Şubat 1942 Ankara Devlet Konservatuarı bahçesinde Sabahattin Ali |
Sabahattin Ali’nin mektup, hikâye ve romanlarındaki mekân
ve kadın betimlemeleri, bir de araya serpiştirdiği şarkı ve türküler onun
hassas gözlemciliğini müzikle eşleştirmesini işaret eder. Mektuplarından
birinde eski Üsküdar evlerindeki yaşayışı şöyle anlatır örneğin:
Üsküdar’da siyah, eğri büğrü ahşap
evler vardır. Bahçelerinde çok kere bir dut, bir erik ve duvar kenarlarında bir
yabani incir ağacı bulunur. Anne ya kuyudan su çekmek yahut patlıcan
kızartmakla ve bu esnada ya kaynanasına çatmak yahut ta kendi kendine türkü
söylemekle meşguldür. Muhakkak bir taraftan dikişi sökülmüş olan mercan
terliklerini sürüyerek şuraya buraya dolaşır, gıcırdayan ve inleyen
merdivenlerden yukarı çıkar, gözlerini çekebilmek Herkül kuvvetine bağlı olan
bir konsolda aranır ve dudakları mütemadiyen mırıldanır:
Adalar
sahilinde bekliyorum…
Ya da daha sonra Hanende Melek hikâyesinde işleyeceği
hanende hakkında arkadaşı Ayşe Sıtkı’ya Sinop Hapishanesinden yazdığı
mektuptaki şu cümleler:
Yozgat’ta eğlence namına bir
kahvede icrai ahenk eden kötü bir saz heyeti vardı, bu heyetin hanendesi Melek
isminde bir genç kızdı. Şehirdeki bütün zabitler, mütekait memurlar ve kasaplar
bu kıza âşıktılar ve kızcağız bunların ısrarıyla gecede belki on defa kırıtarak
“Bahçelerde haşlama/ haşlamayı taşlama”
şarkısını söylerdi. Ben de ayakta duramayacak kadar sarhoş, bir köşede oturur,
garsonu çağırarak sazdan “Gösterip âyâra
lütfun bizlere bîgânesin” yahut ta “Bir
dâme düşürdü beni ki bahtı siyahım/ Vallahi bu sevdada yoktur benim günâhım” şarkılarını
isterdim.
Ya da:
Konya Belediye Bahçesi’nde oldukça
düzgün bir saz heyeti vardı ve bu heyette Muhsine isminde, bermutad memleket
hovardalarının elbirliğiyle yangın oldukları bir kız vardı. Sesi hakikaten
güzeldi. En hoşuma giden şarkısı da “Geçti
Muhabbet demi/ Ağla gönül, yan gönül” diye bir şeydi. Sazın icra-i ahenk
ettiği sarmaşıklı köşkte ayağa kalkar, vücudunu hafifçe ileri uzatıp başını
yana büker, sarhoş ve yorgun gözlerini bütün bahçedekilerde dolaştırarak tatlı,
çok tatlı bir sesle söylerdi: Geçti
muhabbet demi/Ağla gönül, yan gönül.”
Yine Ayşe Sıtkı’ya 1933’te Sinop’tan yazdığı bir mektupta
sonradan Kürk Mantolu Madonna romanının kahramanı olacak olan Maria
Puder’den ve onunla birlikte anılarında yer eden Berlin’den ve yine şarkılardan
söz eder:
Almanya’da Frolayn Poder isminde
bir hanıma ziyadesiyle âşıktım.
O zamanlarsa Berlin’de şu meşhur “Deli
Şarkıcı” filmi oynamıştı ve oradaki Sonny Boy şarkısı herkesin ağzındaydı. Şimdi bunu mırıldanınca
sisli ve yağmurlu Ekim günlerinde Maria ile müzelere veya sinemaya gidişim
aklıma gelir…
Sonra Berlin civarında Templin
adında küçük bir kasabada bulundum. O zaman da bir Foxtrot herkesin ağzındaydı.
“In einem kleinen Konditorei/Bir küçük
pastacı dükkânında” diye başlayan bir Foxtrot, Pazar günleri kasaba
civarındaki kır gazinosunda elli defa çalınır ve kocaman pabuçlu, iri parmaklı
esnaf çırakları siyah elbiselerini düzelterek kırmızı yüzlü, ablak suratlı ve
bulaşık yıkamaktan elleri bozulmuş hizmetçi kızları dansa kaldırırlardı.
İçimizdeki Şeytan romanında Macide, piyano çalar, konservatuar’da
öğrencidir. Oysa kocası Ömer ve onun arkadaşlarının hiç o taraklarda bezleri
yoktur. Macide kocasının zoruyla saza gider ve:
“Biraz sonra uzun boyu, pembe
renkte tuvaletiyle hanende Leyla göründü. Ağır ağır, etrafına tebessümler
saçarak masaların arasından geçiyor ve en aşağı yarım kilo altın bilezik
taşıyan sol eliyle boyalı ve kıvırtılmış saçlarını düzeltiyordu. Tahta basamakları
çıkarken bütün bahçede müthiş bir alkış koptu. Leyla gayet kibar reveranslarla
hayranlarını selamladı. Arkasından gelen garsondan inci işlemeli pembe
çantasını aldı ve omuzlarındaki ince tül pelerini ona verdi. Başıyla saza kısa
bir işaret yaptıktan sonra ellerini memelerinin biraz altında kavuşturarak
yanık ve güzel bir halk şarkısına başladı.”
Kürk Mantolu Madonna romanında Raif Efendi, tutkuyla peşine düştüğü Kürk
Mantolu kadını Atlantik Kabaresi’ne kadar takibeder:
Salon birden karardı. Yalnız
orkestranın bulunduğu yerde hafif bir ışık vardı. Dans edilen yer boşalmıştı.
Biraz sonra ağır bir müzik başladı. Sazların arkasından doğru ince bir keman
sesi duyuldu. Ses yavaş yavaş yaklaşıyordu. Beyaz ve çok dekolte bir tuvalet
giymiş olan genç bir kadın, keman çalmakta devam ederek, aşağıya indi. Gayet
alçak, fakat erkek sesine yakın bir alto ile zamanın modası olan şarkılardan
birini söylemeye başladı. Bir projektör, yerde yumurta şeklinde bir daire
çizerek, sanatkârı aydınlatıyordu…
Her şarkıdan sonra birkaç alkış
duyuluyor ve kadın başıyla orkestraya başka bir şey çalmasını işaret ediyordu.
Sonra aynı kalın ve şikâyet dolu sesiyle diğer bir şarkıya başlıyor, beyaz
eteklerinin altında kaybolan ayaklarını parkelerin üzerinde sürüyerek masadan
masaya ilerliyor ve birbirinin boynuna sarılmış duran sarhoş çiftlerin başucunda
veya içinde neler olup bittiği görülmeyen locaların kapalı perdeleri önünde,
başını kemana yaslayarak, pek usta olmayan parmaklarını tellerde
dolaştırıyordu.
Sabahattin Ali, Almanya dönüşü önce Bursa’nın Orhaneli
ilçesinde ilkokul öğretmenliğine atanmış, sonra Ankara Hazi Eğitim
Enstitüsü’nde açılan dil yeterlik sınavını kazanınca da 24 Eylül 1930’da Aydın
Ortaokulu Almanca öğretmenliğine tayin edilmişti. Berlin’deki hayatı ile uzaktan
yakından ilgisi olmayan bir ortamın içindeydi artık. Ayşe Sıtkı’ya yazdığı bir
mektupta,
Aydın’a gittim, kışın kötü bir
meyhanede, yazın Tellidede dedikleri yerde içerdik, ve her içişimizde uzak veya
yakın bir gramofon, ya:
"Bakıp
bakıp ne durursun yüzüme..."
Yahut da:
"Gözlerine
sürme çek, kına yak parmağına..."
şarkılarını bağırırdı. Bunlar bana
en sevdiğim bir şehri, Aydın’ı; ve en sevdiğim bir zamanı, Aydın’daki hayatımı
yadettirir. Aydın’dan ayrılacağım sıralarda bir miralayın kızına abayı
yakmıştım. Akrabasından bir Harbiyeli, kızı elimden pek çabuk aldı ve
nişanlandı. Yalnız daha ahpap olduğumuz zamanlarda bile Aydın’da Pınarbaşı
bahçesinde kızın ailesi ile oturur ve alay kumandanı olan babasıyla içerken
gramofon nedense mütemadiyen,
"Bir
Harbiyeli Çamlıcada aklımı aldı."
Şarkısını çalardı. Fethiye
ismindeki kızcağız meğer beni oyalarken bu Harbiyeli ile işi pişirmekteymiş.
diyerek yine işin içine bir şarkı koymayı ihmal etmiyor.
Hasanboğuldu benim en sevdiğim hikâyelerinden biridir Sabahattin
Ali’nin. Kazdağlarına, Adalar denizine, dayanıklı ve güçlü kuvvetli Yörük
kızlarına bir güzellemedir Hasanboğuldu.
“Hacer kız” dedim, “Emine’nin Gök
Büvet’te oturup söylediği koşmalardan bildiğin var mı? Obaya varmadan bana bir
tanesini söyleyiver!” …
[Hacer] “Sana Emine’nin bir
koşmasını okuyuvereyim!” dedi. “Hasanına kavuşmadan az önce bunu söylemiş
derler!” Biraz düşündü; gözleri kapalı ilave etti: “Kim bilir…”
Sonra arkasındaki çam ağacına
sırtını dayadı, heybesini sağ omzundan yere düşürdü, gözlerini yere dikti;
hafif, fakat tüyler ürpertecek kadar içli bir sesle şu koşmayı okudu:
Uzaklardan sesin
aldım;
Çevreni
derede buldum;
Nereye
gittiğin bildim,
Hasanım
ardından geldim.
Sarı
kâhküllü, dal boylum;
Saz
benizli, ayva tüylüm;
Tatlı
sözlü, melek huylum,
Hasanım
ardından geldim.
Köyden,
obadan kovulan,
Duru sularda
boğulan,
Toz, köpük olan
dağılan
Hasanım ardından
geldim.
Sarp dağlara
getirdiğim,
Kavuşmadan
yitirdiğim,
Ak kefensiz
yatırdığım,
Hasanım ardından
geldim.
Emineyi yaslı
eden,
Kerem olup Aslı
eden,
Dağı taşı sesli
eden,
Hasanım ardından
geldim.
Sabahattin Ali, Ses
hikâyesinde bir yol amelesinin söylediği türküye geniş yer verir:
Yol amelesinin çadırı tarafından
gelen saz sesi, ustaca çalınan bir meyandan sonra, susar gibi oldu ve bir erkek
sesi o zamana kadar duymadığımız, fakat bize yabancı da gelmeyen bir halk
şarkısı söylemeye başladı:
Döndüm daldan
kopan kuru yaprağa
Seher
yeli, dağıt beni, kır beni;
Götür
tozlarımı burdan uzağa
Yârin
çıplak ayağına sür beni...
[...]
arkadaşım “Bu ne?” demek ister gibi yüzüme baktı.
“ Fevkalâde” diye mırıldandım.
Ses
tekrar ve bütün vadiyi çınlatırcasına başladı.
Aldım
sazı çıktım gurbet görmeye,
Dönüp
yâre geldim yüzüm sürmeye,
Ne
lüzum var şuna buna sormaya,
Senden ayrı ne
hal oldum, gör beni.
[...] Çadırı ve bulunduğumuz yeri
bir aydınlık yalayıp geçti, vadinin öbür ucuna kadar uzandı. Başımızı
kaldırdık, karşımızdaki sırtı aşıp yukar fırlayan ayı gördük. Saz çalan delikanlı da başını kaldırdı ve
gözlerini biraz yumarak, tam karşısında beliren bu aydınlık yüzlü dinleyiciyi
süzdü. Sonra saza vuran eli yavaşladı, gözleri kapandı, boğazı gerildi ve yüzü
kırmızılaştı. Biz hayretle onu seyrederken, ince dudaklarının arasından beyaz
dişleri göründü, ve delikanlı bu sefer aya hitap eder gibi şarkısına devam
etti:
Ayın şavkı vurur
sazım üstüne,
Söz
söyleyen yoktur sözüm üstüne
Gel
ey hilâl kaşlım, dizim üstüne,
Ay
bir yandan, sen bir yandan sar beni.
Sabahattin Ali’nin Ses hikayesinin kahramanı hikayenin
sonunda konservatuar sınavına girer ve başarılı olamaz. Ancak, gerçek hayatta
genç amele onu dinleyen konservatuar hocalarının yüreklendirmesiyle
konservatuar sınavına girer, kazanır ve şan/opera bölümünden mezun olduktan
sonra Devlet Operası Korosu’nda görev alır. Adı da Kenan Ses’tir.
onu görmeden özleyenlerdenim! sevgiler Filiz Ali
YanıtlaSilsizinle tanışmaktan mutluluk duydum!
''Benim Aşkımla'' zorla sevdirmeye çalıştılar ama o yürüdüğü yoldan sapmadı. Ruhu şad olsun üstad yazar ve şairimiz.
YanıtlaSilMerhaba Filiz hanım Kürk Mantolu Madonna romanını geçen gün okudum öok etkilendim ve bir kitap kapağı hazırladım ve aynı zamanda birde Sebahattin Ali'yi anlatan video hazırladım umarım beğenirsiniz.
YanıtlaSilhttp://mustafamutlu.gen.tr/article/sebahattin-ali-kurk-mantolu-madonna-sunumu.html
Böyle bir adamı unutmak mümkün mü?
YanıtlaSilBöylesine bir doğuşu Tanrı ancak taşıyana bahşeder.
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilSabahattin ALİ'nin, babanızın, o kadar güzel ve etkileyici eserleri var ki... Okurken insanın dili kenetleniyor. Ondan çok şey öğrendim, özellikle de edebiyatın hasını öğrendim. Ona ne kadar teşekkür etsem az. Çok şanslı olmalısınız. Allah size bunu nasip etmiş. Rabbim babanızı nur içinde yatırsın. Bir daha öyle bir usta bulmak çok zor. Ben de 12 yaşımda kaybettim babamı. Hatta şu an 15 yaşındayım. Sabahattin ALİ'yi yaşatmak ve hatırlatmak için elimden gelen her şeyi yapacağım.
YanıtlaSilAyrıca sizinle tanışmak ve konuşmak istiyorum, eğer vaktiniz varsa anılarınızı, yaşanmışlıklarınızı konuşmaktan zevk duyarım...
Sevgili Filiz Ali, Üniversite Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisiyim. Bitirme tezimin konusu Sabahattin Ali'nin eseri İçimizdeki Şeytan. Araştırma yaptıkça nutkum tutuluyor. Yüreğine, zekasına, bilgisine, ruhunun derinliğine... Sabahattin Ali'nin ve ailesinin mutlu olmasını öyle çok isterdim ki. Ama inanıyorum ki cennetten izliyor sizi. Yüreği, eserleri eşsiz mükemmel insan. Nurlar üzerinden hiç eksilmesin.
YanıtlaSil