaplarımız için yeni bir video
yaptım. Amma zor işmiş bu kayıt işi. Dur, kalk, yeniden başa dön. Canım çıktı.
Dünkü yürüyüş müziği Beethoven op.131-132 yaylı kuartetleriydi. Zaten video
konusu da Razumovsky kuartetleri hakkındaydı.
15 Mayıs
Cuma
Dün
akşam geç vakit yine bir zoom konuşması vardı. Sabahattin Ali konusunda epey
çalışan İlknur Kamalı, Balıkesir Bilnet Lisesi’nde öğretmenliğe başladı.
Bağlandık kafa göz yara yara. Sorular hep aynı. Hiçbir konuşmacı veya sunucu bu
işleri bilmiyor artık. Yaratıcı, karşısındakini konuşmaya heveslendiren kimse
yok. Geçen yıl TRT2’de yaptığım programın yapımcısı ve sunucusu mesela baya
iyiydi. TRT ayrıcalığı bütün engellemelere rağmen halen yaşıyor.
Koridor
yürüyüşümü yine Cosi fan Tutte renklendirdi. Bu defa 1962 stüdyo kaydı.
Elisabeth Schwarzkopf, Christa Ludwig, Alfredo Kraus, Giuseppe Taddei ve Walter
Berry. Süper.
16 Mayıs
Cumartesi
Dört
günlük ev hapsi başladı. Aslında benim için salgının başından beri ev hapsi
uygulaması var. Dün bir cesaret Ebert yazmaya başladım. Bakalım nasıl gidecek?
Öte yandan Beethoven düşünmeye de devam ediyorum. Missa Solemnis ve 9.
Senfoniyi araştırmalıyım.
Mann
kardeşlerin biyografi kitabı bitince, biraz isteksiz olarak sıradaki Elif
Batuman kitabına başladım. Adı “The Idiot”. Elif, Türk asıllı Amerikalı bir
yazar. Daha önce de “The Possessed”i okumuştum. New Yorker dergisinde yazıyor.
Rus edebiyatı ile ve özellikle Dostoyevsky ile kafayı bozmuş gibi. Daha doğrusu
Rus ruhu ve bu ruhun yarattığı eserlerle iç içe bir yazar.
18 Mayıs
Pazartesi
Sevgili
günlük, seni ihmal ettim. Dün morukların sokağa çıkma günüydü. Sabah bir fasıl,
öğleden sonra bir fasıl, toplam iki fasıl sokaklarda amaçsızca dolaştım. Tabii
ki iyi geldi. Hava güzel, ağaçlar taptaze, yemyeşil. Daha ne olsun?
Akşam
Halk TV’de Sabahattin Ali programı vardı. Canlı bağlantı yapıldı yine. Bu kez
adamlar profesyonel olduklarından zooma sorunsuz bağlandım. Benden önce Nebil
Özgentürk konuşuyordu. Belgeseli de gösterdiler bir azcık.
20 Mayıs
Çarşamba
Günlük
ihmal edilmekte. Acaba çok mu meşgulüm? Ya da artık iyice sıkıntı mı bastı?
Neyse, dün babamın Almanca’dan çevirdiği
üç oyun için bir önsöz yazdım. Cumhuriyet’ten Işık Kansu istedi.
Heveslendim, tekrar Minna von Barnhelm’i okumaya başladım. Antigone’yi zaten
yeni okumuştum. Çocukken gittiğim, daha doğrusu babam tarafından götürüldüğüm
Antigone provalarını, temsilleri hatırladım. Ne şanslı çocukmuşum. Üniversite
eğitimini on yaşıma kadar almışım sanki.
22 Mayıs
Cuma
“Beni
Güzel Bir Yere Götür” bir Hollanda filmi ama oyuncular ve konu Bosnalı. Mubi’de
seyrettim. Bir yandan da Elif Batuman’ın “The Idiot” kitabını okuyorum. Acaip
paralellikler vardı birbiriyle hiç ilgisi olmayan iki ayrı yapıtta. İnsan bazen
bu benzerlikleri kendi hayatında da yakalıyor.
Dün ve
bugün daha bir ciddiyetle Ebert kitabına başladım ve devam ediyorum. Bakalım
nasıl ilerleyecek? Kilo vermeye devam ediyorum. Böyle giderse on beş yıl önce
giydiğim ve atmadığım giysilere sığacağım. Son derece ekonomik. Yeni bir şey
almam gerekmeyecek. Yaşasın!!!
Corona
günlüğü burada bitiyor. Okuduğunuz için teşekkürler.
Filiz
Ali
Kahvaltı etmek sağlıklı değil.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilNeden bıraktınız günlük yazmayı..Rahmetli babanızdan bir nebze hatiratta kelimeler vasıtasıyla buraya renk katardı.
YanıtlaSilBelki yine başlarım yazmaya. Şimdi bir kitap ile uğraşıyorum.
YanıtlaSilsosyal adres çok güzel bir yazı
YanıtlaSilSitenizdeki yazılar sugar daddy gerçekten çok güzel hepsini okudum
YanıtlaSil