10 Haziran 2019 Pazartesi


SABAHATTİN ALİ’NİN ÖZGÜR RUHU

Sabahattin Ali’nin hayat ve ölüm hikayesi, bu ülkedeki korkusuz ve namuslu insanların durmadan tekerrür eden hikayelerinden biridir. 

Alman aristokratlarının ve subay çocuklarının gittiği bir okula girer. Prusya geleneğine uyan sıkı disiplinli, kışla gibi bir okuldur burası. Özgür ruhlu, neşeli, kabına sığamayan S. Ali’yi cendereye girmiş gibi sıkar bu okul. Sonunda Nihal Atsız’ın İçimizdeki Şeytanlar [1] başlıklı broşüründe anlattığı olay meydana gelir.

Okuduğu mektepte bir gün Alman talebelerden biri “bu parazit Türkleri buradan kovmalı” demiş. Sabahattin Ali hemen yerinden fırlamış: “Biz sizin hükûmetinize hükûmetimiz tarafından verilen para ile okuyoruz. Parazit değiliz. Sözünüzü geri alın” demiş. Talebe sözünü geri almayınca tokadı indirmiş. Alman hükûmeti de böyle talebe istemediğini söyleyerek onu geri yollamış.

Ve babam dört yıl kalmak üzere gittiği Almanya’yı bir buçuk yıl sonra 1930 yılının baharında terk etmek zorunda kalır.

Yurda döndüğünde Aydın Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin olur.

Yüksek Muallim Mektebi’nden arkadaşı Enver’e (Necati) 3 Aralık 1930 tarihinde Aydın’dan bir mektup atmış, diyor ki:

Ha, beni burada müthiş komünist  biliyorlar. Nazım[2] gelip de bir türlü imâna getiremediği beni burada görsün, vallahi millet Lenin’in cezarülhalifi diye bakıyor. Vali kaç kere çağırıp sorgudan geçirdi. Ağzının payını verdim, ve bir cürüm kanunu olmadan beni rahatsız etmemesini söyledim. Şimdilik de beyanname neşredip, cemiyet kurmadığım için kanuni takibatından varesteyim. Budala herifler, ben kimim, komünistlik kim. Ben yapsam yapsam o herifleri beğenirim. Kendim bu fikirlerle nasıl komünist olabilirim ki?


Sabahattin Ali, “Ben kim, komünistlik kim?” dese de, bir kere mimlenmişti artık. Valiye kafa tutması da herhalde hakkında oluşan olumsuz kanılara tuz biber ekti ki bir süre sonra bir ihbar sonucu öğrenciler arasında yıkıcı propaganda yaptığı iddiası ile tutuklandı. Üç ay kadar tutuklu kaldıktan sonra ihbarın asılsızlığı anlaşılınca yargılama beraatle sonuçlandı. Milli Eğitim Bakanlığına sunduğunu sandığım savunmasında düşüncelerini şöyle açıklıyordu:

Hiçbir teşkilata mensup olmadığım, propaganda yapmadığım, talebeye hiçbir suretle telkinatta bulunmadığım, hülâsa hiçbir suretle mücrim olmadığım tahkikat ile sabit olmuşken bende mefruz cürümler aramak, himayesine sığındığımız vekâletin bana üvey evlat muamelesi yapmasıdır. Ben bir kafa taşıyorum. Bu kafa yalnız karnımı doyurmak, üstümü giydirmek imkânlarını ihzar edecek bir makine, bir uşak değildir. İnsan dimağlarının ekmek parasından maada da meşgul olması icabed en bir takım meseleler vardır ki bunların gündelik hayatla bir guna alakaları yoktur. Fakat münevver adam diye, işte bu “ekmek parasından başka şeyleri de düşünen” adamlara derler... hakkımdaki istibatların asıl sebebi benim muhitimden ayrı yaşayışım, hatta onlara biraz da tepeden bakışımdır. Fakat bu çok tabiidir. Muhitim beni tatmin etmediği müddetçe onlardan uzaklaşmaya ve beni doyuran kitaplarıma dönmeye mecburum. Onlara benzemeyişim ve tabiatın beni bunların fevkinde halk etmiş olması benim cürmüm değildir. Bunları yazmak da bir tefahür (iftihar) sayılmaz. Çünkü beni böyle yapan ben değilim. Beni asıl müteessir eden memleketin en büyük mütefekkirlerini kucağında toplayan vekâletimizin beni “fikir sahibi” olduğum için kabahatli görmesidir. Ben omuzlarımın üzerinde bu yükü boşa taşımaktansa onu hiç taşımamayı tercih ederim. Düşünen ve kendini bilen bir insanın da başka türlü yapacağını tasavvur edemiyorum.[3]

Bütün bu haklı isyanına rağmen beraat edene kadar Aydın hapishanesinde tutuklu kaldı, ama orada da boş durmadı ve bu üç ayı etrafını gözlemleyerek, diğer mahkûmların hayat öykülerini dinleyerek değerlendirdi. Kuyucaklı Yusuf romanındaki Yusuf ve Jandarma Bekir hikâyesindeki Halil Efe karakterlerini bu hapishanede tanıdı.

Almanca yeterlik sınavını verdikten sonra Konya Karma Ortaokulu’na Almanca öğretmeni olarak atandı. Cemal Kutay ve Emin Soysal tarafından iftiraya uğrayıp bir yıla mahkûm oldu.

KONYA
Babamın sakladığı belgeler arasında bulunan Temyiz Mahkemesi Ceza Dairesi’ne hitaben yazılmış dilekçede, özgürlüğünün bir yıl demir parmaklıklar arkasında kısıtlanmasına neden olan olaylar dizisi madde madde sıralanmakta, son olarak da,

Bir masumun göz göre göre mahkûmiyeti gibi feci bir hadiseye lâkayt kalamayacak olan mahkemenizden ne merhamet, ne müsamaha istiyorum. İstediğim şey adalet, vermekle mükellef olduğunuz adalettir. Evrakımın yeniden tetkik edilerek tahdit edilen hakk-ı müdafaamı bütün salâhiyetimle istimale müsaade buyurulmasını, gösterdiğim şahitlerin dinlenmesini, tetkikini talep ettiğim hususatın tetkik ettirilmesini ve bunların tahakkuku için de evrakın nakzen iadesi talep eylerim efendim.
 Demekteydi.

Temyiz Mahkemesi’nden merhamet ve müsamaha dilememesi, mahkemeden “vermekle mükellef oldukları” adaleti istemesi herhalde hâkimleri kızdırmış olacak ki bu küstah, kendini beğenmiş, boyun eğmeyen, devletin âli kurumlarına baş kaldıran gencin burnunun iyice sürtülmesine karar vermişler. Üstelik daha önce verilen 12 aylık mahkûmiyeti az görmüş Temyiz mahkemesi ve cezayı arttırarak 14 aya çıkarmış.

 İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN  VE SONA DOĞRU YOLCULUK

İçimizdeki Şeytan[4] romanı 1940’da yayınlandı. Roman kahramanlarının gerçek hayattaki karşılıklarını çözen ve romanda Nihat adıyla canlandırılan Nihal Atsız, babama yönelik saldırı kampanyasını İçimizdeki Şeytanlar[5] adını verdiği 16 sayfalık bir kitapçık ile başlattı.

Kitapçıkta roman kişilerinden Profesör Hikmet’in tarihçi Mükrimin Halil, muharrir İsmet Şerif’in Peyami Safa, Tatar suratlı herifin ise ya Zeki Velidi ya da Abdülkadir İnan olabileceğini açıklıyordu Nihal Atsız. Sonra da ırkçı bir söylemle Sabahattin Ali’ye ver yansın verip veriştirmeye girişiyordu:

Kirye Sabahattinaki!.. Yahut fikirlerine ve irfanına göre Yoldaş Sabahattin Aliyef!.. Sen, kanı bozuk Oflu Rum dönmesi ve Marksın fikrî veledi. [6]

Nihal Atsız, Sabahattin Ali’nin büyükbabasının Oflu olmasını ima ederek devam ediyordu:

Sen Oflu Müslüman Rumsun. Saklamaya ne lüzum var? Sizin için şecere, soy, ecdat meselesi var mı?  Irk meselesi yalnız yarış atlarında kalmıştır diyorsun ama görüyorsun ki hayvanların bile asilinde ırk aranır. Kimse sokak köpeklerinin ırkını sormaz.[7]

Nihal Atsız kitapçığın sonunda Sabahattin Ali’yi düelloya çağırıyor ve bu işin ancak vuruşarak çözüleceğini iddia ediyordu. İçimizdeki Şeytan romanı ve Atsız’ın İçimizdeki Şeytanlar kitapçığı babamla Türkçülerin savaşını başlatmıştı.

Babamın Nihal Atsız’a açtığı hakaret davası sırasında ırkçılar mahkemeyi bastılar, hakim babamı pencereden kaçırdı. Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için altı aya mahkum edilen Nihal Atsız’ın cezası hakim tarafından “milli tahrik” gerekçesiyle dört aya indirildi, sonra da ceza ertelendi.




[1] Atsız, İçimizdeki Şeytanlar, 1940. s. 5
[2] Nazım Hikmet
[3] Tarihsiz müsvedde
[4] Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, 1. baskı: Remzi Kitabeci, 1940
[5] Nihal Atsız, İçimizdeki Şeytanlar, İstanbul, Arkadaş Basımevi, 1940
[6] Atsız, a.g.e. sayfa 14
[7] a.g.e. sayfa 15

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder