SABAHATTİN
ALİ’NİN ÖZGÜR RUHU
Sabahattin
Ali’nin hayat ve ölüm hikayesi, bu ülkedeki korkusuz ve namuslu insanların
durmadan tekerrür eden hikayelerinden biridir.
Alman
aristokratlarının ve subay çocuklarının gittiği bir okula girer. Prusya
geleneğine uyan sıkı disiplinli, kışla gibi bir okuldur burası. Özgür ruhlu,
neşeli, kabına sığamayan S. Ali’yi cendereye girmiş gibi sıkar bu okul. Sonunda
Nihal Atsız’ın İçimizdeki Şeytanlar [1] başlıklı
broşüründe anlattığı olay meydana gelir.
Okuduğu mektepte bir gün Alman
talebelerden biri “bu parazit Türkleri buradan kovmalı” demiş. Sabahattin Ali
hemen yerinden fırlamış: “Biz sizin hükûmetinize hükûmetimiz tarafından verilen
para ile okuyoruz. Parazit değiliz. Sözünüzü geri alın” demiş. Talebe sözünü
geri almayınca tokadı indirmiş. Alman hükûmeti de böyle talebe istemediğini
söyleyerek onu geri yollamış.
Ve
babam dört yıl kalmak üzere gittiği Almanya’yı bir buçuk yıl sonra 1930 yılının
baharında terk etmek zorunda kalır.
Yurda
döndüğünde Aydın Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin olur.
Yüksek
Muallim Mektebi’nden arkadaşı Enver’e (Necati) 3 Aralık 1930 tarihinde
Aydın’dan bir mektup atmış, diyor ki:
Ha, beni burada müthiş
komünist biliyorlar. Nazım[2] gelip
de bir türlü imâna getiremediği beni burada görsün, vallahi millet Lenin’in
cezarülhalifi diye bakıyor. Vali kaç kere çağırıp sorgudan geçirdi. Ağzının
payını verdim, ve bir cürüm kanunu olmadan beni rahatsız etmemesini söyledim.
Şimdilik de beyanname neşredip, cemiyet kurmadığım için kanuni takibatından
varesteyim. Budala herifler, ben kimim, komünistlik kim. Ben yapsam yapsam o
herifleri beğenirim. Kendim bu fikirlerle nasıl komünist olabilirim ki?
Sabahattin
Ali, “Ben kim, komünistlik kim?” dese de, bir kere mimlenmişti artık. Valiye
kafa tutması da herhalde hakkında oluşan olumsuz kanılara tuz biber ekti ki bir
süre sonra bir ihbar sonucu öğrenciler arasında yıkıcı propaganda yaptığı
iddiası ile tutuklandı. Üç ay kadar tutuklu kaldıktan sonra ihbarın asılsızlığı
anlaşılınca yargılama beraatle sonuçlandı. Milli Eğitim Bakanlığına sunduğunu
sandığım savunmasında düşüncelerini şöyle açıklıyordu:
Hiçbir teşkilata mensup
olmadığım, propaganda yapmadığım, talebeye hiçbir suretle telkinatta
bulunmadığım, hülâsa hiçbir suretle mücrim olmadığım tahkikat ile sabit
olmuşken bende mefruz cürümler aramak, himayesine sığındığımız vekâletin bana
üvey evlat muamelesi yapmasıdır. Ben bir kafa taşıyorum. Bu kafa yalnız karnımı
doyurmak, üstümü giydirmek imkânlarını ihzar edecek bir makine, bir uşak
değildir. İnsan dimağlarının ekmek parasından maada da meşgul olması icabed en
bir takım meseleler vardır ki bunların gündelik hayatla bir guna alakaları
yoktur. Fakat münevver adam diye, işte bu “ekmek parasından başka şeyleri de
düşünen” adamlara derler... hakkımdaki istibatların asıl sebebi benim
muhitimden ayrı yaşayışım, hatta onlara biraz da tepeden bakışımdır. Fakat bu
çok tabiidir. Muhitim beni tatmin etmediği müddetçe onlardan uzaklaşmaya ve
beni doyuran kitaplarıma dönmeye mecburum. Onlara benzemeyişim ve tabiatın beni
bunların fevkinde halk etmiş olması benim cürmüm değildir. Bunları yazmak da
bir tefahür (iftihar) sayılmaz. Çünkü beni böyle yapan ben değilim. Beni asıl
müteessir eden memleketin en büyük mütefekkirlerini kucağında toplayan
vekâletimizin beni “fikir sahibi” olduğum için kabahatli görmesidir. Ben
omuzlarımın üzerinde bu yükü boşa taşımaktansa onu hiç taşımamayı tercih
ederim. Düşünen ve kendini bilen bir insanın da başka türlü yapacağını tasavvur
edemiyorum.[3]
Bütün
bu haklı isyanına rağmen beraat edene kadar Aydın hapishanesinde tutuklu kaldı,
ama orada da boş durmadı ve bu üç ayı etrafını gözlemleyerek, diğer mahkûmların
hayat öykülerini dinleyerek değerlendirdi.
Kuyucaklı Yusuf romanındaki Yusuf ve Jandarma
Bekir hikâyesindeki Halil Efe karakterlerini bu hapishanede tanıdı.
Almanca
yeterlik sınavını verdikten sonra Konya Karma Ortaokulu’na Almanca öğretmeni
olarak atandı. Cemal Kutay ve Emin Soysal tarafından iftiraya uğrayıp bir yıla
mahkûm oldu.
KONYA
Babamın
sakladığı belgeler arasında bulunan Temyiz Mahkemesi Ceza Dairesi’ne hitaben
yazılmış dilekçede, özgürlüğünün bir yıl demir parmaklıklar arkasında
kısıtlanmasına neden olan olaylar dizisi madde madde sıralanmakta, son olarak
da,
Bir masumun göz göre göre
mahkûmiyeti gibi feci bir hadiseye lâkayt kalamayacak olan mahkemenizden ne
merhamet, ne müsamaha istiyorum. İstediğim şey adalet, vermekle mükellef
olduğunuz adalettir. Evrakımın yeniden tetkik edilerek tahdit edilen hakk-ı
müdafaamı bütün salâhiyetimle istimale müsaade buyurulmasını, gösterdiğim
şahitlerin dinlenmesini, tetkikini talep ettiğim hususatın tetkik ettirilmesini
ve bunların tahakkuku için de evrakın nakzen iadesi talep eylerim efendim.
Demekteydi.
Temyiz
Mahkemesi’nden merhamet ve müsamaha dilememesi, mahkemeden “vermekle mükellef
oldukları” adaleti istemesi herhalde hâkimleri kızdırmış olacak ki bu küstah,
kendini beğenmiş, boyun eğmeyen, devletin âli kurumlarına baş kaldıran gencin
burnunun iyice sürtülmesine karar vermişler. Üstelik daha önce verilen 12 aylık
mahkûmiyeti az görmüş Temyiz mahkemesi ve cezayı arttırarak 14 aya çıkarmış.
İçimizdeki Şeytan[4] romanı
1940’da yayınlandı. Roman kahramanlarının gerçek hayattaki karşılıklarını çözen
ve romanda Nihat adıyla canlandırılan Nihal Atsız, babama yönelik saldırı
kampanyasını İçimizdeki Şeytanlar[5]
adını verdiği 16 sayfalık bir kitapçık ile başlattı.
Kitapçıkta
roman kişilerinden Profesör Hikmet’in tarihçi Mükrimin Halil, muharrir İsmet
Şerif’in Peyami Safa, Tatar suratlı herifin ise ya Zeki Velidi ya da Abdülkadir
İnan olabileceğini açıklıyordu Nihal Atsız. Sonra da ırkçı bir söylemle
Sabahattin Ali’ye ver yansın verip veriştirmeye girişiyordu:
Kirye Sabahattinaki!.. Yahut
fikirlerine ve irfanına göre Yoldaş Sabahattin Aliyef!.. Sen, kanı bozuk Oflu
Rum dönmesi ve Marksın fikrî veledi. [6]
Nihal
Atsız, Sabahattin Ali’nin büyükbabasının Oflu olmasını ima ederek devam
ediyordu:
Sen Oflu Müslüman Rumsun.
Saklamaya ne lüzum var? Sizin için şecere, soy, ecdat meselesi var mı? Irk meselesi yalnız yarış atlarında kalmıştır
diyorsun ama görüyorsun ki hayvanların bile asilinde ırk aranır. Kimse sokak
köpeklerinin ırkını sormaz.[7]
Nihal
Atsız kitapçığın sonunda Sabahattin Ali’yi düelloya çağırıyor ve bu işin ancak
vuruşarak çözüleceğini iddia ediyordu. İçimizdeki Şeytan romanı ve Atsız’ın
İçimizdeki
Şeytanlar kitapçığı babamla Türkçülerin savaşını başlatmıştı.
Babamın
Nihal Atsız’a açtığı hakaret davası sırasında ırkçılar mahkemeyi bastılar,
hakim babamı pencereden kaçırdı. Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için
altı aya mahkum edilen Nihal Atsız’ın cezası hakim tarafından “milli tahrik”
gerekçesiyle dört aya indirildi, sonra da ceza ertelendi.
[1] Atsız, İçimizdeki
Şeytanlar, 1940. s. 5
[2] Nazım Hikmet
[3] Tarihsiz müsvedde
[4] Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, 1. baskı: Remzi
Kitabeci, 1940
[5] Nihal Atsız, İçimizdeki Şeytanlar, İstanbul, Arkadaş
Basımevi, 1940
[6] Atsız, a.g.e. sayfa 14
[7] a.g.e. sayfa 15
Allah Rahmetler Eylesin...Mekanı Cennetler Olsun...Ona Kıyanlar Allah Müstehakkını Versin...O Bilinen , Öldürten Şahısın Açıklanması Talebimizdir...
YanıtlaSil