5 Temmuz 2010 Pazartesi

KARL CZERNY İLE BAŞLAYAN, ARTHUR SCHNABEL’İN SÜRDÜRDÜĞÜ, 95 YAŞINDAKİ PİYANİST FRANK GLAZER’LE DEVAM EDEN BEETHOVEN GELENEĞİ




Karl Czerny, Viyana’da 1791’de doğdu, yine Viyana’da 1857 yılında öldü. Beethoven’ın hem öğrencisi hem de arkadaşıydı Czerny. Piyano dersleri almaya başlayan her küçük piyanist adayı, öğreniminin ilk yıllarını Czerny’nin “Etude”leri ile geçirir. Ne var ki aynı küçük öğrenci, Czerny’nin Beethoven’la yakınlığı dolayısıyla Viyana klasik stilini kendinden sonra gelen kuşaklara öğrencileri kanalıyla aktardığını pek bilmez.

Beethoven’ın piyanistlik mirasını Czerny iki önemli öğrencisine geçirmişti. Bunlardan biri Franz Liszt, öteki de Leschetizky idi. Theodor Leschetizsky Polonya’da doğmuş, Saint Petersburg Konservatuarı’nda yetişmiş, sonradan Viyana’ya yerleşerek Czerny’nin öğrencisi olmuştu. Leschetizky tarihe piyanistliği ile değil, Paderewsky, Arthur Schnabel, Ignaz Friedman ve Osip Gabriloviç’in hocası olarak geçmişti. Paderewsky, Friedman ve Schnabel (1882-1951) müzik tarihinin efsaneleşmiş piyanistleridir. Oysa 1878’de St. Petersburg’da doğup 1936’da Detroit’te ölen, 20. yüzyılın ilk yıllarında Avrupa ve Birleşik Amerika’nın büyük kentlerinde verdiği konserlerle hatırı sayılır bir ün kazanan, 1909’da Mark Twain’in kızı Clara Clemens ile evlenip Amerika’ya yerleşen Ossip Gabriloviç çoktan unutuldu.

Gelelim Schnabel’e. Leschetizky ile yedi yıl piyano çalışan Schnabel, ilk konserini sekiz yaşında Viyana’da vermişti. Bütün kariyeri boyunca hocasının Beethoven’in öğrencisi olmasının getirdiği avantajdan yararlandı. Schnabel, özellikle Beethoven ve Schubert yorumlarıyla dinleyenleri hayran bırakırdı. 1925’te Berlin Devlet Akademisi’nde dersler vermeye başladığında bir yandan da dünya çapında kariyerini devam ettiriyordu. Öğrencileri arasında Clifford Curzon, Rudolf Firkusny, Leon Fleisher, Carlo Zecchi ve Frank Glazer vardı. Bu öğrencilerin hepsi savaş sonrasında 20. yüzyılın belli başlı konser piyanistleri olarak tanındılar.

Frank Glazer’ın ilk piyano hocası Jacob Moerschel de Viyana’da Leschetizky ile çalışmıştı. Moerschel, ölüm döşeğinde öğrencisi Frank Glazer’a, Berlin’e gidip orada Arthur Schnabel’i bulmasını ve mutlaka piyano çalışmalarını Schnabel ile sürdürmesini vasiyet etmişti. Glazer, 1932 yılında hocasının vasiyetini gerçekleştirmesine olanak sağlayan iki iş adamının maddi desteğiyle Berlin’e ayak bastı. On yedi yaşındaydı ve Berlin’de Schnabel’den başka kimseyi tanımıyordu. Bir yıl boyunca çok hızlı bir repertuar çalışmasına girerek çevreye uyum da sağlayan Glazer, ne yazık ki Almanya’nın son hızla felakete sürüklenmesinden etkilenecekti.

Nitekim, 1933 yılında Hitler’in Nasyonal Sosyalist Partisi iktidara gelince tehlike çanları çalmaya başlamıştı. Reichstag yangını ile birlikte Nazi terörü tırmanmaya başlamış, Arthur Schnabel gibi Yahudi asıllı olsun olmasın nice anti-Nazi’nin artık Almanya’da yaşama olanağı kalmamıştı. Hitler’in iktidara gelmesinden üç ay gibi kısa bir süre sonra Schnabel, İtalya’ya Como Gölü civarına taşınmak zorunda kaldı. Frank Glazer’e de hocasıyla birlikte İtalya yolu görünmüştü.
Schnabel konser piyanistliği ile eğiticiliği birlikte sürdürebilen ender müzisyenlerden biriydi. Öğrencilerine Leschetizky’nin kendisine verdiği öğüdü tekrarlardı hep: “Sadece piyanistlikle yetinmeyin, herşeyden önce iyi müzisyen olun!”. Frank Glazer, hocasının öğüdünü dinleyen ve Haydn’dan başlayarak, Beethoven, Czerny, Leschetizky ve Schnabel yoluyla kendisine kadar uzanan zincirin son halkalarından biri olarak birikimini ve bu mirası uzun ömrü boyunca kendi öğrencilerine taşıdı. Geleneği sürdüren bir başka hoca olan Maria Curcio ise 2009’da 90 yaşında öldü.
Frank Glazer ile ilk kez 1957 yılında Ankara’da tanışmıştım. Ankara Devlet Konservatuar’ında piyano öğrencisiydim. İngilizcem iyi olduğundan Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın Amerikalı şefi Robert Lawrence’in çevirmenliğini ve sekreterliğini yapmam istenmişti. Her sabah orkestra provalarına gidiyor, Robert Lawrence ile orkestra elemenlarının birbirlerine söylediklerini mümkün olduğunca yumuşatarak çevirmeye çalışıyordum. Her hafta yeni bir solistle tanışmak, onları provalarında izlemek ve dinlemek benim için heyecanlı olduğu kadar yararlı bir deneyimdi. Frank Glazer CSO ile vereceği konserde Brahms’ın 2 numaralı si bemol majör piyano konçertosunu çalacaktı. Daha ilk provada büyük bir piyanist ile karşı karşıya olduğumuzu hepimiz farketmiştik. Çok candan ve alçak gönüllü bir insan olan Glazer ile dost olmamak imkânsızdı. Benim Amerika’ya gitmek isteğimi ciddiye almış ve yardımcı olmanın yollar aramıştı. New York’a gider gitmez ilk aradığım kişi de Frank Glazer olmuştu. 1988’de, yani tanışmamızdan yirmi yıl sonra talihin garip bir cilvesi olarak Venedik’te karşılaştık. La Fenice’nin konser serisinde resital verecekti. Konserden sonra otantik bir Venedik lokantasına gidip otantik Venedik mutfağının leziz yemeklerini tadarak, aradan geçen yirmi yılın bilançosunu çıkarmıştık.

1989’da yeni açılan Cemal Reşit Rey Konser Salonunun Sanat Yönetmeni olunca ilk aklıma gelen müzisyenlerden biri Frank Glazer olmuştu. Beni kırmadı ve 6 Aralık 1990’da CRR’de Haydn, Beethoven ve Brahms’ın eserlerinden oluşan müthiş bir resital verdi. Ertesi gün de piyanistler için bu repertuarı analiz eden bir atölye çalışması yaptı. İstanbul’a eşi Ruth ile gelmişti Frank. Ruth da kocası gibi dost canlısı, dinamik bir insandı. 1952’de evlendiklerinden beri kocasının menajerliğini ve sekreterliğini yürütüyordu. 1990’dan 2006’daki ölümüne kadar her yılbaşı bana tebrik kartı atmayı ihmal etmedi. Frank Glazer, Ruth öldükten sonra ciddi bir by-pass ameliyatı geçirdi ama ona sorarsanız bu ameliyattan sonra kendini daha genç ve dinç hissediyordu.
1915’de Wisconsin’de doğan Frank Glazer şimdi 95 yaşında. 2010 yılının Ocak ayında başladığı Beethoven Sonatları seri konserlerinin sonuncusunu 6 Nisan’da verdi. 95 yaşında Beethoven’in 32 Sonatı’nın tümünü Frank Glazer gibi çalabilecek bir ikinci piyanist dünyaya şimdiye kadar gelmedi. Glazer, bu yaşta piyano repertuarının çetin eserlerini çalabilmesinin sırrını şöyle açıklıyor:

“İkinci Dünya Savaşı sırasında 1943 ile 1945 yılları arasında ordudaki görevim Avrupa’da Almanca ve Fransızca çevirmenlikti. Bu süre içinde piyano ile hiç ilişkim olmadı. Savaştan sonra eski kondüsyonuma kavuşmak için anatomi çalıştım, piyanodan istediğim sesi elde edebilmek için en verimli yolun neler olduğunu analiz ettim. Piyano tekniğimi yeniden yarattığım için bugün yorulmadan, kasılmadan, gereksiz yere efor sarfetmeden Beethoven ya da Brahms’ın en zorlu eserlerini çalabiliyorum.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder