29 Aralık 2019 Pazar

Leyla Gencer Yazıları II



1994 Ankara, Sevda ve Cenap And Vakfı Ödül Töreni
LEYLA GENCER
FİLİZ ALİ
2 Şubat 2009

Soprano Leyla Gencer’in, gerçek anlamda uluslararası kariyer yapmış ilk ve tek Türk Opera sanatçısı olduğunu tüm dünya müzik çevreleri kabul ettiğine göre bizim de içimizden çıkan bazı akortsuz seslere rağmen bu gerçeği kabul etmemizde yarar var. Leyla Gencer’in opera dünyasındaki yarışa arkasındaki köprüleri atarak girmeye cesaret etmesi onun kuşağındaki diğer opera sanatçılarından farklılığını gösteren özelliklerinden biri. 1950, 60 ve 70’li yıllarda uluslararası kariyere doğru hamle yapan, kendilerine çeşitli olanaklar sunulan Ayhan Aydan, Ferhan Onat ve Suna Korat gibi her biri gerçekten birer değer olan sopranolarımız çeşitli nedenlerden dolayı bu zorlu yolda yürümeyi sürdürmeye ya cesaret edememişler ya da önlerine çıkan engelleri aşamamışlardı. Çok sonraları uluslararası kariyere doğru ilk adımlarını atmış olan Zehra Yıldız’ı da ne yazık ki çok genç yaşta kaybettik.

Leyla Hanım’ın özellikleri ya da şansı neydi öyleyse? Herşeyden önce o dillere destan azmi, sebatkârlığı, çalışkanlığı, mükemmeliyetçiliği, görgüsü, bilgisi, gururlu duruşu ama en önemlisi müziğe olan önüne geçilemez sevgisi ve saygısı olmasaydı “Leyla Gencer” efsanesi yaratılabilir miydi? 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa, Güney Amerika ve Avustralya kıtalarında sesi ve bel canto yorumuyla ün yapan ünlü soprano Giannina Arangi-Lombardi’nin günün birinde Ankara Devlet Operası tarafından yapılan teklifi kabul edip Türkiye’ye gelmesi belki de Leyla Gencer için talih kuşunun başına konmasıydı. Hem Arangi-Lombardi, hem de yine Ankara operasına davet edilen ünlü İtalyan bariton Apollo Granforte gibi 20. yüzyılın ilk yarısının iki büyük opera şarkıcısı ile Türkiye’de çalışma olanağı bulması şüphesiz  büyük şanstı Leyla Gencer için. Ancak, her iki hocanın Ankara’da ders verdikleri öteki öğrenciler arasından bir tek Leyla Gencer hocaları gibi Milano’daki La Scala operasının sanatçısı olmayı başarmıştı. Bu da Gencer’in farklılığının kanıtıydı.

Ben hem Ankara’da hem de Verona Arena’sında Leyla Gencer’i sahnede seyretme ve dinleme olanağı bulmuş birkaç Türk’ten biriyim. Ölümünden sonra onu bir kez bile opera sahnesinde görmemiş, en parlak yıllarında sesini dinlememiş kişilerin bile ileri geri konuşmaları, yazılar yazmaları  karşısında söylenecek o kadar çok söz var ki. 20.000 kişilik Verona Arena’sındaki müşkülpesent İtalyan opera izleyicisini, sahnede göründüğü anda büyüleyen, o devasa sahneyi ve arenayı kişiliği, sesi ve yorumuyla dolduran bu kadından ancak hayranlıkla ve gururla söz edebiliriz eğer Sezar’ın hakkını Sezar’a vereceksek.  

Gencer, opera kariyerine 1950’de Ankara Devlet Operası sahnesinde oynadığı “Gerçekçi Opera” stilinin ünlü örneği Cavalleria Rusticana operasındaki “Santuzza” rolü ile adım atmıştı. Kısa zamanda bu sahnenin ona dar geleceği belliydi. Onu, Giancarlo Menotti’nin Konsolos operasında canlandırdığı Magda rolünde görenlerin belleklerine yerleşmişti ünlü “Kağıt” aryası. Sahnedeki duruşu, dramatik gücü, sesini rolün gereğine göre kullanmaktaki ustalığı ile farklı olduğu daha o ilk yıllardan belliydi.

1953’de “Ver elini İtalya” dedi. İlk durağı Napoli San Carlo Opera’sıydı. Gencer, ilk sınavını Napoli’de başarıyla vermişti. 17. yüzyıldan beri İtalyanların egemenliği altında gelişen opera sanatı, 1950’ler İtalya’sında ikinci altın çağını yaşamaktaydı. İkinci dünya savaşının yaraları sarılır sarılmaz birbirinden parlak opera şarkıcıları ortaya çıkmaya başlamış, en başta Maria Callas ve Renata Tebaldi gibi La Scala “diva”lığı için çekişen iki büyük soprano müzik çevrelerinde hareketlilik yaratmıştı. Düşünülecek olursa, Gencer’in bu kurtlar sofrasında kendine bir yer bulmuş olması dahi onun olağanüstü yeteneğini, azmini ve kalitesini göstermeye yeterdi.

Gencer, opera geleneği olmayan bir ülkede iyi bir müzisyen olarak yetişmesini hep bir avantaj olarak görmüştü. İtalya’da yüzyıllardır sorgulanmadan süregelen geleneğe bağlı kalmanın beraberinde yerleşmiş yanlışları da getirdiğini farketmiş ve bestecinin asıl maksadına yani yazdığı “nota”ya sadık kalmaya önem vermişti. Gereksiz ses gösterilerinden kaçar, ses canbazlıkları ile göz boyamaya kalkmazdı. Onun için rolün gereği önemliydi. Besteci eğer fısıltı istemişse fısıltı, haykırış istemişse haykırış, legato istemişse legato, pianissimo istemişse pianissimo’dan şaşmazdı.
Geniş bir repertuarı vardı. Mozart’dan Prokofief’e, Bartok’a; Çaykovski’den Liszt’e, Poulenc’e yayılan geniş bir repertuar. Ama asıl uzmanlık alanı 19. yüzyıl İtalyan operasıydı, yani Verdi, Bellini ve Donizetti operalarıydı. Ona “La Regina Turca” ünvanını kazandıran kraliçe rolleri ile opera tarihine geçti.

Bugün Amazon CD listesinde 27 adet Leyla Gencer opera kaydı görünüyor. Bu kayıtların hepsi canlı temsil esnasında yapılmış korsan kayıtlar. Leyla Gencer kariyerinin zirvesindeyken bile stüdyo kaydı yapmamış. Çünkü büyük ticari plak şirketleri ile çalışabilmek için gereken ilişkilere hiç girmemiş Gencer. Ne var ki, bugün bu canlı kayıtlar, stüdyo kayıtlarından daha değerli. Çünkü bu kayıtlarda onu sahnede rolünün kişiliğine konsantre olduğu o geri dönülemez ve tekrar edilemez en heyecanlı anda dinleyebiliyoruz. Stüdyo ortamının soğukluğu ve kusursuzluğa yönelik yapaylık yok bu canlı kayıtlarda.

Opera sahnesinden ayrıldıktan sonra eğitime yöneldi Leyla Gencer. 1949’da yetenekli genç opera şarkıcılarını yetiştirmek için Milano’da kurulan ve “ASLICO” kısaltmasıyla bilinen İtalyan Opera ve Konser Birliği’nde 1981’den itibaren ses ve müzikal yorumculuk dersleri vermeye başladı. Dünya sahnelerine yeni yetenekler kazandıran bu okulda ders verenler arasında ünlü sopranolar Madga Olivero, Renato Scotto, Graziella Sciutti, bas Cesare Siepi, Leyla Gencer’in biyografisini yazan müzikolog ve eleştirmen Franca Cella da vardı. Leyla Gencer, ASLICO’da verdiği derslere çok önem veriyordu. Zor bir sınavdan geçerek girilen ASLICO yapısına Türk şarkıcıların da girebilmesi için özel gayret gösteriyordu.

Gencer, birkaç yıl İstanbul Devlet Opera ve Balesi sanatçılarına da çok nitelikli uzmanlık dersleri verdi. Gencer’in bu derslerinden yararlanmak için opera şarkıcısı olmak gerekmiyordu. Onun genel olarak müzikteki farklı üslublar, beden dili, sesin ve nefesin bilinçli kullanımı, repertuar ve yorumculuk üzerine anlattıklarıyla verdiği örnekler paha biçilmez değerdeydi.



Gencer’in sahnelerden ayrıldıktan sonra kendi ülkesinin müzik hayatına yaptığı katkılardan biri de kendi adına başlattığı Şan Yarışması’ydı. Yapı Kredi Bankası’nın desteğiyle başlayıp devam ettirilemeyen “Leyla Gencer Şan Yarışması”, Doğuş Grubu ve Garanti Bankası sponsorluğunda, Dışişleri Bakanlığı ve Borusan Holding katkılarıyla 2006’da yeniden canlandı. IV. Leyla Gencer Şan Yarışması, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ile La Scala Tiyatrosu Sahne ve Gösteri Sanatları Akademisi Vakfı’nın işbirliğiyle 25-10 Ağustos 2006 tarihleri arasında düzenlendi. Uluslararası bu yarışmaya Almanya, Brezilya, ABD, Romanya, Rusya, İtalya, Bulgaristan, Gürcistan, Çin, Arnavutluk, Yunanistan, Moldova, Azerbeycan, Güney Kore ve Türkiye’den genç şarkıclar katılmıştı. Yarışma sonucunda birincilik ödülünü Gürcistan’lı soprano Nino Machaidze kazanmıştı.

2008’de yapılan yarışmada ise ne yazık ki Leyla Gencer artık hayatta değildi. Yarışmanın son elemesinden sonra çeşitli ülkelerden gelen 35 yarışmacı arasından Türk soprano Nazlı Deniz Boran birincilik ödülünü kazandı. İkinciliği Sri Lankalı soprano Kishani Jayasinghe kazanırken, üçüncülük ödülü Koreli bariton Eung Kwang Lee ile Gürcistanlı mezzo-soprano Anita Rachvelishvili arasında paylaşıldı. Yarışmaya uluslararası alanda büyük ilgi olması Leyla Gencer adının hem dünyada hem de kendi ülkesinde yaşamasını da sağlıyor. Böyle bir uluslararası yarışma ile Türk opera şarkıcılarının da önü açıldığı gibi, derece alanlara dünya sahnelerinde şanslarını deneme olanağı da verilmiş oluyor.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder