1950’lerden Ankara Devlet
Konservatuarı Notları, Anılar…
Filiz Ali
MARTIN
BOCHMANN
Ben cellist değilim.
Olmaya da hiç heves etmedim ama seviyorum bu çalgıyı, sesini, repertuarını, cellistleri.
Martin Bochmann adında bir cello hocası vardı Ankara Devlet Konservatuarında. O
devre göre uzun sayılan kırlaşmış kumral saçları uçuşup alnına düşerdi
viyolonsel çalarken. On odalardan ana binaya giden uzun koridoru hızlı
adımlarla arşınlar, kalın çerçeveli gözlüğünün üzerinden hafif gülümseyerek
selamlardı biz öğrencileri.
Giysilerini dün gibi
hatırlıyorum. Çizgili kadifeden bej renkli pantalonu, tweed ceketi, frenk gömleğinin
üzerine giydiği yün kazağı ve rahat ayakkabıları ile yaylanarak yürürdü. Bizden
biri olmadığı aşikârdı. Bizim hocalarımız -ki onlar Türk Beşleri idiler- daima
takım elbiseyle gelirlerdi okula. Ulvi bey de, Necil bey de sabah derslerinde bile
papyon kravat takarlar, arkaya doğru sımsıkı taranmış kısa saçları ve
sinekkaydı traşları ile insanda ilk bakışta derin bir saygı uyandırırlardı.
Öyle Bochmann gibi dağınık saç hiç görülmemişti okulda.
Bochmann’ın kendisi
Alman, ama karısı ve arabası İngilizdi. O hafif derbederliğinde İngilizlilik
sezilirdi. Oxford, Cambridge havası gibi. O zaman tabii bizim bütün bunlardan
haberimiz yok. Parasız yatılı okuyan yoksul çocuklarız. Senede bir okulun verdiği
elbise ve pabuçla idare ediyoruz. Ama kurt gibi açız müziğe.
Neyse konudan
uzaklaşmayalım. Bochmann’dan önce okulun viyolonsel hocası Saldarelli adında
bir İtalyandı. Sırım gibi ince ve şık giyinen bir İtalyandı Saldarelli. Konservatuarda piyanist
Fuat Turkay’dan başka hiç bir hoca İtalyanca bilmediğinden Saldarelli ile
iletişimin kolay olmadığını duyuyorduk. Piyano hocam Ferhunde Erkin, kardeşi
keman hocası Necdet Remzi Atak ve Saldarelli bir trio kurmuşlardı ben okula
girdiğim yıl, yani 1949. O sıralarda Ferhunde Hanım ile kardeşi Necdet küs,
konuşmuyorlar, Saldarelli de İtalyancadan başka dil bilmediğinden provalar ölüm
sessizliği içinde adamakıllı sıkıntılı geçmekte.
Ferhunde hanım çocukken
Fransız mürebbiye ile Fransızca öğrenmiş, Amerikan Koleji’nde İngilizce,
Almanya’da da Almanca öğrendiğinden Saldarelli ile her üç dilin yardımıyla
anlaşmaya çalışıyor.Ama nafile. Provalarda Saldarelli ile tartışabilmek için
son çare İtalyanca öğrenmek. Ve o, on parmağında on marifet olan olağanüstü
yetenekli hocam gerçekten öğreniyor İtalyanca konuşmayı. Herhalde trio
çalışmaları bu aşamadan itibaren iyi gitmiş olmalı ki Saldarelli Türkiyeden
ayrılmadan önce Erkin-Atak-Saldarelli üçlüsünün Cebeci Konservatuarı konser
salonunda verdikleri trio konserini çok iyi hatırlıyorum.
Martin Bochmann,
Saldarelli’den sonra Viyolonsel bölümüne gelmiş ve bölüme canlılık getirmişti. Bochmann’ın
öğrencilerinden Yalçın Başar sınıf arkadaşım, Oral Dai ortaokulu bitirip
geldiği için yaşı büyük ama bizden bir sınıf küçük, Aziz Gürerk ise abimizdi.
Sonraki yıllarda Ali Doğan ve Doğan Cangal da katıldı Bochmann’ın sınıfına.
Koridorlarda, tuvalet aralığında, çamaşırhanede, yemekhane kapısı önünde,
nerede boş yer bulurlarsa altlarına bir sandalye, önlerine de bir nota sehpası
koyup çalışmaya koyulurlardı viyolonselciler. Bu vesileyle bütün viyolonsel
repertuarını istesek de istemesek de duya duya öğrenmiş olurduk. Piyanist lâzım olduğunda Filiz hazır. Vivaldi
ile başlayıp Haydn, Boccherini ile devam edip, Beethoven, Brahms sonatlara
kadar giden bir repeertuarı, Saint-Saens, Dvorak, Schumann, Lalo konçertoları bu
arkadaşlarla çalışarak, derslerde ve konserlerde çalarak öğrenmiş olmak da bir
şanstı o zaman.
Sonra merak ettim. Kısa
bir Internet araştırması sonucunda Martin Bochmann’ın oğlu Christopher
Bochmann’ı buldum. Şimdilerde Portekiz’de yaşıyor, Evora Üniversitesi’nde
kompozisyon ve orkestra şefliği dersi veriyormuş Christopher. Kendisiyle sanal âlemin
postasıyla mektuplaştık. Dokuz yaşına kadar Ankara’da Bülten Sokak’ta
oturduklarını hatırlıyor. Babasının beğendiği öğrencilerden birinin Aziz
Gürerk, öbürünün de Doğan Cangal olduğu bilgisi hafızasında yer etmiş. Baba
Bochmann, savaşı Köln ve Düsseldorf ‘da orkestra solisti ve öğretmen olarak çok
büyük zorluklarla yaşamış, ilk eşini 1943’de doğum sırasında kaybetmiş.
Savaş bitince Almanya’dan
uzaklaşmak isteği ile karşısına ilk çıkan fırsatı değerlendirerek yeni eşiyle Ankara’ya
gelmiş. Ankara Devlet Konservatuarı’nda Macar kökenli Alman keman hocası Licco
Amar ile tanışınca bu dilini, kültürünü, adetlerini bilmediği kentte kendini
yabancı hissetmeyeceğini anlamış. Bochmann ve Amar’ın Cebeci’deki Ankara Devlet
Konservatuarı Konser Salonu’nda verdikleri konserlerin hepsinin dinleyicileri
zamanın kodamanları, devlet memurları, üniversite hocaları ve biz
öğrencilerdik. Öğrenciler balkonda oturur ve aşağıya partere gelen şık hanım ve
beyleri seyreder, hocalarımızı ve konuk müzikçileri çılgınca alkışlardı. Bu
konserlerden birinin programını saklamışım. 7 Mart 1954 günü önce Licco Amar,
Prokofiyef’in 1. Keman sonatını piyanist
Eduard Zuckmayer eşliğinde çalmış, ardından yine Zuckmayer eşliğinde Martin
Bochmann’dan, Arthur Honegger’in Viyolonsel
Sonatını dinlemişiz. Aradan sonra Amar, Bochmann ve Zuckmayer üçlüsü
Schubert’in ünlü op.100 mi bemol majör piyanolu
üçlüsünü seslendirmişler. Program notlarını o sırada kompozisyon öğrencisi
olan Gültekin Oransay büyük bir titizlikle hazırlamış. Eserler ve solistler
hakkında etraflı bilgiler vermiş.
Yeri gelmişken
Gültekin’de de söz etmeliyim. Gülteki Oransay, Ankara Devlet Konservatuarı
Kompozisyon bölümünden mezun olduktan sonra Almanya’ya gitti. Münih
Üniversitesi’nde Müzik Bilimi doktorası yaptı. Türkiyede Müzik Bilimi/Müzikoloji alanındaki ilk akademik niteliğe sahip
araştırmacı bilim adamı olarak önemi büyüktür Oransay’ın. Gültekin’in araştırmacılık
yönü daha öğrencilik yıllarında belliydi zaten. Okul kitaplığında onu Der
Brockhaus ciltleri ya da Grove’s Müzik sözlüğü sayfaları arasında kaybolmuş
bulmak mümkündü. Annesi Alman olduğundan ana dili hem Almanca hem de Türkçeydi.
Gayet iyi bildiği İngilizceyi de kendi gayretiyle öğrenmişti. Yaşadığı sürece çeşitli
müzik insanları ile girdiği polemikler dolayısıyla kendine epey düşman
edinmişti Gültekin. Polemiğe girdiği kişilerden fersah fersah daha fazla
donanımlı olduğundan hiç kuşkum yok ama sert karakteri esnemeğe hiç izin
vermedi ve genç denilecek yaşta, 59 yaşında vefat etti. [1]
Sayenizde Bochman ile ilgili birkac satir bilgiye ulasabildim. Ne yazik ki ulkemizdeki muzisyenlerin ogretmenleri ile ilgili bilgilere ulasmak neredeyse imkansiz. Tesekkurler
YanıtlaSil