29 Mayıs 2010 Cumartesi

SEVDA-CENAP AND MÜZİK VAKFI


FİLİZ ALİ

Sevda ve Cenap And’ın Kavaklıdere’deki evleri 1950’li yılların Ankara’sında çöl ortasında bir vaha idi. Çorak Ankara’nın cılız akasya ağaçları bir türlü büyüyüp caddeleri gölgeleyemezken And’ların bahçesi yemyeşil ağaçları, rengârenk çiçekleri, rüstik mimarisiyle bir İsviçre kır evini andırırdı. Evin sahipleri de sıra dışı insanlardı. Hiç seslerini yükseltmeden konuşan, büyük-küçük, önemli-önemsiz insan ayırımı yapmadan her bireye eşit derecede nazik ve ince davranan eşi menendi görülmemiş insanlardı And’lar. Sevda Hanım, Cumhuriyetin ilk milletvekillerinden Tunalı Hilmi Bey’in kızıydı.

Tunalı Hilmi Bey, 1923 yılında meclisten kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasını isteyen ve tepki almasına rağmen meclis kürsüsünden Hanım Paşa görmek istediğini bildiren kişidir. Böyle bir babanın kızıydı Sevda Hanım. Annesinin İsviçreli olduğunu yıllar sonra öğrendim. Cenap Bey ile İsviçre’de tanışmış ve 1928 yılında evlenmişler. Cenap Bey ise genç Cumhuriyet’in yurt dışında inşaat mühendisliği, ticaret ve iktisat eğitimi gören ilk işadamlarından biriydi. 1929 yılında Sevda Hanımla birlikte Kavaklıdere yamaçlarında satın aldıkları bağlar üzerinde ilk Türk özel şarap üretim tesisini kurdu.

1940’lı yıllarda And’lar müzik sevgilerini aktif bir çabaya dönüştürerek Adnan Saygun’un öncülüğünde kurulan ve ilk üyeleri arasında felsefe profesörü Nurettin Şâzi Kösemihal, piyanist Mithat Fenmen, sanat tarihçisi-yazar- çevirmen Sabahattin Eyüboğlu, eğitimci Halil Vedat Fıratlı ve kemancı Licco Amar’ın da bulunduğu Ses ve Tel Birliği’ne katıldılar. Birliğin en büyük destekçisi oldular ve en önemlisi evlerini bir müzik mabedi gibi müzisyenlere açtılar.

1950’li yılların en unutulmaz konserlerini bu evde dinlemiş, dünyaca ünlü solist ve orkestra şefleriyle bu evde tanışmış, sohbetler etmiş, Ankara’nın kalburüstü sosyetesi, devlet erkânı ve diplomatlarla birlikte ilk kez Kavaklıdere şaraplarını bu evde tatmıştım. Ankara Devlet Konservatuar’ından mezun olacağım yıl, Sevda Hanım, mezuniyet sınavına iyi bir konser piyanosunda hazırlanmam gerektiğine karar vererek, her gün öğlene kadar salonunu bana tahsis etmişti. İki saat çalıştıktan sonra dinlenme molası vermeme ve bu molada portakal suyu, süt ve büsküi ile beslenmem gerektiğine yine Sevda Hanım karar vermişti. Ne yazık ki Sevda Hanım mezun olduğumu göremeden trajik bir trafik kazasına kurban gitti. Evinin önünden karşıya geçmek isterken ona çarpan bir otomobilin kurbanı oldu.

Eşinin ölümü Cenap Bey’i çok sarsmıştı. Artık müzik tek yaşam nedeniydi. Ölen eşinin adını yaşatmak ve ülkemizde evrensel çok sesli müziğin yaygınlaşması, benimsenmesi ve geliştirilmesi amacıyla 1965 yılında Sevda-Cenap And Müzik Tesisi’ni kurdu. Sevda Hanım’ın ölümünden on yıl sonra eski Milli Eğitim bakanlarından Avni Başman’ın kızı Cevza Başman’la evlenen Cenap Bey, yeni eşiyle müzik sevgisini paylaşabilme mutluluğuna erişmişti. 1973 yılında varlıklarının büyük bir kısmıyla Sevda-Cenap And Müzik Tesisi’ni vakfa dönüştürdüler. Cenap And 1982 yılında ölünce müzik misyonunu devam ettirmek Cevza Hanım’a düştü. Cevza Hanım, gerçekten de eşinin ideallerini geliştirerek Uluslararası Ankara Müzik Festivali’ni düzenlemeye başladı. Vakfa uluslararası bir nitelik kazandıran Cevza And, vakfın 15. yıl kutlama töreninin düzenlendiği gün olan 6 Aralık 1988’de yaşama veda etti.

Cevza And’ın ölümünden sonra Kavaklıdere Şarapları Anonim Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Sevda-Cenap And Vakfı başkanlığı görevini Cevza Hanım’ın kardeşi Mehmet Başman yürütmeye başladı. Vakfın müzik etkinlikleri her geçen yıl daha da yaygınlaşarak devam ediyordu. 1989 yılından başlayarak vakıf, müziğe olağanüstü katkıları olan bir kişiye her yıl Vakıf Onur Ödülü vermeyi kararlaştırdı. İlk altın onur ödülü madalyası 1989 yılında sanat tarihçisi ve müzikbilimci Cevat Memduh Altar’a verildi. 1990’da ödülü ünlü besteci Ahmet Adnan Saygun, 1991’de rahmetli besteci Ulvi Cemal Erkin, 1992’de yine Türk Beşler’inden Necil Kâzım Akses, 1993’de besteci ve eğitimci İlhan Usmanbaş ve 1994’de dünyaca ünlü opera sanatçımız soprano Leyla Gencer aldılar. 1995 ile 2009 arasında Türk Beşleri, Cemal Reşit Rey ve Hasan Ferit Alnar’ın aldıkları ödüllerle tamamlandı. Türkiye’nin ilk konser piyanisti Ferhunde Erkin’e ödül 1999 yılında verildi. İdil Biret’le Suna Kan 1996’da, Ayla Erduran 2006’da, Gülsin Onay 2007 yıllarında ödüllendirildiler. Genç yaşta kaybettiğimiz besteci Ferit Tüzün 2000, orkestra şefi Hikmet Şimşek 2002, bas Ayhan Baran 2004, kardeşi besteci İlhan Baran 2009 ve besteci Nevit Kodallı 1997 yıllarında bu ödüle değer görüldüler. Ödülün 2005 yılında İhsan Doğramacı’ya verilmesi kimileri tarafından eleştirildi. Ancak eğitimciliği tercih edip kendi kariyerini arka plana atan piyanist Kamuran Gündemir’e 2001’de ve uzun yaşamı boyunca büyük bir özveri ile müzik öğretmenleri yetiştiren besteci Faik Canselen’e 2003 yılında ödül verilmesi kadir şinaslık göstergesi olarak herkes tarafından onaylandı. Böylece uluslararası müzik dalında ödül geleneğini başlatan ilk kurum Sevda-Cenap And Vakfı oldu.

Bu yazının bir bölümünü 1995 yılında Esquire dergisinde yayınlamıştım. Yazının son paragrafı şöyleydi: “Öte yandan Sevda-Cenap And Vakfı ile Kavaklıdere Şarapları arasındaki ilişki Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk sanat ve iş dünyası ilişkisi olarak çok öenmlidir. Kavaklıdere Şarapları Anonim Şirketi’nden çok daha büyük şirketlerin sanata, özellikle müziğe neredeyse hiç katkıları olmadığı gerçeğinden yola çıkacak olursak belki de her geçen yıl artan etkinlikleriyle kamuoyunun dikkatini çeken bu vakfın iş dünyasının devlerine de örnek olacağını umut edebiliriz.”

Bugün 1995’teki temennimin bir ölçüde gerçekleşmiş olduğunu görerek mutlu oluyorum. Örneğin, Borusan Holding gibi bir büyük şirket müziğe yaptığı yatırımlar ile prestij sahibi olabiliyor. Benim de sözünü ettiğim örnek işte böyle bir örnekti. Tabii ki tek bir örnek yeterli değil. Devlet’in üç yıldır el sürmediği AKM binasının akıbeti hakkında bugüne kadar iş dünyasından bir ses çıkmamış olması, bir baskı grubu oluşturulmamış olması henüz iş dünyasının sanata, kültüre ve özellikle müziğe olmazsa olmaz mantığı ile bakamadığının bir göstergesi. İşte bu yüzden altmış yıl öncesi Ankara’da Kavaklıdere’de atılan temelin ne kadar değerli olduğunu tüm müzikseverlerin bilmesinde yarar var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder