18 Temmuz 2010 Pazar

ISTANBUL’DAN GEÇEN BİR MÜZİK SİHİRBAZI- NICOLAS SLONIMSKY (1894-1995)


1988 mayısında Leningrad’daki Uluslararası Müzik Festivali’ne katılmıştım. Hergün sabah, öğlen, akşam, aralıksız bir konserden ötekine otobüslerle taşınıp duruyorduk. Bizim kaldığımız Leningrad Oteli’nden konserlere giderken otobüste devamlı karşılaştığım ufak tefek, son derece sevimli bir ihtiyarcık vardı. İhtiyarcık, festivalin maskotuydu sanki; herkesi tanıyor, herkesle şakalaşıp duruyordu. John Cage ile canciğer kuzu sarması, Luciano Berio ile enseye tokat, tüm Sovyet bestecilerinin ağır toplarıyla bir samimiyet ki sormayın girsin... Leningrad besteciler Birliği yöneticilerinden Sergei Slonimsky en nihayet bizi tanıştırdı: “Amcam Nicolas Slonimsky. Kendisini mutlaka tanırsınız, ama onun İstanbul maceralarını kalıbımı basarım ki bilmiyorsunuzdur!” Bu sözlerin ardından bizim 93 yaşındaki ihtiyarcık, yaşından umulmayacak muziplikte pırıldayan gözlerini kırpıştırarak, “Simit iki buçuk kuruş” demez mi açık seçik bir Türkçeyle.

Ayaküstü kısa konuşmamız sırasında kitapları, müzik sözlükleri, makaleleri ile ilk kez 1960’ların başında Boston’da tanıştığım o ünlü piyanist, besteci, orkestra şefi ve müzik sözlüğü yazarı Nicolas Slonimsky’nin bu Nicolas Slonimsky olduğunu anlayacak ve ufak bir sevinç şoku yaşayacaktım. Charles Ives, Henry Cowell, Edgar Varése, Igor Stravinsky, Aaron Copland, George Gershwin, Leonard Bernstein, John Cage gibi yüzyılımızın önemli öncü bestecilerinin eserlerini daha kimseler doğru dürüst tanımazken, hatta kimini reddederken, konser programlarına alan ve hem Amerika hem de Avrupa’da tanınan cesur adam demek ki bu ufacık,
beyni kafatasına sığmayan, gözlerinden zeka ve deha fışkıran 93 yaşındaki yaramaz çocukmuş.

Nicolas Slonimsky anılarını 1988 yılında “Perfect Pitsh, A Life Story” başlığı altında yayımladı. Anılarının ilk cümlesi, kitabın başlığını da açıklayıcı nitelikte.

“Altı yaşına geldiğimde annem bana bir dâhi olduğumu söyledi. Bu açıklama beni hiç de hayrete düşürmemişti. Yaşım küçüktü, ama hem anne hem de baba tarafından dâhileri bol bir aileden geldiğimin farkındaydım.”
Çok erken yaşlarda, duyduğu her sesin hangi nota olduğunu söyleyebilen Slonimsky, teyzesi ünlü piyano pedagogu Isabelle Vengerova’nın kanatları altında piyano dersleri almaya başlamış. Harika çocukluk sadece müzikle de sınırlı kalmamış; matematikte de, dilbilimde de, fen ve edebiyat konularında da üstünlüğünü kısa zamanda çevresine kabul ettiren Slonimsky, kabına sığamaz olmuş.

“1894’te Saint Petersburg’da doğdum. 1918’de Petrograd’ı terkettim. 1935’teyse Leningrad’a geri döndüm” diyen Slonimsky, yüzyılımızın ilk yıllarında üç kez isim değiştiren bu hayaller şehri ile olan duygusal bağlarını hiç yitirmemiş bunca yıl.

Slonimsky ailesi önce 1. Dünya Savaşı ve ardından Ekim Devrimi sırasında darmadağın oluyor. İki erkek kardeşi Alexander ve Michael Rusya’da kalıyorlar. Kızkardeşi Julia ve annesi, önce Paris’e oradan da Amerika’ya göç ediyor. Nicolas ise 1920’de “...ne Beyaz, ne Kızıl, ne de Yeşil Rusların tarafını tutmaya niyeti olmadığından...” selâmeti Yalta’dan demir alan bir Türk gemisine binip İstanbul’a doğru yola çıkmakta buluyor. Cebinde metelik yok, ayakkabılarının altı delik.

İstanbul’daki ilk işi, Beyaz Rus dansçılarının kurduğu bir bale stüdyosunda piyanistlik. Aradan biraz zaman geçtikten sonra bir
Rus lokantasında, belki de Rejans’ta sadece 5 lira maaş, borş çorbası, kotlet ve tatlısıyla mükellef bir akşam yemeği, üstüne üstlük bahşişler karşılığı piyano ile yemek müziği yapmaya başlıyor. Lokanta ve sinemalarda piyano çalarak kazandığı paralarla kendine üstbaş edinen, doğru dürüst karnını doyurmaya başlayan Slonimsky, bir süre sonra hayattaki asıl amacının bestecilik olduğunu anımsayarak, günün modasına uyan ilk bestesini bir matbaada bastırıp çoğaltıyor: “Valse Bosphore”. İlk bestesinin kazandığı başarı üzerine yeni besteler çorap söküğü gibi birbirini izliyor: “Yok, Yok Efendi” fokstrotu, “Dance du Bairam”, “Dance du Faux Orient...”

Piyanistlik, bestecilik derken karnı doyan Nicolas, bu sefer de bir Rus balerine aşık oluyor ve onun peşinden önce Sofya’ya, 1921’de de Paris’e gidiyor. Paris o yıllarda Rus göçmenleriyle dolup taşmakta. Prensler otel kapıcısı, dükler taksi şoförü. Nicolas Slonimsky, bir süre ünlü Rus bas Chaliapin’in piyanistliğini, orkestra şefi Sergei Koussevistzky’nin asistanlığını yaparak Paris’te tutunmaya çalışıyorsa da, 1923’de Rochester/New York’daki Eastman Müzik Okulu’ndan gelen bir teklifi kabul ederek ABD’ye ayak basıyor.

1947 BOSTON
Slonimsky’nin bu son göçten sonraki yaşamında ilk önce hızla yukarıya, yıldız orkestra şefi olmaya yönelik bir tırmanış göze çarpıyor. Koussevitzky ve Boston Senfoni Orkestrası ile yakın ilişki yanında 1920’li yılların “çağdaş müzik havarisi” rolünü de üstleniyor Slonimsky. Ancak bu arada bin bir zorlukla öğrendiği İngilizcede de iddialıdır artık ve İngilizce yazılmış tüm müzik sözlüklerinde dünya kadar kusur bulmakta, yanlışları bir bir ortaya çıkarmaktadır. Piyanist, besteci, orkestra şefi, piyano pedagogu, modern müzik öncüsü gibi kariyerlerine bir de müzik sözlükçülüğü katılır böylece ve ünlü Baker’ın “Biyografik Müzisyenler sözlüğü’nün yazımını ve editörlüğünü üstlenir. Slonimsky’nin kitabını zevkle okutan bir başka özelli de, esprili dedikodu dozunun tam kıvamında olması.

Nicolas Slonimsky’nin kitapları:

Music Since 1900 (1937) Music of Latin America (1945) The Road to Music (1947)
Thesaurus of Scales and Melodic Patterns (1947) A Thing or Two About Music (1948)
Lexicon of Musical Invective (1952) Lectionary of Music (1988) Perfect Pitch: A Life Story (1988, anılar)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder