YÜZYILIN TÜRKİYE MÜZİK HARİTASI
1920’Lİ YILLAR
20. yüzyılın ilk on yılı içinde dünyaya gelen beş talihli çocuktan dördü, Cumhuriyet’in ilânından bir yıl sonra 1924’de meclisten geçen
Musiki ve Temsil Akademisi kanunu ile yürürlüğe giren “Müzik Reformu” sayesinde
Avrupa’ya akademik müzik öğrenimi görmeye gönderilmişlerdi. Bu gençler 1906 ile
1908 yılları arasında doğan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ahmed Adnan
Saygun ve Necil Kâzım Akses’ti. 1904’de Kudüs’te doğan Cemal Reşid Rey ise
ailesiyle birlikte 1913 yılında önce Paris, sonra İsviçre, sonra tekrar Paris’te ailesinin
olanakları ile müzik öğrenimi görmüştü.
Sonradan “Türk Beşleri” diye anılacak olan bu beş genç,
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, özellikle payitaht olan İstanbul’da
ve kozmopolit bir kıyı ticareti kenti olan İzmir’de geçerli olan batılılaşmanın
etkisindeki elit sınıfın çocuklarıydı. Hepsi de ilk müzik derslerini, İstanbul
ya da İzmir’in Levanten, ve/veya Hıristiyan cemaati mensubu olan öğretmenlerden
almışlardı. Cumhuriyet’in ilânından iki yıl sonra 1925’te açılan devlet
sınavlarıyla, sanatçı ve öğretmen yetiştirilmek üzere Paris, Berlin, Budapeşte,
Viyana ve Prag’a genç yetenekler gönderildi.
“Müzik Devrimi” büyük bir hızla yol almaktaydı. Okullarda
tek sesli, modal müziğin yerini çok sesli batı müziğinin alması söz konusu
olduğundan hızla müzik öğretmeni yetiştirmek gerekiyordu. Musiki Muallim Mektebi Ankara’da bu amaçla kuruldu. İlk başta
dersler otel odalarında veriliyordu. 1925-26 ders yılında okul eski Azerbaycan
Büyükelçiliğinin bulunduğu binaya taşındı. Okulun ilk öğretmenleri
Cumhuriyet’in ilânının hemen ardından İstanbul’dan Ankara’ya nakledilen
Mızıka-i Hümayûn üyelerinden oluşturulan Riyâseti Cumhur Filarmoni Orkestrası
üyeleriydi. Okulun ilk öğrencileri Erkek Muallim Mektebi ve Balmumcu Öksüzler
yurdundan getirilen çocuklardı. 1925-26 ders yılında okula ilk kez kız öğrenci
alındı.
Bu arada, Avrupa’ya gönderilen gençler birer ikişer geri
dönmeye başlıyor ve Musiki Muallim Mektebi’nin öğretmen kadrosunu
oluşturuyorlardı. Cevat Memduh Altar[1]
1927 yılında okula teori öğretmeni olarak atandı. Erkin 1930, Saygun 1931,
Almanya’da Leipzig’de piyano eğitimi gören Ferhunde Remzi (Erkin)[2]
1931, erkek kardeşi kemancı Necdet Remzi (Atak)[3]
1931, Berlin ve Paris’te keman, armoni ve müzik tarihi eğitimi almış olan müzikolog
Mahmut Ragıp Gazimihal (Kösemihal)[4]
1932, Prag’da teori ve şan eğitimi alan Halil Bedii Yönetken[5],
Paris ve Berlin’de keman eğitimi gören Cezmi Erinç[6]
1933 ve Viyana ile Prag’da kompozisyon eğitimini tamamlayan Necil Kâzım Akses
1934 yıllarında bu genç kadroya katılmışlardı.
İstiklâl Marşımızın bestecisi, Mızıka-i Humayûn’un son
şefi ve Musiki Muallim Mektebi müdürü Zeki Üngör’ün oğlu Ekrem Zeki Ün[7]
de Paris’e gönderilen gençler arasındaydı. Ecole Normale de Musique’de keman,
armoni ve kompozisyon eğitimi gören Ün, 1930 yılında ülkeye dönerek 1934’e
kadar Musiki Muallim Mektebi’nde keman dersi vermiş sonra İstanbul’a yerleşerek
İstanbul Belediye Konservatuarı keman öğretmenliğine atanmıştı.
Ankara’da durum böyle iken, İstanbul’daki “müzik devrimi”
hareketini Cemal Reşit Rey’in neredeyse tek başına yürüttüğü görülür.
Cumhuriyet’in ilân edildiği yıl, yani 1923’de uluslararası bir kariyerin
arifesinde, henüz 19 yaşında bir genç olan Cemal Reşit Rey, İstanbul Belediyesi
Sanayi-i Nefide Encümeni, yani Güzel Sanatlar dairesi başkanı ünlü roman yazarı
Halit Ziya Uşaklıgil tarafından Paris’ten yurda çağırılır ve yeni kurulan
Darülelhan’a piyano ve kompozisyon öğretmeni olarak atanır.
1926’da Ankara’da Maarif Vekâleti’nin düzenlediği
Sanayi-i Nefise Encümeni’nin verdiği bir kararla da Türkiye’deki bütün
okullarda alaturka müzik eğitimi kaldırılır ve batı metodlarına göre müzik
eğitimi ve solfej dersleri konur. Ayrıca Darülelhan ismi de kaldırılarak,
yerine Konservatuar denilmesine karar verilir. 1927 yılında İstanbul Belediye
Konservatuarı Öğrenci Orkestrası kurulur, başına da keman öğretmeni Seyfettin
Asal[8]
getirilir. 1914 yılında ailesi tarafından Viyana’ya gönderilen Seyfettin Asal
keman, ağabeyi Sezai Asal viyolonsel eğitimi görürler. Joseph Marx ile de
kompozisyon çalışırlar. 1924 yılında ülkeye döndüklerinde Galatasaray Lisesi ve
Belediye Konservatuarı’nda öğrenci yetiştirmeye başlarlar.
Böylece 20. yüzyılın ilk 20 yılı sürecinde “Batı Müziği”,
sadece sarayda ve Osmanlı elitinin konaklarında ya da gayri müslim çevrelerde
öğrenilen, öğretilen ve icra edilen bir müzik türü olmaktan çıkmış, daha da
ilginci, devlet politikasının yönlendirdiği bir reform programı çizgisinde
ileri hamlelerle ve son hızla gelişmişti.
1920’li yıllar, Atatürk’ün modern Türkiye’yi yaratma
projesini gerçekleştirdiği yıllardır. Kadınla erkeğin birlikte dansettiği
balolarda batının dans müziği çalınmaktadır artık. Böylece, batı kaynaklı
popüler müzik ve Türkçe Tangolar yavaş yavaş gündelik yaşamın içine girmeye
başlar.
30’lu yıllara girildiğinde İstanbul’da Cemal Reşit ve
Ekrem Reşit Rey kardeşlerin “operetler” dönemi başlamıştır. Rey kardeşler 1930 ile 1942 yılları arasında yarattıkları operet ve revüleri ile tarihe geçerler.
Üç Saat, Lüküs Hayat, Deli Dolu, Adalar
Revüsü 1930 ile 1932 yılları arasında yazılır ve İstanbul ayağa kalkar. Amerika’daki
George ve Ira Gershwin kardeşlerin işbirliğine çok benzeyen bu kardeş
beraberliği Saz Caz (1935), Maskara
(1936), Havacıva (1937), Alabanda (1941)
ve Aldırma (1942) ile devam eder.
Öte yandan, Cemal Reşit Rey’in Belediye Konservatuarı’nda
yaratmayı başardığı atmosfer çok etkili olur, derslerine dışardan dinleyici
bile gelmektedir. 1938’de İstanbul Belediye Konservatuarı öğretmen ve
öğrencilerinden oluşan orkestra ilk konserini Fransız Tiyatrosu’nda verir.
1930-40 ARASI MÜZİK DEVRİMİNİN YÜRÜRLÜĞE GİRDİĞİ YILLAR
1930’lu yıllar, devletin müzik politikasının büyük bir
hızla amaca yönelerek yol aldığı yıllardır. Almanya’da Adolf Hitler’in
liderliğindeki Nasyonal Sosyalist (Nazi) partisinin 1933 yılında iktidarı ele
geçirmesiyle birlikte Almanya’da yaşayan Yahudiler ve Nazi olmayan Almanların
ölüm fermanı imzalanmış oldu. Ya ülkeyi terkedecekler ya da toplama kamplarında
yok olacaklardır. Türkiye, tam bu sırada kapılarını bu değerli fakat talihsiz
sanat ve bilim insanlarına açarak hem batılılaşma yönünde verdiği tarihi
kararların gerçekleştirilmesini hızlandırmış hem de çok sayıda insanı Hitler’in
gaz odalarından kurtarmış oldu. İnsanca olmanın yanı sıra politik olan bu karar
sonucunda müzik alanındaki devrime yönelik çalışmalar kapsamında yabancı
uzmanların düşüncelerine ve yardımlarına baş vuruldu.
1934-35 ders yılında Atatürk’ün direktifi üzerine zamanın
Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen Türk müzikçilerinden ve diğer ilgililerden
oluşan bir kongre topladı.[9]
Kongre’ye Cemal Reşit Rey, Cevat Memduh Altar, Cezmi Erinç, Halil Bedii
Yönetken, Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Nurullah Şevket Taşkıran ve
Ulvi Cemal Erkin, yani Atatürk’ün ön görüsü ve direktifi ile açılan yurt dışı
sınavlarını kazanıp Avrupa’da müzik eğitimi alan ve taze bilgileriyle Ankara’ya
dönen genç müzik uzmanları katıldılar. “Türkiye Devlet Musiki ve Tiyatro
Akademisi’nin Ana Çizgileri” başlıklı bir rapor hazırlanıp kongre bitiminde
imzalandı.
Sıra yabancı uzmanların fikirlerini almaya gelindiğinde, ilk
rapor Liko Amar’dan istendi (Paris, Kasım 1934)[10].
Daha sonra Joseph Marx[11],
Hindemith[12] ve Carl Ebert[13],
hem Türkiye’de bir Konservatuar ve Temsil Akademisi kurulması doğrultusunda,
hem de Türk müziğinin çok sesliliğe geçisi konusunda raporlar hazırladılar.[14]
1936 yılında Halkevleri tarafından Ankara’ya davet edilen
Macar besteci, piyanist ve folklor araştırmacısı Bela Bartok[15],
“Bir Halk Müziği Arşivi Kurulması Konusunda Öneriler” başlıklı bir rapor hazırladı.
Bütün bu raporların ışığında girişilen temaslar sonucunda Paul Hindemith ve
Carl Ebert gibi dünya çapında iki müzik ve sahne adamı Anadolu’nun orta yerinde
yeni kurulan cumhuriyetin, yeni kurulmakta olan başkentinde kimsenin kolay
kolay hayal edemeyeceği bir mucizeyi gerçekleştirirler. 1934 ve 37 tarihleri
arasında Hindemith ve Ebert Ankara’ya gelip giderler, yasalar çıkar, yabancı
uzmanlarla sözleşmeler yapılır. Müzik ve Temsil kısmıyla Ankara Devlet
Konservatuarı kurulur.
Ebert, 1939’dan sonra savaş dolayısıyla Ankara’da devamlı
kalır. Savaş yıllarında Amar ve Ebert kadar önemli başka müzikçiler de
Ankara’yı kendilerine sığınak seçerler. Savaş dolayısıyla parlak piyanistlik
kariyerini yarıda kesmek zorunda kalan Eduard Zuckmayer[16]
ve Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası şefi Ernst Prætorius[17]
Ankara’da yaşadılar ve Ankara’da öldüler.
1936 yılından başlayarak sözleşmelerle Ankara Devlet
Konservatuarı’nda görev yapan yabancı uzmanlar arasında:
Adler Back (ritmik jimnastik)
Hans Hey (şan)
A.B. Winkler (keman)
Richard Knauer (klarinet)
Georg Markowitz (piyano, korrepetitör)
Heinz Schaffrath (çalgı yapımı ve onarımı)
Gilbert Back (keman)
Ludwig Czaczkes (piyano)
Walter Schlösinger (piyano, korrepetitör)
Friedrich Schönfeld (flüt)
Frieda Silberknopf-Böhm (şan)
Johanna Seidler (arp)
René Back (piyano, korrepetitör) adlarını sayabiliriz.
Yabancı uzmanların çoğunlukta olduğu bu öğretim kadrosu
ilk mezunlarını 1941 yılında verdi. savaş boyunca uzmanların sözleşmeleri
yenilendi, müzik ve sahne sanatlarına verilen önem arttı. Devlet
Konservatuarı’na bağlı Tatbikat Sahnesi’nin Halkevi Salonu’nda verilen tüm
tiyatro ve opera temsillerinde, Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası’nın tüm
konserlerinde Milli Şef Reisicumhur İsmet İnönü ve Maarif Vekili yani Milli
Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, bakanlar ve bürokratlar hazır bulunurlardı. Aynı
dönemde devlet, Halkevleri kanalıyla bütün ülkeye tiyatro ve müzik bilgisiyle
sevgisini aşılama politikasını uygulamaktaydı. Halkevleri koroları ve tiyatro
kollarında yetişen pek çok genç, konservatuar sinavlarına girerek toplumda
henüz yeterince saygınlığı olmayan “oyunculuk” ve “çalgıcılık” mesleklerine
girmeyi göze alıyorlardı.
Ülkedeki tek radyo olan Ankara Radyosu, hem Türk Müziği
hem de Batı Müziği bağlamında eğitici görevini eksizsiz uygulamaktaydı. Devlet
Konservatuarı hocaları radyoda hem program hazırlayıp sunuyor, icabında
yöneticilik hatta ton-meisterlik bile yapıyorlardı. Batı ile doğu müziği
üstadları arasında herhangi bir ayırım da yoktu. Cevat Memduh Altar’ın sunduğu İzahlı Müzik, Muzaffer Sarısözen’in
sunduğu Yurttan Sesler, Ruşen Ferit
Kam, Refik Ahmet Sevengil ve Mesut Cemil Tel gibi üstadların hazırladıkları Tarihi Türk Müziği gibi açıklamalı programlar,
veya Neriman Hızır’ın “Ayşe Abla” adıyla hazırladığı Çocuk Kulübü bu eğitimin birer parçasıydı. Radyo dışında dünya ile
hiçbir teması olmayan memleket insanının her alanda olduğu gibi müzik alanında
da eğitimi devlet tarafından düşünülmekteydi.
HARİKA ÇOCUKLAR YASASI
Büyük Millet Meclisi, devletin müzik devrimi politikasını,
7 Temmuz 1948 tarihli ve 5245 sayılı “İdil Biret veSuna Kan’ın Yabancı
Memleketlere Müzik Tahsiline Gönderilmesine Dair Kanun”u çıkartarak,
pekiştirmişti. Bu yasa ile devlet, üstün yetenekli çocuklarının en ehil ellerde
yetişmesini sağlamaktaydı. Yasa ile ilgili meclis müzakereleri sırasında bir
milletvekili tarafından yapılan eleştiriler arasında sonraki yıllarda çok sesli
batı müziğine, opera ve baleye yönelik giderek artan sıklıkla duyulacak olan
popülist söylemlerden belki de ilki tutanaklara geçmişti. “...burada Nümune
Hastanesi’nde dört tane insan bir yatakta yatarken, beş yaşındaki İdil Hanım’ı
Amerika’ya göndereceğiz. Ne öğrenecek Amerika’da? Piyano. Ne olacakmış? Deha
imiş efendim, deha imiş. Ben açım yahu, bana piyano lâzım mı?[18]
1945 VE SONRASI
Savaş bitmiş, savaş sırasında ülkemize sığınan yabancı
uzmanların çoğu Amerika’ya göçme, bazıları da Avrupa’ya geri dönme hazırlıkları
yapmaya başlamışlardı. Yabancı uzmanlar, bayrağı, on yıl gibi kısa bir süre
boyunca konsantre bir eğitim düzeni ve sistemiyle eğittikleri genç
müzisyenlere, opera ve tiyatro sanatçılarına bırakıyorlardı.
Ankara’da devlet eliyle yürütülen bu atılımlar ilk
meyvelerini verirken, kozmopolit bir sosyal dokuya sahip olan İstanbul’da Cemal
Reşit Rey’in önderliğinde gelişen ve İstanbullu elit kesimin desteklediği
Filarmoni Derneği kanalıyla uluslararası nitelikte bir müzik ortamı
yaratılmaktaydı. Rey yönetimindeki İstanbul Şehir Orkestrası ilk konserini 13
Aralık 1945 tarihinde Saray Sineması’nda vermişti. Saray Sineması’nda ayrıca
bir konser bürosu da kuruldu. “...Kontiya konser bürosu, bir sezon içinde
angaje ettiği on beş-yirmi solistle mukavele yapar, resitalleri kendi hesabına
verir, orkestra refakatindeki konserler ise Filarmoni abonman konserleri olarak
tertibedilirdi...”[19]
ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ
1946 yılı ilk demokrasiye geçiş denemesinin yapıldığı
yıldır. II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra dünya dengeleri değişmiş, savaş
boyunca Almanya, Sovyetler Birliği ve Müttefikler arasında dengeyi tutturma
politikası güden Türkiye yeni bir yol ayırımına gelmiştir. Tek şef, tek parti,
tek ideoloji devri kapanmış, çok partili sisteme zar zor geçilmiş ve Amerika’ya
ilk önemli yöneliş Missouri zırhlısının İstanbul boğazına demirlemesiyle
başlamıştır.
CHP, 1946 seçimlerini az kalsın kaybediyordu ve 1950
yılına kadar geçen dört yıl içinde bu hezimeti partinin ilerici kadrolarının
kusuru olarak gören gerici ve tutucu kesim partiyi ele geçirmişti. Hasan Âli
Yücel Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınmış yerine köy entitülerine ilk darbeyi
vuran ve imam hatip okulları açılmasına ön ayak olan gerici Reşat Şemsettin
Sirer getirilmiş, Sabahattin Ali, Devlet Konservatuarı’ndaki görevinden vekâlet
emrine alınmış yani işine son verilmişti. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Profesörlerinden Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif ve Behice
Boran’ın kürsüleri lağvedilmiş, kısaca onların da işine son verilmişti.
Halkevleri’nin ve Köy Enstitüleri’nin birer komünist yuvası olduğu savı ilk kez
bu dönemde ortaya atılmış ve bu iki önemli eğitim kurumunun da ölüm emri
verilmişti. Savaş öncesi ve savaş sırasında müzik politikamızı yönlendiren ve
uygulayan Alman uzmanların yerini başka uzmanlar almaya başlamıştı.
İlk bale okulunu, İstanbul’da Yeşilköy Pansiyonlu
İlkokul’nda İngiliz Krallık Balesi’nin kurucusu Dame Ninette de Valois
açıyordu.[20] Okulun öğretmenleri
İngilizdi. Bir zamanların ünlü İspanyol sopranosu Madam Elvira de Hidalgo[21]
ile 1949 yılında Ankara Devlet Konservatuarı şan uzmanı olarak sözleşme
yapılıyordu. Madam Hidalgo 1910 yılında New York’daki Metropolitan Operası’nda
Rossini’nin Sevil Berberi operasında
canlandırdığı Rosina rolü ile ün kazanmış, Enrico Caruso ile Verdi’nin
Rigoletto operasında Gilda rolünü canlandırarak aynı sahneyi paylaşmış dünya
çağında bir değerdi. 1933’den 1948’e kadar Atina Konservatuarı’nda şan dersi
veren Madam Hidalgo, bugün Maria Callas’ı yetiştiren hoca olarak tanınır opera
dünyasında.
1950’Lİ YILLAR
CHP’nin dört yıl süren çok partili sistem tecrübesi
içinde giriştiği gericilik yarışı işe yaramamış ve 14 Mayıs 1950’de Demokrat
Parti seçimleri kazanıp iktidara gelmişti. Demokrat Parti, başlarda toplumun
gözlerini sözde demokrasi ile kamaştırırken, kültür ve sanata bakışının
eskisinden epey farklı olduğunu kimse anlamadı. Hatta yeni kurulan Devlet
Tiyatrosu ve Devlet Operası sanatçıları devrin ileri gelenlerinin aşırı
iltifatlarına da mazhar olmaktaydılar.
Kimilerine göre Türk Operası 1950’li yıllarda altın
çağını yaşamıştı. Gerçekten de hem Hans Hörner[22]
gibi Alman, hem de Adolfo Camozzo[23]
gibi İtalyan şefler, Ankara Operası’nın en parlak günlerinin mimarlarıydı. Özellikle
Elvira de Hidalgo, Ankara Devlet Konservatuarı'nda Ferhan Onat, Suna Korat,
Müveddet Günbay, Işık Kurt gibi dünya çapında koloratur sopranolar yetiştirmişti.
İtalyan Bel Canto stilindeki operaları hem Ankara’da hem yurt dışında,
özellikle İtalya’da başarıyla yorumlayan sanatçılardı bunlar.
Hidalgo gibi savaş öncesinin “Prima Donna”larından biri
olan Giannina Arangi-Lombardi[24]
ise Leyla Gencer’i dünya sahnelerine hazırlamıştı. Ancak, Carl Ebert’in büyük
umutlarla yetiştirdiği ve II. Dünya Savaşı biter bitmez döndüğü İngiltere’deki
Glyndebourne Festivali’ne götürdüğü soprano Ayhan Aydan, Başbakan Adnan
Menderes’e aşık olunca, olası bir uluslararası kariyeri elinden kaçırmıştı.
1920’lerin sonu ile 30’lu yıllarda Almanya’ya gönderilen soprano
Semiha Berksoy, bariton Nurullah Şevket Taşkıran ve mezzo soprano Saadet
İkesus’un yıldızları Ebert’in ayrılmasıyla sönmeye yüz tuttu. Opera’da iktidar,
Ebert’in yetiştirdiği fakat görgü, yetenek ve birikim eksikliği yüzünden
Ebert’in yerini tutamayacak insanların eline geçmişti.
Ankara Devlet Konservatuarı’nda Amar, Marcowitz gibi
Alman uzmanlar 1950’li yılların sonuna kadar öğrenci yetiştirmeye devam
ettiler. Eduard Zuckmayer ise 1972’de vefat edene kadar Gazi Eğitim Enstitüsü
Müzik Bölümü’nün başında kaldı.
HELİKON DERNEĞİ
1950’li yıllar Bülent Arel[25]
ve İlhan Usmanbaş[26]
gibi ikinci kuşak bestecilerinin büyük bir dinamizm ile Ankara müzik hayatını
canlandırdıkları yıllardı. Arel ve Usmanbaş, 1940’lı yıllarda Ankara Devlet
Konservatuarı’nda bir yandan Akses, Saygun, Erkin gibi birinci kuşak bestecileri
ile çalışırken öte yandan Alman hocalardan da ders almışlardı. Onlar birinci
kuşak besteciler gibi Avrupa’ya gönderilmediler, ne öğrendilerse merakları
sayesinde öğrendiler. Savaş sonrası Avrupa’sının sanat ve müzik akımlarını çok
yakından, neredeyse günü gününe izliyor ve kendi estetik anlayışlarını
oluşturuyorlardı.
Helikon Derneği 1953 yılında kuruldu. Derneğin kurucuları
Bülent ve Rahşan Ecevit, Bülent ve Selma Arel, İlhan ve Atıfet Usmanbaş, ressam
Rasin Arsebük ve eşi Zerrin Arsebük’tü. Gazeteci Nilüfer Yalçın ile Handan
Selçuk, Helikon’un kurucu kadrosuna sonradan dahil olmuşlardı. Bülent Arel’in
kurduğu Helikon Yaylı Çalgılar Orkestrası ilk konserini 4 Ocak 1953’de
vermişti. Helikon Orkestrası’nın programlarında “Şef” Bülent Arel, Barok
dönemden 20. yüzyıl bestecilerine kadar uzayan bir yelpaze uyguluyordu.
Örnekse: 28 Mart 1954 tarihli konser, Corelli’nin bir Concerto Grosso’su ile başlıyor, Samuel Barber’in Serenade’ı ile devam ediyor, Vivaldi’nin
Viyolonsel Konçertosu ve
Sutermeister’in Divertimento’sundan
sonra Bülent Arel’in Bagatelle’leri,
Debussy’nin İki Prelüd’ü ve
Respighi’nin Antik Dansları ile sona
eriyordu. Şan ve Oda Müziği Konseri başlıklı bir başka Helikon Derneği
konserinde bu kez “piyanist” Bülent Arel, soprano Leyla Gencer’e Duparc,
Musorgski, Ravel, Cemal Reşit Rey, Bülent Arel ve Manuel de Falla şarkılarında eşlik
ediyordu. Haftanın belirli günlerinde İlhan Mimaroğlu, Usmanbaş ve Arel
açıklamalı müzik dinletileri düzenliyorlardı. Resim atölyesini Cemal Bingöl
yönetiyor, Eşref Üren, Arif Kaptan, Füreya Kılıç, Cemal Tollu hem ders veriyor
hem de konferanslar ve sergiler düzenliyorlardı.
Helikon Derneği’nin üç yıl süren başarısı ne yazık ki 6-7
Eylül 1955 olayları sonucu ortaya çıkan trajikomik suçlamalar dolayısıyla büyük
darbe yedi ve bir daha da kendine gelemedi. 6-7 Eylül’de özellikle İstanbullu
Rumların, ama genel olarak gayri müslimlerin evleri ve iş yerleri tahribedilmişti.
Sebep olarak Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atılması gösteriliyordu. Güya
halkın bu olay üzerine milli hisleri galeyana gelmişti. O zaman çekilmiş
fotoğralarda milli hisleri galeyana geldiği söylenen halkın yüzde doksanının
çapulcular ve yağmacılardan oluştuğu görülebiliyordu.
Bülent Ecevit, Gergedan Dergisi’nin Temmuz 1988 sayısı
için yazdığı “Helikon” yazısında, olayların arkasından hemen sıkıyönetim ilân
edildiğini, askeri mahkemeler kurulduğunu ve soruşturmalar başlatıldığını
anlatıyor ve “...o arada, olaylarla hiç ilgisi olmayan birçok başka dernek
gibi, Helikon da geçici olarak kapatıldı ve dernek yöneticileri bir gece yarısı
evlerinden alınıp, günlerce sorguya çekildi...” diyordu.
“Helikon” adı eski Helen yani Yunan mitolojisinden alındığı
ve Selanik de Yunanistan’da olduğunda göre bazı yetkililer düz mantık kurmuşlar
ve İstanbul’daki yağma olaylarının sorumluluğunu Ankara’da böyle işlerden hiç
haberi olmayan bir sanat derneğinin üstüne yıkabileceklerini ummuşlardı. Bülent
Ecevit’e göre sorgulamalar sırasında polisleri en çok zorlayan soyut ve
non-figüratif sanat konuları olmuştu.
Tabii, bu traji-komik sorgulamadan bir şey çıkmadı, hatta derneğin yeniden
açılmasına izin verildi ama üyelerin çoğunun hevesi kırılmış bir kere. Böylece
bu güne dek benzeri yenilenmemiş bir sanat ve müzik hareketi bağnaz politikalar
ve gericilik nedeniyle sona ermiş oldu.
ANKARA MÜZİK FESTİVALİ
1957 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk, Siyasal Bilgiler,
Dil-Tarih ve Coğrafya Fakülteleri öğrencilerinin kurdukları Üniversiteliler
Müzik Derneği, Ankara Müzik Festivali gibi
iddialı bir etkinlik düzenlemeye karar verdi.[27]
Festival broşürünün önsözünde şu satırlar yer alıyordu. “1948-50 yılları
arasında yapılan Türk-İngiliz Müzik
Festivalleri sayılmazsa, müzik tarihimizde Türk bestecilerinin eserlerinin
çalındığı toplu bir müzik olayına rastlanmaz... bu festival özellikle Türk
bestecilerinin eserlerini topluca sunabilmek için düzenlenmiştir. Programlarda
on beş Türk eseri yer almıştır. Gelecek festivallerde bu sayının daha da
artacağı umulabilir.”[28]
Konserler Büyük Tiyatro’da (şimdi Opera), Milli
Kütüphane’de, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde ve Devlet Konservatuarı’nda
veriliyor. Bu konserlerde Bülent Arel’in, sonraki yıllarda hiç çalınmayan Piyano ve Mezzo Soprano için Rilke Liedleri,
İki Piyano için Varyasyonlar, Yaylı Çalgılar ve Timpani için Passacaglia ve Füg
adlı eserlerinin yorumlandığı görülüyor. İhsan Künçer yönetimindeki
Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası konserinde klasik bando parçaları yanında
Refet Bey’in Askeri Alay Marşı da
çalınıyor. Ulvi Cemal Erkin’in Piyano
Konçertosu’nu eşi piyanist Ferhunde Erkin yorumluyor. Genç Türk Sanatçıları
konserini Pertev Apaydın yönetiyor, İlhan Usmanbaş’ın Keman Konçertosu’nu Ulvi Yücelen yorumluyor.
Gerçekten de 1958 ve 59 yıllarında tekrarlanan Ankara Müzik Festivali’nde sunulan Türk
eserleri sayısına sonraki yıllarda hiçbir ortamda ulaşılamadı. Ne var ki,
derneğin kurucuları üniversiteden mezun olduktan sonra bayrağı taşıyacak
müziksever ve idealist genç bulunamamış ve festival devam edememişti. Ancak üç
yıl süren bu etkinlik müzik tarihimizdeki müstesna yerini hep muhafaza etti.
1957’deki ilk Festival programında Bülent Arel, Ulvi
Cemal Erkin, Adnan Saygun, Bülent Tarcan ve İlhan Usmanbaş’ın eserlerine yer
verilmişti. Bu bestecilerin en yaşlısı henüz 50 yaşındaydı.
1958’de besteci sayısı artmış ve üçüncü kuşak
bestecilerinden Cenan Akın ile Muammer Sun programa girmişlerdi. Programlarda
ayrıca yine Bülent Arel’in 1. Senfonisi, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun ve
İlhan Usmanbaş’ın farklı eserleri yer alıyor. Bestecilere bu kez Ekrem Zeki Ün
ve Nevit Kodallı da katılıyordu. Festivalde caza da yer veriliyor ve “Erol
Pekcan Topluluğu” konserinin yanı sıra Caz Müzisyenleri Sergisi açılıyor ve
“tape” konseri, yani makara teyplere kaydedilmiş özgün ve özel müzik konseri
düzenleniyordu.
1959 yılında düzenlenen Ankara Müzik Festivali’ne katılan besteciler arasında yine Arel,
Erkin, Saygun, Kodallı ve Usmanbaş var. Bu bestecilere Muzaffer Arkan, İlhan
Baran, Kemal İlerici, Cemal Reşit Rey ve Adanalı besteci Yalçın Yüregir de katılıyor. Festival
kitapçığında Derneğin yeni başkan yardımcısının Ece Ayhan olduğu belirtiliyor.
Kurucu üyelere Özgen Sağun, Altan Soygüt ve Özcan Taylan’ın katıldığı
görülüyor.
Nevit Kodallı, Asaf Halet Çelebi, Erdoğan Tokmakçıoğlu,
Ümit Yaşar Oğuzcan, Cahit Külebi, Metin Eloğlu, Oktay Rıfat, Şinasi Nihat,
Mehmet Kemal, Sunullah Arısoy, Orhan Veli, Melih Cevdet ve Özdemir Asaf’ın
şiirleri üzerine şan ve piyano için Garib
Şiirler Albümü’nü bestelemiş, Bas Hilmi Girginkoç'a besteci ve piyanist
Nevit Kodallı eşlik ediyor.
İlhan K. Mimaroğlu da besteci olarak ilk kez halk
karşısına 1959’da çıkıyor. Gereksiz
Parçalar (1956) ile solo klarinet için Monolog
(1958) adlı eserleri festival programına alınıyor. Metin And “Türk Halk Danslarının
Sahneye Uygulanması” konulu bir müzikli açıklamalı konferans veriyor.
Üniversite gençliğinin politik açıdan aktif ve duyarlı
olduğu yıllardı bu yıllar. Nitekim 1960 cuntası, arkasına üniversite camiasının
gücünü ve rüzgârını alarak cesaretlenmişti bir bakıma. Öte yandan, üniversite
gençliğinin kültür ve sanata merakı da hatırı sayılır derecede güçlüdür 1950’li
yıllarda. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın DTCF salonunda verdiği
açıklamalı Cumartesi konserleri hıncahınç dolar. Öğrenciler pencere içlerine,
kaloriferlerin üstlerine tüneyerek konser dinlerler.
1950’Lİ YILLARDA İSTANBUL VE İZMİR
Başkentin durumu bu merkezdeyken İstanbul’da çok faal
olan Filarmoni Derneği müzik hayatının dinamosu görevini üstlenmiştir. 1945
yılında kurulan dernek, 1948’de Filarmoni
dergisini çıkarmaya başlar. Dergiyi yazar Burhad Arpad, batıdaki örnekleri
düzeyine çıkarmış, yazarları arasına Vedat Nedim Tör, Nadir Nadi, Fikri
Çiçekoğlu, Seyfettin Çürüksulu, Faruk Yener, Orhan Borar, Cemal Reşit Rey gibi
sanat ve kültür dünyasının kremasını katmıştı.
1953'de İstanbul Filarmoni Derneği'nin Yaylı Çalgılar Oda
Orkestrası kuruldu. Orkestrayı Cemal Reşit Rey yönetiyordu. Muhittin Sadak[29]
ise koro ve vokal müzik toplulukları kurup yönetiyordu bu yıllarda. Ne var ki
İstanbul Filarmoni Derneği, 1960 ihtilâlından dolaylı olarak olumsuz etkilendi.
İstanbul Belediyesi'nin başına gelen asker belediye başkanlarının yaptıkları
ilk iş kendilerine bağlı olan sanat kurumları ile uğraşmak oldu. 1950'li yıllar
boyunca dernekle işbirliği halinde konserler veren İstanbul Şehir Orkestrası'nın
bağımsızlığı, İstanbul Belediyesi tarafından elinden alındı. Orkestranın dernek
konserlerine katılması istenmedi. Zaten askerlerin derneklere de alerjileri
vardı malum. Doğal olarak bu durum Kontiya'nın konser angajmanlarını da
baltaladı. İstanbul'a davet edilen dünya çapında müzisyenler orkestra ile
konser veremeyince Kontiya da zarar etmeye başladı. Ayrıca, hem geniş sosyal
çevresi hem de sanatçı kişiliği ile derneğin en etkin kişisi olan ressam Frumet
Tektaş'ın zamansız ölümü, İstanbul Filarmoni Derneği'nin altın döneminin sona
ermesinin en önemli nedenlerinden biri oldu. [30]
İzmir'e gelince: İzmir Müzik Okulu 1954 yılında
kurulmuştu. Okulun ilk müdürü besteci ve obuacı Orhan Barlas, İzmir Filarmoni
Orkestrası'nın da kurucusuydu. Prof. Önder Kütahyalı bu okulun ve konservatuarın
kuruluş öyküsünü şöyle anlatıyor:
"Müzik
Okulu"nda Eğitim, Ortaokul ve Lise öğrencilerine yönelik Piyano, Keman ve
Ses Eğitimi kurslarından oluşuyordu. Solfej ve Uyum Bilgisi (Armoni) dersleri
de okutulmaktaydı. Müdür Orhan Barlas ile birlikte okulda şu öğretmenler görev
yapmaktaydı:
Seride Barlas: Piyano,
Madam Marta Amati: Keman,
Nazime Aybirtek: Ses Eğitimi,
Şahap Ruhselman ve Muzaffer Uz: Solfej.
Bu değerli sanatçılar, hem Müzik Okulu''nun hem de Konservatuar''ın kurucularıdır; hocalarımızı saygıyla anıyoruz.
Orhan Barlas, amatörlerden oluşan Senfoni Orkestrası'nı geliştirerek, yılda on dolayında dinleti verebilir duruma getirdi. Ayrıca spor salonu okulun bünyesine alınarak onarıldı ve dinleti salonuna dönüştürüldü. Düğün salonu da okula katıldı ve çalışma yeri olarak kullanıldı. Böylesine olumlu gelişmelerin ve kurslara katılan öğrencilerde görülen başarının mutlu sonucu olarak 1958 yılında "Müzik Okulu"na "Konservatuar" statüsü verilmesi kararlaştırıldı. 1958-59 ders yılı başında yapılan sınavla okula beş öğrenci alındı ve 26 Aralık 1958'de düzenlenen küçük bir törenle "İzmir Devlet Konservatuarı" resmen açıldı. "[31]
Seride Barlas: Piyano,
Madam Marta Amati: Keman,
Nazime Aybirtek: Ses Eğitimi,
Şahap Ruhselman ve Muzaffer Uz: Solfej.
Bu değerli sanatçılar, hem Müzik Okulu''nun hem de Konservatuar''ın kurucularıdır; hocalarımızı saygıyla anıyoruz.
Orhan Barlas, amatörlerden oluşan Senfoni Orkestrası'nı geliştirerek, yılda on dolayında dinleti verebilir duruma getirdi. Ayrıca spor salonu okulun bünyesine alınarak onarıldı ve dinleti salonuna dönüştürüldü. Düğün salonu da okula katıldı ve çalışma yeri olarak kullanıldı. Böylesine olumlu gelişmelerin ve kurslara katılan öğrencilerde görülen başarının mutlu sonucu olarak 1958 yılında "Müzik Okulu"na "Konservatuar" statüsü verilmesi kararlaştırıldı. 1958-59 ders yılı başında yapılan sınavla okula beş öğrenci alındı ve 26 Aralık 1958'de düzenlenen küçük bir törenle "İzmir Devlet Konservatuarı" resmen açıldı. "[31]
27 MAYIS VE 60'LI YILLAR
Öte yandan Ankara ve
İstanbul'da 1960'lı yılların başlarında müzikte çağdaşlığı yakalamaya yönelik
çalışmalar yoğunluk kazanır. Türkiye Radyo Televizyon kurumunun BBC örnek
alınarak özerk bir yayın organı olarak kurulması umut vericidir. Faruk Güvenç[32],
1956 yılında Ankara Radyosu'na batı müziği programcısı ve ton-meister olarak
atanır ve kısa zamanda müzik yayınları şefliğine yükselerek bir dizi atılımın
yaratıcısı konumuna gelir. 1962'de müzik üzerine düşünmeye olağanüstü
hareketlilik getiren "Opus" dergisini çıkarmaya başlar.
Aydın Gün, 1961 yılında
İstanbul Belediyesi'ne bağlı Şehir Operası'nı kurar. Operanın kurulması
İstanbul Şehir Orkestrası'nın zayıflamasına neden olmuştur. Orkestrada uzun
yıllar birinci keman grubu üyesi olan Dr. Erdoğan Saydam, bu zayıflamanın
nedenlerini şöyle açıklar:
"1961
yılında belediyeye bağlı olarak kurulan Şehir Operası, Şehir Orkestrası'nda yer
alan 30 kadar yetenekli müzikçiyi kendi kadrosuna çekti. Ayrıca orkestranın
daimi şefi Cemal Reşit Rey ve 25 kadar orkestra üyesi emekliliklerini
istediler. Adeta konser verilemeyecek hâle gelindi..."[33]
İstanbul'da bu tür
olumsuzluklar yaşanırken Ankara, müzik konusunda iktidarı elinde tutmaya devam
ediyordu. 1959 yılında Rockefeller Vakfı'nın bursu ile Amerika Birleşik
Devletleri'ne giderek, New York'daki Columbia-Princeton Elektronik Müzik
Merkezi'nde elektronik müzik alanında öncü çalışmalar yapan Bülent Arel, 1962
yılında yurda döndü ve TRT Ankara Radyosu Batı Müziği Yayınları şefliğini üstlendi.
1964'de TRT Madrigal Korosunu kurdu. Öte yandan da Ortadoğu Teknik Üniversitesi
müzik kulübünde öğrencilerle koro çalışmaları yapmaya başladı.
Faruk Güvenç, 1965 ile
1967 yılları arasında TRT'nin çağdaş bestecilere eser ısmarlamasına yönelik
çalışmalarıyla büyük bir hizmet gerçekleştirmişti. Ismarlanan eserler icra ediliyor
ve TRT tarafından kaydediliyordu. Ulvi Cemal Erkin'in Konçertant Senfoni (1965) ve Senfonik
Bölüm (1967) başlıklı eserleri, İlhan Usmanbaş'ın Kurtuluş Savaşı Adına Bölüm (1965-66), TRT siparişlerinden sadece
birkaç örnek olarak verilebilir.
1970 VE SONRASI
20. yüzyılın ilk
yarısında dünyaya gelenler için bundan sonrası yakın tarih sayılır. 1968
olayları. 12 Mart cuntası. Yeniden altüst olan toplumsal ve kültürel hayat.
1970'li yıllar aynı zamanda çoğu müzisyenin Ankara'dan İstanbul'a göç
yıllarıdır. Göç nedenlerinden biri eğer Ankara'nın kirli havasıysa, bir başka
neden de Ankara'daki siyasi havanın ağırlığıdır. Ankara'daki bu olumsuz
gelişmelere karşın İstanbul Müzik yaşamı 1970'lerde birdenbire hareketlenir.
Atatürk Kültür Merkezi açılır. İstanbul Şehir Operası, 1969-70 sezonunda
İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne dönüşür. Şehir Orkestrası, 1972 yılında
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası olur. Devlet kadrolarına kavuşan eski
belediye sanatçıları bir süre için rahat nefes alırlar. Ne var ki her iki kuruma
da amatör bir ruhla yıllarını vermiş olan Gayri Müslim vatandaşlara birer
ikişer yol görünür. Yeni statüler amatörleri bünyesinde barındırmak istemez. Oysa
İstanbul'un renkli müzik ortamı o amatörler sayesinde onca yıl yaşamıştır.
Artık kimin "âhı"
tuttuysa, Atatürk Kültür Merkezi yanar. Sabotaj mı, yoksa binayı paylaşan
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Cüneyt Gökçer ile İstanbul Devlet Operası
Müdürü Aydın Gün'ün birbirleriyle çekişmelerinden kaynaklanan görev karışıklığı
ve ihmali dolayısı ile mi yandı tam açıklığa kavuşamaz. Tabii ki, yangından
sorumlu tutulanlar yine bir kaç talihsiz itfaiye memuru ile o günlerin terör
ortamında yakalanan olağan şüpheli devrimcilerdir. Onlar da uygulanan işkence
sonucu binayı yaktıklarını "itiraf" ederler.
Ankara'dan İstanbul'a göç
eden müzikçilerin de takviyesi ile 1971-72 ders yılında İstanbul Devlet
Konservatuarı Fuat Turkay'ın[34]
çabalarıyla kurulur. Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Cevat Memduh Altar
gibi müzik devriminin hayatta kalan ağır topları İstanbul Devlet
Konservatuarı'nda buluşurlar. Kısa zamanda Bülent Tarcan ve İlhan Usmanbaş da
katılır öğretmen kadrosuna.
1970'li yılların müzik
hayatımız açısından önemli atılımlarından biri de İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı'nın kurulmasıdır. Vakfın kurucuları arasında en başta Nejat F.
Eczacıbaşı, Cevat Memduh Altar ve Büyükelçi Muharrem Nuri Birgi'yi saymalı ve rahmetle
anmalıyız. Cumhuriyet'in 50. yılı kutlamalarının en anlamlısı hiç kuşkusuz bu
vakfın büyük bir profesyonellik, bilgi ve enerjiyle oluşturduğu ve bugüne dek yaşayan İstanbul Festivali'dir.
1977 yılında ise TRT
Ankara Oda Orkestrası gibi uluslararası niteliklerle donanmış bir topluluk
kazanmıştı müzik dünyamız. Suna Kan, Faruk Güvenç ve Gürer Aykal üçlüsünün
inisiyatifleri ile kurulan ve kısa zamanda hem yurt içi hem de yurt dışında ün
yapan bu topluluk ne yazık ki İstanbul Festivali kadar uzun ömürlü olamadı.
Faruk Güvenç'in ölümü, Gürer Aykal'ın eşi koreograf Duygu Aykal'ın hastalığı
dolayısıyla yurt dışına gitmesi bu orkestranın dağılmasına yol açtı. Ne var ki
TRT Ankara Oda Orkestrası, müzisyenlere kendi başlarına topluluklar kurma
konusunda örnek oldu ve özel kuruluşların da böyle müzik toplulukları kurmaya
heves etmelerine yol açtı.
1980 sonrasını ise
çoğumuz biliyoruz. 12 Eylül 1980 darbesi ve Turgut Özal sonrası Türkiye'sindeki
tüm olumlu ve olumsuz gelişmelerin, soğuk savaşın bitimiyle ortaya çıkan yeni
gerçeklerin, dünyadaki hızlı teknolojik atılımların müziğimize yansımaması
düşünülemezdi. 1980 sonrası kültür ve sanat hayatımızı “kültür endüstrisi”
bağlamında bir bütün olarak ele alarak ameliyat masasına yatıracak gözü pek
araştırmacılara gereksinimiz var. Müziğimizin yakın tarihini incelemek ve
yansız bilimsellikle irdelemek bundan böyle YÖK yasası ile Üniversiteleşen
Konservatuarlarımızın Müzikoloji Bölümü mezunlarının aslî görevlerinin en
önemlisi olacaktır kuşkusuz.
[1] (1902-1995)
[2] (1909-2007)
[3] (1911-1972)
[4] (1906-1966)
[5] (1899-1968),
[6] (1910-1992)
[7] (1910-1987)
[8] (1901-1955)
[9] Gökyay, Orhan Şaik,
“Ankara Devlet Konservatuarı Tarihçesi” Güzel
Sanatlar Dergisi, sayı: 3, sayfa: 49, Ankara, Ekim 1941.
[10] Licco veya Liko Amar (d. Budapeşte 1891-ö. Freiburg 1959)
Osmanlı Musevi tebaasından Macaristan doğumlu kemancı. Berlin Filarmoni
Orkestrası Başkemancısı, 1915. “Amar Kuartet”i kurucusu 1921-1929. Üyeler:
Amar: I. keman, Walter Caspar: II: keman, Paul Hindemith: viyola, Mauritz
Franck: viyolonsel.
[11] Avusturyalı besteci ve
eğitimci, Necil Kâzım Akses’in hocası.
[12] Alman besteci (d. Hanau 1895-ö. Frankfurt 1963)
[13] Alman tiyatro ve opera rejisörü (d. Berlin 1887-ö. Santa
Monica, California 1979)
[14] Laszlo, Filiz Ali,
“Atatürk ve Ankara Devlet Konservatuarı’nın Kuruluşu”, Atatürk Türkiye’sinde Müzik Reformu Yılları, Filarmoni Derneği
Yayınları, İstanbul 1982.
[15] (1881, Nagyszentmiklós - 1945, New York)
[16] Alman piyanist, müzik eğitimcisi,
Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü Başkanı ( 1890, Nackenheim-1972, Ankara)
[17] (1880, Berlin
-1946, Ankara)
[18] Birkan, Üner, İdil Biret’e Armağan, sayfa 22, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı
Yayınları, Kasım 1997, Ankara.
[19] Tacar, Ali Emel, “Şehir Orkestrası’nın
ve Filarmoni Derneği’nin Kuruluşu”, Atatürk
Türkiye’sinde Müzik Reformu Yılları, Filarmoni Derneği Yayınları, İstanbul
1982.
[20] 6 Ocak 1948.
[21] (1892, Aragon -1980, Milano)
[22] Alman Orkestra Şefi. (d. Münih 1903- ö. Münih 1968)
1948-55 yılları arasında Ankara Devlet Operası ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası şefliğini yaptı.
[23] 1949’da Ankara Devlet
Operasına orkestra ve koro şefi olarak atanan İtalyan Orkestra şefi. (d.
1910-ö. Bergamo 1977)
[24] İtalyan soprano
(1891, Marigliano -1951, Milano) 1924-1930 yılları arasında Milano Scala
operasında Toscanini ile çalıştı. 1947’de Ankara operasına şan uzmanı olarak
atandı. Leyla Gencer’in hocasıydı. Ölümünden kısa bir süre önce İtalya’ya
döndü.
[25] Bülent Arel ( 23 Nisan
1919, İstanbul - 24 Kasım 1990, New York) besteci, piyanist ve elektronik
müzikte öncü.
[26] İlhan Usmanbaş (28 Eylül 1921, İstanbul)
[27] ÜMD kurucuları arasında
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Filiz Alkor (sonradan Büyükelçi Filiz Dinçmen),
Sezer Birsel (sonradan Üner Birkan ile evlendi ve Sezer Birkan oldu), Hukuk
Fakültesi’nden Güler Ürgen (ressam Güler Gönlübol), Oğuz Onaran (piyanist,
sonradan Prof. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi eski Dekanı, sinema
ve müzik tutkunu akademisyen), Ziya Arıkan (TRT İnceleme-Araştırma
danışmanlığından emekli), Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden Sunuk Pasiner
(sonradan Koç Grubunda Basın ve Halkla İlişkileri yürüttü) vardı.
[28] Ankara Müzik Festivali,
Üniversiteliler Müzik Derneği, Güney Matbaası-Ankara 1957
[29] Muhittin Sadak (d. 1900-ö. 1982 İstanbul)
Viyolonselist, ve koro şefi. 1923'de Darülelhan korosunu kurdu. 1944'de bu koro
İstanbul Belediyesi Korosu adını aldı. 1959'da İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda opera denemelerine
başladı. İstanbul Şehir Operası'nın ve Devlet Operası'nın kurulmasına katkıda
bulundu.
[30] 1962.
[31]Prof. Önder Kütahyalı,
"Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı Kuruluşu ve Gelişimi",
DEÜ internet sitesi.
[32] Faruk Güvenç (1926,
Ankara-1982 , Ankara) Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası viyola grubu üyesi, müzik
eleştirmeni, TRT Ankara Radyosu müzik program yapımcısı, müzik yayınları şefi.
[33] "Müzik Değişimi Yıllarında İstanbul", Atatürk Türkiye'sinde Müzik Reformu Yılları,
sayfa 41, Filarmoni Derneği Yayınları, İstanbul 1982.
[34] Fuat Turkay, (1907-2000) Piyanist, 1948-62 yılları arasında
Ankara Devlet Konservatuarı piyano
öğretmeni ve müdürü.
www.dueguensalonu-nrw.de
YanıtlaSilReiseinformationen über Türkei.
YanıtlaSilwww.fethiyee.de
www.alanyaa.de
www.nevsehir-kappadokien.de
www.izmir-türkei.de
www.belek-tuerkei.de
www.istanbul-marathon.de
www.tunis-tunesien.de
www.griechenland-foto.de
www.side-turkei.de