5 Nisan 2010 Pazartesi

YİNE ALAFRANGA MÜZİK MESELEMİZ…

FİLİZ ALİ


Zaman zaman basında çoksesli müzik geçmişimiz ve geleceğimiz hakkında ileri geri yazılar çıkar. Kimi yazar, bestecilerimizin eserlerini dinlemenin, zulüm olduğunu iddia eder. Kimi müzik adamı bu memleketin bunca yıl dünya çapında birinci sınıf kariyer yapabilmiş müzisyen yetiştirmediğinden dem vurur. Bir başkası Türk Beşleri ile alay eder. Kimi, Türkiye’den hâlâ bir Rimsky-Korsakof çıkmadığına ve bir Şehrazat ‘ımızın bile olmadığına hayıflanır.

Ben de en az iki yılda bir sabırla bu suçlamaların tarihsel perspektif açısından ne denli insafsız olduğunu anlatmaya çalışırım.Bizim bir Rimsky-Korsakof’umuz yok, çünkü Korsakof (1844-1908) hayattayken henüz ülkemizde çoksesli müzik eğitimine başlanmamış. Rusların “Büyük”, bizimse “Deli” dediğimiz Çar Petro (1672-1725) Rusya’nın kapılarını, pencerelerini Avrupa’ya yani Batı’ya açtığında Osmanlı tahtında sırasıyla II. Ahmet, II. Mustafa ve III. Ahmet hüküm sürmekteymiş. Onların gündeminde Batı’ya açılmak yokmuş henüz.

Petro’nun Batı’ya açılması ve yeni kurduğu başkenti St. Petersburg’a İtalya’dan, Fransa’dan mimarlar, ressamlar, heykelciler, müzisyenler, besteciler getirmesi, zamanın sofu, tutucu, feodal Rus Beylerini pek öfkelendirmiş ama Petro, ne de olsa “deli” olduğundan onları susturmasını bilmiş ve bildiğini okumuş.
Petro’nun Batı’ya açtığı pencereyi açık tutmaya devam eden Çariçe Katerina (1729-1796), her ne kadar bizim tarihimizde çapkınlığı ile tanınsa da, Rusya’da “aydın despot” tanımıyla değerlendirilir. Onun zamanında St. Petersburg sarayına batılı yazarlar, filozoflar, sanatçılar, besteciler ve müzisyenler davet edilir.

Örnekse, Casanova’nın yakın arkadaşı Baldassare Galuppi, 1765 yılında Katerina’nın sarayına müzisyen olarak girer ve St. Peterburg’da üç yıl kalır. 1787 yılında ise Domenico Cimarosa, Katerina’nın saray orkestrasına Maestro di Capella ünvanı ile müzik direktörü olarak atanır. İtalyan müzisyen davet etme geleneği devam ederken tabiatıyla bazı Rus gençler de besteciliğe merak sarar ve batı tarzı eğitim almaya başlarlar. Örneğin Galuppi ile çalışan Dmitri Bortniansky (1752-1825), Rusya’nın ilk batılı anlamda eser yazan bestecisi olarak tarihe geçer.


Rusya’nın 18. yüzyılda başlayan böyle bir çoksesli müzik geçmişi var.Yani Rimsky-Korsakof gökten zembille inmiş değil. Daha da önemlisi Rusya’nın ilk konservatuarı St. Petersburg’da 1862’de, ikincisi de Moskova’da 1866’da kurulmuş. Çaykovski’ler, Korsakoflar, Glazunof’lar, Stravinski’ler, Prokofiyef’ler, Şostakoviçler bu konservatuarlarda yetişmişler. Sovyetler zamanında müzisyenlere müthiş destek verilmiş ve onların dünyada tanınmaları için her yol denenmiş.

Oysa bizim çoksesli müzik eğitimi geçmişimiz henüz 100 yaşına bile gelmedi. İlk resmi konservatuarımız olan Ankara Devlet Konservatuarı'nın kuruluş tarihi 1936'dır. Her iktidar değişikliği ile alt üst olan kültür hayatımızın genel akışı içinde yetişebilen müzisyenler arasında bugün dünyaca tanınan müzikçilerimiz var. Bestecilerimizin eserleri de belki inanmayacaksınız ama bugün en azından Avrupa’da kendi ülkemizde olduğundan daha fazla tanınıyor. Yani elmalarla armutları karıştırmayalım yine.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder