tag:blogger.com,1999:blog-36778451012132723572024-01-25T03:26:17.967-08:00Filiz AliFiliz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.comBlogger78125tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-35362996704177546532022-10-19T05:59:00.000-07:002022-10-19T05:59:15.513-07:00LEYLA GENCER<p> </p><p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Cumhuriyet Gazetesi
8 Mart 1989</span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiokPa0LSB8rnvsZCcNsBPX92GKrYpS6fr0noKVGCHXol7E0nWnU6yVGOpWF7-Q0XrLBpFq5UMUzj36CxQtg71mVID7OG0fdrbNgypNJj5wzDPlI3oQ0Qy8wLnwo2qPU15OkumlW-x_G1osaD-HHcr1wfRd8IqTqFUhGtC6odUVQKnObrrtuG0sIjU33Q/s3906/leyla.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3906" data-original-width="2694" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiokPa0LSB8rnvsZCcNsBPX92GKrYpS6fr0noKVGCHXol7E0nWnU6yVGOpWF7-Q0XrLBpFq5UMUzj36CxQtg71mVID7OG0fdrbNgypNJj5wzDPlI3oQ0Qy8wLnwo2qPU15OkumlW-x_G1osaD-HHcr1wfRd8IqTqFUhGtC6odUVQKnObrrtuG0sIjU33Q/s320/leyla.jpg" width="221" /></a></div><br /><o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Devlet Sanatçısı Soprano Leyla Gencer’in Donizetti
Seminerleri<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Devlet Sanatçısı
Soprano Leyla Gencer, Şubat ayı içinde İstanbul Devlet Opera ve Balesi
sanatçıları için iki hafta süren bir “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Donizetti</b>”
semineri verdi. Bilindiği gibi Leyla Gencer, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Tebaldi, Callas, Monserrat Caballe, Beverly Hills, Joan Sutherland</b>
gibi ikinci dünya savaşı sonrası müzik dünyasının kalburüstü opera
sanatçılarından biridir. İşin garibi, yukarıda sıraladığımız adların hemen
hepsi aynı yıllarda dünya sahnelerinde parlamışlardı. 1950-60 ve 70’li yıllarda
da süren ünlerini, yaptıkları sayısız plakla tarihe mal eden bu şarkıcılardan sadece
biri, Leyla Gencer, asıl dünya çapında ününü 80’li yıllarda, yani artık opera
sahnelerinden ayrıldıktan sonra kazandı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">30 yılı aşkın sahne
hayatı boyunca hiç stüdyo kaydı yapmayan Leyla Gencer’in sahnede, temsil
sırasında yapılmış korsan kayıtları birer ikişer plak olarak piyasaya çıkmaya
başlayınca, onu sahnede hiç görmemiş, duymamış olan yeni hayranlar kuşağı
oluştu. Hayranlardan bazıları Leyla Gencer efsanesine kendilerini öyle bir
kaptırdılar ki Avrupa ve Amerika’daki radyo arşivlerinde Leyla Gencer kayıtları
aramaya koyuldular. Buldular da. Böylece hatırı sayılır bir Leyla Gencer
diskografisi oluşmaya başladı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Leyla Gencer’in
sanat anlayışındaki en önemli noktalardan biri daima riskli ve zor olanı
seçmesiydi. Örneğin Gencer’in bir haftada koskoca bir operayı öğrenip sahneye
çıktığı ve müthiş başarı kazandığı artık bilinen öykülerden biridir. 19. Yüzyılda
yazılıp, sonradan şarkıcılar açısından çetin zorluklar taşımaları nedeniyle
rafa kaldırılmış pek çok operayı 20. Yüzyılda ilk kez Leyla Gencer yeniden
canlandırmıştı. Donizetti’nin “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Anna
Bolena</b>”, “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Caterina Cornaro</b>”, “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Lucretia Borgia</b>”, “Maria Stuarda”, “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Roberto Devereux</b>” operalarındaki
kraliçe rollerini canlandırmasındaki üstün başarı sonucu “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">La Regina Turca</b>”, yani Türk Kraliçesi lakabı takılan Leyla Gencer^,
“<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">soprano agilita</b>” ya da “<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">dramatik koloratur</b>” sesler için
yazılmış bu zor rolleri müthiş bir ustalık, duyarlık ve dramatik güçle
seslendirmişti. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Onu sahne de
görmemiş olup da plaklarını ve tek tük de olsa altın değerindeki filmlerine
rastlayıp Leyla Gence tiryakisi olanların sayısı hızla arttıkça, onu tanımak,
dinlemek, ondan bir şeyler öğrenmek isteyenlerin de sayısı artıyor dünyada. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Leyla Gencer, son
yıllarda hem İtalya’da hem de Fransa’da <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Donizetti,
Bellini</b> ve <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Rossini</b> seminerleri
yaptı. Bu seminerleri şimdiye kadar İtalyanca ve Fransızca veren sanatçı,
İstanbul’da 30 yıldır ilk kez topluluk karşısında kendi dilinde konuşma
yapacağı için önceleri biraz heyecanlıydı. Seminer metinlerini titizlikle
Türkçeye çevirdi, bir dostunun yardımıyla metin üzerinde epey çalıştı. Ancak,
seminerler sırasında anlaşıldı ki, Leyla Hanım’ın hiç heyecanlanmasına gerek
yokmuş. Zira o, Türkçeyi çoğumuzdan daha iyi anlaşılır temizlikte, yeni
terimleri, sözcükleri hiç yadırgamadan ve yadırgatmadan çok akıcı bir dille
konuşuyor, konuşmasını sık sık anekdotlarla, anılarla süslüyor ve
renklendiriyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Gencer, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Donizetti</b> operalarının müziğini,
konularını, karakterlerin işlenişini, karakterlerle müzik arasındaki
bağlantıları inceleyip, anlatırken, o denli sarmalayıcı oluyordu ki konu ile
hiç ilgisi olmayan biri bile olsanız, sırf Leyla Gencer’in çekiciliğine kapılıp
birinci sınıf müzik meraklısı kesilirdiniz.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Leyla Gencer, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Donizetti</b>’nin tüm operalarını tek tek
incelediği bu seminerlerde, operaların erkek, kadın bütün rollerini açıklamalı,
örnekli ve taklitli olarak tanıttı katılanlara. Zaman zaman karşılıklı sohbet
havasında süren seminerlerde Leyla Gencer, operamızda görevli sanatçıları da
dinleyerek yorum, teknik ve stil konularında onlara yardımcı oldu, büyük bir
sabırla bazen tek bir cümle üzerinde uzun uzun durarak en iyi, en doğru yorumu
aradı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Leyla Gencer’in bu
seminerleri keşke TRT televizyonu tarafından hiç olmazsa arşiv amacıyla banda
alınsaydı. Çünkü müzisyen olalım, olmayalım, hepimizin bu olağanüstü insandan
öğreneceğimiz çok şey var.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><a href="https://www.youtube.com/watch?v=4kFbgitnQ9k">https://www.youtube.com/watch?v=4kFbgitnQ9k</a><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">1991 TRT Devlet
Sanatçısı Leyla Gencer belgeselinde IDOB’da verdiği <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Rossini</b> seminerinden bir kesit görüntüleniyor.<o:p></o:p></span></p>Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-58634232680117083662022-10-11T00:00:00.000-07:002022-10-11T00:00:20.113-07:002020'de Pertevniyal Lisesi Edebiyat Dergisinde çıkan Sabahattin Ali Yazısı<p> </p><p align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">SABAHATTİN
ALİ VE ESERLERİ<o:p></o:p></span></p>
<p align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">FİLİZ
ALİ<o:p></o:p></span></p>
<p align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">2020
Ocak İstanbul<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">2007 yılında
babam Sabahattin Ali’nin doğumunun 100. Yıldönümü dolayısıyla Bilgi
Üniversitesi<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Karşılaştırmalı Edebiyat
Bölümü tarafından düzenlenen toplantıda yaptığım konuşmada, “doğumunun 100. yılında
babamın hem eserleri hem de hayatıyla yeniden gündeme gelmesi bende bir geç
kalmışlık duygusu uyandırmış olmakla birlikte, yine de onu anımsayan her bireye
minnettar olduğumu” <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>belirtmiştim. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">2007 yılında doğumunun
100.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Yıldönümünde özellikle <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kuyucaklı Yusuf, Kürk Mantolu Madonna ve İçimizdeki
Şeytan</i> romanlarının ciddi edebiyat meraklısı okuyucuları tarafından
tanınması ve okunması<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>önemliydi. Zira,
babamın ölümünden sonra, yani 1948’den 1965’e kadar kitaplarının hiçbiri
Türkiye’de yayınlanmamıştı. Ne gariptir ki aynı yıllarda eserleri o zamanki
demir perde ülkeleri dillerine, yani Bulgarca, Romence,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Sırpça, Lehçe, Çekçe ve Rusça’ya
çevrilmekteydi.<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><o:p></o:p></i></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Sabahattin
Ali’nin Batı Avrupa ve Amerika tarafından keşfedilmesi daha zaman alacaktı.
1965 yılından sonra Varlık Yayınlarında çıkan tüm eserleri, o sıralarda
Türkoloji’ye merak saran bazı Amerikalı ve Alman çevirmenlerin ilgisini çekmiş
ve kimi öyküsü hem İngilizce hem de Almanca antolojilerde, edebiyat
dergilerinde yer almıştı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Doğumunun 100.
yılında <i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytan</i> romanı Ute
Birgi-Knellesen tarafından <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Der Dæmon in uns</i> adıyla Almancaya
çevrildi. Sabahattin Ali’yi ve bu kitabı Alman okuyucusuna tanıtmak için
Freiburg, Karlsruhe, Essen ve Heidelberg’de yapılan toplantılarda babam anıldı,
Joachim Sartorius gibi çok önemli bir kültür adamı bu toplantılardan birinde
kitabı ve yazarı inceleyen bir konuşma yaptı. Ute Birgi, ertesi yıl Kürk
Mantolu Madonna’yı <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Die Madonna im Pelzmantel
</i>adıyla Almanca’ya çevirdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Yine 2007’de
Fransa’da “Le serpent a plumes” yayınevi <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kürk
Mantolu Madonna </i>romanını Fransızca olarak yayınladı. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytan</i>, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Le diable
qui est en nous</i> adıyla, Kuyucaklı Yusuf<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>ise <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Yusuf le taciturne</i> adlıyla
yine aynı yayınevi tarafından ertesi yıl yayınlandı. Bu tarihten itibaren
babamın her üç romanı da Almanca ve Fransızca’ya çevrilmiş oldu. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Sabahattin
Ali’yi 2007 yılında ilk hatırlayanlar şimdiki adı Ardino olan Eğridere’li
Türklerdi. Babamın babası, 1907’de o zamanlar Osmanlı İmparatorluğu sınırları
içinde olan Eğridere’nin Karargâh kumandanı Yüzbaşı Ali Selahattin Bey’di.
Babam, Selahattin Bey ile Hüsniye Hanım’ın ilk oğlu olarak Eğridere’de dünyaya
geldi. Eğridere’liler Sabahattin Ali’nin hemşehrisi olmanın gururunu
yaşatıyorlar, okullarında Sabahattin Ali’nin eserlerini hem Türkçe hem de
Bulgarca okutuyorlardı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Türkiye’de ise
2007 ilkbaharında Boğaziçi Üniversitesinde Prof. Dr. Nükhet Esen’in düzenlediği
bir Sabahattin Ali toplantısı ve Beşiktaş Belediyesi Akatlar Mustafa Kemal
Salonu’nda Faruk Şüyun’un düzenlediği bir anma gecesi yapıldı. 15 Nisan 2007’de
Sabahattin Ali’nin bütün çocukluğunun geçtiği ve pek çok eserinde
ölümsüzleştirdiği Edremit yerine Altınoluk Belediyesi tarafından yaptırılan Sabahattin
Ali büstü ve anıtının açılışı gerçekleşti. Sonra Kazdağının eteklerindeki yukarı
köyde, yani eski adıyla Papazlıkta koskoca kazanlarda davullu zurnalı keşkek
dövüldü, bütün köye hayır yemeği verildi. Eğer babam yaşasaydı herhalde bu
toplantıdan ziyadesiyle hoşlanacakt, eminim. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>En mutlu olduğu zamanlar Kazdağı’nda tek
başına dolaştığı, Yörük obalarını ziyaret ettiği zamanlardı. Onun bu
duygularını anlamak için <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Hasanboğuldu</i>
öyküsünü okumak yeterlidir sanırım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Sabahattin Ali,
100 yaşını geçtikten sonra popüler olan ender yazarlardan biridir. 2010’ların
başından itiraberen <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kürk Mantolu Madonna</i>
romanının her yıl artan bir merakla okunması, yıllarca çok satan kitaplar
arasında birinci sıradan aşağı inmemesi, 1948 yılında 41 yaşında öldürülmüş bir
yazarın, 2000’li yılların en popüler yazarları arasına girmesi herhalde bir
mucize, tarihin garip bir cilvesi olmalıydı<i style="mso-bidi-font-style: normal;">.
Kürk Mantolu Madonna</i> romanı birbiri ardına bütün Avrupa dilleri yanında
Çince, Japonca, Arapça, Boşnakça, Hırvatça, Yunanca, Lehçe, Flamanca gibi
dillere de çevrildi. Ama, asıl kıyamet kitabın İngilizce çevirisinin Penguin
Classics dizisi içinde <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">hard cover</b>
ile yani ciltli olarak yayınlanması üzerine koptu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Kürk
Mantolu Madonna</span></i><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">’yı İngilizceye çevirmek Maureen
Freely ve Alexander Dawe adlı çevirmenlere kısmet olmuştu. Penguin yayınevi,
kitabı büyük bir kampanyayla tanıttı. Londra Metrosunun duvarları kitap
kapağının büyük afişleriyle süslendi. Guardian, The Times, Daily Telegraph gibi
önemli gazetelerde yazılar çıktı. Londra’dan İstanbul’a sırf benimle söyleşi
yapmaya gazeteciler geldi ve <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Kürk Mantolu
Madonna,</i> İngiltere’de bu denli popüler olunca, 2017 yolında Penguin USA’da
kitabı yepyeni bir kapakla Amerikan okuyucusuna sundu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Ne var ki 2019
yılında babamın öldürülmesinin üzerinden 70 yıl geçmiş ve ailesine ait olan
telif hakkı serbest kalmıştı. 2019 yılı Ocak ayında birden Türkiye’deki
tanınmış, tanınmamış bütün yayınevleri büyük bir hızla piyasayı yeni Sabahattin
Ali kitapları ile doldurdular. Böylece Sabahattin Ali okuyucusuna iyilik değil,
kötülük yaptılar. Çünkü, babamın uzun yıllar boyunca büyük bir özenle korunan
telif hakkı, aynı zamanda onun eserinin büyük bir titizlikle yayınlanmasını,
ailenin elindeki bütün belgelerin editoryel titizlikle yayına hazırlanmasını ve
eserlerinin çok satanlar listelerinde yer almasını <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sağlıyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Benim için
babamın öykülerinin çoğu romanlarından bile daha yoğundur. Çoğu öyküsü
damıtılmış ve yoğunlaştırılmış birer romandır hatta. Onun için öykülerinin
ihmal edildiğini ve hak ettikleri ilgiyi göremediklerini düşünürüm. Öykülerinin
içerdiği görsellik hayranlık vericidir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Örneğin: “Çumra
kanalının suları Beyşehir Gölünden çıkarken su rengindedir; Konya ovasında kan
renginde…” diye başlar Kanal öyküsü. Ya da: “ Bir tarla meselesi yüzünden
Savrukların Hüseyin, Arkbaşında Sarı Mehmet’i vurdu” diye başlar Kağnı. Her iki
cümle de tokat gibi afallatır okuyanı. Sahne gözünüzün önünde bütün gerçekliği
ile canlanır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Bir Skandal
öyküsünün ilk cümlesi de: “Bir muallim olarak geldiğim şehir Orta Anadolu’nun
bozkırlarında bir cilt yarası gibi intizamsız, karışık ve kirli uzanıyor,
yayılıyordu.” Bu cümleyle öykünün nerelere gideceğinin işaretini daha baştan
veriyordu yazar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Şarkılarla bazı
sahneleri anlattığı mektupları da beni hep çok duygulandırır. “Almanya’da
Frolayn Poder ( yani Maria Puder, Kürk Mantolu Madonna) isminde bir hanıma
ziyadesiyle âşıktım. O zamanlar ise Berlin’de şu “Deli Şarkıcı” filmi oynamıştı
ve oradaki Sonny Boy şarkısı herkesin ağzındaydı… Sonra Berlin civarında
Templin adında küçük bir kasabada bulundum. O zaman da bir foxtrot herkesin
ağzındaydı. “In einem kleinen konditorei: bir küçük pastacı dükkanı”diye
başlayan bir foxtrot. Pazar günleri kasaba civarındaki kır gazinosunda elli
defa çalınır ve kocaman pabuçlu, iri parmaklı esnaf çırakları siyah
elbiselerini düzelterek kırmızı yüzlü, ablak suratlı ve bulaşık yıkamaktan
elleri bozulmuş hizmetçi kızları dansa kaldırırlardı.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Ya da: “Konya
Belediye Bahçesi’nde oldukça düzgün bir saz heyeti vardı ve bu heyette Muhsine
isminde, bermutad memleket hovardalarının elbirliğiyle yangın oldukları bir kız
vardı. Sesi hakikaten güzeldi. En hoşuma giden şarkısı da “Geçti Muhabbet demi/
Ağla gönül, yan gönül” diye bir şeydi. Sazın icra-i ahenk ettiği sarmaşıklı
köşkte ayağa kalkar, vücudunu hafifçe ileri uzatıp başını yana büker, sarhoş ve
yorgun gözlerini bütün bahçedekilerde dolaştırarak tatlı, çok tatlı bir sesle
söylerdi: Geçti muhabbet demi/Ağla gönül, yan gönül”.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Sinop
Hapishanesinden Ayşe Sıtkı’ya yazılan bu mektuplar da birer öyküdür başlı
başına. Ne yazık ki babamın Aziz Nesin’e, Melahat Togar’a veya Pertev Naili
Boratav’a yazdığı mektuplar alıcıları tarafından saklanmamış. Oysa babam
kendisine gönderilen bütün mektupları, kartpostalları, fotoğrafları büyük bir
titizlikle saklamış. Hayatıyla ilgili hiçbir belgeyi atmamış.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Öldükten sonra
bütün bu belgelerin saklandığı tahta sandık bizimle birlikte o evden ötekine
taşındı durdu. Annemin eski yazıdan yeni yazıya çevirdiği bazı mektupları ve
belgeleri Atilla Özkırımlı ile hazırladığımız <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Sabahattin Ali </i>kitabında yayınlamıştık. Hatta Ayşe Sıtkı’nın
mektupları ilk kez bu yayında gün ışığına çıkmış ve Ayşe Sıtkı da sonunda
babamın ona yazdığı mektupları <i style="mso-bidi-font-style: normal;">İki Gözüm
Ayşe </i>adıyla yayınlamaya karar vermişti. Daha sonraki yıllarda Sevengül
Sönmez, babamın anneme ve bana yazdığı mektupları <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Canım Aliye, Ruhum Filiz </i>adı ile düzenledi ve kitap YKY tarafından
yayınlandı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Benim tanıdığım
Sabahattin Ali ile bu mektuplarda hitap edilen genç Sabahattin Ali arasında
dağlar kadar fark var. Mektuplarda arkadaşları tarafından sık sık sözü edilen
hatta kendisinin de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Bir Skandal</i>
öyküsünde kendini tarif ettiği gibi biri değildi benim tanıdığım babam. Ne
diyordu orada: “Deli gibi yaşıyordum o zamanlar… Ve başka türlü yaşamak aklıma
gelmiyordu. Etrafımdakileri hayrete düşüren bir zekânın imtiyazlarından
istifade etmekten başka bir şey istemiyordum.” <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Bir Skandal
öyküsü Konya’da geçer ve Konya’daki o deli dolu Sabahattin Ali’nin başına hiç
beklemediği bir felaket gelir. En yakın arkadaşları tarafından ihbar edilir ve
kendini önce Konya sonra da Sinop Hapishanesinde bulur. Sanırım Sabahattin
Ali’nin hem yazar, hem düşünce adamı, hem de kişi olarak değişimi bundan sonra
başlar. Evlenmesi, çocuk sahibi olması ve Ankara Devlet Konservatuarı’nda Carl
Ebert gibi dünya çapında bir müzik ve tiyatro adamı ile çalışmaya başlaması
onun verimini arttıran öğelerdir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;">Benim tanıdığım
Sabahattin Ali, hem kendi çekirdek ailesine hem de akraba ve yakınlarına
düşkün, geniş muhiti ve arkadaşları tarafından çok sevilen, hatta hayranlık
duyulan, son derece neşeli, eğlenceli ve oyuncu biriydi. Sevgi dolu ama aynı
zamanda prensipleri ve kuralları olan bir babaydı. Her yerde, her zaman
tekrarladığım gibi beni hayata hazırlayan, bana bugün hâlâ sıkı sıkıya bağlı
olduğum değerleri veren, sevgisini bugün bile taptaze hissettiğim, başım ne zaman
sıkışsa bana öteki dünyadan yardım elini uzatan babam. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal" style="line-height: 150%;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 14.0pt; line-height: 150%;"><o:p> </o:p></span></p>Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-60789445050517718042022-09-10T05:59:00.000-07:002022-09-10T05:59:29.631-07:00CRR'nin İstanbul Belediyesi Konser Salonu Adı ile Açılış Haberi<p><br /></p><p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Cumhuriyet Gazetesi
22 Mart 1989<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İstanbul Konser Salonu’nun ( şimdi CRR) açılış
gecelerinin ardından açılış maceraları<o:p></o:p></span></b></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Filiz Ali<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Neredeyse bir hafta
süren İstanbul Konser Salonu açılışları kazasız belasız, hatta övünmek gibi
olmasın ama epey görkemli bir biçimde sürdü ve bitti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İstanbul Belediyesi
Konser Salonu’nun macerası zaten başından beri alışık olmadığımız hızda ve
tempoda cereyan etmekteydi. Salonun genel sanat yönetmenliğini kabul ettiğim 23
Ocak tarihinde bina henüz çıplak beton aşamasındaydı. Açılış 13 ya da 14 Mart
olarak kararlaştırıldığında ben artık gözümü karartmış, “Ya herru ya merru”
deyip başımı bu işe koymuştum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Artistlerle
temaslar, programların saptanması, bu arada ortaya çıkan akla gelmedik bin bir
sorun, küçük ya da büyük artistik ayak oyunları, teknik ve bürokratik konuların
üstesinden gelebilecek kadronun bulunup çalışmaya geçilmesi filan derken, baş
döndürücü bir hızla gelişen olayların akıntısına olumlu biçimde kapılarak
açılış gecesine ulaştık. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Büyükşehir Belediyesi
bize bütün olanaklarını seferber etmişti. En ufak sorunumuzu bile ilgililere
anında aktarıyor ve yanıtını da derhal alabiliyorduk. Küçük çekirdek kadromuz
günde 25 saat (!) çalışıyor, eşimiz dostumuz sekreterlikten getir götür
işlerine kadar her türlü işi gönüllü olarak yapmaya can atıyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Istanbul Kültür ve
Sanat Vakfı yöneticileri, İstanbul Devlet Opera ve Balesi yöneticileri,
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası yöneticileri, Mimar Sinan Üniversitesi rektör
ve yöneticileri, Sinema TV Enstitüsü yöneticileri, görevleri dışında her türlü
işimize koşturan (pantalonu yırtılan sanatçıya iğne iplik bulmaktan, masa
iskemle taşımaya kadar)Vip turizmin kırmızı kazaklıları, açılışımızın başarılı,
uygar, sıcak ve mutlu geçmesine katkıda bulundular. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Açılış konserlerine
katılan Devlet Sanatçılarımız İdil Biret, Ayla Erduran, Ayşegül Sarıca, Hikmet
Şimşek ve Nevzat Atlığ sanatçı kişiliklerinin dışında varlıklarıyla bize destek
oldular. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Açılışlarımıza onur
konuğu olarak davet ettiğimiz Richard Wagner’in büyük büyük torunu Gottfried
Hellferich Wagner, salonu, salonun olanaklarını ve hepimizi öyle benimsedi ki,
bundan böyle bizimle bağını koparmamaya ve danışmanımız olmaya karar verdi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ilk başlarda İstanbul’da konser verme olayına
çok katı bir profesyonellikle yaklaşan Avusturyalı ünlü cellist Heinrich Schiff
de bizlerin heyecanına ayak uydurdu sonunda ve İstanbul’dan ayrılırken kırk
yıllık dost gibi bize her konuda yardımcı olmayı vaat etti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">14 Mart, yani
açılış akşamı hepimizin yüreği ağzındaydı. Her şey ilk kez o akşam harekete
geçece ve denenecekti. Hem ilk akşam hem de onu izleyen akşamlar, binanın
teknik donanımını gerçekleştiren kuruluş ve onun teknik ekibinin özverili
çalışmaları, ayrıca müteahhit firmanın elemanlarının her dakika sorunlarımızın
çözümünde bizlerle birlikte olmaları. Başarımızı arttıran en önemli unsurlardı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Bu arada TRT
televizyonunun İstanbul’un kavuştuğu ilk gerçek konser salonunun açılışına hiç
ilgi göstermemesi bizi hayli şaşırttı. Eğer “İyi Akşamlar” ekibi açılıştan önce
kendi inisiyatifleriyle gelip salonu, sahneyi ve binayı görüntülemeseydi,
Türkiye’de böyle bir salonun varlığından, böyle bir salonun sanatseverlerin
hizmetine sunulduğundan kimsenin haberi olmayacaktı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Açılış konserleri
organizasyonunda en çok başımızı ağrıtan, davetiyelerin hazırlanması ve
dağıtılması oldu. Sonuçta, en çok titizlenerek yerine ulaşmasını istediğimiz
davetiyeler, nasıl olduysa oldu yerlerine ulaşamadı ve bize alınanlara
kendimizi nasıl affettireceğimizi bilemez duruma geldik. Yok olan davetiyeleri
kimler yok ettiyse bilsinler ki dünya ahret iki elim yakalarında olacaktır. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Bu yazıyı ufak bir
çuvaldız bölümüyle bitirmek istiyorum. Festival Strings Lucerne, programda
“Festival Spings Lucerne” yani Lucerne Festival <u>Yaylı Çalgıları</u> yerine
Lucerne Festival <u>Kaplıcaları</u> olarak çıkmıştı. Bir başka gafımız da Ayla
Erduran’ın biyografisinde karşımıza çıkıyordu. “1936’da İstanbul’da doğan Ayla
Erduran beş yaşında çalmaya başladı…”diye başlıyordu ilk cümle. Beş yaşında ne
çalmaya başlamıştı acaba Erduran?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Son olarak açılış
hafta sının favorilerine değinmek gerek. İdil Biret’den başka Sovyet kemancı
Oleg Kagan ve Tovy Lifshitz yönetimindeki Letonya-Riga Oda Orkestrası,
özellikle çağdaş besteci Alfred Schnittke’nin keman, yaylı çalgılar ve klavsen
için sonatında dinleyiciyi büyülediler. Bir başka favori de hiç kuşkusuz
Heinrich Schiff-Ayşegül Sarıca resitali idi. Bu konser için Ankara Devlet
Konservatuarı’ndan bir grup öğrenci İstanbul’a gelmişti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span lang="TR" style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Halk
Dansları Topluluğu ise disiplinli, özverili ve son derece uygar çalışma
düzenleri yanında profesyonel sahne kişilikleri ile hepimizi çok etkiledi.
Onları ve yöneticilerini candan kutlarım.<o:p></o:p></span></p>Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-41240982036380763202021-04-26T09:13:00.001-07:002021-04-26T09:17:30.132-07:00<p> CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU KURULUŞ MACERASI II</p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">KONSER SALONU ÇALIŞMAYA BAŞLIYOR<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">1989/90 konser mevsimi programını
yapabilmek için salona idari ve teknik personel yanısıra ofis çalışanları da
alınması gerekiyordu. İstanbul kazan ben kepçe bütün tanıdıkları seferber etmiş
kaliteli eleman bulabilme derdine düşmüştüm. İşi kabul ettiğim andan beri
geceleri gözüme uyku girmiyor,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kafamın
içinde bin bir proje birbirini kovalayıp duruyordu. En büyük şansım Aliye
Manizade gibi bir pırlanta ile tanışmak ve CRR Konser Salonu’nu onun desteğiyle
bugün bile bozulamayan bir sisteme oturtabilmek olmuştu. Aliye Manizade,
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin ünlü Ortopedi Profesörü Derviş Manizade’nin kızı,
bariton Atilla Manizade’nin de kuzeniydi. Avusturya Lisesi mezunu, mükemmel
Almanca ve İngilizce bilen, yumuşacık, kibar, çalışkan, uyumlu, üst düzeyde
sorumluluk sahibi ender kaliteleri olan bir insandı rahmetli Aliye.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNNUpE5BwgzxENyVM786B_IeG8yncWiOPcFsaWGufTmvrScao5J0-M3gDYSMaG9QK_FoHJFqPB2rysRPEgX1cPQoa99YEYyhxWEo4aEIj6gKHUWDn74hY3U8yW7zApcd_ZX3IRkyq7CL7w/s2048/19-+carlo+domeconi%252C+samih+r%25C4%25B1fat.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1417" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhNNUpE5BwgzxENyVM786B_IeG8yncWiOPcFsaWGufTmvrScao5J0-M3gDYSMaG9QK_FoHJFqPB2rysRPEgX1cPQoa99YEYyhxWEo4aEIj6gKHUWDn74hY3U8yW7zApcd_ZX3IRkyq7CL7w/s320/19-+carlo+domeconi%252C+samih+r%25C4%25B1fat.jpg" width="320" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Aliye Manizade, Carlo Domeniconi, Samih Rıfat, F. A.</div><br /> <o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Üstlendiğim işin ne kadar
ürkütücü boyutları olduğu her geçen gün kafama dank ediyordu. Aliye ile ben,
aramıza katılan gençlerle birlikte devamlı işi takip ederek, çok profesyonel
çalışarak sistemi ilk yılında oturttuk. İstanbul’da ilk kez kız-erkek
üniversite öğrencilerinden oluşan bir ekip ile konuklarımız olarak kabul
ettiğimiz konser dinleyicisini en iyi biçimde ağırlamaya önem verdik. Davet
ettiğimiz sanatçıların İstanbul’a ayak bastıkları andan ayrıldıkları dakikaya
kadar üzerlerine titriyorduk.</span></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw8Rt49MtXMqSN6wNTLHqNmCYbCNrQuOPSBFBOxe-x1SEUm9K7xv4BZ3Vml61LeJxcgNTwLnm3eJJ9GtavwdqJZrXHy3oqyvknOdKsQMTi9bIX1xCB7OER69L6VB50D2VX097TCmuEO921/s2048/7-+dmitri+alexeev.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1450" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjw8Rt49MtXMqSN6wNTLHqNmCYbCNrQuOPSBFBOxe-x1SEUm9K7xv4BZ3Vml61LeJxcgNTwLnm3eJJ9GtavwdqJZrXHy3oqyvknOdKsQMTi9bIX1xCB7OER69L6VB50D2VX097TCmuEO921/s320/7-+dmitri+alexeev.jpg" width="320" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiU90yzR8otlERNhKGAX9ybGgIXzwGlTbmeVL-vh58sRIlZNufDJojfsSy1hmBBvDrmHLivePiiPixtZ5JBSYj94zzDnFzU-a-wnMM2Xuc22DmmSmhPNevFA1SuCxG-jRF_O3dmyp60t42F/s2048/8-+yanis+vakarelis.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" data-original-height="1475" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiU90yzR8otlERNhKGAX9ybGgIXzwGlTbmeVL-vh58sRIlZNufDJojfsSy1hmBBvDrmHLivePiiPixtZ5JBSYj94zzDnFzU-a-wnMM2Xuc22DmmSmhPNevFA1SuCxG-jRF_O3dmyp60t42F/s320/8-+yanis+vakarelis.jpg" width="320" /></a></div><span> </span><span> </span>Piyanist Dmitri Alexeev<br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdmoP7xa43oQiu2MhOtWddlizHyyV_FYgoF78gLf7AZr_5FyzJGYtvZzMoblL148eStXMngwktSo745DhxnudIaWCBqrS8woixA5WKQkuicc98zBBD9eW2fd9ngH83XUocOnlhjuMi_FrP/s2048/14-+peter+katin.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1412" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgdmoP7xa43oQiu2MhOtWddlizHyyV_FYgoF78gLf7AZr_5FyzJGYtvZzMoblL148eStXMngwktSo745DhxnudIaWCBqrS8woixA5WKQkuicc98zBBD9eW2fd9ngH83XUocOnlhjuMi_FrP/s320/14-+peter+katin.jpg" width="320" /></a></div><span> </span><span> </span>Piyanist Jannis Vakarelis<br /><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span><p></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Piyanist Peter Katin</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Temalı konser dizileri, genç besteci ve
yorumcuları destekleyen konserler, usta besteci ve yorumcularımız için
düzenlediğimiz onur geceleri, yabancı müzisyenlerle bizim müzisyenleri bir
araya getiren konser projeleri, Rönesans ve Barok müzikte uzmanlaşmış grupların
konserleri, oda operaları programları CRR’e getirdiğimiz yeniliklerden sadece
bazılarıydı. Sezon içinde Türk Müziği de, Bale de, modern dans da, caz da
vardı. Böyle renkli, böyle çeşitli konser ve gösteri programı olan bir başka
kurum yoktu henüz</span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Türkiye’de.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> </span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjykumk7Hv2LQWMAKwOUZqXPsa0TeaJ-i6IkmTbS79OXZx4K1ahhV6FVEWBW8YrMzu-Vzyjk1eJfy1bVMV5R6pKkaE_jFgrxdz3hcqNSlY_kHMvYYvcQ9H9uIGxnXQra5PdL-v-3iMAUP5L/s2048/17-+saygun+sayg%25C4%25B1+g%25C3%25BCn%25C3%25BC.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1394" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjykumk7Hv2LQWMAKwOUZqXPsa0TeaJ-i6IkmTbS79OXZx4K1ahhV6FVEWBW8YrMzu-Vzyjk1eJfy1bVMV5R6pKkaE_jFgrxdz3hcqNSlY_kHMvYYvcQ9H9uIGxnXQra5PdL-v-3iMAUP5L/s320/17-+saygun+sayg%25C4%25B1+g%25C3%25BCn%25C3%25BC.jpg" width="320" /></a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Ahmed Adnan Saygun Onur Gecesi<br /><br /> <o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpbtDBmjwhHATHnTDfqMKRqCjwt9LjhiS-Mjz50thiJxbFr6PQu3zyfn0pCkK9h6atIeAI3YGNxFLR-IIS7JxGD8XEbaXDk0if4DL97GxNTZpPVPfvGJs34biQP2ftPE80HpP0LRRy1aax/s2048/18-+semiha+berksoy+sayg%25C4%25B1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1363" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgpbtDBmjwhHATHnTDfqMKRqCjwt9LjhiS-Mjz50thiJxbFr6PQu3zyfn0pCkK9h6atIeAI3YGNxFLR-IIS7JxGD8XEbaXDk0if4DL97GxNTZpPVPfvGJs34biQP2ftPE80HpP0LRRy1aax/s320/18-+semiha+berksoy+sayg%25C4%25B1.jpg" width="320" /></a></div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Semiha Berksoy Onur Gecesi<br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqzgY-jEXKRLJ-aEVExsyG09Ux_EePZbJylxe7XHx7uX8cbXgSpq4CivxeisI1gbm521UhwOT_7nMOS7aHg_wjzPcOAqNML5Z8fFPZF-k2JjKUjV-Yua_dYmaFY7xUlyNsJawhsy4g7LnI/s2048/16-+t%25C3%25BCrk+bestecileri.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1378" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqzgY-jEXKRLJ-aEVExsyG09Ux_EePZbJylxe7XHx7uX8cbXgSpq4CivxeisI1gbm521UhwOT_7nMOS7aHg_wjzPcOAqNML5Z8fFPZF-k2JjKUjV-Yua_dYmaFY7xUlyNsJawhsy4g7LnI/s320/16-+t%25C3%25BCrk+bestecileri.jpg" width="320" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgqzgY-jEXKRLJ-aEVExsyG09Ux_EePZbJylxe7XHx7uX8cbXgSpq4CivxeisI1gbm521UhwOT_7nMOS7aHg_wjzPcOAqNML5Z8fFPZF-k2JjKUjV-Yua_dYmaFY7xUlyNsJawhsy4g7LnI/s2048/16-+t%25C3%25BCrk+bestecileri.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;">Türk Bestecileri Konseri</a></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEup2Bw6unrqmkdm9HO0iPzdS9lawsgv97I_XmVIBzmHIrDnvjf3OpqxEK6V5p1TsWb6g1a6Tcq2TBsqnVYOTMSLVrGOEk9g339vDbgQLJqQf0WO0CSEzB7dccvWYwamqZ0KtQffmr71UU/s2048/15-+lontano.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1402" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgEup2Bw6unrqmkdm9HO0iPzdS9lawsgv97I_XmVIBzmHIrDnvjf3OpqxEK6V5p1TsWb6g1a6Tcq2TBsqnVYOTMSLVrGOEk9g339vDbgQLJqQf0WO0CSEzB7dccvWYwamqZ0KtQffmr71UU/s320/15-+lontano.jpg" width="320" /></a></div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Lontano Topluluğu ve Kadın Besteciler Konseri<br /><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span><p></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">PİYANO SATIN ALMA MACERAMIZ<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İşin başında en önemli sorunumuz
piyano idi. Konser Salonu idik ama piyanomuz yoktu. Açılış konserleri için
Aydın Gün’ün kapısını çalmış, İstanbul Festival’ine ait olan Steinway konser
piyanosunu ödünç almıştık. İyi de, bundan sonraki konserleri de ödünç piyano
ile yapmayacaktık herhalde. İstanbul Belediyesi’nin ilk konser salonuna lâyık
piyanolar alınmalıydı. Yine Saraçhane’deki Belediye Sarayı koridorlarını epey
aşındırdıktan sonra nihayet yeşil ışık yandı. Bu vesile ile o zamanki İstanbul
Büyükşehir Belediyesi bünyesinde sadece ISKI’nın yurtdışından gümrüksüz ithalat
yapma yetkisi olduğu anlaşıldı. Tesadüf, ISKI Genel Müdürlüğüne getirilen Ergun
Göknel ilkokul arkadaşım çıktı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Velhasıl, piyanist Ayşegül Sarıca
ile Hamburg’daki Steinway <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>fabrikasına
piyano seçmeye gönderildik. Ayşegül bize gösterilen 12 piyano arasından iki
muhteşem Model D Steinway seçti. Birinin ses rengi parlak, ötekinin daha
yumuşak olsun dedik. Piyanoların hangi koşullarla korunacağına dair fabrika
yetkililerinden bilgiler aldık ve döndük memlekete. Böylece konser salonumuz
ISKI sayesinde 2 adet fevkalade piyanoya kavuşmuş oldu. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZywloxv5g5EbUFLycoSL9QLz65CzTAX9Q-5TGW6JNLJGspBwCdWOk8YkL61Q_QbkRqCZG2VSL_QKzWyRDbvn3ijs3qfdpOizO3b-Ww69P0bXzMS_o3CIoscUbkIRJ8bP0bNHiZYUkVND6/s2048/20-+ay%25C5%259Feg%25C3%25BCl+sar%25C4%25B1ca%252C+g%25C3%25B6n%25C3%25BCl+g%25C3%25B6kdo%25C4%259Fan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1363" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiZywloxv5g5EbUFLycoSL9QLz65CzTAX9Q-5TGW6JNLJGspBwCdWOk8YkL61Q_QbkRqCZG2VSL_QKzWyRDbvn3ijs3qfdpOizO3b-Ww69P0bXzMS_o3CIoscUbkIRJ8bP0bNHiZYUkVND6/s320/20-+ay%25C5%259Feg%25C3%25BCl+sar%25C4%25B1ca%252C+g%25C3%25B6n%25C3%25BCl+g%25C3%25B6kdo%25C4%259Fan.jpg" width="320" /></a></div><br /><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Ayşegül Sarıca, F. A. Gönül Gökdoğan </span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Üzerine titrediğim piyanolar için
24 saat nem ve ısı ayarlı özel klimalı bir oda hazırlandı. İdari personelden
birinin görevi her sabah piyano odasının ısı ve nem durumunu kontrol etmekti.
Genç piyano akordörü Levent Conker ile anlaştık ve onun Steinway fabrikasında
staj görmesine yardımcı olduk. Piyanolarımıza kavuştuktan sonra alnımızın
akıyla Maria Joao Pires<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ya da Dimitri
Başkirov gibi efsane piyanistleri salonumuza davet edebilecektik. Fransız,
İtalyan, Rus, Amerikan, Alman, İngiliz Kültür Merkezleri ile yakın işbirliğine
girişmiştik. Onlar da yüksek standartlara sahip olan ve o standartlara uygun
yönetilen bir konser salonuna kendi sanatçılarını getirmek için can
atıyorlardı. İlk yılın sonunda salonumuza bir de klavsen almaya karar verdik.
Trevor Pinnock’un<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>tavsiyesi üzerine
Boston’daki bir klavsen yapımcısına klavsenimizi ısmarladık. Böylece İstanbul
Büyükşehir Belediyesi bir de özel yapım klavsene sahip oldu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Konser salonuna Cemal Reşit Rey
adının verilmesi de ilginçtir. Hikâyeyi baştan anlatsam iyi olur. 1923 yılında
Paris Konservatuarı’ndan mezun olan Cemal Bey, hocası ünlü piyanist Marguerite
Long ile çalışmaya devam etmektedir. 19 yaşındaki genç piyanist ve besteci
parlak bir kariyerin eşiğindedir. Öte yandan 1923 yılı Türkiye için yepyeni bir
çağın başlangıcıdır. Paris’teki genç müzisyene tam bu sırada İstanbul’dan
sürpriz bir telgraf gelir. Cemal Bey, Türkiye’ye çağrılış serüvenini Atatürk’ün
doğumunun 100. Yılı dolayısıyla İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi
tarafından düzenlenen “Atatürk ve Sanat” başlıklı Sempozyumda şu cümlelerle
anlatır: <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Uşakizade Halit Bey’den (Halit
Ziya Uşaklıgil)- ki kendisi o zaman Şehremaneti Sanayi-i Nefise Encümeni<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>reisiydi-bana bir telgraf geldi[...]
[İstanbul’da] ders vereceğim bir Konservatuar, bir Darülelhan açılıyor. Buna
bir alafranga kısım ilâve edilmiş. Darülelhan’da bana kompozisyon ve piyano
sınıfları veriliyor.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQofcExZpvNsn5CDJlZ9Pi1c-TU_B7Pd_f_pv4j0Lb57pkdwJMzJI_ZgH2DIsydZ367Mc1-VwiK-izf3v6NhTlAWh1832u9qvIjVf74uldN9DhnXIrK8zSrqRcSNciMccSWtw7QOeuHTCt/s2048/cemal+re%25C5%259Fit+rey.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2048" data-original-width="1343" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQofcExZpvNsn5CDJlZ9Pi1c-TU_B7Pd_f_pv4j0Lb57pkdwJMzJI_ZgH2DIsydZ367Mc1-VwiK-izf3v6NhTlAWh1832u9qvIjVf74uldN9DhnXIrK8zSrqRcSNciMccSWtw7QOeuHTCt/s320/cemal+re%25C5%259Fit+rey.jpg" /></a></div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Cemal Reşit Rey<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Paris’ten gelen bu sarı saçlı,
mavi gözlü, ince bıyıklı, Fransız aksanıyla ağdalı bir Osmanlı Türkçesi konuşan
dinamik gencin ilk öğrencileri ondan topu topu dört- beş yaş küçük, çoğu ona
hayran genç hanımlardı. Sonraki yıllarda Şair Nigar sokaktaki konağında özel
piyano dersleri de verirdi Cemal Bey. Cemal Bey’in sevgili piyano öğrencileri
arasında Orhan Pamuk’un halası Gönül Pamuk, Gülsin Onay’ın annesi Gülen Erim,
Hasan Muhittin Çanga Paşa’nın kızı ve eski bakanlardan Cahit Kayra’nın eşi
Gönül Kayra, çellist Selma Gökçen’in annesi Emel Uygur, daha niceleri var. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İşte bu öğrencilerden ikisi bir
gün Konser Salonu’nda beni ziyarete geldiler. Gelenlerden biri Cemal Reşit
Rey’in İstanbul Belediye Konservatuarı’ndaki ilk piyano ve analiz
öğrencilerinden olan Masume Batu ile Türkiye Radyolarının ilk kadın spikeri
Emel Gazimihal’di. Bana bir öneriyle gelmişlerdi. Hocaları Cemal Bey, İstanbul
Belediyesi’nin müzik etkinlikleri ile özdeşleşmiş bir isimdi. Belediye
Konservatuar’ında şehrin ilk yaylı çalgılar orkestrasını kuran, ardından
İstanbul Belediyesi Şehir Orkestrası’nı kurup emekli oluncaya kadar şefliğini
yapan Cemal Bey’in adı yeni belediye konser salonuna verilmeliydi. Hanımların
önerisini hemen Hilmi Yavuz’la konuştum, Hilmi de fikri derhal benimsedi sağ olsun.
Böylece başta Cemal Bey’in öğrencileri olmak üzere, Belediye Başkanı Nurettin
Sözen’in de katıldığı bir törenle salona Cemal Reşit Rey Konser Salonu adı
verildi. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxPkZykeGxSCGGLS4TueRi0cEB4smQAHXpYpPuvUQGQ_zHBbdXOwpb25qfQuzd7J0RfbubnTptutjCluUl_pkpVsIdfkS-2ge-oWtRvSb-tOB2Fbq3lo2XXSzhbVAd527cm6kVmFDtjnTT/s2048/emel+gazimihal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1439" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhxPkZykeGxSCGGLS4TueRi0cEB4smQAHXpYpPuvUQGQ_zHBbdXOwpb25qfQuzd7J0RfbubnTptutjCluUl_pkpVsIdfkS-2ge-oWtRvSb-tOB2Fbq3lo2XXSzhbVAd527cm6kVmFDtjnTT/s320/emel+gazimihal.jpg" width="320" /></a></div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Sağdan sola Masume Batu, Emel Gazimihal, F. A. Nürettin Sözen<br /><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">SIKINTILI İLİŞKİLER<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Belediye ile ilişkilerimiz çok
iyi gider gibi görünürken birden tersine dönüyor, ardından yine düzeliyordu.
Geçinemeyen aile fertleri gibi sürekli dedikodular, fesatlıklar, dalkavukluklar
deryasında yüzüyorduk. Sürtüşmelerimiz daha işin başından “halkçı” versus
“elit” takışmasına dönüşmüştü. Ülkemizde ister Profesör Doktor ister Şair ister
Filozof olun, klasik müziğin “elit”lere hitap ettiği, “halk”a uzak olduğu
önyargısından kurtulamıyorsunuz. Halka hitap etmekten anlaşılan da her nabza
göre şerbet vermekten geçiyordu benim patronlara göre. Salonun uluslararası
boyutta örnek niteliğini korumak için 3 yıl boyunca belediyeye karşı verdiğim
cansiperane mücadele sonucu yüksek tansiyon hastası olmuştum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Belediye Başkanlığına ve Kültür
Dairesi’ne sunduğum CRR Konser Salonu kullanım ve işletme yönetmeliğine
uyulmuyordu. Aylar önceden hazırlayıp yayınladığımız, duyurularını yaptığımız
yıllık programımıza uymayan tahsislerle bizi deli etmeyi sürdürüyorlardı.
Nurettin Sözen “Ben iki yüz- üç yüz kişi klasik müzik dinleyecek diye bu salona
bu kadar para veremem” diyerek noktayı koymuştu. Ben, salondan çok daha fazla
kişinin yararlandığını, böyle bir mekânın ticarî önceliklerle yönetilmemesi
gerektiğini söylesem de başkan Nuh diyor Peygamber demiyordu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHpO8DZnpbPOa0L7brGBJI3JHa6mwbl6LdfdYqsRsKkc0Wf2nhcsE2qbhWR2-ZV7AlPgXQuokYDVpw4PCGybvi-Ls2g63jnkWihA7IcSepRccYljpAA0GwlpobSbW0hbdSDq3izEU-WxiJ/s2048/belediye.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1384" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhHpO8DZnpbPOa0L7brGBJI3JHa6mwbl6LdfdYqsRsKkc0Wf2nhcsE2qbhWR2-ZV7AlPgXQuokYDVpw4PCGybvi-Ls2g63jnkWihA7IcSepRccYljpAA0GwlpobSbW0hbdSDq3izEU-WxiJ/s320/belediye.jpg" width="320" /></a></div><span> </span>Cemal Reşit Rey ve İBB kültür işlerine bakan ekip. Sağdan Biltin Toker, Hilmi Yavuz, F.A. Nurettin <span> </span>Sözen ile. Arka sırada konser salonunun müdavimlerinden İshak Alaton, Avukat Süreyya Ağaoğlu, <span> <span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span> </span>Büyükelçi Vahit Halefoğlu ve eşi Zehra Hanım.<br /><span style="mso-spacerun: yes;"><br /></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Sonunda iki olayla bıçak kemiğe dayandı.
Birincisi, Bedrettin Dalan zamanından beri Şehir Tiyatrolarını yönetmekte olan
Gencay Gürün’ün “Evita” müzikalini ille de CRR Konser Salonunda sahnelemek
ısrarı, ikincisi ise Sözen takımının binanın alt katını televizyon stüdyolarına
dönüştürmek amacıyla yıkıma kalkışmasıydı. Aslında ben müzikale filan karşı
değildim. Ama CRR sahnesi tiyatro sahnesi değildi. Kulisi bile yoktu. Ne kadar
“Dekorlar sığmaz, sahne ve sahne arkası uygun değil” dedimse de Gencay Gürün,
“Uysa da uymasa da biz uydururuz” mantığını Nurettin Sözen’e inandırmıştı. Öte
yandan SHP’li belediyeciler de aynı mantıkla salonun dibini oyarak Belediye
Radyo Televizyon Stüdyosu kurma ve parti propagandası yapma telaşı
içindeydiler. Erdal İnönü başta olmak üzere başvurmadığım SHP’li kalmamıştı.
Herkes yüzüme karşı haklı olduğumu söylüyor ama hiçbir şey yapamıyor veya
yapmıyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Tabii olan biten sır değildi ve
belediye ile sorunlarım olduğu etrafta, sanat ve müzik camiasında
konuşuluyordu. Aydın Gün tam bu aşamada sahneye girdi. Kendisini çocukluğumdan
beri tanırdım. Babamın konservatuardaki öğrencilerindendi, ayrıca İstanbul
Belediyesi Şehir Operası’nda korrepetitör olarak çalıştığım yıllarda müdürüm
yani patronum olmuştu. Cumhuriyet gazetesi müzik yazarı sıfatıyla İstanbul
Festivali dolayısıyla kendisi ile kaç kere söyleşi yapmıştım. Daima mesafeli,
hatta “burnundan kıl aldırmayan” tavrıyla insanı yanına yaklaştırmayan bir
kişilikti Aydın Gün. Belki de bu yüzden beni The Marmara oteline kahve içmeye
davet edince epey yadırgadım. Hangi dağda kurt ölmüştü de Aydın Bey beni kahve
içmeye çağırıyordu. Davete icabet edip, The Marmara Kafe’ye gittiğimde Aydın
Bey’in söze nasıl başladığını bugün hiç anımsamıyorum ama görüşmemizin ana
konusu benim yöneticilerle daha diplomatik iletişim kurmaklığımın lehime
olacağı yönündeydi. Beni uyarıyordu Aydın Bey. O zaman bu uyarıya pek anlam
verememiştim. Senaryonun ne olduğu daha sonra anlaşılacaktı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">En gergin günlerden bir gün
Nurettin Sözen beni makamına çağırdığında Gencay Gürün, Hilmi Yavuz, genel
sekreter Tuğrul Erkin ve diğer bazı zevat, uzun bir masanın etrafına engizisyon
mahkemesi yargıçları gibi dizilmişlerdi. Nurettin Sözen “itirazlarımı basına
sızdırarak suç işlediğimi” beyan etti önce. Gencay Gürün hemen sözü alarak
“devlet memurunun basına demeç vermesi suçtur Sayın Başkan!” buyurdu. Hilmi
Yavuz başıyla onayladı, suçlu olduğum gerekçesi ile istifam istendi. İstifa
etmeyince de yazılı bir deklarasyonla görevden alındım. Gerekçe yoktu. Sözen,
“bana karşı çıktınız da o yüzden görevinize son verdim” mi diyecekti?
Deklarasyonda, “Prof. Filiz Ali’nin görevinin bir yıl daha uzatılmasına gerek
duyulmadığından görevinin kapatılmasına karar verilmiştir” deniyordu. “Görev
kapatmak” !<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Olay çabuk duyuldu. Sabah
gazetesinin 8 Temmuz 1992 tarihli manşeti “Salon Müdürü şutlandı” şeklindeydi.
Altında: <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">[…]CRR Konser Salonu’nun Genel
Sanat Yönetmeni Prof. Filiz Ali, salonun bazı bölümlerinin Televizyon
Stüdyosuna dönüştürülmek için yıkımına karşı çıktı. Bunun üzerine Anakent
Belediye Başkanı Nurettin Sözen, Filiz Ali’yi önce istifaya zorladı ardından da
görevine son verdi” yazıyordu[...]<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Atilla Dorsay, aynı gün çıkan
Cumhuriyet gazetesinde olayı şu cümlelerle özetliyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">[…]CRR Konser Salonu’nu 4 yıla
yakın zamandır yöneten Prof. Filiz Ali, altında Prof. Nurettin Sözen, Tuğrul
Erkin, Prof. Mete Tapan, İcen Börtücene ve de Hilmi Yavuz’un imzaları bulunan
bir yazıyla bu görevinden alınmıştır. Nedeni bu salonu 4 yıldır dünyanın sayılı
sanat ve müzik merkezlerinden biri haline getirmeyi başaran Ali’nin,
belediyenin bu salonla ilgili son iki uygulamasına karşı çıkmasıdır[…]<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Olay basında dallanıp
budaklanmaktaydı. Mimarlar Odası, İstanbul Belediyesi’nin Kent Televizyonu için
Cemal Reşit Rey konser salonunu mekân seçmesine “karşı” bir bildiri yayınladı.
Bildiride [Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun gerek mimari özellikleri ve
gerekse nitelikli müzik dinletilerine dönük özgün işleviyle korunması gereken
bir kültür mekânı olduğu…] belirtiliyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Mahmut T. Öngören 21 Temmuz’da
Cumhuriyet gazetesinde:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">[…]Dünyanın tüm
televizyoncularına sorun; size bir konser salonunun altının da üstünün de TV
stüdyolarına dönüştürülmemesi gerektiğini, yüzlerce teknik neden ileri sürerek
kanıtlayacaklardır[…] diyor ve […] dünyanın tüm müzik eleştirmenlerine sorun:
“Evita” müzikalinin de “yükte ağır, müzikte hafif” değer taşıdığını
söyleyeceklerdir[…]diye devam ediyordu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Görevimden “şutlanmam” şöyle
gerçekleşti:<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Resmî yazı sabah odama
gelir gelmez elime verildi. Hemen arkasından, Hilmi Yavuz’un başımıza musallat
ettiği müessese müdürü kerameti kendinden menkul şair ve felsefeci Sabahattin
Batur, beraberinde benim salondaki ilk günlerimde getir götür işlerine baksın
diye işe aldığım Arda Aydoğan olmak üzere odama selamsız sabahsız dalıverdi.
Arda, bütün zamanların bir numaralı dalkavuğu olduğundan saf değiştirmesi için
birkaç dakika yeterli olmuştu. Önde Sabahattin arkasında Arda, odayı derhal
boşaltmam isteğiyle karşımda dikiliyorlardı. Odacı Fevzi telaşla koli aramaya
koştu. Masamın üzerindeki şahsi eşyaları, kitapları, CD’leri kolilere
yerleştirdik bu iki adamın gözetimi altında. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Bu duruma tanık olan Basın ve
Halkla ilişkiler elemanımız Canset Aksel üzüntüsünden derhal istifasını verdi.
İstifa mektubunu şu cümleyle bitirmişti Canset: “Birlikte çalışma onurunu
taşıdığım Sayın Filiz Ali’nin odasının işgal edilerek gözetim altında
boşalttırılmasından duyduğum utanç ve üzüntüyle istifa ediyorum.”</span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7gea4ZAR-Rr1wNiITJGId16s9wggscrV7CKH81goPiQRXKQ-aZcIT4nDt9Zu_rQxa__j4SEddNwOn_f2YH9KZdMlJyI8T4OI89n-Q5-fW38k7fvzpjFV0oVbDY9_AqPkPPTr1xye-55B5/s2048/23-+aliye+manizade.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1408" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg7gea4ZAR-Rr1wNiITJGId16s9wggscrV7CKH81goPiQRXKQ-aZcIT4nDt9Zu_rQxa__j4SEddNwOn_f2YH9KZdMlJyI8T4OI89n-Q5-fW38k7fvzpjFV0oVbDY9_AqPkPPTr1xye-55B5/s320/23-+aliye+manizade.jpg" width="320" /></a></div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>Aliye Manizade, F.A. Canset Aksel<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Aliye Manizade de birkaç gün
sonra Hilmi Yavuz’a müessese müdürü Sabahattin Batur’u eleştiren ağır bir
mektup yazarak istifasını sundu. Ancak ben cepheyi vuruşa vuruşa terk etmeye
kararlıydım. Kolilerimle birlikte CRR Konser Salonu’nun kapısının önünde bir
basın açıklaması yaptım. Basına dört dörtlük bir kültür/sanat skandalı haberi
çıkmıştı. Yazıların ardı arkası kesilmiyordu. Yalçın Pekşen, Şule Perinçek,
Rengin Uz, Reyman Eray, Doğan Hızlan, Melih Âşık, Atilla Dorsay, Mahmut T.
Öngören köşe yazıları yazdılar. Röportajlar yapıldı. Bütün yazılarda Nurettin
Sözen ve ekibi fena halde eleştiriliyordu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Hollanda İstanbul Baş Konsolosu
Jan J. Jonker Roelants, Dr. Nurettin Sözen’e hitaben yazdığı 21.07.1992 tarihli
mektupta, ‘İstanbul’daki CRR Konser Salonu’nun Avrupa’daki en iyi konser
salonlarıyla yarışabilecek bir akustiğe sahip tek konser salonu olduğunu ve
böyle bir mekanın başka amaçlar için kullanılmaması düşünülerek, gereğinin
yapılacağına inandığını belirtmişti.’<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Devlet Sanatçıları Ayla Erduran,
Güher Pekinel, Gülsin Onay, Gönül Gökdoğan, İlhan Usmanbaş, Cengiz Tanç heyet
halinde Belediye Başkanının huzuruna çıkarak olayı protesto ettiler. İdil Biret
başta olmak üzere sanatçılar SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’ye mektuplar
gönderdiler. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Kurul Kararı ile bir
basın açıklaması yapıldı ve benim görevden alınmam protesto edildi. CRR Konser
Salonunu benimseyen dinleyici kitlesi arasından çıkan birkaç kişinin, özellikle
uzun yıllar İtalya’da sosyal alanlarla aktivist olarak deneyim kazanmış olan
heykeltıraş Maral Kılıç’ın girişimi ile bir imza kampanyası başladı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQvRn4_ZuXgkV5lV_eF4VQfDtavsx9Gajdj_AUctPRuTSgrXs8XoY6Cx-El14xUZN-ty2DNMvKrp7tZtaEOnQpEoJbfm5oZhWXQqP1rsJRLj58qwLM-VBmM5l8ttCsQAuFlTT3mtxmcjfR/s2048/22-+g%25C3%25BClsin+onay.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1442" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhQvRn4_ZuXgkV5lV_eF4VQfDtavsx9Gajdj_AUctPRuTSgrXs8XoY6Cx-El14xUZN-ty2DNMvKrp7tZtaEOnQpEoJbfm5oZhWXQqP1rsJRLj58qwLM-VBmM5l8ttCsQAuFlTT3mtxmcjfR/s320/22-+g%25C3%25BClsin+onay.jpg" width="320" /></a></div><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>İmza verenlerden piyanist Gülsin Onay CRR Sahnesinde<o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Olay beni çoktan aşmıştı.
İnsanlar, 1- Filiz Ali’nin göreve iadesi. 2- CRR Konser Salonu’nun amaç dışı
kullanılmaması doğrultusunda imza vermişlerdi. İmza verenler arasında Esin
Avşar, Cem Mansur, Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Çiğdem Selışık, Ercan Yazgan,
Genco Erkal, Zühal Olcay, Haluk Bilginer, Mahir Günşıray, Ahmet Leventoğlu,
Zeliha Berksoy, Sarkis, Bedri Baykam, Yahşi Baraz, Ali Teoman Germaner, Metin
Deniz, Şahin Kaygun, Dr. Ünal Bengisu, Alp Yalman, Tezcan Yaramancı, Neşe
Erdok, Nergis Yazgan, Murat Belge, Can Yücel, Onat Kutlar, Halet Çambel, Nazmi
Akıman, Dr. Ayan Gülgönen, Dr. Macit Uzel, Şirin Tekeli gibi toplumun her kesim
ve katından 3000 üzerinde imzaya ulaşılmıştı ama Nurettin Sözen geri adım
atmadı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İşte gelinen bu noktada Aydın
Gün’ün beni neden The Marmara Kafe’ye kahve içmeye çağırdığı anlaşıldı.
Nurettin Sözen yerime Aydın Gün’ü getirmişti. Aydın Gün’e kimsenin itirazı
olamazdı. Çok iyi bir manevraydı bu. Aydın Gün ağzımı aramış, geri adım
atmayacağımı anlayınca da “olur”unu vermişti ipimi çekecek olanlara. Eh,
uyarmıştı beni, ondan günah gitmişti bu durumda. Ancak Aydın Gün, bir önemli
ayrıntıyı yani Nejat Eczacıbaşı’nın gazabını hesaba katmamıştı. Nejat Bey
köpürmüş, hıncını yeterince alamayınca da beni makamına çağırmıştı. Aslında
Nejat Bey ile ahbaplığımız İstanbul Festivali dolayısıyla oldukça yakın
sayılırdı. Her zaman kibar, güler yüzlü ve esprili, özel bir insandı Nejat Bey.
Yine de benimle ne konuşmak istediğini merak etmiştim doğrusu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">“Kızım, sana yapılan büyük
haksızlıktır!” diye başladı söze. Ancak asıl tepesini attıran Aydın Gün’ün bu
görevi kabul etmesi olmuştu anlaşılan. Aydın Bey’i çağırdığını, İstanbul
Festivali’nin yöneticisi olarak böyle bir görevi kabul etmemesi gerektiğini,
her iki işi de yapamayacağına göre Festival’den<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>derhal istifa etmesini isteyerek kendisine
“kapıyı gösterdiğini” söyledi. Nejat Bey sağolsun benim gönlümü alıyordu
böylece, ancak Aydın Bey’in Festival yönetiminden istifa ettirilmiş olması beni
hiç ilgilendirmiyordu. Olan olmuş, atı alan Üsküdar’ı geçmişti. Taşlar yeniden
yerini bulmuş Nejat Bey, Aydın Gün’den boşalan IKSV yönetimi mevkiine Melih
Fereli'yi getirmişti bile. Tek açıkta kalan bendim bu durumda. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><o:p> </o:p></span><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">Cemal Reşit Rey Konser Salonu
sayfası benim için böylece kapanmış oldu belki ama 1989-92 yılları arasında
fırtına gibi geçen bu üç yıl unutulmaz anılar, tanışıklıklar, dostluklar, ilişkiler,
gerginlikler, heyecanlar, sevinçler, mutluluklar ile dopdoluydu. O üç yılın
anılarını kalbimde özlemle saklıyorum.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><o:p> </o:p></span></p>Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-86399445053215656982021-04-13T10:59:00.001-07:002021-04-13T10:59:42.139-07:00<p> </p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><o:p> </o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>CEMAL REŞİT REY KONSER SALONU KURULUŞ HİKAYESİ<span> </span><o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal" style="text-align: center;"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><span>I</span></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;">1988 yılı sonbaharında İstanbul
Belediye Başkanı Bedrettin Dalan, Yıldız Sarayı’nda bir öğle yemeği daveti
veriyordu. Davetin mânâ ve ehemmiyeti hakkında belleğimde en ufak bir bilgi
kırıntısı bile yok ama kendimi Belediye Başkanı’nın masasında bulduğumu gayet
iyi hatırlıyorum. Yuvarlak büyük bir masaydı bu. Tam karşımda Dalan oturuyor ve
masadaki gazetecilere inşa ettirmekte olduğu konser salonundan bahsediyordu.
Kulak kesildim doğal olarak. O sıralarda Cumhuriyet Gazetesi müzik yazarıydım
ve herhalde davete de çağrılma sebebim bu olsa gerekti. Aklıma gelen ilk soruyu
sordum, “Konser Salonunu kim yönetecek Sayın Başkan?” Şöyle bir durdu Sayın
Başkan. Aklına böyle bir konu hiç takılmamıştı anlaşılan. Masada oturan
gazetecilerden Leyla Umar, bana dönerek “Filiz Ali, bu işi çok iyi yapar Sayın
Başkan!” dedi. Umar’ın yanında oturmakta olan Sezer Duru o kendine özgü
kont-alto sesiyle aynı duyguları paylaşınca Bedrettin Dalan “Bakacağız tabii!”
gibisinden birşeyler söyleyip konuyu kapattı ama bana da mavi gözlerini açarak
dikkatlice bir baktı.</span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Leyla Umar sofradan kalktıktan
sonra yanıma gelerek “O şimdi seni araştıracak” dedi. Nitekim birkaç gün sonra
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’ın özel kalemi tarafından
aranarak, hemen o akşam saat 19.00’da Belediye’ye davet edildim. Hani “müsait
misiniz?” filan diye sorulmadı bile. Başkan’ın bekleme odasında bir dolu adam
beklemekteydi. Bana da bir yer gösterildi, hep beraber beklemeye başladık.
Başkan’ın odasına giren çıkan trafiği baş döndürücüydü. Nihayet saat on
civarında içeri alındım. Başkan doğrudan konuya girdi. Konser Salonu inşaatının
bitmek üzere olduğunu, hemen ertesi sabah beni evimden alacağını ve inşaata
gideceğimizi, seçimlerden önce inşaatın tamamlanacağını ve görkemli bir açılış
yapacağını, bu açılışı da benim yapacağımı söyledi. “Yani bana konser salonu
yöneticiliği mi teklif ediyorsunuz?” dedim. “Onu da Atanur’la konuşursun” diye
cevap verdi. İkinci sorum “Benim Sabahattin Ali’nin kızı olduğumu biliyor
musunuz?” oldu. Yine gözlerini gözlerime dikerek “Ben Sabahattin Ali’den mi
korkacağım” dedi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Haziran 1985’de İstanbul
Festivali sırasında şehrimize gelen New York Filarmoni Orkestrası Harbiye’de,
şimdiki Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı’nın bulunduğu yerdeki Spor ve Sergi
Sarayı’nda iki konser vermişti. Burası 1940’lı yıllarda Dünya Güreş Şampiyonası
dolayısıyla zamanın Belediye Başkanı Lütfi Kırdar tarafından yaptırılmış, adı
üstünde bir spor salonuydu. Gençliğimde burada basket maçlarına ve buz revüsü
gösterilerine gitmişliğim vardı ama konser salonu olarak kullanılması aklımın
köşesine bile gelmemişti. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Festival yöneticileri, 160
kişilik New York Filarmoni Orkestrası ve dinleyicilerin herhalde Atatürk Kültür
Merkezi’ne sığmayacağını düşünerek konserleri buraya almaya karar vermişti. O günlere
dönecek olursak 4 Nisan 1988 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nde yazdığım yazının
bir yerinde şu cümleler geçiyordu: <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">“...[1985 yılında] Zubin Mehta ve
New York Filarmoni Orkestrası İstanbul'a geliyor diye yer yerinden oynamış, ilk
kez İstanbul'un doğru dürüst bir konser salonu olmaması ciddi biçimde gundeme
gelmiş ve Zubin Mehta sayesinde Spor ve Sergi Sarayı'nın konser salonuna
dönüştürülmesine tanık olmuştuk. Allah biliyor ya, o gün bugündür Spor ve Sergi
Sarayı'yla başımız dertte.”<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguEe0CDwBQCE47snjsBMqGhanJlph9MGAHIhudMXel1WCqGt7M71Kw5lN9gsyDXnmkio7dh5f7NTnU7ZxGOhwKAt2tvSCbNrolvO_g4NTqHhLPxHxb82c_RvDQOfHcq8HmgV0Qb2RUHV3O/s400/mehta1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="323" data-original-width="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEguEe0CDwBQCE47snjsBMqGhanJlph9MGAHIhudMXel1WCqGt7M71Kw5lN9gsyDXnmkio7dh5f7NTnU7ZxGOhwKAt2tvSCbNrolvO_g4NTqHhLPxHxb82c_RvDQOfHcq8HmgV0Qb2RUHV3O/s320/mehta1.jpg" width="320" /></a></div><br /><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Zubin Mehta, İstanbul’a daha önce
1965 yılında Los Angeles Filarmoni Orkestrası’yla gelmiş, konserlerini Şan
Sineması’nda vermişti. Dünya çapında ünü olan bu Hintli şef herhalde konser
verebilmek için 1965’den 1985’e kadar geçen 20 yıl boyunca ancak bir sinema
salonundan çıkıp spor salonuna terfi edebilen bu dünya şehrini epey küçümsemiş
olsa gerek ki Anakent Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a patlayıvermiş ve
İstanbul gibi bir şehrin doğru dürüst bir adet konser salonuna sahip olmamasına
çok şaştığını söylemiş. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">22 Ocak 1989 tarihinde Cumhuriyet
Gazetesi’nde çıkan bir haberde Bedrettin Dalan:<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">“İki yıl önce New York Filarmoni
Orkestrası İstanbul’a gediğinde salon bulamadığı için Spor ve Sergi Sarayı’nda
konser vermek zorunda kaldı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Ben dinlediğimde utandım. Onun
üzerine konser salonu yapımına karar verdik[...] İstanbul Avrupa’nın müzik
merkezi olmalı. Hem Doğu hem Batı, hem Ortadoğu müziği İstanbul’da aynı zevkle
dinleniyor[...] Salonun Genel Sanat Yönetmeliği’ne müzik yazarı Filiz Ali’nin
getirilmesi için bir takım formalitelerin tamamlanmasını bekliyoruz. Filiz
Hanım müziği çok iyi bilen biri. Buranın yöneticiliğini başarıyla yapacağına
inanıyorum,” demiş ve konser salonu macerası hızla başlamıştı. <o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcB6DZwTi-uIv55DASvBaHQMeSzYZCrrI4G4pvPsmwVqxZTT-d6DGM4h9p6xR1dgbH0hxhHtfjtTAptO_E4fELl1kr5fHdAQXQ0E-LHbIkYj_RZNIjmdn0TJ6X9ta4qZ_RLJhexmdy79Wi/s864/dalan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="486" data-original-width="864" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcB6DZwTi-uIv55DASvBaHQMeSzYZCrrI4G4pvPsmwVqxZTT-d6DGM4h9p6xR1dgbH0hxhHtfjtTAptO_E4fELl1kr5fHdAQXQ0E-LHbIkYj_RZNIjmdn0TJ6X9ta4qZ_RLJhexmdy79Wi/s320/dalan.jpg" width="320" /></a></div><br /><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><br /></span><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Bedrettin Dalan, tebdil gezen
Padişahlarımız gibi sabahın erken saatlerinde şehrin içinde köşe bucak
dolaşarak baskınlar yapan hiper aktif bir Başkan’dı. Tabii kendisi erkenden
kalktığı için ekibinin de sabah kargalar kahvaltı etmeden patronun yanında
hazır ve nâzır olmaları gerekiyordu. Konser Salonu’nu böyle bir sabahın köründe
teftişe gittik Başkan’la. Bina Harbiye Askeri Müzesi’nin arkasındaki İtfaiye
binasının üzerine inşa edilmekteydi ve neredeyse bitmişti. Altında İtfaiye
binası olduğundan uzaması veya kısalması mümkün değildi. Statik nedenlerle
sahne boşluğu genişletilemiyor ve yükseltilemiyordu mühendislere göre. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Başkan, burada opera ve müzikal
de oynanacağını söylüyordu ama mimarlar projeye orkestra çukuru çizmeyi
unutmuşlardı. Hemen emir verildi, sahnenin altı kazılsın dendi. Ne yazık ki
sahnenin altını fazla kazmaya kalkarlarsa İtfaiye’nin tavanını delme tehlikesi
vardı. Sonuçta konser sırasında üstü kapatılmak koşuluyla göstermelik bir
orkestra çukuru yapıldı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Koltuklar, halılar ısmarlanmış,
Amerika ve İngiltere’den akustik uzmanları gelmişti. Her şey tamamlanmak üzereydi
ama özellikleri nedeniyle uzmanlar tarafından ele alınması gereken, akla gelen
gelemeyen türlü sorunları içeren böyle bir girişimin nasıl ve kimler tarafından
işletileceği ve yönetileceği konusu üzerinde anladığım kadarıyla uzun uzadıya
düşünülmemişti. Tabii, ben gönüllü bir çaylak olarak öne atılınca ihale üstüme
kalacak gibi görünüyordu. Bedrettin Dalan’ın derdi Büyükşehir Belediye
Başkanlığı seçimlerinden önce bu salonun görkemli bir açılışını yapmaktı.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Olaylar bu aşamadan itibaren
yıldırım hızıyla gelişti. Dalan’ın sağ kolu Genel Sekreter rahmetli Atanur
Oğuz’la tanıştık. Özal döneminin o iş bitirici ekibi İstanbul Belediyesi’nde de
iş başındaydı. Adamlar gece gündüz demeden çalışıyorlardı. Benimle hemen
sözleşme yapılacak ve hiç vakit geçirmeden çalışmalara başlayacaktık. Ama bu
sefer içime kurt düşmüştü. Ben bu adamlarla nasıl çalışacaktım? Nasıl
güvenecektim? Devir 12 Eylül devriydi. Bizim çevrede Dalan hakkında bin bir
söylenti dolaşmaktaydı. Öte yandan neredeyse inşaatı bitmiş yepyeni gelinlik kız
gibi bir konser salonu sahipsizdi ve sahibini aramaktaydı. Tabii bugün
düşündüğümde bizim müzik ve sanat dünyasının kodamanları nasıl oldu da bu işe
benden önce atlamadılar diye soruyorum kendime. Boş bulundular herhalde. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İstanbul’un renkli simalarından
Avukat Mordo Dinar, geniş müzik bilgisi, görgüsü ve sevgisi ile İstanbul’daki
tüm konserlerin en sadık müdavimlerindendi. Atanur Oğuz’un karşısına yanımda
Mordo Dinar’ı destek alarak oturmaya karar verdim. Küstahlığım burada da
bitmiyordu. Atanur Oğuz’la onun makamında değil benim Kalıpçı sokaktaki evimde
buluşacaktık. Adam, herhalde “ la havle” çekerek bu kaprisime de boyun eğdi,
geldi bizim fakirhaneye. Mordo Dinar pazarlık masasında benim haklarımı
koruyacak, sözleşme maddelerini inceden inceye didikleyecekti hesapta. Konu
ücret meselesine geldiğinde Mordo, bana göre astronomik bir ücret talebetti.
İçimden “eyvah” dedim. Zaten Atanur’un yüzü pembeden kırmızıya dönmekteydi
sanki. Her an masadan kalkabilirdi. Ama tam tersi oldu. Atanur Oğuz, benim blöf
sandığım rakamı kabul etti, el sıkıştık ve ertesi gün yine kargalar kahvaltı
etmeden buluşmak üzere ayrıldık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Çalışmalarımızı İstanbul
Büyükşehir Belediye binasında değil, Levent’te Prof. Dr. İlhami Karayalçın’ın
bürosunda sürdürecektik. İlhami Bey ve oğlu Alpaslan Karayalçın, yönetim
planlaması, yönetim geliştirme, organizasyon ve planlama konularında
uzmandılar. Konser Salonu projesini de onların danışmanlığında
gerçekleştirecektik. Karayalçın’ların bürosunda, 1988 yılı dünya ile iletişim
sağlama yöntemleri telefon, fax ve telex’ten ibaretti. Kara kara düşünüyorum,
“Nereden aldım başıma bu belayı?” diye. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Kasım 1988’de bir aylık İtalyan
araştırma bursu ile Milano, Venedik ve Floransa’ya gideceğim. Dalan’ın protokol
müdürü Reha Arar Bey de Kasım’ın sonunda Floransa Belediye Başkanı ile
görüşmeye gidecekmiş. “Sizinle Floransa’da buluşuruz, sizi Belediye Başkanı ile
tanıştırırım” diyor. Nitekim buluşuyoruz. Floransa Four Seasons Oteli’nde
kalıyor Reha Bey. Otelin şahane restoranında yiyecekmişiz öğle yemeğimizi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Floransa Belediye Başkanı Massimo
Bogianchino’nun (Bocankino okunuyor) Floransa Communale Tiyatrosu ve Paris
Operası’nın müdürlüğünü yapmış, daha önceleri uzun bir piyanistlik kariyeri
olan, müzik çevrelerinde saygı duyulan bir sanatçı/yönetici olduğunu Leyla
Gencer’den öğreniyorum. Bogianchino, Leyla Hanım’ın yakın ahpabı. Leyla
Hanım’ın selamını götürüyorum Belediye Başkanına.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Gencer adı İtalya’da bütün kapıları açan bir
anahtar olduğundan Bogianchino ile koyu bir sohbete giriyoruz ve konuyu
İstanbul’daki Yeni Konser Salonu’na getiriyor, işbirliği sözü alıyoruz Floransa
Belediye Başkanı’ndan. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span><span> </span>KONSER SALONU AÇILIŞINA
HAZIRLANIYORUZ<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İstanbul’a döndüğümde başıma
sardığım işin büyüklüğünü idrak etmeye başlamıştım. Hemen güvendiğim kişilerden
oluşan bir ekip kurmalıydım. Aklıma ilk gelen isim Ömer Umar olmuştu. Ömer,
delicesine müzik aşığı bir adam. Yıllarca kimsenin elini sürmek istemediği
klasik müzik menajerliğine soyunmuş, Lothar Schmidt adındaki Avusturyalı bir
genç adamla ortak olup 1960’lı yıllardan başlayarak sayısız konser organize
etmiş. Müzik dünyasında yerli ve yabancı tanımadığı yok. Bana yardımcı
olacağını biliyorum ama zor adam. Bütün ilişkilerimi ve bağlantılarımı devreye
sokmam gerek. Dalan, açılışın görkemli olmasını ve neredeyse kırk gün kırk gece
sürmesini istiyor. Prestij meselesi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">İstanbul Belediyesi Konser
Salonu, sonuçta deliler gibi çalışılarak, türlü imkânsızlıklarla boğuşarak
geçen günlerin ardından 6 konser ile açıldı.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirGSeGP3ajy7pdMHY8EFkIXQsrH4-T6Rg9LhOvmaHIm5U3p5rzK8A264aNcPOqCGtY0SL3BKRNpPnrUpbqWtKZpLAUddias0GnSHRe5pDJ2jjHszPLiNnkJuiN7y-Am038S9YeDaqgsHMr/s2048/2-+crr+salon.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1441" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEirGSeGP3ajy7pdMHY8EFkIXQsrH4-T6Rg9LhOvmaHIm5U3p5rzK8A264aNcPOqCGtY0SL3BKRNpPnrUpbqWtKZpLAUddias0GnSHRe5pDJ2jjHszPLiNnkJuiN7y-Am038S9YeDaqgsHMr/s320/2-+crr+salon.jpg" width="320" /></a><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGvBatXbiQuBRmyDgfcoQ9vS7FWHZrCm-jf9dQu5x_4OGyWKzrgKSNuzBeQtb5vcytRmZx8TEH8njA5LB8awIsS0xgenidlpBQSAGzVUJIRUIo-T5PcF1RRFWRcP6kpMCrbHKDDg30irow/s2048/3-+crr+salon.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1480" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjGvBatXbiQuBRmyDgfcoQ9vS7FWHZrCm-jf9dQu5x_4OGyWKzrgKSNuzBeQtb5vcytRmZx8TEH8njA5LB8awIsS0xgenidlpBQSAGzVUJIRUIo-T5PcF1RRFWRcP6kpMCrbHKDDg30irow/s320/3-+crr+salon.jpg" width="320" /></a></div><br /></div><br /> <o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">16 Mart 1989 akşamı verilen
Açılış Konseri’ne devlet protokolü dâhil, tüm büyük toplar davetliydi. Prestije
prestij katmak için açılışa Richard Wagner’in torunun oğlu Gottfried Wagner’i
bile çağırmıştık.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8-JYKknykly7aZK4zwJVDCaCJvldI28KUVrUNQRc9QjT2lVdgP4JqBCX2otv2Z3aZn-XbfITCG38GsRG6EINib8YMsnFi4Tm3W09aupRD0XeS0zsLeyFFIvNIFzl0TEeuUN2ctiwP_4Ww/s2048/5-+gottfried+wagner.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1504" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh8-JYKknykly7aZK4zwJVDCaCJvldI28KUVrUNQRc9QjT2lVdgP4JqBCX2otv2Z3aZn-XbfITCG38GsRG6EINib8YMsnFi4Tm3W09aupRD0XeS0zsLeyFFIvNIFzl0TEeuUN2ctiwP_4Ww/s320/5-+gottfried+wagner.jpg" width="320" /></a></div><br /> Ancak açılışa Kenan Evren’in gelmesi ufak çaplı bir krize
neden oldu. Bana destek olur diye işe aldırdığım en güvendiğim kişilerden biri
Kenan Evren’i protesto ederek, “Kapıda dikilip o adamı karşılamayacağını”
söyledi. Dalan’ın protokol müdürü buna çok kızdı. “Devlet Başkanı’nı
karşılamamak da ne demek, protesto etmeğe meraklıysan bu işi kabul etmeden önce
düşünecektin. Madem burada çalışıyorsun karşılamak zorundasın” dedi, ben arada
kaldım, daha siftah ilk bunalımımızı yaşamış olduk. <o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">14 Mart 1989 gecesi, açılışı
Rudolph Baumgartner’in yönettiği Lucerne Festival Yaylı Çalgılar Orkestrası
yaptı. Solist İdil Biret’di. İkinci gece ünlü Rus kemancı Oleg Kagan ve Devlet
Sanatçısı Ayla Erduran’ın Riga Oda Orkestrası eşliğinde Bach’ın 2 keman için
konçertosunu yorumladıkları konser ile açılışlar devam etti. Ertesi gece
Avusturyalı çellist Heinrich Schiff, piyanist Ayşegül Sarıca eşliğinde
unutulmaz bir resital verdi, ardından Nevzat Atlığ ve korosunun konseri vardı,
son gece de Hikmet Şimşek’in yönettiği İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası ve
orkestranın iki başkemancısı Gülden Turalı</span></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoqtAlDK1rQzc-29GjYKBwPlwBqAE3NTyOMtU-dIvV4s9tA5TiPwe378cPwUC76UgIE_fDpMCDB6xJC20S6HsK3GX2XeC9NCC1wo6V0Gk6z31R5s4Hx16YEc3BS_T_9cKX5tYTWAO3gwLk/s1280/g%25C3%25BClden.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjoqtAlDK1rQzc-29GjYKBwPlwBqAE3NTyOMtU-dIvV4s9tA5TiPwe378cPwUC76UgIE_fDpMCDB6xJC20S6HsK3GX2XeC9NCC1wo6V0Gk6z31R5s4Hx16YEc3BS_T_9cKX5tYTWAO3gwLk/s320/g%25C3%25BClden.jpg" width="320" /></a></div><br /><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"><br /></span><p></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman", serif; font-size: 12pt;"> ve Yusuf Güler Aksöz’ün solist
olduğu konser ile görkemli açılış konserleri sona erdi. Böylece her akşam başka
bir programla ve uluslararası solistlerle şehrin en yeni konser salonunu
hizmete açmış olduk.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQx2sDLyFZUmLRY2NWYOe7ChBL1Xz7UCcX_Erp9Au6KlUuX36RVFrCgONNUGKFMLcitFYMd1dK4xQ7SF-cTpJPltW6Qdfn9tQCmGJerM4-9SAdIgwHg6MHDJfPELI-IvIA2h7FRK16lAL0/s2048/12-+idil+biret%252C+michael+ponti.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1427" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQx2sDLyFZUmLRY2NWYOe7ChBL1Xz7UCcX_Erp9Au6KlUuX36RVFrCgONNUGKFMLcitFYMd1dK4xQ7SF-cTpJPltW6Qdfn9tQCmGJerM4-9SAdIgwHg6MHDJfPELI-IvIA2h7FRK16lAL0/s320/12-+idil+biret%252C+michael+ponti.jpg" width="320" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjq3Sksi8APcHIOux_F1nWcrWcbRMr7KDCTMdXjZLYYP83IRG1U4M5_-ZDO5hg2Ib0z62Z_jRD8nFf55PdoRZqJzPAIT7jsx5PIgq47IK4jck8ipYC5usdjBRiuXr1NgjG1x5eVnt0p-D7_/s2048/4-+crr+a%25C3%25A7%25C4%25B1l%25C4%25B1%25C5%259F+kokteyli.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1488" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjq3Sksi8APcHIOux_F1nWcrWcbRMr7KDCTMdXjZLYYP83IRG1U4M5_-ZDO5hg2Ib0z62Z_jRD8nFf55PdoRZqJzPAIT7jsx5PIgq47IK4jck8ipYC5usdjBRiuXr1NgjG1x5eVnt0p-D7_/s320/4-+crr+a%25C3%25A7%25C4%25B1l%25C4%25B1%25C5%259F+kokteyli.jpg" width="320" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi93PChkH6EopIC70dsyAlXGBbY-fW1TLOWXV7F-JRPAEm8Wmp9AxXyDXtkAlbt3U_sYCEM28nY0duX8g_0fVvbuHTsMIktvJTg1Z8pjONC0nfQbE6TPCo6s_YjDzTa4JnCNJrIeZtBJP96/s2048/6-+rudolph+baumgartner.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1405" data-original-width="2048" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi93PChkH6EopIC70dsyAlXGBbY-fW1TLOWXV7F-JRPAEm8Wmp9AxXyDXtkAlbt3U_sYCEM28nY0duX8g_0fVvbuHTsMIktvJTg1Z8pjONC0nfQbE6TPCo6s_YjDzTa4JnCNJrIeZtBJP96/s320/6-+rudolph+baumgartner.jpg" width="320" /></a></div><br /><o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Sonra belediye seçimleri geldi
çattı. Dalan’ın yeniden seçileceği garanti gibiydi. 26 Mart 1989 günü yapılan
seçimler sürprizle sonuçlandı. Dalan seçimi kaybetmiş ve Sosyal Demokrat Halkçı
Parti yani SHP adayı Dr. Nurettin Sözen belediye başkanlığını kazanmıştı. Buna
en çok şaşıran yine SHP’liler oldu. Belediyeciliğe hiç hazırlıklı değillerdi.
Kültür işlerinin başına Hilmi Yavuz’u getirdiler. Ömer Umar ve Hilmi Yavuz’un
Londra’dan arkadaşı olan Biltin Toker, Sözen’in danışmanı oldu. Oxford’da
mimari okumuş, devrimci mimari projeleri ile dikkat çekmiş ama Oxford’u
bitirememiş bir üstün yetenekli kişiydi Biltin. Dünya yüzünde bilmediği ve
anlamadığı hiç bir şey yoktu görünürde. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Daha işin başında bu “Triumvira”
ile yıldızımızın barışmayacağı belliydi.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Ayrıca, Konser Salonu konusuna
gelene kadar yapılacak tonla işi vardı bu yeni kadronun. Arada bizi unuttular,
yaz boyunca maaşlar verilmeyince çalışanlar birer ikişer ayrıldı. Odacı Fevzi
ile ben ve de fareler, kalakaldık koca binada. Bir süre “bu kadın belki de
kendiliğiden gider” diye düşündüler. Oysa benim gitmeye hiç niyetim yoktu.
Koltuğumun altında dosyalar dolusu raporlarla, gün aşırı belediyenin
koridorlarını arşınlıyorum. Biltin ve Hilmi’nin hiç hoşuna gitmiyor benim bu
ısrarım. Genel Sekreter Alev Coşkun farklı tabii. Onun da eli mahkûm. Koskoca
konser salonu sıcak patates gibi kucağına düşmüş, nasıl işletilecek bu salon?
Bir an önce halledilmesi gerekiyor. Sonunda ıkına sıkına yaz boyunca bana ve
odacı Fevzi’ye Hamidiye Sularından hayli düşük birer maaş bağladılar. Yaşasın!
Konser Salonu Genel Sanat Yönetmeni olarak belediyenin Hamidiye Suları kadrosundayım
artık.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Temmuz ayının en sıcak
günlerinden biriydi. Salondan çıktım, “ ne olacak bu salonun hâli?” diye
düşünerek dalgın dalgın yürüyorum eve doğru. Maçka Oteli’nin önünde heykeltıraş
Gürdal Duyar çıktı karşıma. “Gel, seninle Kandilli ’ye gidip bir yemek yiyelim!”
dedi. Yapacak başka işim yoktu o sırada, teklifini kabul ettim. Bonkörlüğü
üstündeydi Gürdal’ın. Taksiye bindik, geçtik Anadolu yakasına. Kandilli’de,
denize tepeden bakan ve de püfür püfür esen lokanta ile meyhanemsi bir yere
geldik, oturduk. Gürdal günün her saatinde severdi içmeyi. Rakısı hemen kondu
masaya zaten. Epey bir muhabbet ettik. Saat dörde doğru Gürdal, ilhamının
kıvamına gelmiş olacak ki “Hadi kalk, Hasan Usta’ya gidiyoruz.” dedi. Hasan
Usta’yı tanımam, etmem. Gürdal kafaya koymuş, gideceğiz. Yine bindik taksiye,
Göksu deresinin oralardaki çömlekçi Hasan Usta’ın atölyesine geldik. İçeri
girer girmez, Gürdal transa geçti hemen. Beni bir tabureye oturttu. Kocaman bir
parça çamuru alıp çömlekçi tezgâhının üzerine “lâp” diye koyuverdi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Sonrası, tuhaf. O koca çamur
parçası hızla bana benzemeye başladı. Yüzüme bakmıyordu bile artık. Kafasının
içinde şekillenen Filiz’i büyük bir hızla çamurdan yaratıyordu. İki saat içinde
büst tamamdı bana göre. Büstün üstünü nemli bezle örttü. “Yarın yine geliriz”
dedi. Hasan Usta’nın atölyesine gidip gelmeler aralıklı olarak neredeyse bir ay
sürdü. Ritüel hep aynıydı. Önce rakı ve sohbet, sonra çalışma. Dediğim gibi,
büst aslında ilk gün bitmişti ama Gürdal üzerinde oynamayı seviyordu.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Sonunda su koy verdim. “Bitti artık,
bozacaksın, ben bir daha buraya gelmem, şunu fırınla da alayım gideyim” deyince
Gürdal fena halde bozuldu ve küstü.</span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: Times New Roman, serif;"><br /></span><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;"></span></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhP4oGTCNb0JeMlJ7hVARrcF4VH9fkgx0O-nrx_8cRYmTOm5mMqJTSO9Or9w9YlDgFs3jl29HSLdwnOkrv2oKFr7rSl4m-SkwonSKVZxdTacZeRWIPy6Hvari9yhnnER3XLqfzc9OY4nekv/s2048/b%25C3%25BCst.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="2048" data-original-width="1476" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhP4oGTCNb0JeMlJ7hVARrcF4VH9fkgx0O-nrx_8cRYmTOm5mMqJTSO9Or9w9YlDgFs3jl29HSLdwnOkrv2oKFr7rSl4m-SkwonSKVZxdTacZeRWIPy6Hvari9yhnnER3XLqfzc9OY4nekv/s320/b%25C3%25BCst.jpg" /></a></div><br /> <o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Hikâyenin devamı daha da tuhaftı.
Gürdal’ı o günden sonra uzun zaman görmedim. Ne o beni aradı, ne de ben onu.
Aradan belki de birkaç yıl geçti. Büstü unuttum. Bir gün Zeynep Rona aradı.
“Filiz, Gürdal senin büstünü yapmış mıydı?”, “Evet, ne oldu?” “Ben Hasan
Usta’nın atölyedeyim. Gürdal senin büstü burada bırakmış, bir daha da
uğramamış. Hasan Usta da kimindir bilmediği için bana sordu, tanıyor musun
diye, hemen tanıdım, sensin”.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Büstüme
kavuşmuştum ama ne yazık ki Gürdal artık hayatta değildi.<o:p></o:p></span></p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman",serif; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">(Cemal Reşit Rey Konser Salonu Kuruluş Hikayesi devam edecek....) </span></p>Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-19706461855853986142020-10-27T02:50:00.000-07:002020-10-27T02:50:01.978-07:00<p> </p><p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">CORONA
GÜNLÜĞÜ<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">28 Mart
2020 Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bugün
evde kalmanın 14. Günü. Bugünden itibaren daha düzenli bir çizelge yapmaya
karar verdim ama önce tembellik yapacağım. Sabah diyetisyenin zoruyla roka ve
maydanozdan ibaret kahvaltımı limonlu su eşliğinde yaptım. Ardından 2 wasa 5
zeytin ile nefsimi körlettim. Zaten zamanımın çoğu diyet yemekleri yapmakla
geçiyor. Sebzeleri şartla, su bidonunu şartla vesaire. Mutfak işleri meğer ne
kadar zamanımızı alıyormuş. Tabii makine de olsa bulaşık, çamaşır meseleleri
var. Ütü için makine olmadığından iş başa düşüyor. Arada bol bol sosyal medya
ile uğraşıyorum. Haberler, filmler, gruplarımızla sohbetler ve de görüntülü
sohbetler. Neler öğrendik, facetime, house party, zoom. Corona günleri için en
yararlı icat kesin görüntülü sohbettir. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bu arada
sabah akşam TV’de haberler izleniyor. Diziler konusunda da hiç seçici değilim.
Bir Zamanlar Çukurova, Babil, şimdi de Nurgül Yeşilçay ile Özcan Deniz bir
diziye başladılar. Aklıma gelmişken Nurgül taş gibi kadın ama o Özcan Deniz
süper gıcık. Koridor yürüyüşlerine bugün başladım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">29 Mart
Pazar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günaydın
Corona günlüğü. Dün olaysız geçti. Bu sabah yeni bir güne iyimserlikle bakmaya
karar verdim. Önce sıkı bir duş ve temizlenme, sonra herzamanki gibi otlarımı
yedim. Sonra da yoğurt ve kividen oluşan diyet kahvaltısı. Sosyal medyada
gezinti. Evde kalmamızı tavsiye eden İtalyanların videosunu seyretme. Zeynep
İnankur pek umutlu değil. Bu evde kal ikazının işe yaramayacağını düşünüyor.
Aradan sonra bütün evde yerler silindi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ebert
araştırmaları sırasında ilk opera muganniyelerinden Vahdet Nuri Esmen Hanımı
çocukluğundan tanıyan İdil’e (daha doğrusu Şefik’e) anılarını yazmasını rica
ettim. İdil de sağolsun tam 4 sayfa yazmış anılarını. Dehşet bir hayat yaşamış
bu Vahdet Hanım. Neyse öğleden sonraki salon ve yatak odası arasındaki koridor
yürüyüşümü Leyla Gencer’in Don Carlo kaydını dinleyerek yaptım. 1968 Roma canlı
kayıt. Çok kaliteli. Kral Philip Ghaourov, Eboli Fiorenza Cossotto, Don Carlo
Bruno Prevedi. Zamanında çok beğenilen bir tenor <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">30 Mart
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sevgili
günlük, bu sabah biraz keyifsiz kalktım. Hava açmış, ne güzel. Ama dışarı
çıkamadıktan sonra hava güzel olmuş bana ne? Sonra yavaş yavaş bu yeni
karantina hayatına uyum sağlama gayretiyle güne İsmail Sarıkaya’nın haber
programıyla başladım. O sırada tabii ot yemeğe devam ediyorum her sabah olduğu
gibi. Mutfak işleri insanın moralini az da olsa yükseltiyor. Onu yıka,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>öbürünü doğra derken oyalanıyor insan. Günlük
yürüyüşümü Verdi Don Carlo dinleyerek yaptım. Dün Karajan’ın Salzburg prodüksiyonunu
youtube’dan izlemiştim. Bugün yine Leyla Gencer’in Roma 1968<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>kaydına döndüm. Amma kadroymuş. Hepsi büyük
sesler, Leyla tam formda.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">İdil’in
dün akşam marketten getirdikleri bir gece bekledikten sonra tek tek çamaşır
suyu ile şartlandı. Bu şartlama işlemini ne kadar doğru yapıp yapmadığım
konusunda şüpheliyim. Corona’dan korunma konusuna kafayı takmamaya çalışıyorum.
Ama sürekli bir elleri yıkama, alkolle temizlenme, çamaşır suyu ile cebeleşme
filan, Hayra alamet değil.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Eve
kapanmanın 3. Haftası. İşler daha sarpa saracak diyorlar. İdil ile Attila baya
endişeli. Haklılar, zira her nekadar büyüklerimiz özel hastaneler dâhil bütün
hastaneler corona virüsü için çalışıyor deseler de acile gidince kapı duvar
vakaları varmış. Yani yine para istiyorlar. Suriyelilerin başlarına gelenler
hiç umurumuzda değildi değil mi? Ta ki corona gelene kadar.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">31 Mart
Salı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günaydın
günlük. Aslında saat 14.30. sabahtan beri bir sürü ıvır zıvırla iştigal ettim.
TV ve sosyal medya çok meşgul ediyor insanı. Grupların birinden ayrıldım. Geyik
muhabbeti de bir yere kadar. İdil’in getirdiği tripodu nasıl kullacağımı öğrendim.
Deneme yaptım. Bakalım nasıl olacak?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">1 Nisan
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bugün 1
Nisaaan! Şaka yapmak istiyorum ama durum pek de komik değil. Gariptir, evde
kalma sonucu insanın daha bol vakti olduğu sanılabilir. Oysa zaman su gibi akıp
gidiyor. Ne yazık ki ıvır zıvırla çok zaman kaybediyorum. Mesela şimdi şu
İranlı aşçının videosunu seyrediyorum. İran usulü pirinci<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bol tuzlu suda haşladı. Basmati tabii. Suyunu
da nişastasından yararlanmak için sebze çorbasına boca etti. İyi fikir.
Safranlı, tereyağlı pilav. Ağız sulandırıcı. Diyet günleri böyle yemek
videoları izleyerek nefsimi körletmeye çalışıyorum. Bu arada kültürü de ihmal
etmiyoruz tabii. Beethoven ve Eroica çalışıyorum. Konudan konuya atlayarak.
Fransız Devrimi en sevdiğim konu. Buna bağlı olarak Napoleon ve Viyana’ya
giriş.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">2 Nisan
Perşembe<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bugün
babamın varsayılan ölüm günü. Pek çok kanalda anılıyor. Seveni çok. Dün akşam
TRT2 için geçen yıl yaptığım program yediden yayınlandı. Onun bizi
bırakmasından bunca yıl sonra hala okunan bir yazar olması, sevilmesi insanı
mutlu ediyor haliyle. Ben onu hep o gülen yüzü ile hatırlamak istiyorum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabah
diyetisyen Hale Hanım ile haftalık görüşmemizi yaptık. Diyete devam. 73.4
olmuşum. İyi haber. Biraz daha versem iyi olacak. Bu sayede kafamı yemek
meselesi ile meşgul etmiş oluyorum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">3 Nisan
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günlerden
Cuma! Namaza gitmedim! Ha, hah, haaa! Sebzeler geldi. Birkaç saat dezenfektasyonla
uğraştım. Ne kadar başarılı olduğumu zaman gösterecek. Gün ayıkla, pişir ve ye
şeklinde geçiyor. Entelektüel çalışmalara ara vermek zorundayım, zira daha
temizlik ve<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>çamaşır beni bekliyor. Ev
kadını olmanın çok zor olduğunu hatırladım. Nasıl iki çocuk, bir koca ve onca misafirlerle
baş edebilmişim? Hayret!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">4 Nisan
Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sevgili
günlük. Saat 15.45. bu saate kadar ev işinden başka bir iş yapmadım. Yalan,
yalan. Ev işi yanında Cüneyt Özdemir’i izledim, bir de Jet Sosyete. Evde kapalı
kalmak insanı tembelliğe teşvik ediyor. Tabii bu genellemeye Nazan Ölçer dâhil
değil. O evden müze işlerini harıl harıl takibetmekte ve yeni projeleri var.
Yeni tripodumla video çekme denemesi yapmayı maalesef askıya almış görünüyorum.
Ah, schade!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">5 Nisan
Pazar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günler
nasıl da hızla geçiyor corona karantinasında. Necip Mahfuz’un “Palace Walk”
kitabının neredeyse sonuna geldim ama bitirmek istemiyorum. Bitince okumak için
ayırdığım kitaplar bu kitap kadar ilgimi çekmiyor. Çok fazla etkisi altında
kaldım herhalde. Daha önce hiç merak etmediğim bir edebiyat ve yazardı Mahfuz.
Oysa okudukça insanı içine çeken bir ustalığı var. Mısır toplumunun 20. yy
başında geçirdiği ciddi değişiklikleri harika bir üslupla anlatıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">6 Nisan
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Hava
yine soğuk ve fırtınalı. Evde kala kala iyice miskinleştim. Bütün sabah gecelik
ve sabahlıkla internette haber izlemekle geçti. Gündelik koridor yürüyüşü
sırasında Verdi Macbeth dinlemeye devam ediyorum. 1960 Palermo. Vittorio Gui
yönetmiş. Canlı kayıt. Lady Macbeth Leyla Gencer, Macbeth Guiseppe Taddei. CD
review’sunda Leyla için “ideal Lady Macbeth” diyor. “Sesi geniş, oktav
atlamaları ve gamları mükemmel. Gerektiği yerde karakterin duygularını
çekinmeden sesine yansıtıyor” diyor. Herhalde Leyla Hanım’ın bir söyleşimizde
vurguladığı gibi “eğer karakter için gerekiyorsa ses çirkin de olabilir.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Taddei
de ideal Macbeth. Çok dramatik, güçlü bir<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>ses ve yorum. Macbeth Verdi’nin ilk dönem operalarındandır. Orkestra
konuyu desteklercesine koyu renklere önem verir. Yoğun bir orkestrasyon.
1847’de bestelenmiş. Son dönem operalarından Don Carlo’da olduğu gibi koyu ve
karanlık orkestrasyon çok etkileyici. 1867’de bestelenmiş Don Carlo. Onu da
yine Gencer’den dinlemek gerek.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">7 Nisan
Salı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bizim
Şemsa’nın tarifine göre fırında ıspanak yaptım. Çok güzel oldu. Tavsiye ederim.
Mutfakta bu işlerle meşgul iken Dücane Cündioğlu dinlendi. Felsefe sohbetleri.
Bu yaşımdan sonra felsefeye merak sardım sayesinde. Sabah Cüneyt dinleyeyim
dedim. İşi geyiğe vurduğu için kendisini kınıyorum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Nil
Kocamangil bir kaç yıl önce Paris’te Gautier Capusson’un Masterclass’ına
katılmıştı. Şimdi bu Masterclass belgeselini izleyebildim youtube’da. Louis
Vuitton Vakfı’nın Paris Boulogne Bahçelerinde inşa ettirdiği ultra-modern
binada kaydedilmiş bu belgesel. Binaların mimarı ünlü Frank Gehry. Bütünüyle
cam. Binanın her tarafı açıkta gibi. Kışın nasıldır bilmem ama güneşli havada
şaheser. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günlük
koridor yürüyüşüme bugün Verdi Simon Boccanegra eşlik etti. 1961 Salzburg
Festivali. Leyla Gencer, Tito Gobbi, Guiseppe Zampieri-tenor. Cast yine müthiş.
Gavazzeni yönetiyor. Boccanegra’nın bir de Buenos Aires-Teatro Colon kaydı var.
Yine Leyla, bu sefer Cornell MacNeill bariton. Sıradaki opera bu olacak.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">8 Nisan
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">1995’te
yapılmış olan Ruhi Su Paneli’nin video kaydını izledim dün. Hikmet Şimşek,
Ahmet Yürür, Önder Kütahyalı, Cem Karaca, Rahmi Saltuk katılmış. Ben
yönetmişim. Bugün böyle bir panel yapılsa aynı birikim ve bilgi sahibi
konuşmacı bulmakta zorluk çekeriz. Entelektüel hayatımızın nasıl kuraklaştığını,
çölleştiğini anlamak zor. Ahmet Yürür ve Hikmet Şimşek polemiklerini bile
özlemişim. Ahmet’i bir türlü susturmak mümkün olmamış. Önder’in çok geniş
kapsamlı, ayrıntılara giren müzikolojik çalışması sonucu sunumu ise şaşırtıcı.
Doğuştan gözü görmeyen Önder pek çok görene göre fersah fersah ilerde birikime
sahip.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">9 Nisan
Perşembe<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabah
diyetisyen Hale Hanımla istişare. Facetime üzerinden menü alındı. 72.7kg. diyet
dolayısıyla hiç olmadığı kadar yemekle uğraşıyorum. Bizim pırıltılı kızlardan
Zeynep House Party organize etti, Serfi Ergun, Gülsen Çapa, Oya Başak ve Şebnem
Selışık partiye katıldı. Herkes ev haliyle morali yüksek tutmaya çalışıyor. Dün
koridor yürüyüşüm sırasında Simon Boccanegra dinlemeye devam ettim ve bu
operayı sevmediğime karar verdim. Zaten başrolde Tito Gobbi. O adamın üslubunu
hiç sevmem. Sadece Maria Callas’ın Tosca’ındaki Scarpia’da tam role oturuyordu.
Leyla’nın Amelia’sı her zamanki gibi şahane.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">10 Nisan
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabah
koridor yürüyüşünde La Forza del Destino vardı. Bu operanın da favorilerim
arasında olmadığına karar vermişken, Ettorere Bastianini’nin Don Carlo di
Vargas rolündeki etkisinde kaldım haliyle. Ne olağanüstü bir bariton. Onun
sahnede olduğu yıllarda yani gençliğimde Avrupa’da opera seyretmek bir hayaldi.
Bu yüzden İtalyan operasının altın çağını kaçırdık. Bugün opera sahnelerindeki
şarkıcıların çoğu Doğu Avrupa kökenli. İtalyan tınısı, parlaklığı, rengi
kayboldu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">11 Nisan
Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Büyük koridor
yürüyüşümü bugün Cosi fan Tutte ile tamamladım. Cosi yorumları arasında en beğendiğim
Viyana Operası, Ricardo Muti yönetimindeki temsilden canlı video kaydı. Aslında
videoda seyretmek yerine sadece müziği dinlemeyi daha çok seviyorum. Bu kayıtta
Angelina Kirchschlager-Dorabella, Barbara Frittoli-Fiordiligi, Monica Bocelli-Despina.
Şahane bir cast. Mozart Cosi’de gerçek oda müziği yaratmış. Triolar, Kentetler
doyumsuz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Yürüyüş
öncesi kısa bir senior exercise yaptım. Keeping fit during Corona Times. Bir de
sürekli yemek yapıyorum. Diyet değil de Le Grande Bouffe sanki.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">12 Nisan
Pazar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">“Bugün
Pazar, Gavurlar azar” bir Türk Atasözü!!! Oysa ben azmak şöyle dursun
uyandığımdan beri miskin miskin sürünüyorum evde ve mutfakta. Sonra Cünet
Özdemir ve Ruşen Çakır dinlendi. Ardından biraz Grace Bumbry ve Maria Callas.
Şimdi öğle arası. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün Necip
Makfuz’un Palace Walk bitti. Ama etkisi sürüyor. Trilojinin öteki kitaplarını
da ısmarlamalıyım. Bugün başladığım kitap tam tamına farklı bir konuyu işliyor.
Primates of Park Avenue. Ne de olsagençliğimin en önemli adresi 969 Park Avenue
olduğundan ilgimi çekti. Kitabı ne zaman aldımhiç hatırlamıyorum. Okuyacak
kitap ararken buldum kütüphanede. Aradığım başka kitapları hiç bulamazken, karşıma
hiç görmediğim bu kitap çıktı. Yazarı Wednesday Martin adında bir genç hanım.
Doktoralı bir sosyal araştırmalar uzmanı ve gazeteci. Konu ilginç. Manhattan
gibi yüzölçümü bakımında ufak bir adadaki mahallelere göre sosyal ayırımlar.
Ben de zamanında bu gözlemleri yapmıştım zaten. Kitapta gözlemlerimin ne kadar
doğru olduğu ispatlanıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">13 Nisan
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabancı
kapanmasaydı bugün Bahar Tatili başlayacak ve ben belki de Ayvalık’a gidiyor
olacaktım. Heyhat! Sabah sabah Süleymen Soylu istifa etti, sonra istifası kabul
edilmedi konusu üzerine saatlerce konuşan Cüneyt ve Ruşen Çakır’ı mutfak
faaliyetlerim arasında dinledim. Normal zamanlarda bu işlere zaman ayırmazken
Corona Günlerinde haber ve yorum dinlemek şart oldu gibi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Şu video
çekme işini de iyice savsakladım. Aslında hangi konuyu nasıl sunacağıma karar
veremedim henüz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">14 Nisan
Salı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">İki
gündür Süleyman Soylu ile yattık, onunla kalktık. Öğleden sonrayı ettik
böylece. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sevgili
İdil’im ev temizliği yapmaya geldi sağolsun. İdilcim evin kenar köşesini
şartladı, tertemiz yaptı. Allah razı olsun böyle evlattan. Şimdilik başka
vukuat yok. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Koridor
yürüyüşünde yine Cosi Fan Tutte dinleyeceğim. Çeşit çeşit Cosi yorumları var.
Seç seç al. Covent Garden 2010 modern production örneğin. Modern giysiyle,
çıplak sahne tasarımı hiç çekici değil. Seslerde de hiçbir özellik yok. İnsan
niye operaya gider? Operanın büyülü, gerçek dışı, masalsı, debdebeli havasını
güzel sesler dinleyerek solumak için değil mi? Youtube’da 1988 Viyana Operası
prodüksiyonu var mesela. Jean-Pierre Ponnelle rejisi ile. Ponnelle, Visconti
ile yetişmiş Müthiş bir opera rejisörüydü. Yazık, genç öldü.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">15 Nisan
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Yazacak
pek bir şey yok bugün. Elena (Papandreou) aradı (Selanik’ten). Onunla ve
Oscar’la (Ghilia) görüntülü konuşma yaptık. Oscar, Pirandello’nun bir oyunundan
bahsetti ama hatırlayamadı adını. Pirandello çağrışımı ile eskilere döndüm
yine. 1988 Kasım ayında Leyla hanımla Milano’da geçirdiğimiz birkaç günü
anımsadım. Birlikte La Scala’ya gidişimiz, bana tiyatronun perde arkası
atölyelerini gezdirişi. (ilgimi en çok peruk atölyesi çekmişti. Hindistan’dan
getirilen saçları tercih ettiklerini söylemişlerdi.) Piccolo Tiyatro’da
Pirandello oyunu seyredeğim diye bana bilet bulması. Giorgio Strehler’in o
sıralarda çok ünlü olmasınını hatırladım. Bunları ve bunlar gibi pek çok anımı
iyi ki gazete yazılarıyla tarihe geçirmişim. Şimdi <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Müzikli Geziler</i> kitabına göz atınca o anılar yeniden gözümde
canlanıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bu arada
son üç yıldır İdil’le yaptığımız Avrupa yolculuklarını neyse ki agendalarıma
eklemişim. Her gittiğimiz yerde, yani Berlin, Viyana ve Amsterdam’da
seyrettiğim operaların kitapçıklarını cimrilik edip almamışım. Allahtan Google
amca var da, unuttuklarımı hatırlatıyor. Liste şöyle: <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">4 Ekim
2018 Deutscheoper Berlin’de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tosca </i>seyredilmiş.
Bu temsili özellikle Scarpia rolünü canlandıran Erwin Schrott’u seyretmek için
seçmiştim. Düş kırıklığına da uğramadım. Hem ses ve hem de dramatik yorum
harikaydı. Tosca’yı yorumlayan Anja Harteros ise bir Maria Callas olmadığı gibi
bir Eva Marton da değildi.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">18 Mart
2019 Viyana Stadtsoper’de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Don Giovanni</i>.
Don Giovanni: İsveçli bariton Peter Mattei, Leporello: Çek bas bariton Adam
Plachetka, Donna Anna: Rus soprano Olga Peretyatko, Donna Elvira: Fransız
soprano Veronique Gens, Don Ottavio: Çinli tenor Jinxu Xiahou.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Tam
anlamıyla enternasyonal bir kadro. Peter Matteri fena değildi. Adam Plachetka
çok iyi bir Leporello idi. Kadınlara gelince, her ikisini de eski sopranolarla
kıyaslamak bile istemem. Mozart stilinde müzik ve sahne yorumu yerini modern
prodüksiyolara bıraktığı için çok yara aldı bence. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">13 Ocak
2020 Amsterdam Nationale Opera’da Handel <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Rodelinda</i>
temsili. Bir kaç arya dışında hiç tanımadığımız bir opera. Burada da sahne
tasarımı, kostüm ve reji tümüyle modern olmasına rağmen bana çok eğlenceli ve
zevkli geldi. Demek ki modern prodüksiyonun da iyisi gerçekten inandırıcı
olabiliyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">16 Nisan
Perşembe<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Corona
günlerinin gizli gerilimine bir de diyet gerilimi eklenince bütün sabah
diyetisyen Hale hanımın telefonunu beklemek ve önümüzdeki 4 günlük karantina
için tedbirli olmak konularıyla geçti. Hava güzel olunca evden çıkmamak olgusu
insanı iyice geriyor. Sabır, sabır! Neyse ki yatak çarşaflarımı değiştirdim.
Bir de banyo yapınca gece temiz temiz yatağa gidereceğim. Allaha şükür kendi
işimi kendim yapabiliyorum. Ne büyük nimet.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Facebook’da
Ozan Sağdıç’ın oğlu Oğuz Sağdıç, Vahdet Nuri Esmen hanım hakkında babasının
1999 yılında yazdığı bir yazıyı paylaşmış. Aşağı yukarı İdil’in paylaştığı
anılara benziyor. Bunca yıl sonra Vahmet Hanımın yeniden hatırlanması ilginç.
Facebook harikalar yaratıyor. Bir başka Vahdet Hanım komşusu da Ozan Sağdıç’ın
paylaşımı üzerine anılarını yazmış. Çok garip. Uzun yıllar boyunca unutulan bir
insanı hatırlayanlar peşpeşe ortaya çıkıyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">17 Nisan
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bütün sabah
neredeyse Cüneyt’in Cüppeli Ahmet Hoca’yla röportajını izledik. Cuma kılınsın
mı? Kılınmasın mı? Kılınmamasına karar verildi. Oruç tutulsun mu? Onu da
doktorlara havale etti Cüppeli. Umre meselesi dahil her konuda hem fikir iken,
“kadınlar çalışmamalı” meselesine gelince Cüneyt patladı. Tartışma uzayınca
Cüneyt “her konuda hem fikir olmak zorunda değiliz” dese de Cüppeli pes etmedi.
Cüneyt’i kadınların çalışmaması gerektiğine inandırmak için epey dil döktü.
Zaten adamda bir çene var. Alimallah insanı fücceten öldürür. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Yeni
“Zihni sinir procem” eski AIMA fotolarını arşivden çıkarıp sosyal medyada
paylaşarak AIMA’nın unutulmamasını sağlamak. Yirmi yıl öncesi fotoğraflara
baktıkça neler neler geçiyor gözümün önünden. En çok can sıkan Cunda’nın geçen
yirmi yıl içinde nasıl böyle cavalacoz hâle geldiğidir. Bizim gibi İstanbul’dan
gelipCunda güzellemesi yapanların suçu büyük. Önce evler alındı, restore edildi
ama içinde bütün yıl oturulmadı. Cunda’nın dokusuna uymadı yeni gelenler. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">18 Nisan
Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dünden
devam edelim Cunda meselesine. Yirmi beş yıl önce ve daha öncesi bu adada bir
kaç pansiyon. Sahilde birkaç meyhane, Taş Kahve, balıkçılar, onların motorları,
hatta kürekli sandalları ve yerliler vardı, kendi yağlarında kavruluyorlardı.
Yazın gelen turistlere (gezgin demek daha doğru) pansiyonlar yetiyordu.Yunandan
kalan evlerde yaşayan yerli halk, çoğunluk yoksuldu. Evlerin çoğu harabeydi,
kimi terkedilmiş, kiminin kapısına kilit vurulmuş, unutulmuştu. Ta ki İstanbul
ve Ankara’lılar tarafından keşfedilene kadar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Gentrification
ahalinin elinden yok pahasına satın alınan ve zevksizce restore edilen evlerle
başladı. Yeni gelenler, meyhanelerdeki garsonlar ve sahipleriyle sıkı fıkı
oldular. “Oooo Ahmet Bey , buyursunlar”. Büyük gazetelerde Cunda’nın mezelerini
yere göğe sığdıramayanyazılar yazıldı. Televizyon programları, röportajlarıyla
ada mutlaka gidilmesi, görülmesi gereken bir marka haline geldi. Pansiyonlar
Butik Hotel oldu, meyhaneler Restorana dönüştü. Böylece bu günlere gelindi. Son
yıllarda Cunda sokaklarında yürümek bile imkamsız. İnsan seli, araba trafiği
had safhada. Bütün bunlar tabii ki lumpen bayalığı da beraberinde getirdi.
Gentrification sonunda geri tepti. O marka olan kasaba artık yok.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">MUBI
diye bir application var. İstanbul Film Festivali filmelerini oradan ücret
mukabilinde seyredebiliyorsun. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Taş Bebek</i>
adlı Polonya filmini seyrettim. Çingeneler, daha doğrusu bir Çingene kadın şair
hakkında. Sinema Festivali’nin editörü kimse filmin konusunu yazarken “Roma”
yani Çingene ile “Romen” yani Romanyalıyı karıştırmış. Cehalet her yerde.
Birini filmin konusunu yazsın diye tutmuşlar, daha Roma ile Romen farkını bilmiyor,
üstelik araştırmıyor da. Hatta belki Kolej mezunudur. Amaaan ...<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">19 Nisan
Pazar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Pazar
yürüyüşümün müziği dün olduğu gibi Verdi Requiem’di. Requiem ile yürüyüş
yapılır mı? Demeyin. Bal gibi yapılıyor. Çeşit çeşit yorum var. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Benim
seçimim 2013 Barenboim La Scala yorumu oldu. Anja Harteros, Elina Granca, Jonas
Kaufmann, René Pape solistler. Her şefin yükseldiği dönemde tedavülde olan
solistlerin iyisini seçmeleri doğal. Bu seçim de Barenboim’un. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Benim
favori Requiem yorumum Claudio Abbado 1970 Roma RAI versiyonu. Abbado gencecik.
Solistler tam formda. Renata Scotto, Marilyn Horne, genç Pavarotti ve genç Ghiaurof.
20. Yüzyılın en iyi sesleri ve yorumcuları. Pavarotti’nin de, Ghiaurof’un da gençliklerinin
tazeliği var tabii. Marilyn Horne gibi mezzo soprano da kolay kolay bir daha
gelmedi opera dünyasına. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Karajan’ın
1967 kaydı da dikkate değer. Leontine Price burada harika. Hele <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Libera me</i> de olağanüstü. Çok renkli ve
nefesi güçlü bir ses. Siyahlara özgü bir şey bu. Pavarotti ve Ghiaurof bu
kayıtta da var. Alto Fiorenza Cossotto. O da çok beğendiğim bir yorumcu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ayrıca
bugün bir video kaydı daha yaptım. Galiba bu daha iyi oldu. Yapa yapa
öğreneceğim herhalde.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">20 Nisan
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Yeni bir
haftaya başladık. Evde kalanlar için hafta başıyla sonu arasında fark
olmamasına rağmen Pazar gününün güneşli olması, insanı güneşe çıkma isteğine
yöneltiyor. Amma da ağdalı bir cümle oldu bu. Hava puslu, o halde evde kalmanın
bir sakıncası yok. Puslu<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>havadan mıdır
nedir, sabahtan beri miskinlik çöktü üstüme. Okuduğum kitap da heyecanlı değil.
İnsanı içine çeken Mahfuz’un Palace Walk bittiğinden beri kitap açlığı
çekiyorum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">21 Nisan
Salı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günlüğü
yazmaya başlayalı 25 gün olmuş. Eve kapanalı da neredeyse 40 gün. Evde kalmaya
zaten alışkınım ama böyle zorunlu tutukluluk durumu zor. Yıllarca
hapishanelerde tutulanları düşünmek istemiyorum. Şimdi babamın <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Sıcak Su</i> hikayesini okuyacağım....okudum
ve bu kadar kısa bir öyküde bu denli çok şey nasıl anlatılabilir dedim kendi
kendime. Sonra <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Bir Skandal</i> öyküsünün
ilk cümlesi mesela. “Muallim olarak geldiğim şehir, Orta Anadolu’nun
bozkırlarında bir cilt yarası gibi intizamsız ve kirli uzanıyor, yayılıyordu.”<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">22 Nisan
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günü
yine roka.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>maydanoz ikilisi ve limonlu
su ile açtıktan sonra sıra Cüneyt Özdemir’e geldi. Ardından Sevan Nişanyan ile
Ermeni, Kürt, Süryani kültürleri ve Doğu Anadolu coğrafyasını gezdik. Onun
ardından biraz da yine Nişanyan’dan etimoloji konusuna değindik, ama yarıda
bıraktık dinlemeyi. Sevan’ın dili açıldıkça açılıyor, adam bir derya. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün ve
evvelsi gün seçtiğim yürüyüş müziklerinden memnun kalmadım. Çok sevmeme rağmen
Tosca ile yürünmüyor. Fauré Requiem de Verdi’den sonra çok hafif kalıyor.
Bakalım bugün hangi müziği seçeceğim. Belki de Bach si minör Missa olabilir.
Yürüyüşe uygun bence. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Babamın
öykülerini okumaya devam. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Bir Skandal’e</i>
başladım, uzun hikâye. Bugün bitiririm herhalde. Zeynep Güler, Serfi ve
Gülsen’le House Party yaptık. Neşeli kızlar, onlara bayılıyorum. Grubun diğer
üyeleri Ayşegül, İnci Aksoy ve Semra Pelit ile de whatsapp üzerinde hararetli
paylaşımlar ve iletişim devam ediyor. So there!. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">23 Nisan
Perşembe<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bugün 23
Nisan /Neşe doluyor insan/Kamutay bugün doğdu/Saltanatı boğdu. Çocukken
avazımız çıktığı kadar bağırarak söylerdik bu şarkıyı. Kamutayın bugünkü hâli
içler acısı. Reiz, Meclisi işlevsiz hâle getirmekle hayatının en büyük günahını
işledi. Tabii, muhalefet de muhalefet yapmayı bilmediğinden sadece lâf
yetiştirmekle zaman öldürüyor. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün
yürüyüş müziği konusunda kararsız kalmıştım ya! Nihayet, çok sevdiğim Berlioz <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Les nuits d’été’</i>de karar kıldım ve tabii
bu şahane eseri harika yorumlayan Régine Crespin beni yine mesnetti.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">24 Nisan
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Facebook’da
Mira Civelek adındaki Ankara Cebeci Konservatuarlı bir hanım ciddi şekilde eski
fotoları bir araya topluyor. Biz kendimizden büyük ablaları, abileri tanırdık.
Bizden sonra gelenler de bizleri tanırdı. Hiyerarşi sıkı kurallara bağlıydı. Abla
ve Abi lakapları bugün içinde geçerli. Çok hoş. Emre Arel babasının okul
fotoğraflarını bulmuş, göndermiş. Aralarında hiç görmediğim Ferhunde ve Ulvi
Cemal fotoları var. Benden önceki abi ve ablalardan Ferit Tüzün, Suna
Cerrahoğlu (Korad), Seride Barlas, Haspiye Usanmaz (Sakpınar), Azra Gün.
Hepsini tanıyor, hatırlıyorum, ne tuhaf. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Koridor
yürüyüşlerim için müzik bulmakta zorlanıyorum. Verdi’nin Maskeli Balo’su da
sarmadı. Belki bugün Aida’yı deneyebilirim. Ebert çalışmasına da çok
yanaşmıyorum galiba. O işi de kafamda bir yere oturtamadım daha. Ergun Melin de
benim gibi foto albümleri taramasına girmiş. Salacak 70’ler fotoları gönderdi.
Gülsen ile Altan’ın (Denizsel)o eşsiz İstanbul/Sarayburnu manzaralı bahçesinde
oturmuş, içkilerimizi yudumlarken, sigara tüttürmeyi de ihmal etmiyoruz. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">25 Nisan
Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günaydın
günlük. Hava güzel güneşli, doğa uyanıyor. Ağaçlar yeşillenmeye başladı.
Penceremden dışarı bakınca önce ağaçları görüyor, aşağıdaki mezbeleliği
görmezden geliyorum. Türk milletinin çer çöp içinde yaşamaya alışık olmasını
bir türlü anlayamadım. Plastik kaplaması yırtılmış kulübe, ortaya karışık
atılmış saksılar, neye yaradığı belli olmayan tahta parçaları, kırık tabureler.
Manzara bu. Ayvalık’taki bahçe de bakımsızlıktan bu duruma gelecek diye
üzülüyorum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Neyse,
gelelim bu sabahki dinlemelerimin başarısızlığına. Cüneyt Özdemir sıktı artık.
Yılışıklık bir yere kadar. Sevimli olacağım diye laubaliliğin lüzumu yok, değil
mi? Canan Kaftancıoğlu’na takmış. Gıcık oluyor kadına besbelli. Canan’ın o
ultra correct davranışı Cüneyt’in laubaliliğinin tam antidotu olabilir bence.
Peki ben kimi dinleyeceğim sabahları iş yaparken şimdi. Yine Ruşen Çakır’a mı
döneyim. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Aida</i>’ya başladım yürürken. Bugün devam.
1966 Arena di Verona. Gencer- Aida,<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Fiorenza Cossotto- Amneris, Carlo Bergonzi-Radames. RAI canlı yayın.
Efsane yorum, tarihi temsil.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">26 Nisan
Pazar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Nisan’ın
sonuna geldik. Ufukta ev hapsinin biteceğine dair bir umut henüz belirmedi. Günlükte
50. Sayfaya ulaştık. (El yazısıyla) her gün yazmaya kararlıyım. Bazen ona da
üşeniyorum ama çocukluğumdan beri üzerimden atamadığım yararlı bir iş
yapmamanın, yani tembelliğin suçluluk duygusunu bastırmak için yine kaleme
sarılıyorum. Amma da uzun cümle oldu bu. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabah
İzel Levi bir video göndermiş. Karısı Sibel çekmiş videoyu. Arnavutköy’de eski
Rum evlerinden birinde oturuyorlar. Boğaz manzaralı. Yan komşuları Esra Üçsan,
elektro piyanosunu balkona çıkarmış, mükemmel Fransızcası ile <i style="mso-bidi-font-style: normal;">La Souffrance</i> diye bir şarkı söyleyip
kendine eşlik ediyor. Şarkının Türkçesi Ahmet Kaya’nın <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Acılara Tutunmak</i> şarkısıymış. Şahane. Kız çalıp, söylerken Sibel
Horada da nefis boğaz manzaraları çekmiş. Gemiler, tankerler tek başlarına
süzülüyorlar bom boş denizde. Ey Corona! Sen nelere kadirsin! İnsanları
yaratıcılığa, serüvenlere sürüklüyorsun. Dün boşverdiğim koridor yürüyüşünü
biraz evvel gerçekleştirdim. Aferin<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>bana. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Cosi fan Tutte</i> eşliğinde
oldu bu sefer. Mozart’tan vazgeçme derim. Başka bir şey demem!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">27 Nisan
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Corona
günlüklerinin en ünlü kişisi Cüneyt Özdemir olacağa benziyor. Sabah dinlediğim
yayında daha bir ciddileşme, kendiyle hesaplaşma söz konusuydu. Gelen eleştiriler
azıcık canını acıtmış anlaşılan. Nazım Hikmet’in “Akrep gibisin kardeşim”
şiirini bile okudu. Tunceli Ovacık Komünist Belediye Başkanına bile bağlandı.
Kısaca bu sabahki haber programlarından memnunum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün
akşam Cosi fan Tutte ve Figaro’nun 1934-35 Ebert+Busch Glyndebourne temsillerinin
kayıtlarını buldum Youtube’da. Naxos firması eski 78’lik plakları CD formatında
yayınlamış. Çok enteresan.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">28 Nisan
Salı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün YK
üyelerimizle bir video konferans yaptık. Evde Kal durumu dolayısıyla Vakıf
hesaplarının daha verimli hale getirilmesi için Ayvalık’ta olan Fatma Hanıma iş
düştü. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Gaia
yöreselden haftalık sebze ve meyva tedariki yapıldı, pencerenin dışına kondu.
Böylece virüsü dağıttığımızı sanıyoruz. Sucu geldiğinde de aynı dezenfekte etme
krizi yaşanıyor. Ev çamaşır duyu kokuyor. Nefret bir koku. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Thomas
Mann’ın çocukları Klaus ve Erika Mann’ın hayatlarını konu alan biyografiye
başladım. İlginç hayatlar. Bu akşam bir grup öğretmen ve velilere kendimi
anlatacağım. Zoom denilen zavazingoyla. Bakalım başarılı olacak mı bu çaba?
Bittikten sonra izlenimlerimi buraya yazacağım. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ve,
yazıyorum! Bu zoom denilen zavazingodan hiç hoşlanmadım. Görüntülü konuşma
olmasına rağmen kendini doğru dürüst göremiyorsun. Soruları soran kişi benimle
ilgili epey bilgi toplamıştı ama sorduğu sorular yine her zaman sorulan sorular
oldu sonunda.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">29 Nisan
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabah
biraz Gürkan Hacir’in Halk TV’deki programını dinledim. İsmail Saymaz ve Dr.
Serdar Savaş katılımıyla. Doktor çok önemli bilgiler verdi bu pandeminin
yayılma süreci hakkında. Tüyler ürpertici tabii. Bizi evlere tıkıp, ortalıkta
dolaşanların bulaşmayı devam ettirdiklerini ve bunun böyle sürüp gideceği
müjdesini!<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>verdi.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Thomas
Mann’ın çocukları Erika ve Klaus Mann hakkındaki kitap gittikçe ilginçleşiyor. Mann
kardeşler eşcinsel üzerinize afiyet. Üstelik o dönemde bunu açıkça yaşıyorlar. Erika
Mann’ın sevgilisi Annemarie Schwarzenberg’in 1933-34 yıllarında bizim Tahran
Büyükelçisinin kızı ile aşk yaşadığını öğrendim mesela kitaptan. 1934-39
yılları arasında Tahran Büyükelçimiz Mehmet Eniz Akaygen’miş. Sıra onun kızının
kim olduğunu bulmakta. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">30 Nisan
Perşembe<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ayın son
günü harala gürele geçti. Elektikler kesilip saatlerce gelmeyince elimiz
kolumuz bağlanıyor, malum. Hayatımızı tamamiyle elektriğe bağlamışız. Bu hafta
kilo vermeyip, üstüne 100gr da alınca diyetisyenim bana yine bir açlık menüsü
verdi. Aklım fikrim spagettilerde, kuzu kol kapamada. Tam mevsimi mesela.
Heyhat, yarın kabak çorbasıyla nefsimi talime sokacağım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">1 Mayıs
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Türkün
Corona ile imtihanı! Şöyle ağız tadıyla 1 Mayıs kutlayamadım şu canım
vatanımda. Çocukluğumda hiç olmazsa Bahar Bayramı diye bilinirdi 1 Mayıs.
Pikniğe gidilirdi kırlara. Haşlanmış yumurta, kuru köfte, beyaz peynir ve
ekmek. İşte sana dört dörtlük bir piknik menüsü. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Piknik
deyince aklıma hep gençliğimizin meşhur Piknik büfesi gelir. Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de
Bir Öğle Vakti” kitabında efsaneleştirdiği Piknik. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bir Ankara landmark’ı! Orada yediğimiz sosisli
sandoviçlerin lezzetini bir daha Almanya’da bile bulamadım. Bu kadar gıda
konuşmasının altında kilo vermem için aç kalmam gereği yatıyor haliyle. Su
içsem kilo alıyorum derler ya, işte aynen yaşıyorum bu durumu.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bir
Mayıs sabahı çamaşır makinasıyla cebelleşmekle geçti. Son aylarda evdeki
elektrikli aletlerin hepsi totaly su koyverdi. Buz dolabı ve bulaşık makinesi
Corona salgını çıkmaya ramak kalmışken yenilendi. Çamaşır makinesini
yenileyemedik. Şimdi her yıkamada dışarı akan sularla hem hal oluyorum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Erika ve
Klaus Mann kitabı sayesinde yepyeni yazar ve gezginciler tanıdım. Annemarie
Schwarzenbach, Ella Maillart, Marianne Breslauer. Hepsi formidable kadınlar. 1920-30-40’larda
dünyayı dolaşmışlar bir başlarına.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">2 Mayıs
Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Evvelsi gün
elektrikler kesildiğinde desktop’ta Louis Malle’in <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Au revoir les enfants</i> filmini, dvd kaydından tekrar izledim. Müthiş
bir film. Bu filmin jenerik müziği Schubert <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Moments
Musicaux</i> op.84, No.2, müthiş etkileyici. Sinema dünyasında rejisörlerin
Schubert’in müziğine duydukları garip yakınlığı anlamak istiyorum. Hatta bir
ara bir araştırma yapmıştım. En çarpıcı olanı mesela <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Barry Lyndon</i>’da karşımıza çıkar. Mi bemol Majör piyanolu trionun
ağır bölümü, Stanley Kubrick’in bu filminin en etkileyici sahnelerinin müziği. Tony
Scott’un <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Hunger</i> filminde yine aynı
trio. David Bowie ve Catherine Deneuve. Haneke’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Piano Teacher</i> filminde yine trio karşımıza çıkar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Tabii
Nuri Bilge Ceylan’ın, <i>Kış Uykusu</i>’nu da unutmayalım.Schubert Piyano
Sonatı op. 959 no. 20’nin ağır bölümü çıkar karşımıza burada. Aynı sonat,
Robert Bresson’un <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Au hazard, Balthazar</i>
filminde de, filmin son sahnesinde insanın içini burkacak kadar etkileyicidir.
O halde bugünkü koridor yürüyüşü bu sonatla yapılsın. Richter yorumu
tercihimdir.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">3 Mayıs
Pazar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabah
Maria Joao Pires’ten Schubert op.960 Piyano Sonatı’nı dinlemeye başladım.
1980’lerde gençken kaydetmiş. Gerçekten derin tuşesi ve elegence’ı ile dikkat
çekiyor ama sonra tekrar eski gözağrım Richter’e döndüm. Richter çok başka. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Hale
Hanımla yeni menüyü saptadık. Açlık menüsü sayesinde 1kg vermişim iki günde.
70.6 kg. Mucize. İnsan kafaya koyunca iradesini kullanıyor. Ama bence eve
kapanma bana işte bu yüzden iyi geldi. Dışarıda yemek yemek, içmek olmayınca
disiplinli bir diyet yapılabilir demek ki.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">4 Mayıs
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Attila
Ayvalık’a gitmek için bütün devlet kapılarını çalıyor. Bakalım Corona sayesinde
Attila Ayvalık’a alışacak mı? Hava kapalı, yağmurlu. Evde kalmanın bir zararı
yok. Dün Schubert piyano sonatıyla melgulken, yürüyüş sırasında Schubert üflemeli
octet dinlemeye başladım. Şahane bir eser. Eğer bu yıl Festival yapabilseydik
bu eserin Scherzo bölümünü programa koymuştuk. Youtube yorumlarından en
güzelinde Anja Weithaas, Alina Pogostina keman, Veronica Hagen viyola, Sol Gabetta
cello, Sabine Meyer klarinet çalıyor. Kontrabas, fagot ve korno çalanları
tanımıyorum ama hepsi mükemmel müzik yapıyorlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">5 Mayıs
Salı<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Corona
günlüğüne yazacak yeni birşey olmayınca buna da şükür deyip güne devam
ediyoruz. Thomas Mann’ın kızı Erika ve oğlu Klaus Mann’ın hayat hikayelerini
okudukça insanların en kötü dönemlerde bile yaratıcılıklarından birşey
kaybetmediklerini ama karşılığında büyük bedeller ödediklerini anlıyoruz. Hiç
durmadan üretmiş bu iki kardeş, hem de savaş, mültecilik, vatansızlık
zamanında. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bir video
çekim denemesi daha yaptım. Pek çok dur/kalktan sonra arızasız olduğunu
sandığım versiyonu yine wetransfer ile göndermeye çalışıyorum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">6 Mayıs
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Tabii ki
wetransfer başarısız oldu. 3 dakikadan kısa olması gerekiyormuş. Bu aslında
benim kısıtlı bilgimle yapılacak iş değil ama inat bu ya, bugün yine boyanıp,
süslenip yeni bir deneme daha yaptım. Bakalım wetransfer azizlik yapmazsa
videoyu Elif alabilir diye ümidediyorum.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Reis 65
yaş üzeri benim gibi morukların Pazar günü sokağa çıkmalarına izin vermiş.
Hemen ardından şöyle bir mesaj geldi. “Aman yanınıza para almayın, çanta
taşımayın, yankesicilerden korunun” Ulen hapishanelerdeki itleri, uğursuzları
saldınız, bir de dikkat edin diyorsunuz. Hadi bakalım.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">7 Mayıs
Perşembe<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün
düşe, kalka, yap, boz ile 2 saat video çekimiyle uğraştım. Sürenin 2.15
dakikayı geçmemesi gerekiyor gönderebilmek için. Sonunda İdil’in de yardımıyla
Google Drive üzerinden gönderebildim. Bu vidoları haftada bir olarak
düşünüyorum. Beethoven yılı olması dolayısıyla bir kaç hafta konumuz o olacak.
Sonrası Allah Kerim. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ati, emniyeten
izin çıkarıp Ayvalık’a vasıl oldu. Orada daha mutlu olacaktır. Bahçe işiyle
uğraşacaktır. Yanında arkadaşı Mehmet var. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Schubert
üflemeli octetten sonra, Mendelssohn yaylı octet’e geldi sıra. Şahane eserler
bunlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">8 Mayıs
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sabah Server
geldi. Mart 14’ten beri doğru dürüst temizlenmeyen evi pir-ü pak eyledi. Ben, o
iş yaparken odamda ve salonda saklandım. Bu kadar korunma bari işe yarasa.
İdilcim çamaşırlarımı yıkayıp getirdi. Şikayet edecek hiçbir şey kalmadı. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">İnci
Vural ile geleneksel pencere konuşmamızı yaptık. Server gittikten sonra koridor
yürüyüşüne başladım. Bu kez 1936 Fritz Busch ve Ebert Glyndebourne prodüksiyonu
Don Giovanni dinlendi. Leporello, sesiyle aktör gibi oynayan bir İtalyan. Zaten
tüm kayıt boyunca orkestrayla şarkıcılar arasındaki çok özel uyum dikkat
çekiyor.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">9 Mayıs
Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Evde
kalma süreci sırasında ilk başlarda günün büyük bir bölümünü çeşitli
kanallardan haberler dinleyerek ve seyrederek geçiriyordum. Ancak haber ve yorumları
hazırlayan ve sunan arkadaşlar bizim evden çıkmamamızı fırsat bilip, kötü
niyetleri için kullanıyor ve lafı uzattıkça uzatıyorlar. Sonuç olarak Cüneyt
Özdemir ve Ruşen Çakır’dan gına geldi. Kanal kanal (internette) geziyorum ve
şöyle kısa, özet yararlı bilgi verene rastlayamıyorum. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ben de
artık kitap ve müziğe verdim kendimi iyice. Ha, bir de Mubi ve Neflix sağolsun.
Yoksa kafayı yiyeceğim. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">10 Mayıs
Pazar<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Bugün
çok yoğun geçti. Sabah Hale Hanımla bir facetime konuşması yaptık. Kilo vermem
durdu şu sıralar. Oysa beni 69.5’a indirmek istiyor Hale Hanım. Bir süre daha
sıkı takibetmem gerekecek verdiği menüleri. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Anneler
günü olduğu için İdil’le sokakta buluştuk. 65+ benim gibi yaşlıların evden
çıkma izni vardı. Sokaklar bizim gibilerle doluydu. Epey yürüdüm. Maçka parkına
kadar gidip döndüm. Haftalar hatta aylardır sokağa çıkmayan biri için fena
değil. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ati,
Ayvalık’ta mucizeler yaratıyor. Mehmet ile bahçeyi adam etmeye giriştiler.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bravo. Hem Ati hem de benim için iyi oldu bu
girişimler. Ati toprakla uğraşmayı seviyor. Bense hiç anlamadığım gibi hevesim
de olmadı. Sadece bahçe güzel olsun isterim. Tabii bu kendiliğinden olmuyor. Ne
var ki Ayvalık’ta bahçe işinden anlayan bir âdeme henüz rastlamadım. Ağaçları
canice budayan köy asıllı vatandaşlar, toprağı ve bitkileri sevip, onların
suyuna girmeyi çoktan unutmuşlar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">AIMA ile
ilgili 2000’lerin başından beri yapılan TV programlarının kopyalarını yeniden
gözden geçirdim. Yeni kurulan youtube kanalımız için epey zengin bir arşiv.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">11 Mayıs
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sevda
Noyan diye bir kadın televizyonda Canan Kaftancıoğlu ile Ayşenur Aslan’ı
darbecilikle suçlamış, hatta tehdit etmiş. Bu kadın meğerse Engin Noyan’ın
eşiymiş. Engin Noyan mâlum, bir zamanlar eski eşi Eser Noyan’la çeşitli mekânlarda
gitar çalıp her dilden şarkılar söyleyen sempatik bir gençti. Sonra ne olduysa
oldu, hidayete erdi ve Samanyolu TV’de dini konularda millete akıl verir oldu.
Tuluyhan Uğurlu da bu hidayete erenler arasındaydı o zamanlar. Bu kanal da
malum Fetö kanalıydı. Şimdi bu yeni eş diyor ki Cüneyt Özdemir’e “bizim sitede
eskiden Fetöcüler vardı, kaçtılar gittiler ama arada geri geliyorlar. Fakat
bizim aile büyük, gerekirse onları ve tabii ki Canan ve Ayşenur gibileri maddi
ve manevi gücümüzle mahvederiz!” Hay Allahum ne günlere kaldık! Bitmedi bu
hayali darbecilik tehlikesi. Şimdiki zamanın darbeleri öyle tankla, tüfekle
olmayacak. Corona yeter.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">1978’de <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Özkırımlı ile yayımladığımız S. Ali Anılar,
v.s. kitabındaki anıları tekrar tekrar okuyorum da babamı keşke büyüdükten
sonra tanısaydım diye hayıflanıyorum. Çünkü o anılardaki adamla şimdi tanışmak isterdim.
Benzersiz bir kişilik. Yerinde duramayan ya da bazen tam tersi. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">13 Mayıs
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün çok
yoğun geçti, onun için günlüğümü ihmal ettim. Önce manavdan gelen sebze, meyve
dezenfekte edildi. Akabinde eski öğrencim Burak Bilgili ile Instagram üzerinden
uzun bir söyleşi yaptık. Sen nelere kadirsin Instagram!!! Burak yurt dışında
başarılı kariyer yapan ender opera sanatçılarımızdan biri. O da corona
dolayısıyla İstanbul’da kalmış. Yoksa USA’da konserleri olacakmış, iptal
edilmiş. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Ardından
vakıf YK üyeleri ile facetime üzerinden toplantı yapıldı. Toplantıya İlke de
katıldı! Rahmi Bey katılamadı. Avşar zaten oralı olmadı. Bu YK toplantıları çok
eğlenceli geçiyor. İyi ki Hande, Eren ve Elif var.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">14 Mayıs
Perşembe<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün yeni
Youtube kanalımız ve diğer sosyal medya hesaplarımız için yeni bir video
yaptım. Amma zor işmiş bu kayıt işi. Dur, kalk, yeniden başa dön. Canım çıktı.
Dünkü yürüyüş müziği Beethoven op.131-132 yaylı kuartetleriydi. Zaten video
konusu da Razumovsky kuartetleri hakkındaydı.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">15 Mayıs
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün
akşam geç vakit yine bir zoom konuşması vardı. Sabahattin Ali konusunda epey
çalışan İlknur Kamalı, Balıkesir Bilnet Lisesi’nde öğretmenliğe başladı.
Bağlandık kafa göz yara yara. Sorular hep aynı. Hiçbir konuşmacı veya sunucu bu
işleri bilmiyor artık. Yaratıcı, karşısındakini konuşmaya heveslendiren kimse
yok. Geçen yıl TRT2’de yaptığım programın yapımcısı ve sunucusu mesela baya
iyiydi. TRT ayrıcalığı bütün engellemelere rağmen halen yaşıyor. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Koridor
yürüyüşümü yine Cosi fan Tutte renklendirdi. Bu defa 1962 stüdyo kaydı.
Elisabeth Schwarzkopf, Christa Ludwig, Alfredo Kraus, Giuseppe Taddei ve Walter
Berry. Süper. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">16 Mayıs
Cumartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dört
günlük ev hapsi başladı. Aslında benim için salgının başından beri ev hapsi
uygulaması var. Dün bir cesaret Ebert yazmaya başladım. Bakalım nasıl gidecek?
Öte yandan Beethoven düşünmeye de devam ediyorum. Missa Solemnis ve 9.
Senfoniyi araştırmalıyım. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Mann
kardeşlerin biyografi kitabı bitince, biraz isteksiz olarak sıradaki Elif
Batuman kitabına başladım. Adı “The Idiot”. Elif, Türk asıllı Amerikalı bir
yazar. Daha önce de “The Possessed”i okumuştum. New Yorker dergisinde yazıyor.
Rus edebiyatı ile ve özellikle Dostoyevsky ile kafayı bozmuş gibi. Daha doğrusu
Rus ruhu ve bu ruhun yarattığı eserlerle iç içe bir yazar. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">18 Mayıs
Pazartesi<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Sevgili
günlük, seni ihmal ettim. Dün morukların sokağa çıkma günüydü. Sabah bir fasıl,
öğleden sonra bir fasıl, toplam iki fasıl sokaklarda amaçsızca dolaştım. Tabii
ki iyi geldi. Hava güzel, ağaçlar taptaze, yemyeşil. Daha ne olsun?<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Akşam
Halk TV’de Sabahattin Ali programı vardı. Canlı bağlantı yapıldı yine. Bu kez
adamlar profesyonel olduklarından zooma sorunsuz bağlandım. Benden önce Nebil
Özgentürk konuşuyordu. Belgeseli de gösterdiler bir azcık. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">20 Mayıs
Çarşamba<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Günlük
ihmal edilmekte. Acaba çok mu meşgulüm? Ya da artık iyice sıkıntı mı bastı?
Neyse, dün babamın Almanca’dan çevirdiği<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>üç oyun için bir önsöz yazdım. Cumhuriyet’ten Işık Kansu istedi.
Heveslendim, tekrar Minna von Barnhelm’i okumaya başladım. Antigone’yi zaten
yeni okumuştum. Çocukken gittiğim, daha doğrusu babam tarafından götürüldüğüm
Antigone provalarını, temsilleri hatırladım. Ne şanslı çocukmuşum. Üniversite
eğitimini on yaşıma kadar almışım sanki. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">22 Mayıs
Cuma<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">“Beni
Güzel Bir Yere Götür” bir Hollanda filmi ama oyuncular ve konu Bosnalı. Mubi’de
seyrettim. Bir yandan da Elif Batuman’ın “The Idiot” kitabını okuyorum. Acaip
paralellikler vardı birbiriyle hiç ilgisi olmayan iki ayrı yapıtta. İnsan bazen
bu benzerlikleri kendi hayatında da yakalıyor. <o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Dün ve
bugün daha bir ciddiyetle Ebert kitabına başladım ve devam ediyorum. Bakalım
nasıl ilerleyecek? Kilo vermeye devam ediyorum. Böyle giderse on beş yıl önce
giydiğim ve atmadığım giysilere sığacağım. Son derece ekonomik. Yeni bir şey
almam gerekmeyecek. Yaşasın!!!<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Corona
günlüğü burada bitiyor. Okuduğunuz için teşekkürler.<o:p></o:p></span></p>
<p class="MsoNormal"><span style="font-family: "Times New Roman","serif";">Filiz
Ali<o:p></o:p></span></p>Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com6tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-76040096863618353332019-12-31T11:06:00.001-08:002019-12-31T11:06:26.171-08:00Leyla Gencer Yazıları III<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5JtVF4Ety15UmkEd4XOCHaat8wgyKCoRsa0qBC62yWHmS2zfhnYTaw8xRhCXKWcSW7ObOXzNWZNqnNw_PLk1agc_-Q0F53KNQqGD2Z_mqDGXzbGvNbb7Ag5C0E_YSZr9pudcnQLAXzuLw/s1600/leyla+gencer+1988+milano.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1073" data-original-width="1600" height="214" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5JtVF4Ety15UmkEd4XOCHaat8wgyKCoRsa0qBC62yWHmS2zfhnYTaw8xRhCXKWcSW7ObOXzNWZNqnNw_PLk1agc_-Q0F53KNQqGD2Z_mqDGXzbGvNbb7Ag5C0E_YSZr9pudcnQLAXzuLw/s320/leyla+gencer+1988+milano.jpg" width="320" /></a></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
Leyla Gencer Milano'daki evinde. 1988</div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Dünyada
Adını Kendi Başına Duyuran Sanatçı: Leyla Gencer<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Hürriyet
Gösteri Aralık 1984<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Filiz
Ali <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Aramızda kalsın ama geçtiğimiz Ağustos ayında Leyla
Gencer’i yeniden keşfettim. “Biraz geç kalmışsın...” diyebilirsiniz. Ben de
aynı kanıdayım. Hem de çok geç kaldım. Hepimiz çok geç kaldık ve bu büyük opera
sanatçısını, sanatının doruğundayken opera sahnelerinde dinleyemedik, seyredemedik.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Gelelim Leyla
Gencer’i yeniden nasıl keşfettiğime: Onun son yıllarda Uluslararası İstanbul
Festivali’nde verdiği konserleri dinlerken içimde hep bir kuşku, hep bir
eksiklik duygusu vardı. Olağanüstü kaliteleri olan bir ses ama, “tam ses” kullanmıyor
Leyla ya da çok az ve ekonomik kullanıyor. Olağanüstü bir sahne kişiliği ama,
konser konumu içinde opera sahnesindeki dramatik yaratıcılığını yansıtması söz
konusu değil. Olağanüstü bir müzisyen. Müzik cümlelerini kuruşu, onlara
yüklediği anlam, soluğunu ustaca ayarlaması ve hem müzik dilini hem de
söylediği eserin orijinal dilini kullanımındaki kusursuzluk, stil anlayışı,
bilgisi ve ince beğenisi hayret verici ama, acaba biraz yapmacık mı? Niye böyle
kuşkuluyum? İster istemez birilerinin etkisi altında kalmışım besbelli.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Leyla Gencer’in meslektaşlarından (Türkiye’dekiler
doğal olarak) yıllar yılı şunları dinlemişim (çeşitli zamanlarda): “Leyla’nın
sesi küçüktür ama akıllı kadındır. “<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Piyano”</i>ları
iyidir, sesinin ufaklığını piyanolarıyla örter. Eee, güzel kadın, dil biliyor,
zaten annesi de Polonyalı’dır (Polonezköylü) laf aramızda. Güzelliğini de
kullandı doğrusu. İtalya’da oturuyor zaten. İlişkiler filan bir şeyler yaptı
herhalde oralarda...”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Türkiye’deki müziksever, Leyla Gencer’i bu tür laf
ebeliğinin de katkısıyla 1950’lerin sonunda yitirmiş, kaptırmış Avrupa’ya.
1970’li yılların başına kadar onu hiç dinlememiş. Aradaki on beş yıl, bir
sanatçının yaşamında çok uzun ve önemli bir kesit. O yıllarda dış ülkelere
gitme olanağı bulan bir avuç müziksever, Leyla Gencer’i belki Londra’da,
Paris’te, Milano’da veya Verona’da rastlantı eseri yakalayabilmiş. Ülkeye
döndüğünde eşe dosta soluğu kesilerek anlatmış duyduklarını, gördüklerini.
Çoğumuz burun kıvırmayı sürdürmüşüz. Aradan yıllar geçmiş, Maria Callas, Renata
Tebaldi gibi Leyla Gencer’le aşağı yukarı aynı yıllarda parlayan ve <i style="mso-bidi-font-style: normal;">primadonna</i> geleneğini bütün görkemiyle
yaşatan son büyük sopranolar teker teker şarkı söylemekten ve sahneye çıkmaktan
vazgeçmişler. Leyla Gencer ise opera sahnesinden konser sahnesine geçerek
kariyerine devam etmiş.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Leyla Hanımla 1982 yılının Temmuz ayında Doğan
Hızlan’la birlikte bir konuşma yapmışız. (“Leyla Gencer ile Herşey Üstüne”
Cumhuriyet 8-9 Temmuz 1982) Konuşmanın bir yerinde bakın sanatçı ne diyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">“Deliler gibi çalışırdım. On günde bir opera
çıkarırdım. Operayı bir ay içinde mükemmelliğe eriştirebilmek için canım
çıkardı. Korrepetitörün de canını çıkarırdım. Bir müzik cümlesini yüzlerce defa
tekrarlardım. Sesin, piyano gibi, keman gibi, yani herhangi bir enstruman gibi üzerinde
çalışılması gerekir. Niye şimdiye kadar ben böyleydim? Bu egzersizleri
bırakmadığım için. Aslında opera söylemek daha kolaydır konserden. Çünkü
operada tek başınıza değilsiniz. Kendi partinizi öğreniyorsunuz, ötekiler de
size yardım ediyor. Düetler var, koro var. En fazla iki, bilemediniz üç arya
söylersiniz. Resital öyle mi? Resitalde dinleyicinin ilgisini iki, üç saat
sürekli çekmeniz gerekiyor. Bir konser için üç ay çalışıyorum. Bir yılda ancak
üç konser çıkabiliyor bu çalışmayla.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bu sözler,
yarım saat şarkı söyledi mi sesi yorulan, yılda belki bir opera bir de resital
çıkardı mı epey iş görmüş sayılan şarkıcılara ibret olmalı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Leyla Gencer’i yeniden nasıl keşfettiğimi artık
herhalde merak ediyorsunuzdur. Amerika’yı yeniden keşfetmek gibi bir şey bu.
1984 yılının Ağustos ayında Paris’te St. Germaine Bulvarı’nda avare avare
dolaşırken, bir plakçının vitrininde Leyla Gencer’in o güzel yüzüyle karşı
karşıya geldim. Albümün adı <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Leyla Gencer
in Scena’</i>ydı. Yanında bir plak daha. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">L’Art
de Leyla Gencer</i>. Hemen içeri girip ne kadar Gencer plağı varsa
çıkarttırdım. Plakların tümü korsan denilen türdendi. Yani belirli bir plak
şirketi tarafından yapılmış stüdyo kayıtları değil, temsil sırasında, olumsuz
koşullar altında alınmış, kötü kalite band kayıtlarıydı. Birkaç tane radyo
kaydı vardı ki, bunlar ötekilerin yanında zemzemle yıkanmış sayılabilirdi.
Çoğunda sahne gürültüleri, ayak sesleri, elbise hışırtıları, salondan gelen
öksürükler ve ama en önemlisi daha aryalar birmeden patlayan çılgınca alkışlar
ve “brava” sesleri.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Leyla
Gencer in Scena</span></i><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> plağındaki kayıtlar, 1957 ile 62
yılları arasında Milano, La Scala; Buenos Aires, Teatro Colon; Trieste,
Floransa, Palermo, Salzburg Festivali ve Venedik, La Fenice Tiyatrosu’ndaki
temsiller sırasında yapılmış. Soprano repertuarının akla gelen her stilindeki
eserleri yetkinlikle yorumladığı görülüyor Gencer’in bu kayıtlarda. Mozart’ın <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Saraydan Kız Kaçırma</i> ve <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Don Giovanni</i>’sinden tutun da,
Bellini’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">I Puritani</i>, Donizetti’nin
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Anna Bolena, Lucia di Lammermoor, Roberto
Devereux</i>, Massenet’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Werther</i>,
Verdi’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">La Battaglia di Legnano, La
Forsa del Destino, Macbeth, Rigoletto, Simon Boccanegra, I Due Foscari, Nabucco</i>
ve <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Il Trovatore</i> operalarının
birbirine hiç benzemeyen bir ses paleti içinde vermişti Leyla Gencer.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Tulio Serafin, Vittoria Gui, Arturo Basile,
Gianandrea Gavazzeni, Alfredo Simonetto, ve Herbert von Karajan gibi şeflerin
yönetiminde yorumladığı operalardı bunlar. Sahnede temsil sırasında yapılan bu
amatör kayıtlarda tek bir sürçme yoktu. Ağzından çıkan her sözcük, bütün
netliğiyle anlaşılıyordu. Canlandırdığı kahramanın kişiliğine büründüğünü, onu
sahnede görmeden, kötü koşullar altında yapılmış bu kayıtlarda bile
hissetmemeye olanak yoktu. O, küçük denilen ses, Gencer istediğinde dev gibi
büyüyor, bütün duygusallığıyla canlandırdığı kahramanın dramatik kişiliğini
yansıtıyordu. Tam, “ama ağır bir ses, hafifliği yok” derken, Rigoletto operasında
Gilda’nın “Gualtier Malde” sözleriyle başlayan aryasının koloratura pasajlarını
tüy gibi hafiflikle ve kolaylıkla, pırıl pırıl bir tınıyla söyleyiveriyor ve
insanı şaşırtıyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Gariptir, yine aynı günlerde, Paris’te Maria
Callas’ın 1957 ile 62 yılları arasında dünyanın en iyi plak şirketleri
tarafından yapılmış stüdyo kayıtlarını içeren <i style="mso-bidi-font-style: normal;">The Art Of The Primadonna</i> albümüyle karşılaştım. Leyla Gencer ve
Maria Callas, aynı yıllarda, aşağı yukarı aynı repertuarı söylemekteymişler
meğerse. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Callas’ın albümündeki kayıtların kalitesi mükemmel,
en iyi orkestralar, en iyi şefler ve en iyi ses alma olanakları. Yanlış anlaşılmasın,
Maria Callas hayran olduğum bir şarkıcıdır ve öyle de kalacaktır. Sesi
olağanüstü geniş ve güçlüdür. Onun dramatik duyarlığına ulaşabilen bir başka
opera sanatçısı henüz yetişmemiştir. Ne var ki Maria Callas’ın sesi, bazı bazı
bir değil üç insanın gırtlağından çıkıyormuş gibi farklıdır. Hatta, zaman zaman
sanki bir kuyunun dibinden gelir sesi. Düz bir çizgisi, belirli bir rengi
yoktur, daha doğrusu pek çok rengi vardır. Kariyerinin sonuna doğru tizlerde
sallanır. Son derece çarpıcı ve yırtıcıdır. Koloraturaları şeytanca hızlı ve
nettir. İnanılmaz bir şarkı söyleme kolaylığı varmış gibi görünse de, onun da
Leyla Gencer gibi ölesiye çalışkan olduğu bilinir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Maria Callas’ta Leyla Gencer’de olmayan çok önemli
bir fazlalık vardır. Uluslararası destek. Leyla Gencer, Avrupa’da tek başınadır.
Oysa Callas, Yunan asıllı Amerikalıdır, üstelik Meneghini adlı milyoner bir
İtalyan menejerle evlidir. Avrupa ve ABD’de sözü geçen her kesimin salonları
ona açıktır. Opera, konser ve plak angajmanları sorun değildir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Değeri tartışılmaz Maria Callas ile yine değeri
tyartışılmaz Leyla Gencer arasındaki tek ve en önemli ayırım, birine tüm
kapıların ardına kadar açılması, ötekine ise aynı kapıların hep zorlukla
aralanmasıdır. Uzun sözün kısası Leyla Gencer, bugün dünyada kendi başına adını
duyurmuş tek Türk opera sanatçısıdır ve hâlâ Devlet Sanatçısı olmamıştır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">(Leyla Gencer, bu yazıdan dört yıl sonra 1988
yılında Devlet Sanatçısı oldu)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-29208257121955254992019-12-29T09:20:00.000-08:002019-12-29T09:20:03.161-08:00Leyla Gencer Yazıları II<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWCClGQk6qVtqR180ZRfemdz5knNpqh8Wqxoh7amCgoPldKBJplU_cgoUVI_dewJGywtWMcYCPxFR9S4DgepXqCUqi8ggYmDTgk3QtdzsfTm4AVn3g0nLZ821lt0zVryWWbI3oe3OuZ-UD/s1600/leyla+gencer+1994+ankara.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1104" data-original-width="1600" height="220" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWCClGQk6qVtqR180ZRfemdz5knNpqh8Wqxoh7amCgoPldKBJplU_cgoUVI_dewJGywtWMcYCPxFR9S4DgepXqCUqi8ggYmDTgk3QtdzsfTm4AVn3g0nLZ821lt0zVryWWbI3oe3OuZ-UD/s320/leyla+gencer+1994+ankara.jpg" width="320" /></a></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">1994 Ankara, Sevda ve Cenap And Vakfı Ödül Töreni</span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">LEYLA
GENCER<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">FİLİZ
ALİ<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">2
Şubat 2009<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Soprano Leyla Gencer’in, gerçek anlamda uluslararası
kariyer yapmış ilk ve tek Türk Opera sanatçısı olduğunu tüm dünya müzik
çevreleri kabul ettiğine göre bizim de içimizden çıkan bazı akortsuz seslere
rağmen bu gerçeği kabul etmemizde yarar var. Leyla Gencer’in opera dünyasındaki
yarışa arkasındaki köprüleri atarak girmeye cesaret etmesi onun kuşağındaki
diğer opera sanatçılarından farklılığını gösteren özelliklerinden biri. 1950,
60 ve 70’li yıllarda uluslararası kariyere doğru hamle yapan, kendilerine
çeşitli olanaklar sunulan Ayhan Aydan, Ferhan Onat ve Suna Korat gibi her biri
gerçekten birer değer olan sopranolarımız çeşitli nedenlerden dolayı bu zorlu
yolda yürümeyi sürdürmeye ya cesaret edememişler ya da önlerine çıkan engelleri
aşamamışlardı. Çok sonraları uluslararası kariyere doğru ilk adımlarını atmış
olan Zehra Yıldız’ı da ne yazık ki çok genç yaşta kaybettik.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Leyla Hanım’ın özellikleri ya da şansı neydi öyleyse?
Herşeyden önce o dillere destan azmi, sebatkârlığı, çalışkanlığı,
mükemmeliyetçiliği, görgüsü, bilgisi, gururlu duruşu ama en önemlisi müziğe
olan önüne geçilemez sevgisi ve saygısı olmasaydı “Leyla Gencer” efsanesi yaratılabilir
miydi? 20. yüzyılın ilk yarısında Avrupa, Güney Amerika ve Avustralya kıtalarında
sesi ve bel canto yorumuyla ün yapan ünlü soprano Giannina Arangi-Lombardi’nin günün
birinde Ankara Devlet Operası tarafından yapılan teklifi kabul edip Türkiye’ye
gelmesi belki de Leyla Gencer için talih kuşunun başına konmasıydı. Hem
Arangi-Lombardi, hem de yine Ankara operasına davet edilen ünlü İtalyan bariton
Apollo Granforte gibi 20. yüzyılın ilk yarısının iki büyük opera şarkıcısı ile
Türkiye’de çalışma olanağı bulması şüphesiz<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>büyük şanstı Leyla Gencer için. Ancak, her iki hocanın Ankara’da ders
verdikleri öteki öğrenciler arasından bir tek Leyla Gencer hocaları gibi
Milano’daki La Scala operasının sanatçısı olmayı başarmıştı. Bu da Gencer’in
farklılığının kanıtıydı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Ben hem Ankara’da hem de Verona Arena’sında Leyla
Gencer’i sahnede seyretme ve dinleme olanağı bulmuş birkaç Türk’ten biriyim.
Ölümünden sonra onu bir kez bile opera sahnesinde görmemiş, en parlak
yıllarında sesini dinlememiş kişilerin bile ileri geri konuşmaları, yazılar
yazmaları<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>karşısında söylenecek o kadar
çok söz var ki. 20.000 kişilik Verona Arena’sındaki müşkülpesent İtalyan opera
izleyicisini, sahnede göründüğü anda büyüleyen, o devasa sahneyi ve arenayı kişiliği,
sesi ve yorumuyla dolduran bu kadından ancak hayranlıkla ve gururla söz
edebiliriz eğer Sezar’ın hakkını Sezar’a vereceksek. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Gencer, opera kariyerine 1950’de Ankara Devlet Operası
sahnesinde oynadığı “Gerçekçi Opera” stilinin ünlü örneği <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Cavalleria Rusticana</i> operasındaki “Santuzza” rolü ile adım atmıştı.
Kısa zamanda bu sahnenin ona dar geleceği belliydi. Onu, Giancarlo Menotti’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Konsolos </i>operasında canlandırdığı Magda
rolünde görenlerin belleklerine yerleşmişti ünlü “Kağıt” aryası. Sahnedeki
duruşu, dramatik gücü, sesini rolün gereğine göre kullanmaktaki ustalığı ile
farklı olduğu daha o ilk yıllardan belliydi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">1953’de “Ver elini İtalya” dedi. İlk durağı Napoli San
Carlo Opera’sıydı. Gencer, ilk sınavını Napoli’de başarıyla vermişti. 17.
yüzyıldan beri İtalyanların egemenliği altında gelişen opera sanatı, 1950’ler
İtalya’sında ikinci altın çağını yaşamaktaydı. İkinci dünya savaşının yaraları
sarılır sarılmaz birbirinden parlak opera şarkıcıları ortaya çıkmaya başlamış,
en başta Maria Callas ve Renata Tebaldi gibi La Scala “diva”lığı için çekişen iki
büyük soprano müzik çevrelerinde hareketlilik yaratmıştı. Düşünülecek olursa, Gencer’in
bu kurtlar sofrasında kendine bir yer bulmuş olması dahi onun olağanüstü
yeteneğini, azmini ve kalitesini göstermeye yeterdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Gencer, opera geleneği olmayan bir ülkede iyi bir
müzisyen olarak yetişmesini hep bir avantaj olarak görmüştü. İtalya’da
yüzyıllardır sorgulanmadan süregelen geleneğe bağlı kalmanın beraberinde
yerleşmiş yanlışları da getirdiğini farketmiş ve bestecinin asıl maksadına yani
yazdığı “nota”ya sadık kalmaya önem vermişti. Gereksiz ses gösterilerinden
kaçar, ses canbazlıkları ile göz boyamaya kalkmazdı. Onun için rolün gereği
önemliydi. Besteci eğer fısıltı istemişse fısıltı, haykırış istemişse haykırış,
legato istemişse legato, pianissimo istemişse pianissimo’dan şaşmazdı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Geniş bir repertuarı vardı. Mozart’dan Prokofief’e,
Bartok’a; Çaykovski’den Liszt’e, Poulenc’e yayılan geniş bir repertuar. Ama
asıl uzmanlık alanı 19. yüzyıl İtalyan operasıydı, yani Verdi, Bellini ve
Donizetti operalarıydı. Ona “La Regina Turca” ünvanını kazandıran kraliçe
rolleri ile opera tarihine geçti. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Bugün Amazon CD listesinde 27 adet Leyla Gencer opera
kaydı görünüyor. Bu kayıtların hepsi canlı temsil esnasında yapılmış korsan
kayıtlar. Leyla Gencer kariyerinin zirvesindeyken bile stüdyo kaydı yapmamış. Çünkü
büyük ticari plak şirketleri ile çalışabilmek için gereken ilişkilere hiç
girmemiş Gencer. Ne var ki, bugün bu canlı kayıtlar, stüdyo kayıtlarından daha
değerli. Çünkü bu kayıtlarda onu sahnede rolünün kişiliğine konsantre olduğu o
geri dönülemez ve tekrar edilemez en heyecanlı anda dinleyebiliyoruz. Stüdyo
ortamının soğukluğu ve kusursuzluğa yönelik yapaylık yok bu canlı kayıtlarda. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Opera sahnesinden ayrıldıktan sonra eğitime yöneldi Leyla
Gencer. 1949’da yetenekli genç opera şarkıcılarını yetiştirmek için Milano’da kurulan
ve “ASLICO” kısaltmasıyla bilinen İtalyan Opera ve Konser Birliği’nde 1981’den
itibaren ses ve müzikal yorumculuk dersleri vermeye başladı. Dünya sahnelerine
yeni yetenekler kazandıran bu okulda ders verenler arasında ünlü sopranolar
Madga Olivero, Renato Scotto, Graziella Sciutti, bas Cesare Siepi, Leyla
Gencer’in biyografisini yazan müzikolog ve eleştirmen Franca Cella da vardı.
Leyla Gencer, ASLICO’da verdiği derslere çok önem veriyordu. Zor bir sınavdan
geçerek girilen ASLICO yapısına Türk şarkıcıların da girebilmesi için özel
gayret gösteriyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Gencer, birkaç yıl İstanbul Devlet Opera ve Balesi
sanatçılarına da çok nitelikli uzmanlık dersleri verdi. Gencer’in bu
derslerinden yararlanmak için opera şarkıcısı olmak gerekmiyordu. Onun genel
olarak müzikteki farklı üslublar, beden dili, sesin ve nefesin bilinçli
kullanımı, repertuar ve yorumculuk üzerine anlattıklarıyla verdiği örnekler
paha biçilmez değerdeydi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Gencer’in sahnelerden ayrıldıktan sonra kendi ülkesinin
müzik hayatına yaptığı katkılardan biri de kendi adına başlattığı Şan
Yarışması’ydı. Yapı Kredi Bankası’nın desteğiyle başlayıp devam ettirilemeyen
“Leyla Gencer Şan Yarışması”, Doğuş Grubu ve Garanti Bankası sponsorluğunda,
Dışişleri Bakanlığı ve Borusan Holding katkılarıyla 2006’da yeniden canlandı. IV.
Leyla Gencer Şan Yarışması, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı ile La Scala
Tiyatrosu Sahne ve Gösteri Sanatları Akademisi Vakfı’nın işbirliğiyle 25-10
Ağustos 2006 tarihleri arasında düzenlendi. Uluslararası bu yarışmaya Almanya,
Brezilya, ABD, Romanya, Rusya, İtalya, Bulgaristan, Gürcistan, Çin, Arnavutluk,
Yunanistan, Moldova, Azerbeycan, Güney Kore ve Türkiye’den genç şarkıclar
katılmıştı. Yarışma sonucunda birincilik ödülünü Gürcistan’lı soprano Nino Machaidze
kazanmıştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">2008’de yapılan yarışmada ise ne yazık ki Leyla Gencer
artık hayatta değildi. Yarışmanın son elemesinden sonra çeşitli ülkelerden
gelen 35 yarışmacı arasından Türk soprano Nazlı Deniz Boran birincilik ödülünü
kazandı. İkinciliği Sri Lankalı soprano Kishani Jayasinghe kazanırken,
üçüncülük ödülü Koreli bariton Eung Kwang Lee ile Gürcistanlı mezzo-soprano
Anita Rachvelishvili arasında paylaşıldı. Yarışmaya uluslararası alanda büyük
ilgi olması Leyla Gencer adının hem dünyada hem de kendi ülkesinde yaşamasını da
sağlıyor. Böyle bir uluslararası yarışma ile Türk opera şarkıcılarının da önü
açıldığı gibi, derece alanlara dünya sahnelerinde şanslarını deneme olanağı da verilmiş
oluyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-40809996403237866512019-12-29T09:09:00.000-08:002019-12-29T09:10:34.803-08:00Leyla Gencer Yazıları<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcKjl7-Xqh3DR2yYuMj-v3AlzkV7Da5UPRIPLgycdvv64KJbx-xEzjW51veMoOz6TUkSFmpBZr_-yX1igmhI45RGiS8JFjoQ8WWziVTqrdxDKQiam8G-760RvgErgILQMSywWrfELgDn6o/s1600/leyla+%2526+ibrahim+gencer.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1082" data-original-width="1600" height="216" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcKjl7-Xqh3DR2yYuMj-v3AlzkV7Da5UPRIPLgycdvv64KJbx-xEzjW51veMoOz6TUkSFmpBZr_-yX1igmhI45RGiS8JFjoQ8WWziVTqrdxDKQiam8G-760RvgErgILQMSywWrfELgDn6o/s320/leyla+%2526+ibrahim+gencer.jpg" width="320" /></a></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Leyla ve İbrahim Gence Milano'daki evlerinde. Yıl 1988</span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">OPERA
DÜNYASININ SON DİVASI LEYLA GENCER DE ÖLÜMLÜYMÜŞ MEĞER…<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">FİLİZ
ALİ<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">12
Mayıs 2008 Milliyet<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Bazı insanların öleceği hiç aklınıza gelmez. Ne kadar
“kendimi iyi hissetmiyorum, hakikaten hiç iyi değilim” de deseler siz hastalığı
ya da ölümü yakıştırmazsınız onlara. Zaten en sağlıksız, en halsiz anlarında
bile “hadi sahneye çıkıyorsun” dendiğinde birden canlandıklarına, büyük bir
titizlikle sahne için hazırlandıklarına, sonunda sahneye adım atar atmaz etraflarına
parlak bir enerji halesi yaydıklarına kaç kez tanık olmuşsunuzdur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Leyla Gencer’i bundan yaklaşık 50 küsur yıl önce ilk kez
tanıdığımda Ankara Devlet Konservatuarı’nda öğrenciydim. Sınıf arkadaşım
piyanist Alp Ulusoy, Leyla Hanımın akrabasıydı. Birlikte Atatürk Bulvarı’ndaki çatı
katına çaya gitmiştik. Leyla’nım o zamanın Ankara Operası sanatçılarından
hiçbirinin hayatına benzemeyen bir hayat tarzı sürdürüyordu kocası İbrahim
Bey’le. İstanbul’dan Ankara operasına gelip, kısa bir süre sonra başroller
oynamaya başlaması opera kulislerinde kıskançlık krizlerine ve bol dedikodulara
malzeme olmaktaydı. Güzelliği, görgüsü, dil bilmesi, kendini daha o zamanlar
bir kraliçe gibi taşıması ve her şeyden önemlisi sahne üzerindeki başarısı onu
zamanın opera sanatçılarından ayırıyor, farklı kılıyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Zaten Leyla Gencer’in Ankara Operası macerası 1950-55
arası sadece birkaç yıldır. O, opera sanatının 2. dünya savaşı sonrası yaşanan
büyük patlama döneminde, Maria Callas, Renata Tebaldi gibi yıldızların
yaratıldığı pırıltılı ortamda İtalya’ya gitmiş ve müthiş bir rekabet dünyasında
kendini kabul ettirmişti. Gencer’in opera kariyerine tarafsız bir gözle
baktığımızda cesaretine, sebatkârlığına, çalışkanlığına, gururlu duruşuna bir
kez daha hayranlık duyarız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Gencer, opera dağarının yeni ve keşfedilmemiş alanlarına
girme riskini göze almasıyla da dikkat çeker. Ses tekniğine birinci derecede
önem verir. Sesini bir enstrüman gibi çalıştırdığını, teknik sağlam olmadan
doğru ifadeye varılamayacağını her fırsatta tekrar eder. Onun için “sesim
yorulur, kısılır, aman tam ses söylemeyeyim” gibi kısıtlamalar geçerli
değildir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Sahne büyüsüne sahip olarak dünyaya gelmiş ender
fanilerden biridir Leyla Gencer. Sahnede göründüğü anda seyirciyi avucunun
içine alabilen, hem sesini kullanışı, hem kusursuz yorumu hem de yarattığı kişi
ile özdeşleşmesi onu aynı zamanda birlikte çalıştığı orkestra şefleri ve
rejisörlerin de gözdesi yapar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Büyük plak firmalarının desteği olmadığından sahne
üzerinde yarattığı, canlandırdığı ve seslendirdiği sayısız rolün ses ve görüntü
kayıtları hep korsandır. Adı etrafında zaman içersinde gizemli bir efsane
oluşur. Korsan kayıtlar kapışılır, dünyanın en ücra köşelerine kadar yayılan
Leyla Gencer hayranları ağı gerçekleşir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Türkiye müzik dünyasının Leyla Gencer’i kabul etmesi epey
gecikmişti. Ona hak ettiği önemi vermemiz ne yazık ki hayatının son dönemine
rastladı. Ama o, memleketine hep sadık kaldı, küsmedi, gençlere evini, kucağını
açtı, bilgilerini aktarmaktan kaçınmadı. Türk adını dünyada gururla taşıyan ender
insanlardan biriydi Leyla Gencer, onu hep hayranlık ve sevgi ile anacağız. <o:p></o:p></span></div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-6330734477051441782019-07-14T11:27:00.001-07:002019-07-14T11:27:57.158-07:00<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">1950’lerden Ankara Devlet
Konservatuarı Notları, Anılar…<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Filiz Ali<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">MARTIN
BOCHMANN<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Ben cellist değilim.
Olmaya da hiç heves etmedim ama seviyorum bu çalgıyı, sesini, repertuarını, cellistleri.
Martin Bochmann adında bir cello hocası vardı Ankara Devlet Konservatuarında. O
devre göre uzun sayılan kırlaşmış kumral saçları uçuşup alnına düşerdi
viyolonsel çalarken. On odalardan ana binaya giden uzun koridoru hızlı
adımlarla arşınlar, kalın çerçeveli gözlüğünün üzerinden hafif gülümseyerek
selamlardı biz öğrencileri.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Giysilerini dün gibi
hatırlıyorum. Çizgili kadifeden bej renkli pantalonu, tweed ceketi, frenk gömleğinin
üzerine giydiği yün kazağı ve rahat ayakkabıları ile yaylanarak yürürdü. Bizden
biri olmadığı aşikârdı. Bizim hocalarımız -ki onlar Türk Beşleri idiler- daima
takım elbiseyle gelirlerdi okula. Ulvi bey de, Necil bey de sabah derslerinde bile
papyon kravat takarlar, arkaya doğru sımsıkı taranmış kısa saçları ve
sinekkaydı traşları ile insanda ilk bakışta derin bir saygı uyandırırlardı.
Öyle Bochmann gibi dağınık saç hiç görülmemişti okulda.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Bochmann’ın kendisi
Alman, ama karısı ve arabası İngilizdi. O hafif derbederliğinde İngilizlilik
sezilirdi. Oxford, Cambridge havası gibi. O zaman tabii bizim bütün bunlardan
haberimiz yok. Parasız yatılı okuyan yoksul çocuklarız. Senede bir okulun verdiği
elbise ve pabuçla idare ediyoruz. Ama kurt gibi açız müziğe. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Neyse konudan
uzaklaşmayalım. Bochmann’dan önce okulun viyolonsel hocası Saldarelli adında
bir İtalyandı. Sırım gibi ince ve şık giyinen bir<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İtalyandı Saldarelli. Konservatuarda piyanist
Fuat Turkay’dan başka hiç bir hoca İtalyanca bilmediğinden Saldarelli ile
iletişimin kolay olmadığını duyuyorduk. Piyano hocam Ferhunde Erkin, kardeşi
keman hocası Necdet Remzi Atak ve Saldarelli bir trio kurmuşlardı ben okula
girdiğim yıl, yani 1949. O sıralarda Ferhunde Hanım ile kardeşi Necdet küs,
konuşmuyorlar, Saldarelli de İtalyancadan başka dil bilmediğinden provalar ölüm
sessizliği içinde adamakıllı sıkıntılı geçmekte. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Ferhunde hanım çocukken
Fransız mürebbiye ile Fransızca öğrenmiş, Amerikan Koleji’nde İngilizce,
Almanya’da da Almanca öğrendiğinden Saldarelli ile her üç dilin yardımıyla
anlaşmaya çalışıyor.Ama nafile. Provalarda Saldarelli ile tartışabilmek için
son çare İtalyanca öğrenmek. Ve o, on parmağında on marifet olan olağanüstü
yetenekli hocam gerçekten öğreniyor İtalyanca konuşmayı. Herhalde trio
çalışmaları bu aşamadan itibaren iyi gitmiş olmalı ki Saldarelli Türkiyeden
ayrılmadan önce Erkin-Atak-Saldarelli üçlüsünün Cebeci Konservatuarı konser
salonunda verdikleri trio konserini çok iyi hatırlıyorum.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Martin Bochmann,
Saldarelli’den sonra Viyolonsel bölümüne gelmiş ve bölüme canlılık getirmişti. Bochmann’ın
öğrencilerinden Yalçın Başar sınıf arkadaşım, Oral Dai ortaokulu bitirip
geldiği için yaşı büyük ama bizden bir sınıf küçük, Aziz Gürerk ise abimizdi.
Sonraki yıllarda Ali Doğan ve Doğan Cangal da katıldı Bochmann’ın sınıfına.
Koridorlarda, tuvalet aralığında, çamaşırhanede, yemekhane kapısı önünde,
nerede boş yer bulurlarsa altlarına bir sandalye, önlerine de bir nota sehpası
koyup çalışmaya koyulurlardı viyolonselciler. Bu vesileyle bütün viyolonsel
repertuarını istesek de istemesek de duya duya öğrenmiş olurduk. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Piyanist lâzım olduğunda Filiz hazır. Vivaldi
ile başlayıp Haydn, Boccherini ile devam edip, Beethoven, Brahms sonatlara
kadar giden bir repeertuarı, Saint-Saens, Dvorak, Schumann, Lalo konçertoları bu
arkadaşlarla çalışarak, derslerde ve konserlerde çalarak öğrenmiş olmak da bir
şanstı o zaman.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Sonra merak ettim. Kısa
bir Internet araştırması sonucunda Martin Bochmann’ın oğlu Christopher
Bochmann’ı buldum. Şimdilerde Portekiz’de yaşıyor, Evora Üniversitesi’nde
kompozisyon ve orkestra şefliği dersi veriyormuş Christopher. Kendisiyle sanal âlemin
postasıyla mektuplaştık. Dokuz yaşına kadar Ankara’da Bülten Sokak’ta
oturduklarını hatırlıyor. Babasının beğendiği öğrencilerden birinin Aziz
Gürerk, öbürünün de Doğan Cangal olduğu bilgisi hafızasında yer etmiş. Baba
Bochmann, savaşı Köln ve Düsseldorf ‘da orkestra solisti ve öğretmen olarak çok
büyük zorluklarla yaşamış, ilk eşini 1943’de doğum sırasında kaybetmiş. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Savaş bitince Almanya’dan
uzaklaşmak isteği ile karşısına ilk çıkan fırsatı değerlendirerek yeni eşiyle Ankara’ya
gelmiş. Ankara Devlet Konservatuarı’nda Macar kökenli Alman keman hocası Licco
Amar ile tanışınca bu dilini, kültürünü, adetlerini bilmediği kentte kendini
yabancı hissetmeyeceğini anlamış. Bochmann ve Amar’ın Cebeci’deki Ankara Devlet
Konservatuarı Konser Salonu’nda verdikleri konserlerin hepsinin dinleyicileri
zamanın kodamanları, devlet memurları, üniversite hocaları ve biz
öğrencilerdik. Öğrenciler balkonda oturur ve aşağıya partere gelen şık hanım ve
beyleri seyreder, hocalarımızı ve konuk müzikçileri çılgınca alkışlardı. Bu
konserlerden birinin programını saklamışım. 7 Mart 1954 günü önce Licco Amar,
Prokofiyef<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">’</b>in <i style="mso-bidi-font-style: normal;">1. Keman sonatını </i><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>piyanist
Eduard Zuckmayer eşliğinde çalmış, ardından yine Zuckmayer eşliğinde Martin
Bochmann’dan, Arthur Honegger’in <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Viyolonsel
Sonatını</i> dinlemişiz. Aradan sonra Amar, Bochmann ve Zuckmayer üçlüsü
Schubert’in ünlü <i style="mso-bidi-font-style: normal;">op.100 mi bemol majör piyanolu
üçlüsünü</i> seslendirmişler. Program notlarını o sırada kompozisyon öğrencisi
olan Gültekin Oransay büyük bir titizlikle hazırlamış. Eserler ve solistler
hakkında etraflı bilgiler vermiş.</span></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlPXLLKDUBjMvmN0Ph7i4ydsA06JX1LG2-9CsH6oxiNXwmtr3ZmJqFxcHo67dFMipwPJxQ5L7dK12_fl6cTSwdsxQuSGu6BvqNNHUTQeqqjjbghL0xQ1foIR2NuxI5gW52Q1lg4aqUuziQ/s1600/1957_Martin+Bochmann_Ankara.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="1132" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlPXLLKDUBjMvmN0Ph7i4ydsA06JX1LG2-9CsH6oxiNXwmtr3ZmJqFxcHo67dFMipwPJxQ5L7dK12_fl6cTSwdsxQuSGu6BvqNNHUTQeqqjjbghL0xQ1foIR2NuxI5gW52Q1lg4aqUuziQ/s320/1957_Martin+Bochmann_Ankara.jpg" width="226" /></a></span></div>
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><o:p></o:p></span><br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="line-height: 150%;"><span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Yeri gelmişken
Gültekin’de de söz etmeliyim. Gülteki Oransay, Ankara Devlet Konservatuarı
Kompozisyon bölümünden mezun olduktan sonra Almanya’ya gitti. Münih
Üniversitesi’nde Müzik Bilimi doktorası yaptı. Türkiyede<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Müzik Bilimi/Müzikoloji<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>alanındaki ilk akademik niteliğe sahip
araştırmacı bilim adamı olarak önemi büyüktür Oransay’ın. Gültekin’in araştırmacılık
yönü daha öğrencilik yıllarında belliydi zaten. Okul kitaplığında onu Der
Brockhaus ciltleri ya da Grove’s Müzik sözlüğü sayfaları arasında kaybolmuş
bulmak mümkündü. Annesi Alman olduğundan ana dili hem Almanca hem de Türkçeydi.
Gayet iyi bildiği İngilizceyi de kendi gayretiyle öğrenmişti. Yaşadığı sürece çeşitli
müzik insanları ile girdiği polemikler dolayısıyla kendine epey düşman
edinmişti Gültekin. Polemiğe girdiği kişilerden fersah fersah daha fazla
donanımlı olduğundan hiç kuşkum yok ama sert karakteri esnemeğe hiç izin
vermedi ve genç denilecek yaşta, 59 yaşında vefat etti. <a href="file:///C:/Users/hp/Desktop/1950%20ankara.docx#_ftn1" name="_ftnref1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="line-height: 115%;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div style="mso-element: footnote-list;">
<!--[if !supportFootnotes]--><span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><br clear="all" />
</span><hr align="left" size="1" width="33%" />
<!--[endif]-->
<div id="ftn1" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif;"><a href="file:///C:/Users/hp/Desktop/1950%20ankara.docx#_ftnref1" name="_ftn1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="line-height: 115%;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><a href="http://www.turkishmusicportal.org/tr/besteciler/detay/gultekin-oransay">http://www.turkishmusicportal.org/tr/besteciler/detay/gultekin-oransay</a></span></div>
<div class="MsoFootnoteText">
<br /></div>
</div>
</div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-1590957341776447932019-06-10T10:19:00.003-07:002019-06-10T10:19:36.865-07:00<br />
<div class="MsoBodyText" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">SABAHATTİN
ALİ’NİN ÖZGÜR RUHU<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Sabahattin
Ali’nin hayat ve ölüm hikayesi, bu ülkedeki korkusuz ve namuslu insanların
durmadan tekerrür eden hikayelerinden biridir.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Alman
aristokratlarının ve subay çocuklarının gittiği bir okula girer. Prusya
geleneğine uyan sıkı disiplinli, kışla gibi bir okuldur burası. Özgür ruhlu,
neşeli, kabına sığamayan S. Ali’yi cendereye girmiş gibi sıkar bu okul. Sonunda
Nihal Atsız’ın <i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytanlar <a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftn1" name="_ftnref1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[1]</span></b></span><!--[endif]--></span></span></a> </i>başlıklı
broşüründe anlattığı olay meydana gelir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 35.25pt;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Okuduğu mektepte bir gün Alman
talebelerden biri “bu parazit Türkleri buradan kovmalı” demiş. Sabahattin Ali
hemen yerinden fırlamış: “Biz sizin hükûmetinize hükûmetimiz tarafından verilen
para ile okuyoruz. Parazit değiliz. Sözünüzü geri alın” demiş. Talebe sözünü
geri almayınca tokadı indirmiş. Alman hükûmeti de böyle talebe istemediğini
söyleyerek onu geri yollamış.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 35.25pt;">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Ve
babam dört yıl kalmak üzere gittiği Almanya’yı bir buçuk yıl sonra 1930 yılının
baharında terk etmek zorunda kalır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Yurda
döndüğünde Aydın Ortaokuluna Türkçe öğretmeni olarak tayin olur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Yüksek
Muallim Mektebi’nden arkadaşı Enver’e (Necati) 3 Aralık 1930 tarihinde
Aydın’dan bir mektup atmış, diyor ki:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 36.0pt;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Ha, beni burada müthiş
komünist<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>biliyorlar. Nazım<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftn2" name="_ftnref2" style="mso-footnote-id: ftn2;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> gelip
de bir türlü imâna getiremediği beni burada görsün, vallahi millet Lenin’in
cezarülhalifi diye bakıyor. Vali kaç kere çağırıp sorgudan geçirdi. Ağzının
payını verdim, ve bir cürüm kanunu olmadan beni rahatsız etmemesini söyledim.
Şimdilik de beyanname neşredip, cemiyet kurmadığım için kanuni takibatından
varesteyim. Budala herifler, ben kimim, komünistlik kim. Ben yapsam yapsam o
herifleri beğenirim. Kendim bu fikirlerle nasıl komünist olabilirim ki?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Sabahattin
Ali, “Ben kim, komünistlik kim?” dese de, bir kere mimlenmişti artık. Valiye
kafa tutması da herhalde hakkında oluşan olumsuz kanılara tuz biber ekti ki bir
süre sonra bir ihbar sonucu öğrenciler arasında yıkıcı propaganda yaptığı
iddiası ile tutuklandı. Üç ay kadar tutuklu kaldıktan sonra ihbarın asılsızlığı
anlaşılınca yargılama beraatle sonuçlandı. Milli Eğitim Bakanlığına sunduğunu
sandığım savunmasında düşüncelerini şöyle açıklıyordu:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 35.25pt;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Hiçbir teşkilata mensup
olmadığım, propaganda yapmadığım, talebeye hiçbir suretle telkinatta
bulunmadığım, hülâsa hiçbir suretle mücrim olmadığım tahkikat ile sabit
olmuşken bende mefruz cürümler aramak, himayesine sığındığımız vekâletin bana
üvey evlat muamelesi yapmasıdır. Ben bir kafa taşıyorum. Bu kafa yalnız karnımı
doyurmak, üstümü giydirmek imkânlarını ihzar edecek bir makine, bir uşak
değildir. İnsan dimağlarının ekmek parasından maada da meşgul olması icabed en
bir takım meseleler vardır ki bunların gündelik hayatla bir guna alakaları
yoktur. Fakat münevver adam diye, işte bu “ekmek parasından başka şeyleri de
düşünen” adamlara derler... hakkımdaki istibatların asıl sebebi benim
muhitimden ayrı yaşayışım, hatta onlara biraz da tepeden bakışımdır. Fakat bu
çok tabiidir. Muhitim beni tatmin etmediği müddetçe onlardan uzaklaşmaya ve
beni doyuran kitaplarıma dönmeye mecburum. Onlara benzemeyişim ve tabiatın beni
bunların fevkinde halk etmiş olması benim cürmüm değildir. Bunları yazmak da
bir tefahür (iftihar) sayılmaz. Çünkü beni böyle yapan ben değilim. Beni asıl
müteessir eden memleketin en büyük mütefekkirlerini kucağında toplayan
vekâletimizin beni “fikir sahibi” olduğum için kabahatli görmesidir. Ben
omuzlarımın üzerinde bu yükü boşa taşımaktansa onu hiç taşımamayı tercih
ederim. Düşünen ve kendini bilen bir insanın da başka türlü yapacağını tasavvur
edemiyorum.<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftn3" name="_ftnref3" style="mso-footnote-id: ftn3;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[3]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Bütün
bu haklı isyanına rağmen beraat edene kadar Aydın hapishanesinde tutuklu kaldı,
ama orada da boş durmadı ve bu üç ayı etrafını gözlemleyerek, diğer mahkûmların
hayat öykülerini dinleyerek değerlendirdi.<i style="mso-bidi-font-style: normal;">
Kuyucaklı Yusuf</i> romanındaki Yusuf ve <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Jandarma
Bekir</i> hikâyesindeki Halil Efe karakterlerini bu hapishanede tanıdı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Almanca
yeterlik sınavını verdikten sonra Konya Karma Ortaokulu’na Almanca öğretmeni
olarak atandı. Cemal Kutay ve Emin Soysal tarafından iftiraya uğrayıp bir yıla
mahkûm oldu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">KONYA<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Babamın
sakladığı belgeler arasında bulunan Temyiz Mahkemesi Ceza Dairesi’ne hitaben
yazılmış dilekçede, özgürlüğünün bir yıl demir parmaklıklar arkasında
kısıtlanmasına neden olan olaylar dizisi madde madde sıralanmakta, son olarak
da,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 36.0pt;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Bir masumun göz göre göre
mahkûmiyeti gibi feci bir hadiseye lâkayt kalamayacak olan mahkemenizden ne
merhamet, ne müsamaha istiyorum. İstediğim şey adalet, vermekle mükellef
olduğunuz adalettir. Evrakımın yeniden tetkik edilerek tahdit edilen hakk-ı
müdafaamı bütün salâhiyetimle istimale müsaade buyurulmasını, gösterdiğim
şahitlerin dinlenmesini, tetkikini talep ettiğim hususatın tetkik ettirilmesini
ve bunların tahakkuku için de evrakın nakzen iadesi talep eylerim efendim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Demekteydi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Temyiz
Mahkemesi’nden merhamet ve müsamaha dilememesi, mahkemeden “vermekle mükellef
oldukları” adaleti istemesi herhalde hâkimleri kızdırmış olacak ki bu küstah,
kendini beğenmiş, boyun eğmeyen, devletin âli kurumlarına baş kaldıran gencin
burnunun iyice sürtülmesine karar vermişler. Üstelik daha önce verilen 12 aylık
mahkûmiyeti az görmüş Temyiz mahkemesi ve cezayı arttırarak 14 aya çıkarmış. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><o:p> </o:p></span><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode", sans-serif;">İÇİMİZDEKİ
ŞEYTAN</span><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode", sans-serif;"> </span><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode", sans-serif;">VE SONA DOĞRU YOLCULUK</span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">İçimizdeki Şeytan<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftn4" name="_ftnref4" style="mso-footnote-id: ftn4;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[4]</span></b></span><!--[endif]--></span></span></a> </span></i></b><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">romanı
1940’da yayınlandı. Roman kahramanlarının gerçek hayattaki karşılıklarını çözen
ve romanda Nihat adıyla canlandırılan Nihal Atsız, babama yönelik saldırı
kampanyasını <b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytanlar<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftn5" name="_ftnref5" style="mso-footnote-id: ftn5;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[5]</span></b></span><!--[endif]--></span></span></a></i></b>
adını verdiği 16 sayfalık bir kitapçık ile başlattı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Kitapçıkta
roman kişilerinden Profesör Hikmet’in tarihçi Mükrimin Halil, muharrir İsmet
Şerif’in Peyami Safa, Tatar suratlı herifin ise ya Zeki Velidi ya da Abdülkadir
İnan olabileceğini açıklıyordu Nihal Atsız. Sonra da ırkçı bir söylemle
Sabahattin Ali’ye ver yansın verip veriştirmeye girişiyordu:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 35.25pt;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Kirye Sabahattinaki!.. Yahut
fikirlerine ve irfanına göre Yoldaş Sabahattin Aliyef!.. Sen, kanı bozuk Oflu
Rum dönmesi ve Marksın fikrî veledi. <a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftn6" name="_ftnref6" style="mso-footnote-id: ftn6;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[6]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Nihal
Atsız, Sabahattin Ali’nin büyükbabasının Oflu olmasını ima ederek devam
ediyordu:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 35.25pt;">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Sen Oflu Müslüman Rumsun.
Saklamaya ne lüzum var? Sizin için şecere, soy, ecdat meselesi var mı?<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Irk meselesi yalnız yarış atlarında kalmıştır
diyorsun ama görüyorsun ki hayvanların bile asilinde ırk aranır. Kimse sokak
köpeklerinin ırkını sormaz.<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftn7" name="_ftnref7" style="mso-footnote-id: ftn7;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; font-size: 11.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[7]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Nihal
Atsız kitapçığın sonunda Sabahattin Ali’yi düelloya çağırıyor ve bu işin ancak
vuruşarak çözüleceğini iddia ediyordu. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytan </i></b>romanı ve Atsız’ın
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki
Şeytanlar</i></b> kitapçığı babamla Türkçülerin savaşını başlatmıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<span style="font-family: "Lucida Sans Unicode","sans-serif"; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Babamın
Nihal Atsız’a açtığı hakaret davası sırasında ırkçılar mahkemeyi bastılar,
hakim babamı pencereden kaçırdı. Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için
altı aya mahkum edilen Nihal Atsız’ın cezası hakim tarafından “milli tahrik”
gerekçesiyle dört aya indirildi, sonra da ceza ertelendi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText" style="margin-left: 35.25pt;">
<br /></div>
<div style="mso-element: footnote-list;">
<!--[if !supportFootnotes]--><br clear="all" />
<hr align="left" size="1" width="33%" />
<!--[endif]-->
<div id="ftn1" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftnref1" name="_ftn1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Atsız, İçimizdeki
Şeytanlar, 1940. s. 5<o:p></o:p></div>
</div>
<div id="ftn2" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftnref2" name="_ftn2" style="mso-footnote-id: ftn2;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Nazım Hikmet<o:p></o:p></div>
</div>
<div id="ftn3" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftnref3" name="_ftn3" style="mso-footnote-id: ftn3;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[3]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Tarihsiz müsvedde<o:p></o:p></div>
</div>
<div id="ftn4" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftnref4" name="_ftn4" style="mso-footnote-id: ftn4;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[4]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Sabahattin Ali, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytan</i>, 1. baskı: Remzi
Kitabeci, 1940<o:p></o:p></div>
</div>
<div id="ftn5" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftnref5" name="_ftn5" style="mso-footnote-id: ftn5;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[5]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Nihal Atsız, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">İçimizdeki Şeytanlar</i>, İstanbul, Arkadaş
Basımevi, 1940<o:p></o:p></div>
</div>
<div id="ftn6" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftnref6" name="_ftn6" style="mso-footnote-id: ftn6;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[6]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Atsız, a.g.e. sayfa 14<o:p></o:p></div>
</div>
<div id="ftn7" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/s.ali,%20cesaret%20ve%20korku.doc#_ftnref7" name="_ftn7" style="mso-footnote-id: ftn7;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[7]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> a.g.e. sayfa 15<o:p></o:p></div>
</div>
</div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-56415059819869534362019-06-09T03:37:00.001-07:002019-06-09T03:38:37.353-07:00<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">OSMANLI İMPARATORLUĞU COĞRAFYASI İÇİNDE YÜZYILLAR BOYU
SAKLI KALAN GİZEMİN ON YEDİNCİ YÜZYILDAN İTİBAREN AVRUPA SANATINA VE MÜZİĞİNE
YANSIMASI<o:p></o:p></span></b></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">FİLİZ ALİ<o:p></o:p></span></b></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">16. yüzyıldan itibaren Avrupa’da Osmanlı İmparatorluğu
tarihine karşı merakın arttığını görürüz.1561 yılında Gabriel Bounin adında bir
Fransız yazarın, Kanunî Sultan Süleyman’ın oğlu Şehzade Mustafa’yı öldürtmesi
konusunu işleyen bir tiyatro eseri ile karşılaşırız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">La Soltane</span></i><span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">, Türk teması
üzerine yazılmış ilk Fransız trajedisidir. Şehzade Mustafa, 1553 yılında
öldürüldüğüne göre Bounin, oyunda yer alan karakterlerin bazıları henüz
hayattayken kaleme almıştır bu trajediyi. Konu başka Fransız yazarların da
ilgisini çekmekte gecikmez. George Thilloy’un 1608’de Reims’de sahnelenen <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Solyman II, Quatorzieme Empereur des Turc</i>
adlı trajedisi 1617’de yayınlanır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Mustafa’nın öldürülmesinden 66 yıl sonra 1619’da İspanyol
asilzadeleri gibi upuzun ismi olan Floransalı bir İtalyan asilzade, Kont
Prospero Bonarelli della Rovere e da Ippolita di Montevecchio, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Il Solimano </i>trajedisini yazarak Toscana
Grand Dükü II. Ferdinando de’Medici’ye ithaf eder. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Kanunî Sultan Süleyman ve Şehzade Mustafa olayını işleyen
bu trajedilerin opera bestecileri tarafından farkedilmesi ise epey zaman alır.
Konuyu ele alan ilk opera 1753 yılında yani Mustafa’nın katledilmesinden iki
yüzyıl sonra Dresden Saray bestecisi Johann Adolf Hasse tarfından bestelenir.
Librettoyu saray şairi ve librettist Giovanni Ambrogio Migliavacca, Prospero
Bonarelli’nin trajedisini epey değiştirerek opera metnine uyarlar.
Migliavacca’nın librettosu 19. yüzyılın ortalarına kadar pek çok besteci
tarafından değişik uyarlamalarla tekrar tekrar yorumlanır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Hıristiyan dünyasını fazlasıyla heyecanlandıran, çok
sayıda tarihçi ve edebiyatçının kalemlerini sivriltmelerine yol açan önemli
olaylardan biri de Osmanlı Padişah’ı Yıldırım Beyazıd’ın Moğol İmparatoru
Timur’a esir düşmesi hadisesidir. Yine bir Fransız yazar, Jean Magnon, bu olay
hakkında yazdığı trajediyi 1648’de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Le
Gran Tamerlan et Bajazet</i> başlığı ile yayınlar. 1675’de bir başka Fransız
oyun yazarı Jacques Nicolas Pradon, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tamerlan,
ou la Mort de Bajazet</i> ile Fransız sahnesine yeni bir trajedi kazandırır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Anlaşılan odur ki, 17. yüzyıl Fransız yazarların Osmanlı
tarihine değinen trajedileri İtalyan bestecilerin ilgisini çekmektedir.
Nitekim, Venedik’te 1710’da sahnelenen ilk <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tamerlano
</i>operasının bestecisi Francesco Gasparini adında bir İtalyandır.
Gasparini’nin <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tamerlano</i> operasının
librettosunu yine bir aristokrat, Venedikli Kont Agostino Piovene yazmıştır.
Piovene’nin librettosu üzerine, Gasparini’den sonra 18. yüzyıl boyunca
bestecileri arasında Alessandro Scarlatti ve Antonio Vivaldi de olmak üzere
yirmiye yakın<i style="mso-bidi-font-style: normal;"> Bajazette, Imperator
de’Turchi, Il Tamerlano, Il Bajazet </i>başlıklı opera bestelenir. Günümüzde bu
operalar içinde en çok Georg Frederick Haendel’in bestelediği ve ilk kez 1719
yılında Londra’da King’s Theatre’da oynanan <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Tamerlano
</i>operası sahnelenir. 18. yüzyılda bestelenen ve 1899’da Venedik’te San
Benedetto Tiyatrosu’nda oynanan son <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Bajazette</i>
operasının bestecisi Napolili Gaetano Marinelli ise bugün İtalya dışında
tanınmayan 18. yüzyıl bestecilerinden biridir. Bütün bu operalarda sadece konu
Osmanlı/Türk hakkındadır. Müzik, henüz Türk ya da Orient’ı anımsatan motifler,
ritimler ya da ögeler içermemektedir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ancak, İtalya’da
Solimano ve Bajazet/Tamerlano operaları birbiri ardına bestelenirken
Avusturya’da Christoph Friedrich Bretzner adlında bir yazar 1781 yılında <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Belmont und Constanze, oder Die Entführung
aus dem Serail, </i>“Saraydan Kız Kaçırma” öyküsünü içeren bir Singspiel/
Şarkılı Oyun librettosu yayınlar. Librettoyu ilk kez Johann André adındaki bir
yayıncı ve besteci<i style="mso-bidi-font-style: normal;"> Belmonte und Constanze
</i>adıyla müziklendirir. Eser ilk kez 1781’de Berlin’de sahnelenir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">O sırada Viyana’da tanınmış bir yazar ve aktör olan
Johann Gottlieb Stephanie, W.A. Mozart’a Bretzner’in <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Saraydan Kız Kaçırma </i>librettosunu gösterir. Mozart ve Stephanie,
öykünün asıl sahibi Bretzner’e danışmadan librettoyu kendilerine göre
değiştirir ve bugün hepimizin bildiği<i style="mso-bidi-font-style: normal;">
Saraydan Kız Kaçırma </i>operası yaratılır. Opera ilk kez 1782’de Viyana Burg
Tiyatrosu’nda sahnelenir. Mozart operanın orkestrasyonunda Mehter Takımı’nın
özgün çalgılarından boruları, zilleri, davulları ve üçgeni kullanarak müzikte
“Turquerie” dönemini başlatmış olur. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif;">Avrupa, 19. yüzyıla girdiğinde artık Osmanlı ve Türk
olduğu varsayılan her şey modadır. “Turquerie” akımı almış yürümüştür. Batılı
soylu hanımlar ve beyler Osmanlı kıyafetleri giyerek portrelerini yaptırırlar.
Harem fantezileri alır başını gider. </span><i style="font-family: Verdana, sans-serif;">1001
Gece Masalları</i><span style="font-family: "verdana" , sans-serif;">, Orient fantezisini daha da coşturur. Doğunun ötekiliği,
farklılığı, egzotiktiği, haremin ulaşılmaz erotizmi sanatın her dalını etkiler. Avrupayı kana bulayan “Barbar Türk” imajı, yerini </span><i style="font-family: Verdana, sans-serif;">Saraydan Kız Kaçırma</i><span style="font-family: "verdana" , sans-serif;"> operasındaki Paşa Selim gibi cesur, sağlam karakterli,
çekici, hatta erotik “Türk” imajına terk eder. Ancak bu “Türk” modası 17. ve 18.
yüzyıl yazar ve bestecilerine ilham veren trajediler yerine daha eğlenceli
konulara ağırlık vermektedir. <o:p></o:p></span></div>
<h1 style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; line-height: 150%;">Dönemin
Fransız popüler bestecileri ise "Turquerie"yi yeterli bulmayıp daha
egzotik doğuya yönlenen operalar yaratmaktadırlar. André Gretry, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Le Caravane du Caire</i> “Kahire Karavanı” adlı
opera-balesinde, arp ve üçgen (triangle) çalgılarını kullanarak oldukça basit
bir “orient” atmosferi yaratmaya çalışır. 1783’de Fontainbleau’da oynanan eser
o sıralarda çok moda ve güncel olan “Saraydan Kız Kaçırma” konusunun yeni bir
versiyonunu işlemektedir. Böylece konular “turquerie”nin merkezi İstanbul’dan
daha doğuya, Mısır’a ve Bağdat’a doğru kaymaktadır. <o:p></o:p></span></h1>
<h1 style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span class="watch-titlelong-titleyt-uix-expander-head"><span style="border: none 1.0pt; color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; letter-spacing: -0.6pt; line-height: 150%; padding: 0cm;">Bugün sadece arp konçertosu dolayısıyla tanınan
Fransız bestecisi François-Adriën Boieldieu, ilk defa 1800 yılında Paris’te
Opera-Comique’te sahnelenen <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Le caliphe de
Bagdad</i> “Bağdad Halifesi” adlı komik operası ile bir gecede popüler olur. İtalyan
asıllı Luigi Cherubini ise, 1833’de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Ali
Baba, ou le quarante voleurs, </i>“Ali Baba ve Kırk Haramiler” ile 1001 Gece
Masallarını Paris Operası sahnesine getirir. Eserin orkestra partisinde ziller
ve davullara bol bol iş düşer.<o:p></o:p></span></span></h1>
<h1 style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span class="watch-titlelong-titleyt-uix-expander-head"><span style="border: none 1.0pt; color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; letter-spacing: -0.6pt; line-height: 150%; padding: 0cm;">Komik operaları pek beğenilen Nicolas-Marie Dalayrac,
1797’de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Gulnare, ou l’esclave Persanne</i>,
“İranlı Köle Gülnar”, 1804’te <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Le
pavillion de Caliphe ou Almanzor et Zobeide</i>, 1805’te de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Gulistan, ou le hulla de Samarcande</i> ile Paris’lilerin
bayıldıkları oryantalizm modasının başını çeker. <o:p></o:p></span></span></h1>
<h1 style="line-height: 150%; margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span class="watch-titlelong-titleyt-uix-expander-head"><span style="border: none 1.0pt; color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; letter-spacing: -0.6pt; line-height: 150%; padding: 0cm;">İngiliz besteci Henry Bishop, 1809’da İngiliz
sahnesine özgü bir Balad Opera yani müzikli oyun besteler, adını da <i style="mso-bidi-font-style: normal;">The Circassian Bride</i> “Çerkes Gelini”
koyar. Müzikli tiyatro geleneğinin bir türü olan eser Londra’da Drury Lane
Tiyatrosu’nda sahnelenir, ancak ertesi akşam tiyatroda çıkan yangında eserin
partisyonu da yanıp kül oldur. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span></span></span><span style="color: black; font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; font-weight: normal; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></h1>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Buraya kadar söz ettiğimiz bestecilerin çoğu bugün artık
hatırlanmıyorlar bile. Oysa, hem İtalyanca hem de Fransızca metinler üzerine bestelediği
özellikle komik operalarıyla tanınan Gioacchino Rossini, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Il Turco in Italia</i> “İtalya’da bir Türk ve <i style="mso-bidi-font-style: normal;">L'italiana in Algeri</i> “Cezayir’de bir İtalyan” operaları ile en
azından konu açısından oryantalizmin şahikasına ulaşmıştır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Öte yandan Hector Berlioz'un <i style="mso-bidi-font-style: normal;">La mort de Cleopatre “</i>Kleopatra’nın Ölümü” ve özellikle de <i style="mso-bidi-font-style: normal;">La mort de Sardanapale</i> “Sardanapal’ın
Ölümü” kantatları açıkça oryantalist ressam Delacroix'un aynı adı taşıyan
tablosunun müzikal karşılığıdır. Berlioz gibi çok farklı bir bestecinin komik
operalarla geçirecek vakti yoktur. Her iki eserin de Berlioz’un kendi kişisel
melankolisini, doğunun gizemli hüznü ile bağdaştırdığını algılarız bu
eserlerde. Diğer yandan Edward Said, Berlioz'un <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Les Troyens a Carthage </i>"Truvalılar Kartaca'da" adlı dev
başeserinin Fransa'nın Kuzey Afrika üzerindeki emperyal amaçlarını yansıttığını
savunur. Oryantalizm, konu, melodik ve ritmik yenilikler, etnik müziklerden
alıntılarla 19. ve 20. yüzyıl Fransız müziğinin temel öğeleri arasına girmiştir
artık. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Ancak, hem “Türk” hem de “Orient” kavramlarının müzikal
açıdan doğunun gerçek makamsal/modal müziğiyle hiçbir ilişkisi yoktur. Avrupa
müziğindeki “oryantalism”, Avrupalının hayal ettiği doğunun müziğidir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Bir başka önemli Fransız bestecisi olan George Bizet'nin konu
bakımından oryantalist çizgideki <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Djamileh</i>
"Cemile" operası, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Carmen</i>
operasının gölgesinde kalmaya mahkum olmuştur ne yazık ki. Oysa besteci bu
eserinde egzotik öğeleri, daha sonraları Debussy ile özdeşleşen izlenimci
armonik deneylerin sayesinde sürekli değişen renklerle birleştirmiş ve müzik
açısından <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Carmen'</i>den çok daha ileriye
yönelmişti. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Aslında buraya kadar adı geçen bestecilerin hiç biri
eserlerine ilham veren o egzotik doğuya seyahat etmemişlerdi. İlhamlarını
okuduklarından, seyyahların anlatılarından ve kendi hayallerinden alıyorlardı.
Oysa Camille Saint - Saens'ın, Muhammed Ali Tevfik'e ithaf ettiği <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Egyptien</i> “Mısırlı” isimli <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Piano Konçertosu</i>'nun uzun kadansındaki
kanun taksimi benzerliğinin bu denli gerçeğe uygun olması bestecinin Mısır'ı ve
Mısır hanedan ailesini şahsen tanımasına bağlıdır. Mısır Prensi Muhammed Ali
Tevfik, 1906 yılında Saint- Saens'ı sarayında konuk etmiş, Saint-Saens da botanik
bahçesi ve mimari özellikleriyle Sevilya'daki Alkazar Sarayına öykünen Manial
Sarayı'nda ev sahibi ve konukları için bir kaç piyano resitali vermişti.
Besteci, "Mısırlı" konçertosundan başka Mısır Hıdiv'i Abbas Hilmi'ye
ithaf ettiği<i style="mso-bidi-font-style: normal;"> Sur les bords du </i>Nil "
Nil Kıyısında" adlı askeri marşı da burada, artık bir müze olarak
kullanılan Manial Palace'ta yazmıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Son olarak Rus oryantalizminden de söz edecek olursak ilk
akla gelecek isim kuşkusuz Rimsky-Korsakov olacaktır. 19. yüzyılın ortalarına
doğru Rusya, doğuya Asya topraklarına doğru yayılmaya başlamış, Semerkant ve
Buhara’yı işgal etmiş, doğunun gizemi Rus Beşleri diye anılan bestecileri kısa
zamanda cezbetmekte gecikmemişti. Borodin’in <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Poloveç Dansları</i>, Balakirev’in <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Islamey’</i>i
ve Korsakov’un <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Şehrazad’</i>ı bu etkinin
en bilinen örnekleriydi. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Nicolai Rimsky-Korsakov 1889 Paris Dünya Fuarı’na
Avrupa’da daha önce hiç duyulmamış Rus eserleri ile katılmıştı. 1001 Gece
Masalları’nın egzotizmini yansıtan <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Şehrazad
Orkestra Süiti</i> de bunlar arasındaydı. Şehrazad müziği o denli beğenildi ki
1910’da yine Paris’te Rus Balesi yöneticisi Diaghilev tarafından eser Michel
Fokine’in koreografisi ile sahnelendi. Dekor ve kostüm tasarımlarını ünlü Rus
ressam Léon Bakst yaratmıştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif;">Avrupalı doğuya daima yukarıdan bakmıştır. Avrupalı genç
adam korsanların kaçırdığı nişanlısını zalim Türk’ün elinden kurtarır. Zalim
Türk zamanla adil Türk olur. Ya da Avrupalı genç adam doğulu köle kızın
şarkılarının veya danslarının büyüsüne kapılır ama tam zamanında aklı başına
gelir veya getirilir, büyüden kurtulur. Avrupalı için doğunun müziği de hayal
mahsulüdür. Artık ikili ve artık dörtlü ses aralıkları, uzayıp giden melizmalar
ve süslemelerle göz boyayan melodiler, davullar, ziller, tiz sesli obualar,
hatta kimi zaman kastanyetler kullanarak kendi beğenisine göre kimi zaman
çingene müziğinden esinlenerek yarattığı eklektik bir müziktir bu. Müzikte
Oryantalizm aslına bakarsanız sadece “kitch”tir.<o:p></o:p></span></div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-75984503553220948012019-06-09T03:12:00.001-07:002019-06-09T03:12:35.046-07:00Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-35953191262051706132019-01-13T01:21:00.002-08:002019-01-13T01:21:33.744-08:00<br />
<div align="center" class="MsoBodyText" style="text-align: center;">
BİR ZAMANLAR ÇİN’DE<o:p></o:p></div>
<div align="center" class="MsoBodyText" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Evvel zaman içinde Çin diyarında, sarayının dışına hiç
çıkamayan yalnız ve hüzünlü bir imparator yaşarmış. Saray duvarlarının ötesinde
sesinin ve şarkılarının güzelliği dillere destan olan bir bülbülün ünü
imparatorun kulağına kadar gelmiş. Hizmetkârlarına bülbülü saraya getirmelerini
emretmiş imparator. Saraya yerleşen bülbül, birbirinden güzel ve duygulu
şarkılarını şakıyarak yalnız ve hüzünlü imparatorun kalbini yumuşatmayı
başarmış. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Ne var ki saraydaki dalkavuklar bülbülün imparatoru bu
denli etkisi altına almasını kıskanmışlar. Çin’in en marifetli oyuncakçısına
süslü bir mekanik bülbül yaptırmışlar. Rengarenk süslü mekanik bülbül günün
moda olan bayağı şarkılarını hiç yorulmadan söyleyip duruyormuş. Saray
dalkavuklarının imparatorun aklını çelmek için getirdikleri mekanik bülbül
imparatorun hoşuna gitmiş önceleri. Ama asıl bülbül, imparatorun kendisini
unutup, ihmal etmesine, mekanik bülbülle ilgilenmesine çok alınmış. Özgürlüğe
kanat çırpıp, saray duvarlarının ötesine uçmuş. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Hatasını kısa zamanda anlayan imparator, üzüntüsünden ne
yapacağını bilememiş, ağzını bıçak açmıyormuş. Mekanik bülbül hep aynı
şarkıları söyleyip duruyor ama imparatoru bir türlü teselli edemiyormuş.
Üzüntüsünden yataklara düşen imparator, ölüm döşeğinde son kez bülbüle onu affetmesi
ve geri dönmesi için yakarmış. İmparatorun haykırışlarını duyan yufka yürekli
bülbül saraya geri dönmüş ve imparatorun penceresine konarak en güzel
şarkılarını söylemeye başlamış. Hasta yatağında bülbülün o eşsiz şarkılarını
duyan imparator canlanmış, iyileşmiş ve bir daha da bülbülünü hiç yanından
ayırmamış. <a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/bir%20zamanlar%20%C3%A7in'de.doc#_ftn1" name="_ftnref1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-font-family: "Times New Roman"; mso-bidi-font-size: 10.0pt; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Kıssadan hisse: “Müzik ruhun gıdasıdır” özdeyişini
doğrulayan bu masal aynı zamanda mekanikleşen dünyada müziği de mekanikleştiren
akımların insanları mutlu etmediği gibi, onları kendilerine ve çevrelerine
yabancılaştırdığı, doyumsuz ve tatminsiz bireyler haline getirdiğini de
açıklıyor. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Müzik “ruhun gıdası” olduğu kadar “beynin de gıdası” oysa.
Geçtiğimiz 20. yüzyıl boyunca eğitimciler, psikolog, nörolog ve müzikbilimciler
tarafından yapılan çok sayıdaki araştırma müziğin, hele hele<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>çoksesli müziğin insan beyninin gelişiminde
neredeyse birinci derecede önemli olduğunu ortaya koydu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Bebeklerin daha ana rahmindeyken özellikle Mozart’ın
müziğini dinleyerek sakin, huzurlu, dikkatli ve neşeli oldukları bu
araştırmaların sonuçlarından sadece biri. Çocukların çok küçük yaştan
başlayarak çok sesli müzikle, çok katmanlı ritimle tanışmaları onların
bedenleri ile beyinleri arasındaki koordinasyonu geliştirmeye yaradığı da
deneyler sonucu varılan nokta. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Ana okulundan başlayarak müzik eğitimini, basit matematik
eğitimi ile başa baş yürüten eğitim programlarında çocukların soyut düşünme ve
konsantrasyon becerilerini kolaylıkla kazandıkları görülmekte. Aynı yaşlarda
bir müzik aleti çalmaya başlayan çocukların el becerilerinin gelişmesi yanında,
analitik düşünmeyi de öğrendikleri, ayrıntıları analiz etme kolaylığı
edindikleri de varılan sonuçlar arasında.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Peki o zaman neden bütün dünya bir olmuş biteviye sürüp
giden tek bir ritmin, tek bir melodinin peşine takılmış, kafasını sallayıp
duran gençlerle dolu? Neden insanların toplu halde bulundukları her mekânda;
minibüste, süper markette, kır gazinosunda, lüks restoranda, orada bulunanların
hiçbirinin fikri sorulmadan sürekli “müzik” denen ama aslında ses kirliliği
olarak niteleyebileceğimiz bir takım sesler ve gürültüler yayınlanıyor? <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Bize istesek de istemesek de sunulan ekonomik model,
müziği de bir tüketim maddesi olarak piyasaya sürüyor. Müziği de tuvalet kağıdı
gibi kullanıp, buruşturup atmamız isteniyor bizden. Gündelik yaşamımızın hatırı
sayılır bir bölümünde, herhangi bir talepte bulunmamamıza rağmen bize dayatılan
ve fakat farkında olmadan kabullendiğimiz ya da kanıksadığımız bu tür “müzikle”
iç içeyiz ve neden tedirgin olduğumuzu bir türlü anlayamıyoruz. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Televizyon sayesinde “sanat” sözcüğünün içi boşaldı.
Edebiyat ve müzik son hızla popülerleşti. Var olduğunu sandığımız pek çok
değerin tepe üstü çöktüğünü gördük. Çok satan kitapların yanında çok satan
konserler de düzenlenmeye başladı. Şimdi artık konserlerin de “küratörleri”
var. Nabza göre şerbet verecek, her tür müzik yan yana getirildi. Operalardan
birer arya ile Roman müziğinin yeni keşfedilen virtüoz!ları, Türk Sanat
Müziğinin bir yıldızı yanında Müslüman, Hıristiyan ve Musevi cemaatlerinin dini
müziğinin sentezlenmesi, bir de modern dans bir araya getirildi mi oldu size
bir çağdaş kültür mozaiği örneği. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Bu tür projeler birer paket şeklinde Clinton’lara,
Chirac’lara sunuldu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
İyi müziğin ya da iyi edebiyatın çok satmayacağından emin
olan bu organizatörler, dikkati hemen dağılıveren yeni kuşakların dikkatini
birkaç dakika olsun çekebilmek için olmadık şaklabanlıkta konserler
düzenleyebiliyorlar. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
Ne var ki bütün dünyayı etkileyen “popülizm” bombardımanı
son zamanlarda eski “popülaritesini” yitirme tehlikesiyle karşı karşıya.
Şükürler olsun ki, türkülerimizi Neşet Ertaş’ın sesi ve bağlamasından
dinlediğinde benliğini bulan, Münir Nurettin’in yıllar önce doldurduğu bir taş
plakta terennüm ettiği Gazeller’i keşfedince gerçek geleneksel müziğimizin
zevkine varan, Pablo Casal’ın Bach’ın viyolonsel için solo sonatlarını
yorumladığı eski bir uzun çaları bulup, kendini hazine bulmuş gibi şanslı
sayan, televizyondaki Mezzo kanalında Wagner’in<span style="mso-spacerun: yes;">
</span><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Nibelungen Yüzüğü</i> operalarının
olağanüstü bir mizansen ve sahneleme ile yorumlandığını görüp, <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Nibelungen Yüzüğü’</i>nün <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Yüzüklerin Efendisi</i>’nden daha ilginç
olduğunu fark eden insanlar da var.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div style="mso-element: footnote-list;">
<!--[if !supportFootnotes]--><br clear="all" />
<hr align="left" size="1" width="33%" />
<!--[endif]-->
<div id="ftn1" style="mso-element: footnote;">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/bir%20zamanlar%20%C3%A7in'de.doc#_ftnref1" name="_ftn1" style="mso-footnote-id: ftn1;" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="mso-special-character: footnote;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: "Times New Roman","serif"; font-size: 10.0pt; mso-ansi-language: TR; mso-bidi-language: AR-SA; mso-fareast-font-family: "Times New Roman"; mso-fareast-language: TR;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></a> Hans Christian Andersen’in
İmparator ve Bülbül masalından alıntı.<o:p></o:p></div>
</div>
</div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-58292565089902256382018-12-30T10:06:00.000-08:002019-06-09T09:40:06.973-07:00DÜNYA SAHNELERİNDE GENÇ MÜZİSYENLER<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">GÜHER&SÜHER PEKİNEL VE DÜNYA
SAHNELERİNDE GENÇ MÜZİSYENLER PROJESİ<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Müzik dünyasında
mesleğinin zirvesine ulaşmış dünyaca tanınan sanatçıların kaçta kaçı
kendilerinden sonra dünyaya gelen genç müzikçilere ellerini uzatıp, yol
gösterir sorusu kafamı kurcalayıp duruyordu son zamanlarda. Geçen Ekim ayında
Berlin’e gittiğimde bu sorunun yanıtını <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Barenboim-Said
Akademisi’ni</b> ziyaret ettiğimde buldum galiba.</span><br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaoYBYcaNY_j-ZxRVK8dvBUxX3YAOBbkxFSA261DGca7YanrGL6WaeGBVUaBpQwDR_SUQf5TLFGXUaSz314EKGg16M7wmt60O7KynzN0cRlFsmr-QlLibvlmp4WGKri3yW8qKQOQKBrctO/s1600/barenboim+said.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="257" data-original-width="456" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiaoYBYcaNY_j-ZxRVK8dvBUxX3YAOBbkxFSA261DGca7YanrGL6WaeGBVUaBpQwDR_SUQf5TLFGXUaSz314EKGg16M7wmt60O7KynzN0cRlFsmr-QlLibvlmp4WGKri3yW8qKQOQKBrctO/s320/barenboim+said.jpg" width="320" /></a></span></div>
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"> <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">İsrailli piyanist,
orkestra şefi, <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Daniel Barenboim</b> ile
Filistinli Columbia Üniversitesi eski karşılaştırmalı edebiyat profesörü ve
müzik eleştirmeni <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Edward Said’in</b>
hayal edip kurdukları Barenboim-Said Akademisi, mesleğinde zirveye ulaşmış
insanların ellerindeki olanakları üstün yetenekli gençlerin eğitimi için
seferber etmesini<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>işaret ediyordu.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Akademi’nin
Federal Almanya gibi Avrupa’nın en zengin ve engin müzik geleneği olan bir
ülkesinde hayat bulması o kadar şaşırtıcı olmasa da, sadece Ortadoğu
ülkelerinden gelip sınava giren ve kazanan öğrencilerin tam burslu olarak kabul
edilmelerine şaşırmamak elde değildi. </span><span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: 12pt;">Daniel Barenboim
ve Said ailesi, Berlin’de büyük bir organizasyon yaratmışlardı. Ancak, bu büyük
organizasyonun ardındaki sağlam devlet desteğini, uluslararası müzisyenler
arası dayanışma olgusunu da göz ardı edemeyiz.</span><span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: 12pt;"> </span><br />
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: 12pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Gelelim
ülkemize. On yıl kadar önce <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Güher ve
Süher Pekinel</b> kardeşler müzik dünyasında ulaştıkları zirvede edindikleri
birikimlerini, bilgi ve görgülerini genç yeteneklere aktarmaya karar verdiler. “Dünya
Sahnelerinde Genç Müzisyenler” projesi ile ileriye yönelik bir büyük eksiği
gidermeye kalkıştılar. Arkalarında devlet filan yoktu. Hatta onları böyle
delice bir projeye girişmeye iten de aslında devletin elini çoktan genç
yeteneklerden çekmiş olmasıydı. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">1940’lı yıllarda
henüz Cumhuriyet gençken ve yetenekli çocuklarımızın<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>“muasır medeniyetler seviyesine” gelmeleri
söz konusu iken TBMM üyelerinin oyları ile kabul edilen bir yasa vardı. “Devlet
Üstün Yetenekli Çocuklar Yasası”.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Devlet, yasayı
sınavla uyguluyor ve kazanan çocuklara aileleri ile birlikte yurt dışında
eğitimlerine yetecek kadar burs veriyordu. İdil Biret, Suna Kan gibi yetenekler
bu burstan yararlanarak kariyer basamaklarını teker teker tırmandılar ve
Türkiye’yi müzik dünyasına tanıttılar. Onlar ilk kültür ve sanat elçilerimizdi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Ne var ki TBMM’ne
seçilen milletvekillerinin bir çoğu her dönemde sanata, müziğe, tiyatroya,
baleye, operaya, orkestralara devlet desteğini kesmek için yasa tasarıları
hazırlayıp durdular. Bugün gelinen noktada kısmen de olsa başarılı oldular.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Güher ve Süher
Pekinel’in 10 yıl önce başlattıkları “Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler” projesi
işte böyle kuraklaşmış bir ortamda genç fidanlara can suyu vermiş oldu. Kısaca,
zaten var olan yetenekleri keşfetmekti ilk adım. İkinci adım ise değişik
enstruman gruplarında keşfedilen sıra dışı ve olağanüstü genç yetenekleri,
dünya standartlarında kariyer yapabilmek ve bu alemdekilerle rekabet edebilmek
için hazırlamaktı. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Peki, üstün
yetenekli çocukları kimler, nerede keşfedecekti? Tabii ki önce bilinçli<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>anne ve babaların, sonra da öğretmenlerin <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>uyanık olması önemliydi. Bizim gibi
toplumlarda kimbilir ne çok sayıda yetenekli çocuk hiç farkedilmeden insan
yığınlarının arasında yok olup gidiyordu. Ben bu yazıda şahsen tanıdığım dört
gencin Pekinellerin sistemine dahil olduktan sonraki başarılarından
bahsedeceğim.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Pekinel
kardeşlerin projesine katılan genç yetenekler daha önceden evde veya okulda
keşfedilmiş gençlerdi. İlk örnek olarak Dorukhan Doruk’u ele alalım. Doruk 9
yaşındayken Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Dilbağ Tokay’ın
sınıfında cello çalmayı öğrenmeye başladı. Hocası onu küçük yaştan Masterclass’lara
katılmaya yöneltti. Burada öğretmenlerin çocuğun gelişiminde ne denli önemli
rolü olduğunu görmek olası.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Doruk,
Pekinellerin projesine 2010 yılında kabul edildi. Projenin mali destekçisi
<b>Tüpraş,</b> genç yeteneklerin ünlü ve önemli hocalarla çalışmalarına ve yarışmalara
katılmalarına olanak sağlıyordu. Pekineller, seçtikleri öğrencilerin usta
hocalarla çalışabilmelerinin önemini her fırsatta vurguluyor ve usta hocaları,
henüz işlenmemiş elması cilalayıp parlatan ve pırlantaya dönüştüren kuyumculara
benzetiyorlar. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Nitekim Doruk ona
sunulan olanakları çok iyi değerlendirerek aynı yıl üç önemli uluslararası
cello yarışmasında birincilik ödülü aldı. Pekineller burada Doruk’a Maggini
Vakfı’na ait olan 1810 Nicolas Lupot yapımı enstrumanı sağladılar. Bu onun
yarışma ortamında kendine güvenmesine yol açtı. Şimdi aynı enstruman bu yılki
başarıları dolayısıyla Umut Sağlam’a verildi.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Doruk, cello
çalışmalarına yine Pekineller’in tavsiyesi ile ünlü çellist Truls Mork ile
devam ederken bir yandan da Festivallere katılıyordu. 2016 yılında projede yer
alan üç müzisyenden oluşan “Trio Arte” ile “Pietro Argento Müzik Yarışması”nda
birincilik ödülü kazandı. Üç müzisyenden biri Dorukhan Doruk, diğerleri ise
kemanda Veriko Tchumburidze ve piyanist Yunus Tuncalı idi. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Veriko’ya
gelince; o başlıbaşına bir mucize. Veriko Tchumburidze 1996’da Mersin’de
dünyaya geldi. Annesi Lili, <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Mersin
Üniversitesi Devlet Konservatuarı keman öğretmeni. Veriko ilk keman derslerini
annesinden aldı. Lili, sıkı disiplini ve öğrencilerinin kapasitelerinin
sınırlarını zorlayan bir eğitimci. Yani Veriko’nun da gözünün yaşına bakmıyor. Daha
8 yaşındayken “2004 Gülden Turalı Keman Yarışması” birincilik ödülünü kazanıyor
Veriko. 16 yaşına geldiğinde “7. Çaykovski Genç Müzisyenler Yarışması”nda da
ödül alınca Rusya’da İsviçre’de Almanya’da konserler vermeye başlıyor. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">2010’da Pekinellerin
projesine kabul edilen Veriko, bir yandan Viyana’da keman ustalarının ustası
Dora Schwarzenberg ile çalışmaya başlıyor, öbür yandan da Münih Müzik Yüksek
okulunda Ana Chumachenko’nun sınıfına kabul ediliyor. Veriko 2010 ile 2016
yılları arasında çok sayıda Masterclass ve yarışmaya katılıyor, Avrupa’daki
çeşitli orkestralar eşliğinde konserler veriyor. CD teklifleri alıyor, oda
müziği konserlerini de hiç ihmal etmiyor.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Sonunda 20
yaşına geldiğinde uluslararası alanda büyük değeri olan Henryk Wieniawski Keman
Yarışması’nda kazandığı birincilik ödülü ile Veriko bir Türk/Gürcü sanatçısı
olarak dünya sahnelerinde yerini almış oluyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">İnanması zor ama
DSGM projesi daha önce kimsenin aklına gelmeyen ayrıntılarda müthiş isabetli
seçimler yapıyor. Önce seçilen öğrencilerin üstün kaliteli eğitim veren bir
müzik kurumuna kabul edilmeleri <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>için yol
gösteriliyor. Daha sonra veya eş zamanlı olarak öğrencinin çaldığı enstrumanın
çağdaş ustalarından biri ile çalışması sağlanıyor ve son olarak meselenin en
can alıcı noktası olan kaliteli enstruman sorunu hallediliyor. Örneğin şu
sıralarda Veriko Tchumburidze, hayırsever bir Alman Vakfı tarafından kendisine ödünç
verilen 1756 yapımı Guadagnini kemanı ile veriyor konserlerini.<o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Geçenlerde Can
Çakmur’un da DSGM projesinin yönlendirmesiyle kendisine tahsis edilen çok iyi
bir konser piyanosu ile çalışma olanağına kavuştuğunu öğrenmiştik. İyi bir
enstruman, Weimar Franz Liszt Yüksek Okulunda üst düzey müzik eğitimi, Grigory
Gruzmann, Arie Vardi gibi ustalarla çalışabilmek, Can Çakmur’un dünya
sahnelerinde başarılar kazanmasına yol açmıştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">1997 yılında
dünyaya gelen Can Çakmur 2013’de Dünya Sahnelerinde Genç Müzisyenler projesine
Güher ve Süher Pekinel’in tavsiyesi ile kabul edilmış ve arkasındaki bu sağlam
desteğe dayanarak birbiri ardına uluslararası yarışmalara <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>girmiş ve kazanmıştı.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ama asıl altın vuruş <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>2017’de Glasgow’da “İskoçya Uluslararası
Piyano Yarışması”nın birincilik ödülünü kazanması, hemen bir yıl sonra da Kasım
2018’de Japonya’da “10. Hamamatsu Uluslararası Piyano Yarışması” birincisi
olmasıydı. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Bu yazı için
seçtiğim dört gencin sonuncusu bir başka çellist. 1998 doğumlu Umut Sağlam. Ankara’da
Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda Tufan Tahir Tolga ile başladığı
cello eğitimine, İstanbul’da MSGSÜ Devlet Konservatuarı’nda Dilbağ Tokay ile
devam etmişti. Umut, son birkaç yıldır Ayvalık Uluslararası Müzik
Akademisi’ndeki her cello masterclass’a katılan, Peter Bruns, Maria Kliegel,
Christofh Henkel, Alexander Rudin ve Jens Peter Maitz gibi ustalarla çalışan,
çalgısına ve müziğe büyük istekle bağlı bir genç adam. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">2015’te katıldığı
iki uluslararası yarışmadan birincilik ödülleri kazandıktan <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>sonra Berlin Barenboim-Said Akademisi’ne
sınavla kabul edilen Sağlam, şimdi Cladius Popp ile çalışmalarını sürdürüyor. 2018
Eylül ayında Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi’nde Jens Peter Maitz’ın Cello
Masterclass’ına katılan Umut, böyle bir ustayla yaptığı sıkı çalışmanın hemen
ardından İtalya’da “23. Uluslararası Gaetano Zinetti<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Müzik Yarışması”na katıldı ve birincilik
ödülünü kazandı. Umut Sağlam, bu kazanımın hızıyle Kasım ayında Fransa’daki “Tremplin
Uluslararası Viyolonsel Yarışması”na girdi ve birincilik ödülü olan 1000€ ve
orkestra eşliğinde iki konser verebilmek şansını kazandı. <o:p></o:p></span><br />
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "verdana" , "sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%;">Ne mutlu ona ve onlara
ki, Pekineller gibi olağanüstü ileri görüşleri, engel tanımayan cesaretleri,
çelik gibi eğrilmez dirençleri, en önemlisi müziğe ve gençlere sarsılmaz
inançları olan iki büyük müzisyen ve onların yarattığı bu sistemin parçası
olabildiler. <o:p></o:p></span></div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-15537852421332614952018-03-26T11:33:00.002-07:002018-03-26T11:33:52.868-07:00<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">SCHUBERT
PİYANO SONATLARI ÜZERİNE BİR DENEME<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Filiz Ali<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Yıllar
önce, Türkiye’deki mağazalarda klasik müzik CD kayıtlarının bulunamadığı
zamanlardan birinde, Berlin’deki devasa kültür ve sanat mağazası <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Dussman das Kulturkaufhaus</b> ‘ta kitap ve
CD bolluğundan serseme dönmüş dolaşırken gözüm bir CD’ye takıldı. Berlin Duvarı
yeni yıkılmış, iki Berlin birleşmiş ve Sovyetler Birliği dağılmıştı o
sıralarda. CD’de o zamana kadar hiç adlarını duymadığım<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Maria
Judina, Tatiana Nikolayeva, Vladimir Sofronitzky, Jakov Flier,</b> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Maria Grinberg</b><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>gibi<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Rus
pianistlerin kayıtları yer alıyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">İlk
defa adları ile karşılaştığım bu piyanistlerin, Sovyetler Birliğinin en katı
dönemlerinde, müzisyenlerin, sanatçıların, yazarların Stalin’in ağzından
çıkacak bir söz ile Sibiryada’ki çalışma kamplarına yollandıkları ya da
öldürüldükleri dönemde nasıl olmuşsa hayatta kaldıklarını ama yurt dışına
çıkmalarının yasaklandığını ancak Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra
öğrenebilmiştik. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Stalin’nin
ölümünden (1954) sonra buzların çözüldüğü dönemde Batı, önce sadece piyanist<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Emil
Gilels</b> ve kemancı <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">David Oistrakh</b>
sonra da <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Sviatoslav Richter</b> ile
tanışmıştı. Gilels, Richter ve Oistrakh devletler arası kültürel ilişkiler
çerçevesinde <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ankara ve İstanbul’a da o
yıllarda bir kaç kez gelerek müzik çevrelerini hayran bırakmışlardı ama ben bu
CD’deki piyanistlerin hiç birini tanımıyordum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Oysa
bu piyanistler ondokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla doğru gelişen Moskova ve
St. Petersburg Konservatuarları geleneğinin “Altın Kuşak” piyanistleriydi. Çoğu
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Goldenweiser, Heinrich <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Neuhaus, Feinberg</b> gibi efsanevi hocaların
sınıflarında yetişmişler<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">, Rimsky-Korsakov,
Glazunov</b> geleneğinin havasını solumuşlardı. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>CD’de yer alan piyanistler arasında ilk
dikkatimi çeken <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Vladimir Sofronitsky</b>
oldu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Sofronitsky</span></b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"> (1901-1961) Birinci Dünya Savaşı ve
Sovyet Devrimi ile altüst olan St. Petersburg o zamanki adıyla Petrograd
konservatuarında besteci <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Shostakovich</b>
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">ve </b>piyanist <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Maria Judina</b> ile sınıf arkadaşıymış. Aynı sınıfta <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Vladimir Horowitz</b> de varmış. Savaş,
ardından devrim sancıları sürerken <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Alexander
Scriabin</b>’in kızı <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Elena</b> ile
evlenmiş. Scriabin’in tüm piyano eserlerinin bir numaralı yorumcusu kabul
edilmiş Sofronitsky. 1960’ta, ölümünden bir yıl önce Moskova’da verdiği dillere
destan Scriabin resitalini bugün internetten veya “Legendary Scriabin Recital
8.6.1958” başlıklı CD Albümünden dinleyebiliyoruz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Sanatçının
yine dillere destan repertuarında Chopin ve Schubert’in de bütün eserleri var.
Chopin’in ölümünün 100. Yıldönümü dolayısıyla Moskova Konservatuarı büyük
salonunda beş gece üstüste verdiği Chopin resitalleri ve 1953’te Schubert’in
ölümünün 150. Yılı dolayısıyla bestecinin eserlerini yorumladığı konserler hâlâ
belleklerde.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">İşte
bu Sofronitsky, Schubert’in son piyano sonatlarından Si bemol Majör D960
sonatını çalıyordu elimdeki CD’de. Çok uzun bir sonattı bu. Neredeyse kırk (40)
dakika sürüyordu. Sadece birinci bölüm onbeş (15) dakikaydı. Çeşitli
piyanistlerin tempo anlayışına göre bazen bu süre yirmi (20) dakikayı
buluyordu. Sofronitsky’nin yorumundan sonatın ikinci bölümü olan “Andante
Sostenuto”yu ilk dinlediğimde daha önce<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>benzerini hiç hissetmediğim bir hüzün kaplamıştı içimi. Sağ eldeki sâkin
ama arada bir asabileşen melodik çizginin altında sol elin tüğ gibi hafif
olmakla birlikte geniş atlamaları aslında müzik yazısı olarak son derece sade
olmakla birlikte dinleyeni tedirgin edercesine karmaşık duyguları tetikliyebiliyordu. </span><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Üçüncü bölümde ise birinci ve ikinci bölümün insanın üstüne çöken ağır havasını
oyuncu, şakacı, hafif bir “Scherzo” ile dengeliyordu besteci.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Schubert,
son bölüm “Allegro ma troppo” ile bir süre Scherzo’un neşeli havasını
sürdürürken gitgide sabırsızlaşan modülasyonların ardından ani patlamalarla
dinleyeni şaşırtmaya devam ediyordu . Besteci, sanki eserin son bölümünde iç
dünyasındaki gerilimleri, gelgitleri kimi zaman şakacı kimi zaman patlamaya
hazır bir ruh haliyle ve bütün açıklığı ile sergilemişti. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Hiç
tanımıyordum bu sonatı. Schubert’in piyano sonatları hakkında uzun zaman
önceden oluşmuş hafif küçümseyici tavır piyanistik çevrelerde geçerliydi o
sıralarda. Schubert’in “sonat stilinin yeterince gelişmediği”, Beethoven
sonatlarını “kendine örnek aldığı, ama başarılı olamadığı” “piyanistik açıdan
acemilikler” içerdiği kanısı hayli güçlüydü. Çoğu konservatuarın <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>piyano öğrencileri için oluşturduğu müfredat
programlarında da Schubert piyano sonatları bulunmazdı. <i style="mso-bidi-font-style: normal;">Impromptue ve Moment Musicaux</i> tamam ama <i style="mso-bidi-font-style: normal;">sonat</i> yok. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Yirminci
yüzyılda Schubert ‘in piyano sonatlarının tümünün<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>ilk ses kayıtlarını gerçekleştirerek konser
piyanistlerinin dağarına katan piyanistler önce <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Arthur Schnabel </b>(1882-1951) sonra <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Wilhelm Kempf</b> (1895-1991) olmuştu. Ne var ki o yıllarda Avrupa ile
Sovyetler Birliği arasında demirden bir perde vardı. Ne Batı’dan Doğu’ya, ne de
Doğu’dan Batı’ya su sızmazdı. <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Schnabel </b>ve
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Kempf</b> Batı’da plak kayıtları ile Schubert’in
piyano sonatlarını daha geniş bir kitleye tanıttıkları sırada, Doğu’da da <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Sofronitsky,</b> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Maria Judina, Tatiana Nikolayeva, Richter</b> gibi piyanistler resital
programlarına mutlaka Schubert piyano sonatlarını koyuyorlardı. Ne kadar
şanslıyız ki audio da olsa çoğu konser sırasında canlı olarak kaydedilen bu
eserleri şimdi youtube kanalında izleyip, dinleyebiliyoruz.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Yukarda
adı geçen piyanistlerin her birinin Schubert’in Si Bemol Majör D960 piyano
sonatına yaklaşımlarının çok farklı olduğunu internetteki kayıtlar sayesinde
inceleyebiliyoruz şimdi. Örneğin <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Maria
Judina ve Sviatoslav</b> <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Richter</b>’in
sonatın birinci bölümünde tercih ettikleri tempoların eserin melankolik hatta
karamsar ruhunu daha da belirginleştirecek derecede ağır olmasını
yadırgayabiliyoruz. </span><span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;">Judina’nın yorumu ile bölüm yirmi iki (22) dakika sürüyor.
Richter bölümü daha da ağırlaştırıp yirmi dört (24) dakikaya ulaşıyor.</span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: Verdana, sans-serif; font-size: 12pt;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Arthur
Schnabel ve Wilhelm Kempf’e dönecek olursak her ikisinin de Alman okulunun <i style="mso-bidi-font-style: normal;">werktreue</i> yani “yapıta bağlılık ya da
notaya sadakat” diye çevirebileceğimiz yorum geleneğinden geldikleri hemen
belli oluyor icralarında. Ancak her iki piyanistin de aynı zamanda on dokuzuncu
yüzyılın özgür romantizminin takipçisi olduklarını unumamak gerek. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Evet,
“notaya sadakat” ama aynı zamanda notada yazılı olmayanı hissedebilmek, Schubert’in
herşeyden önce bir şarkı yani “lied” bestecisi olduğunun bilincinde olarak ezgi
çizgisine şarkı söyletmek, sonatın ilk ölçülerinde başlayıp bütün bölüm boyunca
sol elde devam edegelen tekrarları biteviyelikten arındırmak, işte usta
yorumculuk bu olsa gerek. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Yirminci
yüzyılın ikinci yarısından günümüze kadar geçen neredeyse üç çeyrek yüzyıllık
süre içinde Schubert’in piyano sonatlarını konserlerinde icra ederek ve
kaydederek uzmanlaşan piyanistler arasında en önde Alfred Brendel, ardından da
Andras Schiff geliyor akla. Mitsuko Uchida ve Maria Joao Pires’in de ilgi
çekici yorumları var. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Dünya müzik
çavrelerinin en yakından tanıdığı ve On parmağında yirmi marifet olan Daniel
Barenboim doğaldır ki Schubert’in bütün piyano eserlerini kaydederek daha önce
sözünü ettiğimiz piyanistleri yaya bırakmıştır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Ne
var ki benim kişisel tercihim yine de Maria Judina, Sviatoslav Richter ve
Schnabel’den yana. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=yUQJQ0QjQb0"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=yUQJQ0QjQb0</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Artur Schnabel</span></b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"> plays Schubert Sonata in B flat Major
D 960 (1/3)<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=XJ1WG3INI0w"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=XJ1WG3INI0w</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Schubert:
Sonata in B Flat D 960 (2/4) - <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Artur
Schnabel<span style="mso-tab-count: 1;"> </span>1882-1951<o:p></o:p></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=QkgBj0Q0Oiw&t=2130s"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=QkgBj0Q0Oiw&t=2130s</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Schubert
son. D 960 <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Maria Yudina<span style="mso-tab-count: 4;"> </span>1899-1970<o:p></o:p></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=LYZiADokWQc"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=LYZiADokWQc</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Schubert
D 960 <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Sofronitsky<span style="mso-tab-count: 6;"> </span>1901-1961</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=NAHVV_rLwYs&t=1563s"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=NAHVV_rLwYs&t=1563s</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Horowitz</span></b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"> - Schubert: Piano Sonata, D 960<span style="mso-tab-count: 3;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1903-1989</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=lncNcNtGkJY&t=2052s"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=lncNcNtGkJY&t=2052s</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Schubert
- Piano sonata D.960 <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">- Richter</b>
studio 1972<span style="mso-tab-count: 1;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1915-1997</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=DjsMtOTobMw"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=DjsMtOTobMw</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Tatiana Nikolayeva</span></b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"> plays Schubert Sonata D.960<span style="mso-tab-count: 2;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1924-1993</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=X2fHM5vt8ZQ"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=X2fHM5vt8ZQ</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Brendel</span></b><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"> plays Schubert - Piano Sonata D 960
(Audio <span style="mso-tab-count: 1;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1931</b> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=evFt11h_gmA"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=evFt11h_gmA</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Schubert
- Sonata N. 21, D 960 - <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Pires</b> [1/5]<span style="mso-tab-count: 3;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1944</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<a href="https://www.youtube.com/watch?v=hRMwKXqvuEw"><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">https://www.youtube.com/watch?v=hRMwKXqvuEw</span></a><span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-bidi-font-family: "Times New Roman";">Schubert
Sonata n 21 in si bem magg D960 <b style="mso-bidi-font-weight: normal;">Andras
Schiff</b> pf<span style="mso-tab-count: 1;"> </span><b style="mso-bidi-font-weight: normal;">1953<o:p></o:p></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<br />Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-67858290871993602472017-03-19T11:56:00.000-07:002017-03-19T11:59:02.402-07:00<h2 style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">DİNLEYİCİSİZ
MÜZİK KARŞISINDA DİNLEYİCİLİ MÜZİK</span></h2>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">FİLİZ
ALİ<o:p></o:p></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">19
MART 2010 TARİHİNDE RADİKAL GAZETESİNDE YAYINLANAN BİR YAZI</span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">15 Mart 2010 tarihli Radikal Gazetesi’nde Serhan Bali
imzasıyla çıkan bir yazıdaki iki cümle üzerinde durmak istiyorum. Her iki cümle
de şimdilerde yerli yersiz çoklukla kullanılan <i>Zeitgeist</i>/ Zamanın Ruhu tanımlamasına örnek olabilecek nitelikte. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">İlk alıntımız şöyle: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Günümüzde
“modern klasik müzik” (ki bu tanımlama ne kadar doğrudur tartışılması gerekir,
ben “yeni müzik” demeyi tercih edenlerdenim, f.a.) diye tabir edilen müzik, dinleyicisiz
müziktir. 2. Dünya Savaşı’nın ardından Darmstad (doğrusu Darmstadt olmalı, f.a.) ekolünün modern müziğe egemen olmasıyla
çağımızın müziği, günümüz dinleyicisi için neredeyse hep “anlaşılmaz müzik”
olarak görülmüştür.</span><span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"> <a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0S%C4%B0Z%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20KAR%C5%9EISINDA%20D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0L%C4%B0%20M%C3%9CZ%C4%B0K.doc#_ftn1" name="_ftnref1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 12pt;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></a><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">20. yüzyıl, iki dünya savaşı öncesi ve sonrasını içine
alan çok çeşitli müzik akımlarının birbiri ardına yaratıldığı, olağanüstü
dinamik bir çağdı. 20. yüzyıl müziğini <b>Darmsadt
Ekolü</b>’nün içine hapsetmek hem büyük yanlışlık hem de haksızlık olur. Darmstadt’da
1951 ile 1961 yılları arasında düzenlenen <b>Darmstadt
Uluslararası Yeni Müzik Yaz Kursları’</b>na katılarak çevrelerinde bir müridler
grubu oluşturan <b>Luigi Nono, Bruno
Maderna, Luciano Berio, Pierre Boulez ve Karlheinz Stockhausen </b>gibi
bestecilerin taviz vermez “serial” besteciler olmaları müzik tarihi açısından
belirleyiciydi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Adı geçen bestecilerin bazıları 1960 sonrası bambaşka
yollardan ve deneyimlerden geçtiler. Darmstadt etkisini 1960’lardan sonra
giderek yitirdi. Ne var ki bu on yıl içinde adı geçen grup tarafından yaratılan
müzikler “Avrupa Yeni Müzik Hareketleri” üzerinde izini bırakmış ve belki de
bir daha hiç silinmeyecek biçimde “dinlenmesi zor müzik” damgasını yemişti. Ancak,
aynı mantıktan yola çıkarak <b>Haydn </b>ya
da <b>Beethoven</b>’ın yaylı çalgılar
dörtlülerinin de bestelendikleri dönem ve koşullarda geniş halk kitleleri
tarafından “dinlenmesi kolay müzik” diye algılanmadığı gerçeğini unutmamak
gerek. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Darmstadt
Ekolü’nün</span></b><span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"> etkisini yitirmesinde bir başka olgu rol oynamıştı. 1960’larla
birlikte Doğu Avrupa’daki müzikal canlanış çok belirginleşti. Stalin’in
ölümünden sonra Sovyetlerin etki sahasında olan ülkelerde bir biri ardına
yaşanan siyasi krizler ve başkaldırıların sonucu ulaşılan yumuşama ile 1956
yılında <b>Varşova Sonbaharı</b> <b>Yeni Müzik Festivali</b>’nin yaratılması
yeni bir oluşumun habercisiydi. Alman müzik eleştirmenleri ilk kez bir <b>Polonyalı Besteciler Ekolü</b>’ünden söz
eder oldular. <b>Polonyalı Besteciler Ekolü</b>,
<b>Darmstadt Ekolü</b>’nün katı ve sert
kurallarını yıkarak “yeni müziğe” taze kan getirdi. <b>Witold Lutoslawski, Krzysztof Penderecki, Henryk Gorecki, Tadeusz
Baird, Boguslav Schaeffer, Kazimierz Serocki</b> gibi bestecilerin her biri
farklı estetiklere ve tekniklere yelken açıyorlardı. Ses olgusunun ve
renklerinin sınırlarını yoklayan, doku yoğunluğunun önem kazandığı,
raslamsallığa, yorumcunun da yaratma sürecine katılmasına olanak tanıyan yeni
anlayışlara imkan tanıyordu <b>Polonya
Ekolü. Schaeffer</b>, elektronik müziğe yönelirken <b>Gorecki</b> halk müziğinden yaptığı alıntıları tanınmaz hale
getirebiliyordu. <b>Penderecki</b>
Polonya’nın komünist rejim tarafından bastırılmış Katolikliğini müziğinde su
yüzüne çıkarıyor, canlandırıyordu. Sonuçta <b>Polonyalı
Besteciler Ekolü </b>“dinlenmeyen müzik” kategorisine hiç bir zaman girmedi. Her
bir Polonyalı besteci dünya çapında üne kavuştu, eserleri büyük konser salonlarında
yorumlanmaya ve kaydedilmeye devam etti. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">1956 yılı aynı zamanda Macar Ayaklanması yılı olarak
tarihe geçti. Soğuk Savaş yıllarında <b>György
Ligeti (1923-2006) </b>ve <b>György Kurtag (1926-) </b>gibi Macar
bestecileri vatanlarından ayrı yaşadılar ama eserlerinde Macar ruhunu yaşatmaya
devam ettiler. Her iki bestecinin de yarattıkları çok farklı estetik
anlayışlardaki eserler, dünya müzik çevrelerinde tanındı. Hiç bir zaman ödün
vermediler bu besteciler ama “dinlenebilir müzik” kategorisine rahatlıkla girebildi
eserleri . <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Rusya-Sovyetler Birliği- sonra tekrar Rusya’ya bakacak
olursak 20. yüzyıl müziğine çeşitli yol ayrımlarında makas değiştirtmiş çok
önemli bestecilerin bu topraklardan çıktığını görürüz. <b>Stravinsky, Prokofiev ve Shostakovich </b>üçlüsünü, soğuk savaş
yıllarında yaratılarını yeraltında (underground) yayan cesur ve avant-garde Sovyet
bestecileri izler. <b>Edison Denisov,
Alfred Schnittke ve Sofia Gubaidulina </b>üçlüsü, 1970 ve 80’lerin Avrupa’sını aynı
<b>Stravinsky, Prokofiev ve Shostakovich</b>
üçlüsünün yüzyılın ilk yarısında Avrupa müziğini altüst ettikleri gibi derinden
etkileyen eserleri ile öne çıkarlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Bu bestecilerin istisnasız hepsi kendi geleneksel kültürlerinin
binbir çeşit renkteki ögelerini malzeme olarak yaratılarının içinde eritmeyi
bildiler. Yerel kültür ve sanatı düpedüz, beraberinde entellektüel ve estetik
kaygılar taşımadan doğrudan kullanmak gibi bir sığlığa hiç yüz vermediler. Ancak,
onları “formalist” olmakla suçlayan komünist parti merkez komitesi sekreteri
Zhdanov’un ünlü 1948 nutkunda, aynı bugün Serhan Bali’nin yazısında değindiği
gibi “müziğin geniş kitleler tarafından anlaşılır ve dinlenebilir olması gerektiği”
savını öne sürmüş olması tarihin garip bir cilvesi olsa gerek. Vaktiyle Sovyet
Komünist Parti yönetiminin bakış açısı ile bugünkü post-modern-kapitalist-
popülist bakış açısının aynı noktada buluşması aslında çok ilginç.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">1960 ile 1980’lerin sonuna kadar geçen 30 yıl boyunca
Amerika’da gelişen elektronik müzik, <b>John
Cage</b>, <b>Harry Partsch, Conlon
Nancarrow</b> gibi özgün bireylerin müzikleri, <b>Steve Reich, Phillip Glass</b> ile başlayıp<b>, John Adams, Brian Eno, Michael Nyman </b>ile devam eden Minimalistler
hareketi ve bu hareketin rock müziği ile yakınlaşması 20. yüzyılın dinamizminin
değişik kutuplarını işaret ediyordu. Bütün bu müzik akımlarının hemen hepsi,
bir iki istisna dışında “dinlenebilir müzikler”di. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte başka
duvarlar da yıkılmaya yüz tuttu. 1990’da Sovyetler Birliği ve Doğu Blok’u
çöktü. Modernizm de yıkılan duvarlardan biriydi. Modernizmin yerini
post-modernizm, poli-stilizm ve eklektizm aldı. Artık herşey mübahtı. Yine de
post-modernizmin de dereceleri var. Örneğin Luciano Berio, Maurizio Kagel ya da
John Tavener’ın post-modernizmi ile Fazıl Say’ın müziğe yaklaşımını aynı kefeye
koymamakta yarar vardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Tam bu noktada ikinci alıntıcıklarımıza<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0S%C4%B0Z%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20KAR%C5%9EISINDA%20D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0L%C4%B0%20M%C3%9CZ%C4%B0K.doc#_ftn2" name="_ftnref2" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 12pt;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></a>
göz atalım: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; font-size: 11.0pt;">Modern
müziğin günümüz dinleyicisiyle buluşturulmasının bir yolu da Anadolu’dan
geçiyor dersek abartmış sayılır mıyız? [...] Cihat Aşkın’a Amsterdam
Concertgebouw’daki konser sonrası “Biz sizlerden işte bunları duymak istiyoruz”
diyen Hollandalılar [...]</span><span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Serhan Bali, modern müziğin zaten artık yerini
post-modern müziğe bıraktığını farketmemiş olsa gerek. Ancak ikinci cümleciğin
ülkemiz müzisyenlerinin en acıtıcı yarasına parmak basmakta olduğunun da
farkında değil anlaşılan. Evet, ülkemiz besteci ve yorumcuları uzun yıllardır
karşılarına sık sık çıkan bu “oryantalist” hatta “ırkçı” argümanı bertaraf
etmeğe savaşmışlardır. Hollandalıların kastettikleri şudur aslında:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;"> “Siz Doğulu,
Müslüman, Avrupalı olmayan insanlarsınız. Bizim kültürümüzü bize satmaya
kalkışmayın. Kendi geleneksel müziğinizden şaşmayın, sakın başka alanlara
girmeye kalkışmayın. O alanlar bize aittir.” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">Batı ve Doğu’yu kültürel kutulara zorla sokmaya çalışan
bu düşünce tarzına hak vererek kabullenmek yerine, tüm müzisyenlerin bu tür
ayrımcılığa karşı çıkmalarını, sanatın sınırlarının bu tür bağnaz önyargılarla
çizilemeyeceğini haykırmalarını istemek zorundayız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "lucida sans unicode" , "sans-serif"; mso-ansi-language: TR;">21. yüzyılda bestecilerin yararlandıkları malzemeler
sadece müzikal malzeme ile kısıtlı değil. Görselliğin her türü, stillerin,
türlerin her türlü karışımı, bestecinin emrindedir bu çağda. Kimi besteci bu
çoğulculuğun içinde de kendi özgün kişiliğini bulur, kimi de <i>Zeitgeist </i>yani “Zamanın Ruhu”na uyarak geniş halk kitlelerinin beğenisine ve
anlayışına hitabedecek eserler vermeyi uygun görür. Her iki durumda da
sanatçının özgün ve özgür davranabilmesidir önemli olan.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div>
<!--[if !supportFootnotes]--><br clear="all" />
<hr align="left" size="1" width="33%" />
<!--[endif]-->
<br />
<div id="ftn1">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0S%C4%B0Z%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20KAR%C5%9EISINDA%20D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0L%C4%B0%20M%C3%9CZ%C4%B0K.doc#_ftnref1" name="_ftn1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="EN-US"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="EN-US"> “</span>İstanbul Senfonisi
Ayakta Alkışlandı”, Serhan Bali, Radikal, 15 Mart 2010<o:p></o:p></div>
</div>
<div id="ftn2">
<div class="MsoFootnoteText">
<a href="file:///C:/Users/Filiz%20Ali/Desktop/D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0S%C4%B0Z%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20KAR%C5%9EISINDA%20D%C4%B0NLEY%C4%B0C%C4%B0L%C4%B0%20M%C3%9CZ%C4%B0K.doc#_ftnref2" name="_ftn2" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="EN-US"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="EN-US" style="font-family: "times new roman" , "serif"; font-size: 10.0pt;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="EN-US"> a.g.y.</span><o:p></o:p></div>
</div>
</div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-39441863344718455892016-11-17T01:49:00.003-08:002016-11-17T01:49:34.853-08:00<div class="MsoBodyText">
Devletin Müzik ve Sahne Sanatları kurumlarını kapatma kararını içeren kanun teklifinin meclise gönderildiği söylentisi üzerine neredeyse 15 yıl önce yazdığım bu yazıyı genç müzisyen arkadaşlarım için yeniden paylaşıyorum. Düşünce üretmeden, üretilen düşünceyi hayata geçirmeden geleceğimizi inşa edemeyeceğimizi bir kez daha hatırlatmak amacım. </div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
<br /></div>
<div class="MsoBodyText">
TÜRKİYE FELSEFE KURUMU’NUN “FELSEFE AÇISINDAN SANAT”
KONULU İSTANBUL SEMİNERLERİ KAPSAMINDA 30 KASIM 2002 TARİHİNDE SUNULAN BİLDİRİ
METNİ<o:p></o:p></div>
<div align="center" class="MsoBodyText" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoBodyText" style="text-align: center;">
<b>KÜLTÜR ENDÜSTRİSİ BAĞLAMINDA TÜRKİYE’DE
MÜZİK DEĞERLENDİRMESİ VE ELEŞTİRİ<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;"> FİLİZ
ALİ<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Theodor W. Adorno (1903-69), 1944
yılında Max Horkheimer ile birlikte hazırladığı ve ancak 1947’de Amsterdam’da
yayınlayabildikleri <i>Dialektik der
Aufklarung /Aydınlanma Diyalektiği</i> adlı kitabında, kapitalizmin toplumu
“gerçek sanat” yerine “kültür endüstrisi”nin ürünleriyle beslediğini ve böylece
kitleyi edilginleştirerek doyurduğunu, politik bakımdan uyuşturduğunu; popüler
kültürün insanları edilgin doygunluğa sürüklediğini ve kapitalist sistemi
alaşağı etmek dürtüsünü yitirmesine yol açtığını da savunur.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Kültür endüstrisi halka, anlaşılması
belki ilk ağızda zor olan ama eleştirel yapısı ile insanları sosyal hayatlarını
sorgulamaya yöneltecek “gerçek sanat” biçimleri yerine, incelikten yoksun,
âdileşmiş duygusal ürünler sunar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Kültür endüstrisi, yapay gereksinimler
yaratır. Kapitalist sistem tarafından
yaratılan bu yapay gereksinimler, yine kapitalist sistem tarafından
doyurulur. İnsanların gerçek gereksinimleri olan özgürlük, kendini ifade gücü
ve yaratıcılığı, gerçek yaratıcı mutluluk; yerini yapay mutluluklar ve güdümlü
bir yaşam tarzına bırakır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">“Tüketim malı fetişizmi”, pazarlama,
reklam ve medya endüstrileri yoluyla insanların toplumsal ilişkileriyle
kültürel deneyimlerinde ölçüyü ve değerlendirmeyi parayla ayarlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Popüler medya ve müzik ürünleri tek
tip olmalarıyla dikkat çekerler. Bu ürünler birbirlerinden farklı görünmekle
birlikte temelde birbirlerine benzer biçimde formüle edilmişlerdir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Kültür Endüstrisi ürünleri çok
duygusaldır. Ne var ki, Adorno bu duygusallığın aslında bir katarsis olduğunu
iddia eder. Acıklı ve duygusal bir film seyrettiğimizde ya da böyle bir şarkı
dinlediğimizde gözlerimiz dolar, hatta belki hıçkırarak ağlayabiliriz. Ama bu
duygu geçicidir, geçtikten sonra da kendimizi eskisine oranla daha iyi
hissederiz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Adorno ve Horkheimer’e göre “popüler
müzik” kitlenin “dikkatini dağıtma”, kitlenin işsizlik, parasız kalma, veya
savaş korkularını, endişelerini rahatlatma, konsantre olma zorunluğunu kaldırma
görevlerini üstlenir. Popüler müziğe kitle iki türde tepki verir. Bunlardan
biri “ritmik boyunduruk”, öteki ise “duygusal boyunduruk”tur. “Ritmik
boyunduruk”, kitlenin otoriter kollektivizme masoşist bir yaklaşımla ayak
uydurmasıdır. Adorno’ya göre: “Dinleyicinin kendi mutsuzluğu ile barışmasına,
gözyaşı dökmesine izin veren, böylece toplum baskısını bir an için unutup
içindekini dökmesini sağlayan müzik” ise “duygusal boyunduruk”dur. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Sonuçta, özellikle günümüzde, kitle
tümüyle edilginleşerek televizyonun tutsağı olur. Televizyonun kitleye sunduğu
ürünler, insanların birbirleriyle konuşmalarını, iletişim kurmalarını, daha da
önemlisi hayat biçimlerini sorgulamalarını engeller. Sabah kalkar, eğer bir
işleri varsa işlerine gider, eve döner, televizyonun karşısına geçer, yatma
zamanı gelene kadar kültür endüstrisinin ürünleri ile tıka basa doyar, uyur,
ertesi gün aynı çemberin içinde yuvarlanmaya devam ederler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Türkiye, “Kültür Endüstrisi” ile epey
geç tanıştı. Geç tanışmanın nedeni şöyleydi: Türkiye’nin kültür meselelerinin
yeniden gözden geçirilmesi ve yönlendirilmesi, Cumhuriyet’in ilânından hemen
sonra 1924’de devlet tarafından ele alınmıştır. Atatürk’ün Cumhuriyet’in
ilânından bir yıl gibi kısa bir zaman sonra ele aldığı en önemli kültür
projesi, güzel sanatlar ve müzik devrimi projesidir örneğin. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">1934 yılı TBMM açılış konuşmasına şu
sözlerle başlar Atatürk: “Arkadaşlar, güzel sanatların hepsinde ulus
gençliğinin ne türlü ilerletilmesini istediğinizi bilirim.” Burada bana kalırsa
Atatürk, milletvekillerine bir mesaj vermekte ve demek istemektedir ki:
“gençliğin güzel sanatlarda ilerlemesini aklınıza bile getirmediğinizi bilirim,
ama ben sizi yine de utandırmak istemem, bilmediğinizi yüzünüze vurmam.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Nitekim bu konuşmadan iki yıl sonra
1936 yılı TBMM açılış konuşmasında bu kez “Güzel sanatlara da alâkanızı yeniden
canlandırmak isterim” der ve şöyle devam eder,
“Ankara’da bir Konservatuar ve bir Temsil Akademisi kurulmakta olmasını
zikretmek benim için bir hazdır. Güzel sanatların her şubesi için, Kamutay’ın
(yani Meclis’in) göstereceği alâka ve emek milletin insani ve medeni hayatı ve
çalışkanlık veriminin artması için çok tesirlidir.” Bu sözlerle
milletvekillerini bir kez daha uyarmaktadır Atatürk. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Cumhuriyet’in ilânından iki yıl sonra
1925’te devletin kültür projesini hızla yürürlüğe koyduğu görülmektedir. 1925
ile 1928 yılları arasında devlet sınavıyla yurt dışına öğrenci göndermeye
başlanır. Bu öğrenciler arasında Fransa’ya, Avusturya ve Almanya’ya müzik
eğitimi almaya gidenler geri
döndüklerinde, ülkeden uzak kaldıkları süre içinde devletin yabancı uzmanlardan
yararlanarak müzik devrimi projesini geliştirmekte olduğunu ve bu proje içinde
hemen yer almaları gerektiğini görürler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Bir Müzik ve Temsil Akademisi
kurulması çalışmaları doğrultusunda devlete raporlar hazırlayan Carl Ebert, 2
Nisan 1936 tarihli raporunda bir koro şarkı kitabı hazırlanması gereğine işaret
etmekte ve “Türk halkı için çoksesli müzik nedir? Konserlere, plaklara ve radyo
yayınlarına alışmış olan kentli dinleyici için bu bilinen bir olgudur. Fakat,
söyleyici veya çalıcı olarak halkın ancak binde biri çoksesli müzikle karşı
karşıya gelmektedir” diyerek halk
eğitiminde koronun önemine değinir, böyle bir geleneği olmayan Türkiye’de halk
şarkılarından yararlanılmasını tavsiye eder. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Gerçekten de gerek Halkevlerinde
gerekse Köy Enstitülerinde çok kısa zamanda korolar, temsil kolları, müzik
toplulukları kuruldu. Her iki proje 1940’ların sonunda yok edilene kadar
buralardan yetişen gençlerin bazıları müzik ve sahne sanatlarını kendilerine
meslek olarak seçerken, bazıları da bu sanatların bilinçli dinleyicisi ve
izleyicisi oldular. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Carl Ebert, 1936 yılının Mart ve Nisan
aylarında “Bir Milli Türk Opera ve Tiyatro sahnesi kurmak amacıyla Tiyatro
okulları tesisi”, “Bir Devlet Müzik Okulu Kurmak için Taslak”, “Askeri Müzisyen
Yetiştirmek”, “Orkestra Yönetmeliği”, “Oda Müziği Konserleri”, “Konservatuar
Kütüphanesi Kurulması”, “Orkestra ve Okul için ileride Satın Alınması Gerekli
Müzik Aletleri Alımı” konularında pek çok rapor hazırlamıştı. Görüldüğü üzere
müzik devrimi projesi en küçük ayrıntısına kadar devlet tarafından ele alınmaktaydı,
ve bu proje kapitalizmin bir kültür projesi değildi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Devletin, müzik ve sahne sanatlarını
topyekûn düzenleme sorumluluğunu üstlenmesinin Türkiye dışındaki bir başka
örneği Sovyetler Birliğinde görülebilir. Ne var ki Rus toplumu, müzik
devrimini 18. yüzyılda zaten tamamlamış
ve müzik kurumlarını çoktan kurmuştu. Sovyetler, var olan kurumları ve yetişmiş
elemanları kullanarak müziği köylü ve işçiye ulaştırma konusunda devlet
organizasyonunu kimi zaman, sonradan ortaya çıktığı üzere, son derece yanlış biçimde,
yaratıcılarını, yorumcularını zorlayarak ve baskı altında tutarak uygulamıştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Oysa Türkiye Cumhuriyeti devleti,
müzik ve sahne sanatları kurumlarını hiç yoktan var etme çabası içindeydi. İlk
öğrenciler öksüzler yurdundan ve muallim mekteplerinden getirilen öğrencilerdi.
Okul parasız yatılıydı. Devlet her yıl kız ve erkek öğrencilere bir kat elbise,
bir kat iç çamaşırı, iki kalıp sabun ve cep harçlığı veriyordu. Carl Ebert ve
Paul Hindemith gibi Alman müzik adamlarının 1934’de başlayan ve 1936’da
fiiliyata dökülebilen çalışmaları ilk semeresini yedi yıl sonra 1941 yılında
vermişti. İlk mezunlar Sophokles ve Shakespeare’in oyunları ile Mozart’ın
operalarını yorumlayabilecek düzeye dört yılda gelebilmişlerdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Devletin müzik kurumlarına desteği 1950’li
yıllarda Demokrat Parti iktidarı sırasında inişli çıkışlı da olsa devam etti.
1947’de kurulup, ilk mezunlarını 1950’lerin ortasında veren Bale Bölümünün gereksinmeleri zaman zaman Mecliste hem sert hem de komik
tartışmalara neden olsa bile kimse Bale sanatının ilerlemesini engelleyemedi.
1940’lı yıllarda eleştirmenlerin hemen hepsi meslektendiler ve müzikle sahne
sanatları projesini neredeyse kayıtsız koşulsuz destekliyorlar, yine de besteci
ve yorumcuların ürün ve yorumlarını kimi zaman sert sayılabilecek bir
nesnellikle eleştirebiliyorlardı. Çünkü amaç, ilerlemeyi desteklemek, kusurları
düzeltmekti. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">1950’li yıllarda dış dünya ile
ilişkiler gelişmiş, Batıdaki yeni sanat akımları günü gününe olmasa da daha
yakından izlenebilir olmuştu. Müzik devrimi amacına ulaşmış, besteciler, halk
müziği ve modal müzik malzemelerinden yararlanarak çağdaş anlamda eserler
yaratmışlar, görevlerini yapmışlardı. Şimdi sıra evrenselleşmekteydi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">1950’lerde “Helikon” derneği ile
Üniversiteliler Müzik Derneği, çağdaşlaşma yolunda büyük atılımlar yapmış,
doğrudan devlet desteği olmadan düzenlenen Festivaller, konserler, söyleşiler,
açıklamalı dinletilerle Ankara müzik ortamını harekete geçirmişlerdi. Bu
hareketlilik müzik eleştirisini de beraberinde getirmiş, İlhan Mimaroğlu ve
Faruk Güvenç, kimi zaman polemikçiliğe kaysalar da gerçek anlamda bilimsel
müzik eleştirisini, özellikle müzik estetiği anlayışını yerleştirmişlerdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">İlk kutuplaşmalar bu aşamada,
1960’ların farklı açılımları içinde barındıran ortamında yavaş yavaş su üstüne
çıkmaya başladı. Müzik devrimi projesi “halk” müziğini kabullenmiş ama
“alaturka” müziği dışlamış, Ankara ve İstanbul müzisyenleri arasında ayrımcılık
yaratmıştı. İstanbul; Osmanlı kalıntısı, kozmopolit, okullu karşıtı olarak
“alaylı”, profesyonel karşıtı olarak “amatör”, ciddi karşıtı olarak “piyasayı”
temsil ediyordu. Ankara, İstanbul’u alafrangacısı ve alaturkacısıyla
reddediyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Öte yandan Ankara’da müzik devrimini
uygulayan ve yönlendirenler yaşlanmaya başlamışlar, yabancı uzmanlar ülkeden
çoktan ayrılmış ve her kafadan bin türlü ses
çıkmaya başlamıştı. Müziğimiz “milli mi olacak yoksa evrensel mi?”
sorusu, sağ – sol benzeri tartışmalara dönüşmüş, estetik kaygılar neredeyse
unutulmuştu. Ne var ki, bütün bu tartışmalar bir bardak suda fırtına
koparmaktan öteye gitmiyorsa da
çağdaşlaşmaya ya da evrenselleşmeye henüz hazır olunmadığını işaret
ediyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">70’lere bu koşullarda gelinmişti.
Ancak, dünya dönmeye devam ediyor, Türkiye de badireler atlatarak da olsa
dünyanın devinimine ayak uyduruyordu. Devletin müzik ve sahne sanatları
kurumları Ankara’ya sığmamaya başlayarak yurt içine yayılma aşamasına
gelmişlerdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Televizyon, sonunda sınırlarımızdan içeri girmiş, devlet
radyolarında dizginlenebilen “kitleyi memnun etme dürtüsü” en nihayet
Pandora’nın kutusundan dışarı fırlamıştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Eurovision Şarkı Yarışması, bu
yarışmanın TRT tarafından hazırlanan sıkı yönetmeliğine rağmen “devletin müzik
devrimi bekçileri” ile “kapitalizmin kültür endüstrisi yapımcılarını” ilk kez
karşı karşıya getirdi. Geleneksel halk ve sanat müziği çalgılarının batı müziği
çalgıları ile birlikte kullanılmalarının yasaklanmasına kadar varan ve
ayrıntıya inen tartışmalar aldı yürüdü. Aslında bu teknik ve estetik açıdan
belki de doğrulara dayanan bir tartışmaydı, ama yasaklamanın burada da uzun
vadede işe yaramadığı görüldü. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Yine bu aşamada, devletin müzik ve
sahne sanatları kurumlarının tabi oldukları yasalardaki bazı maddelerin sıkıntı
yarattığı ortaya çıktı, bu kurumların işleyişinde sorunlar çıkmaya başladı.
Sonunda 1972’de Uluslararası İstanbul Festivali’nin doğuşu ile devlet müzik
devrimi projesinin yine de amacına ulaştığı anlaşıldı. Ancak aynı zamanda da
tam bu aşamada üretimden, tüketime geçileceğinin, yani müzik üretip, ihraç
etmek yerine, üretmeden hazıra konmanın, müzik ve müzisyen ithal etmenin
özendirileceğinin ilk işaretleri verilmiş oldu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">1970’lerde Devlet Türk Musikisi
Konservatuarının kurulmasıyla birlikte müzik devrimi projesi, devlet eliyle ilk
darbeyi resmen yemiş oldu. Fakat, Türk Müziği Konservatuarı ilginçtir, “eşyanın
tabiatına aykırı olarak” programını evrensel müzik eğitimi teorileri, kural ve
koşullarına “uysa da uymasa da” uydurmak durumunda kaldı. Devletin müzik eğitimi
veren kurumları çoğaldıkça bu kurumlardan mezun olanların nerelerde istihdam
edilecekleri sorunu karşısında da devlet, orkestra, opera ve bale kurumlarının
yanı sıra, “Devlet Çok Sesli veya Tek Sesli Koroları, halk müziği yerine nedense “Folk Müziği” diye
tanımlanan bir takım topluluklar kurarak hem İsa’yı hem de Musa’yı memnun
etmeye çalıştı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Ne var ki bütün bu topluluklar için
için kaynamaktaydılar. Çünkü sistem artık tıkanmıştı. 1980’lere gelindiğinde,
12 Eylül’ün yüksek öğretimimize armağan ettiği YÖK ile sistemin tıkanmışlığının
çözüleceğini umanlar kısa zamanda yanıldıklarını anladılar. YÖK, sistemi
düzeltemediği gibi yeni sorunları da beraberinde getirdi. Sonunda türkücü
profesörler YÖK bünyesindeki Üniversitelere bağlı konservatuarlarda bölüm
başkanı, hatta müdür bile olabildiler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">1960, 70 ve 80’li yıllarda müziği
meslek edinmiş, düşünen, müzik ve toplum meselelerine kafa yoran, eli kalem
tutan birkaç eleştirmen, sistemin tıkanmışlığını dile getiren, yerine göre
tıkanmışlığın nasıl giderilmesi gerektiğine yönelik öneriler oluşturan, çağdaş
bilimsel eleştirinin nesnel yaklaşımıyla yazdıkları yazılarla hem yöneticileri
hem de meslektaşlarını uyarmaya, uyandırmaya çalıştılar. Ancak, çıkarlar,
mesleki ilkelerin önüne geçmişti çoktan. Bu eleştirilere kulak veren olmadı.
Devlet de Arap saçına dönen ve projelikten çıkan müzik işlerinin üstüne
kalmasından tedirgin olmaya başladı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">1990’larda iş tümüyle çığırından
çıktı. Özel televizyonlar, birbiri ardına kurulan özel bankalar, “kültür
endüstrisi” kavramı ve olgusunu geç de olsa keşfetti. Özel kuruluşlar
birbirleriyle “özel günleri kutlama” yarışına girdiler. Son derece pahalı ama
gösterişli ithal konserlerle birilerinin ama en önemlisi birbirlerinin
gözlerini boyamaya giriştiler. Özel bankalar ve bazı özel firmalar, zaten var
olan Uluslararası İstanbul, İzmir ve Ankara Festivallerinin esas destekçileri
olacaklarına, bu festivallerin dinleyicisini yetiştirmeye, yani müzik eğitimine
katkıda bulunacaklarına kendi festivallerini düzenlemeye, kendi müzik
topluluklarını kurmaya başladılar. Böylece müzik üretimi yerine, müzik
tüketimini hem tercih ettiler hem de özendirdiler. Eğitime katkıda
bulunacaklarına, devlet tarafından hazır eğitilmiş elemanları yok pahasına
kullanmayı seçtiler.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Adorno’nun 1944 yılında ayırımını
yaptığı “Popüler” müzik ile “Ciddi” müzik yapanlar, 2000’lerin Türkiye’sinde garip bir biçimde
birbirleriyle flört etmeye başladılar. Her iki kesim de birbirlerinden
alabildiğine yararlanmaya yönelik hızlı uygulamalara girdiler. Bir taraf saygınlık
kazanmak, öteki taraf da ilk kez doğru dürüst para kazanmak peşindeydi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Müziğin bütün türlerinin bir arada
duyurulmasının en yeni, en özenilecek, ayni zamanda da en çağdaş yaklaşım
olduğu medya ve reklam yapanlar tarafından kitlenin en zor beğenir grubuna,
yani entelektüel kesime kabul ettirilmeye çalışıldı ve büyük ölçüde de başarılı olundu. Böylece,
Nazım Hikmet, Sertap Erener, Fazıl Say, Balık Ayhan, Genco Erkal, Kutsi
Erguner, Sezen Aksu, Mercan Dede gibi isimler aynı solukta yan yana söylenir
oldular, bu isimleri yan yana getiren projeler en orijinal, en çağdaş ve doğru,
en beğenilesi, en eleştirilemez projeler olarak sunuldu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Basında, meslekten olmayan, müziğin
teknik ve estetik temel meselelerine de vakıf olmayan, ama iflah olmaz müzik meraklısı
olan kişilerin, müzik yazarlığı yapmaları doğal karşılandı, bu yazarlar söz
konusu projelerin eleştirisinin yapılmasını önleyici yazılar yazarak konuyu
tabulaştırdılar ve böylece bu projelere dokunulmazlık sağladılar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Sonuç olarak gelinen noktada
Adorno’nun sınıflandırmasına göre “gerçek sanat”, “gerçek müzik” ile uğraşmayı
sürdürenlerin sesi tümüyle kısıldı. Ne var ki yaratıcı gücün önüne set çekmek
hiçbir çağda başarılı olmamıştır ve bu çağda da bütün olumsuz koşullara rağmen
ödün vermeden yaratanlar vardır ve var olacaklardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-84402503689193487672016-11-10T12:39:00.002-08:002016-11-10T12:39:14.804-08:00<div style="border-bottom: solid windowtext 1.0pt; border: none; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-element: para-border-div; padding: 0cm 0cm 1.0pt 0cm;">
<div class="MsoNormal" style="border: none; line-height: 150%; mso-border-bottom-alt: solid windowtext .75pt; mso-padding-alt: 0cm 0cm 1.0pt 0cm; padding: 0cm;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Radikal Ek 14 Kasım 1999<o:p></o:p></span></div>
</div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-font-size: 14.0pt; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">İstanbul’un artık bir de Filarmoni
Orkestrası var...<o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;"> Filiz
Ali<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Kültür
Bakanlığına bağlı Devlet Senfoni Orkestralarına rakip çıkan bir özel Filarmoni
Orkestrası var artık İstanbul’un. Filarmoni Orkestraları 19. yüzyıl
Avrupa’sında palazlanmaya başlayan kent burjuvazisinin, aristokrat sınıfın
tekelinde olan “müzik işini” ele geçirmek isteği ile ortaya çıkan ve kentin
önde gelen müzikseverlerinin bir filarmoni
derneği kurmaları sonucu oluşturulan özel orkestralardır.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Böylece saray
orkestralarının, saray operalarının yerini filarmoni derneği orkestraları ile
opera dernekleri alır 19. yüzyılda. Müzikseverlik geleneği devam ediyor batıda. Ama bir farkla. Bugün, hem Avrupa’da hem Amerika’da görülen
gerçek şu ki, artık filarmoni dernekleri, tek başlarına koskoca filarmoni
orkestralarını ayakta tutamıyorlar. Özerkliklerinden ödün vermemeye özen
göstererek bulundukları eyaletten, belediyeden, devletten yardım alabilmek için
özel bürolar kurup her yıl kapı kapı dolaşarak orkestralarına, operalarına
yardım topluyorlar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Bizim
durumumuza bakacak olursak, henüz 19. yüzyıl Avrupa’sında yaşanmış olan,
saraydan - ya da bir başka bakışla devletten - kopma aşamasında olduğumuzu
görürüz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Yeni
gelişmekte olan taze burjuvazimizin yaşam kalitesi özlemleri içine bir de
filarmoni orkestrasını katmış olması nereden bakarsanız bakın olumlu bir
gelişmedir sonuçta. Ne var ki, devletten kopmak o kadar kolay değildir. Sonuçta
döner dolaşır yine devletin Atatürk Kültür Merkezine muhtaç oluverirsiniz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">O kültür
merkezi ki 1980 ile 1990 yılları arasında tam on yıl boyunca eleştirilerimizle
hiç yılmadan düzeltmeye çalıştığımız
kusurlarına 1990 ile 2000 yılları arasında da sımsıkı sadık kalmış, hatta
kusurlarını daha da kemikleştirmiş bir yapıdır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Sahneye yine
hiç utanmadan, İstanbul gibi “multi” zengin bir kente hiç yakışmayacak
perişanlıkta, cilası yıllar önce silinmiş, çentikleri, çizikleri, yara,
bereleri ile bit pazarında bile kimsenin yüzüne bakmayacağı, akort tutmayan bir
emekli konser piyanosunu çıkartabilen bir yapıdır bu AKM. Kim bilir hangi
nedenle konser kabuğu da yerinde değildir. Böylece orkestranın sesi arkadaki yamalı siyah fon perdesine
çarptıktan sonra son bir hamle ile sahne boşluğunda yitip gider. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Demek ki,
batıdaki müzikseverler kendi devlet, belediye ve eyalet yöneticilerinden yardım
ve anlayış görürlerken , bizim devlet veya belediyelerimizin kültür ve sanatla
ilgili yöneticileri müzikseverlerimizin bağımsız girişimlerine pek yüz
vermemektedirler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Böylece,
bağımsız müzikseverlerin, bağımsız konser salonlarına gereksinimleri olduğu
gerçeği de kaçınılmaz biçimde karşımıza çıkıveriyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Borusan
İstanbul Filarmoni Orkestrası konserlerini Anadolu yakasına da taşıyacakmış.
Köprüler, Boğazın iki yakasını yakınlaştıracağına uzaklaştıracak diye ter ter
tepinen köprü eleştirmenleri ne denli haklıymış meğer. Sahiden de Anadolu
yakası başka bir şehir oldu sanki. İşte
bu nedenden Senfonik Müziği Kadıköylülerin ayağına götürecek Borusan; ve
konserler emektar Kadıköy Halk Eğitim Merkezi
(eski Halkevi) salonunda verilecek. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Rahmetli
Cemal Reşit Rey’i anmanın tam sırası şimdi. Cemal Bey başta olmak üzere Halit
Ziya Uşaklıgil, Nadir Nadi, Afif Tektaş, Bedri Nedim Göknil, Lütfü Kırdar, v.b.
gibi isimlerin bir araya gelerek yarattıkları, şimdi artık ismi olup da cismi
olmayan Türkiye Filarmoni Derneği’nin kuruluş hazırlıkları 1944 yılına rastlar.
1945’de ise hem dernek hem de orkestrası yani İstanbul Şehir Orkestrası
kurulmuştur. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Anadolu
yakasında konserler verme fikrinin de babası olan Cemal Bey, Dr. Fahri
Atabek’in Belediye Başkanlığı sırasında orkestrasıyla Zeynep Kamil Hastanesi
salonunda konserler verir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Bunca yıl ve
bunca badireden sonra Cemal Reşit Rey’in başlattığı özel müzik yolculuğunu
kaldığı yerden sürdürmek meğerse Borusan gibi bir kuruluşa kısmetmiş. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Calibri","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%; mso-ascii-theme-font: minor-latin; mso-bidi-theme-font: minor-latin; mso-hansi-theme-font: minor-latin;">Şimdilik,
Borusan İstanbul Filarmoni Orkestrasına, İstanbullu müzikseverler ve
müzisyenler adına Boğazın iki yakasına da “hoş geldin” diyor, ömrünün uzun,
gönlünün zengin, dinleyicisinin bol, başarı ve niteliğe yönelik ilkelerinin
sağlam olmasını diliyorum. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-67241155160738450892016-11-10T02:17:00.000-08:002016-11-10T02:17:03.842-08:00<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Bookman Old Style, serif;">RADİKAL KÜLTÜR SANAT 18 ŞUBAT 2000</span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 35.4pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">CRR
KONSER SALONUNUN KÖTÜ KADERİ<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;"> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;"> Filiz
Ali<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">“CRR Opera ve Senfoni Orkestrası Eski
Üyeleri” imzalı bir fax geldi geçenlerde. Meğerse 1999 yılının Mayıs ayında bu
orkestranın 27 üyesi ile şef Fahrettin Kerimov görevlerinden ayrılma kararı
almışlar ve tabii ki bu durumu kimsenin ruhu duymamış o zaman. Ancak basına
gönderilen bu fax ilgi uyandırmış ve kızılca kıyamet kopmuş, hatta şef
Fahrettin Kerimov’a tehdit telefonları bile gelmeye başlamış. Ne sandınız siz,
müziğin de mafyası olamaz mı yani?<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">1995 yılında kurulan orkestra
üyelerinin ücretleri hiçbir zaman zamanında ödenmiyor, sigortaları yapılmıyor
ve verilen tüm sözlere rağmen kadro verilmiyormuş. Aslında ben bu duruma hiç
şaşmadım. Perşembenin geleceği Çarşambadan belliydi zaten. Yıllar önce 1991
yılında zamanın İstanbul Belediye Başkanı Nurettin Sözen, Kültür Danışmanı da
Hilmi Yavuz iken bu orkestra projesini gündeme getirmiş ve ilk iş olarak da bir
CCR Orkestrası yönetmeliği hazırlamıştım. O yönetmelik, öldür Allah kabul
edilip imzalanamadı tabii ki. Sağcı olsun, solcu olsun yönetmelikten ödü kopar
bizim siyasilerin ve bürokratların. Yönetmelik kural demektir, hak aramak
demektir ve sonuçta yazılı belgedir ki yazılı belgeden de hiç hoşlanmaz
yöneticilerimiz. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Nurettin Sözen ve partisi seçimlerde
yenilgiye uğrayıp Refah Belediyesi işbaşına geldiğinde bir zamanlar sahne amiri
olarak zar zor görev yapan Arda Aydoğan, CRR’ye Genel Sanat Yönetmeni oluverdi.
Bu bir laboranta beyin ameliyatı yaptırmakla eş değer bir durumdu. Ne var ki
devir menfaat devri idi. Belki bize de bir “iş” çıkar diyen müzisyen
arkadaşlarımız, hatta devletlû orkestra şeflerimiz bile arkasından konuştukları
yeni sanat yönetmeninin yüzüne gülmekte hiç beis görmediler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Kurulan orkestranın bir yönetmeliği
olmaması herkesin işine geliyordu. Böylece orkestra üyelerine kadro vermek,
onları sigortalamak ve maaşlarını zamanında ödemek zorunda kalmıyorlar ve
sürekli aba altından sopa göstererek genç müzikçilerin kişiliklerini ezme
zevkini tadıyorlar, köle gibi çalıştırıyorlardı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Orkestranın şefi Fahrettin Kerimov,
Türkiye’ye gelmeden önce dünyanın tartışmasız en saygın şeflik hocalarından
biri olan Musin’in öğrencisi ve Leningrad Kirov Operasında Valeri Gergiev’in
asistanı idi. Genç bir orkestranın nasıl
çalıştırılması gerektiğini, nasıl repertuar oluşturulacağını, ancak uzun süre
birlikte ve planlı bir şekilde yapılan provalardan sonra doğru dürüst konserler
verileceğini biliyordu. Orkestranın genç üyeleri geçim sıkıntısı çekmelerine
rağmen böyle değerli bir şefle çalışarak mesleklerinin püf noktalarını öğrenmek
için her türlü haksızlığa uzun süre katlanmışlar ama bir yerde bıçak kemiğe
dayanmış. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Hem orkestra üyelerinin çoğunu hem de
şefi tanıdığım için onların feryadına kulak veriyor ve söylediklerine
inanıyorum. Müzik sanatını da piyasa işine çeviren bezirgânlardan el aman
diyenlerdenim ben de. Devlet Senfoni Orkestralarının yıllardır sürüp giden
sorunlarına çare bulunamamışken ve kimi çevrelerde özel orkestraların bu sorunların
üstesinden geleceği sanılırken, bakın şu rezalete. İyi iş yapmak isteyenlerin
hep önü kesilecek mi bu memlekette? <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "Bookman Old Style","serif"; font-size: 12.0pt; mso-bidi-font-size: 10.0pt;">Parazitlerden kurtulmak için mutlaka
parazitin sizin de derinizin altına girmesini beklemeyin arkadaşlar.<o:p></o:p></span></div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-38326957660566165422016-11-10T01:33:00.001-08:002016-11-10T01:33:25.620-08:00Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-70430836384251492792016-11-10T01:32:00.003-08:002016-11-10T01:32:35.869-08:00<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Radikal Pazar Eki/ 10 Ekim 1999<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-left: 70.8pt; text-indent: 35.4pt;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;"><b>ADA
SOKAKLARINDA MÜZİK</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;"> Filiz
Ali<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Başlıktaki “ada” Ayvalık’ın
karşısındaki Cunda adası. Yeni Asır gazetesinin Ayvalık muhabiri <b>Ceynur
Karagözoğlu</b> atmış bu başlığı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Ada’nın tepesinde eskiden
Rumlar zamanında Kızlar Okulu ya da Kızlar Manastırı diye bilinen taş binanın
çevresindeki sokaklardan ve binanın içinden keman sesleri gelmekte. Kemancı Atilla Aldemir nota sehpası bulamayınca sokaktan geçen bir
çocuğun eline notasını tutuşturmuş, geçmiş karşısına konserde çalacağı parçayı
çalışıyor taş evlerin gölgesinde. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">24 Eylül 1999 akşamı, II.
Ayvalık Yaylı Çalgılar ve Oda Müziği Uzmanlık Kurslarının on günlük bir çalışma
sonucu hazırladığı ve deprem felaketzedeleri yararına verilecek olan konserin
halka açık genel provası var. Burada halk demek çocuklar demek olsa gerek ki
provayı en çok onlar merak ediyor. Yetişkinlerse kapılarının önüne oturmuş,
olup biteni meraksız gözlerle seyrediyorlar. Çocuklar önce biraz çekingen,
içeri girsinler mi girmesinler mi kararsızlar. İçeri girince yaramazlık
yapsınlar mı, gülüşüp itişsinler mi, yoksa uslu uslu oturup dinlesinler mi
bilemiyorlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Biraz önce Atilla’nın notasını
tutan çocuk ise hipnotize olmuş gibi dinliyor keman ve viyolonsel çalan
gençleri. Prova ilerledikçe dinleyici çocuk sayısı da artıyor. Belki de
hayatlarında ilk kez bu kadar yakından dinliyor ve görüyorlar teller üzerinde
dolaşan yayın çıkardığı büyülü sesleri. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">En büyüğü 25, en küçüğü 13
yaşında 11 keman, 4 viyola, 5 viyolonsel öğrencisi, bir de dört güzel genç kızın
kurduğu yaylı çalgılar dörtlüsü katıldı bu yıl Cunda’daki uzmanlık kursuna.
Öğrencilerin hepsi kız. Keman profesörü <b>Lukas David,</b> Avrupa’da da son yıllarda
erkek çocukların müziği meslek olarak seçmemelerinden yakınıyor. Kızların
erkeklere oranla daha çalışkan ve hırslı olduklarını da ekliyor. Bu gidişle
saflarına dişi kelebek bile sokmaktan kaçınan, geleneklerine bağlı Berlin ve
Viyana Filarmoni orkestralarının gelecekleri pek parlak görünmüyor demektir.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Bizim uzmanlık kurslarının
öğrencilerinin tümü kız olmakla birlikte, birkaç tane de erkek maskotumuz
vardı. Prof. Lukas David’in öğrencisi ve asistanı <b>Atilla Aldemir</b>’in hem
organizasyonda hem de konserde öğrencileri yönetmekte ve yönlendirmekte üstüne
yoktu örneğin. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Geçen yıl kursa katılan, bu yıl
Detmold Yüksek Müzik Akademisinde Prof. Lukas David ile çalışmaya başlayan <b>Mehmet Yasemin</b> ise, İzmir’den nota sehpaları
yüklenip gelmesi, arabasıyla öğretmenlerin ayağını yerden kesmesi, konsere
kemanıyla katkısıyla hepimize çok yardımcı oldu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;"><b>Erkin Onay</b> bu yıl derslere
katılmadı ama viyola öğretmeni<b> Hartmut Lindemann</b>’ın derslerinin gönüllü
çevirmenliğini üstlendi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; line-height: 150%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;"><b>Sevil Ulucan, Nilgün
Yüksel, Göknil Özkök ve Dilbağ Önvura</b>l’dan oluşan yaylı çalgılar dörtlüsünün
çevirmeni ise tiyatro bölümünden<b> Engin
Hepileri </b>idi. Engin, kuartet çalışmalarını on gün, günde üç saat Almanca’dan
Türkçe’ye çevirme rekoru kırınca, <b>Prof. Khomitzer</b> bile onun bundan böyle Dvorak’ın “Amerikan”
dörtlüsünü kendi başına çalıştırabilecek düzeyde müzikten anladığına kanaat
getirdi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoBodyText" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; line-height: 150%; mso-bidi-font-size: 12.0pt;">Dört genç kızdan oluşan
bu dörtlüyü ilk başta pek ciddiye almayan ünlü viyolonsel virtüozu ve pedagog
<b>Mikhail Khomitzer,</b> kızların her gün büyük bir hız ve hırsla ilerlemeleri
karşısında önyargılarından kurtuldu, üstelik konser sırasında en az onlar kadar
heyecan çekti ve konserin bitiminde göz yaşlarını tutamadı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<span style="font-family: "Cambria","serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 150%;">Konserden sonra, Eskişehir,
Ankara, İzmir, İstanbul, Bursa, Tel-Aviv ve Detmold’dan Ayvalık’a gelip,
Ayvalık ve Cundalılarla on gün boyunca kaynaşan genç çalgıcılar takımı gelecek
yıl yeniden buluşmak üzere randevulaşarak geldikleri yöne doğru dağıldılar.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; margin-left: 70.5pt; text-indent: -70.5pt;">
<br /></div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-8283654230884210972013-11-22T07:23:00.000-08:002013-11-22T07:26:20.999-08:00<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR" style="font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;">OLUMLU TİTREŞİMLERİN İLK ON YILI<o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR" style="font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;"><br /></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR" style="font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;">14 Mart 1999 Radikal</span><span style="font-size: small;"><o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span lang="TR" style="font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;"><br /></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span lang="TR" style="font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;">Henüz Babylon’un dünyaya gelmediği tarihlerde yazılmış
olan bu yazıyı 21 Kasım 2013’de sonsuzluğa uğurladığımız sevgili Mehmet Uluğ
için yeniden hatırlayalım istedim. </span><span style="font-size: small;"><o:p></o:p></span></span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i><span lang="TR" style="font-family: Verdana, sans-serif; line-height: 115%;"><span style="font-size: large;"><br /></span></span></i></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">1990 sonbaharıydı. Gaddar
Nuri (Belediye Başkanı Dr. Nurettin Sözen), Mefisto Hilmi (Kültür İşleri Daire
Başkanı şair Hilmi Yavuz), Dâhi Tintin (başkanın danışmanı Biltin Toker) işbaşındaydı.
Tiyatro mütercimi Lady Macbeth hanımın (Şehir Tiyatroları Müdürü Gencay Gürün) dolduruşuna
gelmiş ve sosyal demokrat bir bilinçle kuyumu kazmaya başlamışlardı. Ben ve
ekibim Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nu bir Carnegie Hall kıvamına getirme
derdine düşmüştük saf saf. İdealizmimiz had safhadaydı ama dörtlü çete iş
başındaydı!<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Bir gün odamın kapısından
içeri upuzun boylu, çok zayıf bir delikanlı girdi. Amerika’dan yeni gelmiş.
Kardeşi ve bir okul arkadaşıyla konser düzenleme şirketi kurmuşlar. Adını hiç
duymadığım (ama Teoman Madra’nın mutlaka duyduğu) bir takım ultra avant-garde
cazcıları İstanbul’a getirip bizim salonda konser vermelerini istiyormuş. Ne
yalan söyleyeyim oğlanı pek ciddiye almadım önce. Üstüne üstlük sonradan görme
sosyal demokrat patronlarımın böyle ultra modern cazı yeterince halkçı
bulmayacakları ve benim kabahatler haneme bir çentik daha atacakları endişesi
vardı içimde. Önlem alma açısından “Salonun kirasını nasıl ödeyeceksiniz?” gibi
caydırıcı sözler söylemiş olabilirim o anda. Ne var ki, adının Mehmet Uluğ
olduğunu öğrendiğim bu genç adam benim suratsızlığımdan yılmadı. Geldi, gitti
ve sonunda salonu almayı başardı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Bu arada Pozitif’in
öteki ortakları Cem Yegül ve Mehmet’in kardeşi Ahmet Uluğ ile de tanıştık. O
yıl (1990) Positive Vibrations Contemporary Music Series adı altında
düzenledikleri dört konserin ikisinde bizim salonu yani CRR’yi kullandılar.
Acayip çalışıyor, konser broşürlerine acayip reklam buluyorlardı. Çeşitli
akımlara öncülük etmiş sanatçılara yöneliyor, ticari kaygıdan öte sanatsal
niteliğe önem veriyorlar. Ben de aynı kafadaydım ve belki de bu yüzden
Pozitif’in geleceğinden pek umutlu değildim. Ne var ki zaman beni yalancı
çıkardı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Ertesi yıl (1991) işi
iyice büyüttüler ve Akbank Caz Festivali’ni düzenlemeye başladılar.
İşbirliğimiz devam ediyordu ama çocuklara bizim salon dar geliyor, başka
mekanlara da yayılmaya başlıyorlardı. Efes Pilsen Blues Festivali’ni Hilton
Kongre ve Sergi Salonu’nda düzenlediler örneğin. Ben CRR’den ayrıldıktan sonra
da CRR ile işbirlikleri sürdü. Akbank, Sisley, Parliament, Pozitif-CRR caz
festivallerine bir de Fuji Film World Music Days eklendi.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">1998’e gelindiğinde
İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Antalya, Mersin Eskişehir hatta Bükreş’te
konserler düzenleyerek kendilerini kanıtlayan Pozitif’çiler hayatımızı “Olumlu
Titreşimler”le renklendirmişlerdi. Aradan geçen 10 yıl Cem ile Ahmet’in işkolik
olmalarını sağlarken, Mehmet de çocuk sahibi olmuştu. Bu arada işlerin
boyutlarını büyütmüş, farklı projelere yönelerek kurumsallaşmaya doğru dolu
dizgin yol almaya başlamışlardı. İstanbul Müzik Şenliği gibi resmen “her telden
çalan” yerli yabancı bir sürü müzikçiyi bir araya getiren bir organizasyonu iki
yıl üst üste düzenlemiş olmaları bile bir mucizeydi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Dünyadaki “etnik
müziğe yöneliş” merakının ve son yıllarda bu merakın Osmanlı ve Türk müziğine
kanca atmasının önemini erkenden yakalamıştı Pozitif’in beyin takımı. L’Orient
Imaginaire, Sarband, The Burning Bush ya da Anatolia, Bosphorus gibi yerli,
yabancı müzik toplulukları doğu-batı müziklerini doğu-batı enstrumanlarıyla
sentezlemekteler nicedir. Şimdi Pozitif aynı harmanlamayı caz müziğine uygulayanları Doublemoon markası
altında kayda alıyor. Böylece Craig Harris ile Barbaros Erköse’yi, Brooklyn
Funk Essentials ile Laço Tayfa çingene topluluğunu ya da Burhan Öçal ile
Jamaaladeen Tacuma’yı aynı CD’de bir arada bulma ve dinleme olanağımız var
artık. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Verdana","sans-serif"; font-size: 12.0pt; line-height: 115%; mso-ansi-language: TR;">Nereden bakarsanız
bakın, doğu-batı uyuşmasının başarıyla gerçekleşmesinin daha çok birbirini
dinlemekten, sofrada tuzu ve ekmeği daha çok paylaşmaktan geçeceğine
inanıyorum. Pozitif, ikinci 10 yılında bunu da başarabilir.<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-67331728168432498412013-04-14T06:50:00.001-07:002013-04-14T06:50:30.251-07:00SABAHATTİN ALİ'NİN HİKAYE VE ROMANLARINDA KADINLARA BAKIŞI VE MÜZİK<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhf2XwcF6sbbey0kxRJSspWS6yEkyPWbwGioHal4do_GWdh2iIXSs8SSiXC6suolg3N6PDVYAsIvOwMEQugak6iWWs2p0M5tPgWbUWLcRFlMMMn97ET2oEw_F6vgICyIYI-EPqHhAwtqu8w/s1600/sabahattin+ali+cebeci+1942.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhf2XwcF6sbbey0kxRJSspWS6yEkyPWbwGioHal4do_GWdh2iIXSs8SSiXC6suolg3N6PDVYAsIvOwMEQugak6iWWs2p0M5tPgWbUWLcRFlMMMn97ET2oEw_F6vgICyIYI-EPqHhAwtqu8w/s400/sabahattin+ali+cebeci+1942.jpg" width="268" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Şubat 1942 Ankara Devlet Konservatuarı bahçesinde Sabahattin Ali</td></tr>
</tbody></table>
<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: 'Lucida Sans Unicode';">Sabahattin Ali’nin mektup, hikâye ve romanlarındaki mekân
ve kadın betimlemeleri, bir de araya serpiştirdiği şarkı ve türküler onun
hassas gözlemciliğini müzikle eşleştirmesini işaret eder. Mektuplarından
birinde eski Üsküdar evlerindeki yaşayışı şöyle anlatır örneğin:</span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Üsküdar’da siyah, eğri büğrü ahşap
evler vardır. Bahçelerinde çok kere bir dut, bir erik ve duvar kenarlarında bir
yabani incir ağacı bulunur. Anne ya kuyudan su çekmek yahut patlıcan
kızartmakla ve bu esnada ya kaynanasına çatmak yahut ta kendi kendine türkü
söylemekle meşguldür. Muhakkak bir taraftan dikişi sökülmüş olan mercan
terliklerini sürüyerek şuraya buraya dolaşır, gıcırdayan ve inleyen
merdivenlerden yukarı çıkar, gözlerini çekebilmek Herkül kuvvetine bağlı olan
bir konsolda aranır ve dudakları mütemadiyen mırıldanır:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> <i><b> Adalar
sahilinde bekliyorum…<o:p></o:p></b></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Ya da daha sonra <b><i>Hanende Melek</i></b> hikâyesinde işleyeceği
hanende hakkında arkadaşı Ayşe Sıtkı’ya Sinop Hapishanesinden yazdığı
mektuptaki şu cümleler:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Yozgat’ta eğlence namına bir
kahvede icrai ahenk eden kötü bir saz heyeti vardı, bu heyetin hanendesi Melek
isminde bir genç kızdı. Şehirdeki bütün zabitler, mütekait memurlar ve kasaplar
bu kıza âşıktılar ve kızcağız bunların ısrarıyla gecede belki on defa kırıtarak
“<b>Bahçelerde haşlama/ haşlamayı taşlama</b>”
şarkısını söylerdi. Ben de ayakta duramayacak kadar sarhoş, bir köşede oturur,
garsonu çağırarak sazdan “<b>Gösterip âyâra
lütfun bizlere bîgânesin</b>” yahut ta “<b>Bir
dâme düşürdü beni ki bahtı siyahım/ Vallahi bu sevdada yoktur benim günâhım” </b>şarkılarını
isterdim.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Ya da: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Konya Belediye Bahçesi’nde oldukça
düzgün bir saz heyeti vardı ve bu heyette Muhsine isminde, bermutad memleket
hovardalarının elbirliğiyle yangın oldukları bir kız vardı. Sesi hakikaten
güzeldi. En hoşuma giden şarkısı da “<b>Geçti
Muhabbet demi/ Ağla gönül, yan gönül” </b>diye bir şeydi. Sazın icra-i ahenk
ettiği sarmaşıklı köşkte ayağa kalkar, vücudunu hafifçe ileri uzatıp başını
yana büker, sarhoş ve yorgun gözlerini bütün bahçedekilerde dolaştırarak tatlı,
çok tatlı bir sesle söylerdi: <b>Geçti
muhabbet demi/Ağla gönül, yan gönül.”</b> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Yine Ayşe Sıtkı’ya 1933’te Sinop’tan yazdığı bir mektupta
sonradan <b><i>Kürk Mantolu Madonna </i></b>romanının kahramanı olacak olan Maria
Puder’den ve onunla birlikte anılarında yer eden Berlin’den ve yine şarkılardan
söz eder:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Almanya’da Frolayn Poder isminde
bir hanıma ziyadesiyle âşıktım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">O zamanlarsa Berlin’de şu meşhur “<b><i>Deli
Şarkıcı</i></b>” filmi oynamıştı ve oradaki <b>Sonny Boy</b> şarkısı herkesin ağzındaydı. Şimdi bunu mırıldanınca
sisli ve yağmurlu Ekim günlerinde Maria ile müzelere veya sinemaya gidişim
aklıma gelir…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Sonra Berlin civarında Templin
adında küçük bir kasabada bulundum. O zaman da bir Foxtrot herkesin ağzındaydı.
“<b>In einem kleinen Konditorei/Bir küçük
pastacı dükkânında</b>” diye başlayan bir Foxtrot, Pazar günleri kasaba
civarındaki kır gazinosunda elli defa çalınır ve kocaman pabuçlu, iri parmaklı
esnaf çırakları siyah elbiselerini düzelterek kırmızı yüzlü, ablak suratlı ve
bulaşık yıkamaktan elleri bozulmuş hizmetçi kızları dansa kaldırırlardı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">İçimizdeki Şeytan </span></i></b><span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">romanında Macide, piyano çalar, konservatuar’da
öğrencidir. Oysa kocası Ömer ve onun arkadaşlarının hiç o taraklarda bezleri
yoktur. Macide kocasının zoruyla saza gider ve:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">“Biraz sonra uzun boyu, pembe
renkte tuvaletiyle hanende Leyla göründü. Ağır ağır, etrafına tebessümler
saçarak masaların arasından geçiyor ve en aşağı yarım kilo altın bilezik
taşıyan sol eliyle boyalı ve kıvırtılmış saçlarını düzeltiyordu. Tahta basamakları
çıkarken bütün bahçede müthiş bir alkış koptu. Leyla gayet kibar reveranslarla
hayranlarını selamladı. Arkasından gelen garsondan inci işlemeli pembe
çantasını aldı ve omuzlarındaki ince tül pelerini ona verdi. Başıyla saza kısa
bir işaret yaptıktan sonra ellerini memelerinin biraz altında kavuşturarak
yanık ve güzel bir halk şarkısına başladı.”<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Kürk Mantolu Madonna </span></i></b><span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">romanında Raif Efendi, tutkuyla peşine düştüğü Kürk
Mantolu kadını Atlantik Kabaresi’ne kadar takibeder: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Salon birden karardı. Yalnız
orkestranın bulunduğu yerde hafif bir ışık vardı. Dans edilen yer boşalmıştı.
Biraz sonra ağır bir müzik başladı. Sazların arkasından doğru ince bir keman
sesi duyuldu. Ses yavaş yavaş yaklaşıyordu. Beyaz ve çok dekolte bir tuvalet
giymiş olan genç bir kadın, keman çalmakta devam ederek, aşağıya indi. Gayet
alçak, fakat erkek sesine yakın bir alto ile zamanın modası olan şarkılardan
birini söylemeye başladı. Bir projektör, yerde yumurta şeklinde bir daire
çizerek, sanatkârı aydınlatıyordu…<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Her şarkıdan sonra birkaç alkış
duyuluyor ve kadın başıyla orkestraya başka bir şey çalmasını işaret ediyordu.
Sonra aynı kalın ve şikâyet dolu sesiyle diğer bir şarkıya başlıyor, beyaz
eteklerinin altında kaybolan ayaklarını parkelerin üzerinde sürüyerek masadan
masaya ilerliyor ve birbirinin boynuna sarılmış duran sarhoş çiftlerin başucunda
veya içinde neler olup bittiği görülmeyen locaların kapalı perdeleri önünde,
başını kemana yaslayarak, pek usta olmayan parmaklarını tellerde
dolaştırıyordu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Sabahattin Ali, Almanya dönüşü önce Bursa’nın Orhaneli
ilçesinde ilkokul öğretmenliğine atanmış, sonra Ankara Hazi Eğitim
Enstitüsü’nde açılan dil yeterlik sınavını kazanınca da 24 Eylül 1930’da Aydın
Ortaokulu Almanca öğretmenliğine tayin edilmişti. Berlin’deki hayatı ile uzaktan
yakından ilgisi olmayan bir ortamın içindeydi artık. Ayşe Sıtkı’ya yazdığı bir
mektupta,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Aydın’a gittim, kışın kötü bir
meyhanede, yazın Tellidede dedikleri yerde içerdik, ve her içişimizde uzak veya
yakın bir gramofon, ya:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> "<b>Bakıp
bakıp ne durursun yüzüme..."</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Yahut da:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> <b> "Gözlerine
sürme çek, kına yak parmağına..."</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">şarkılarını bağırırdı. Bunlar bana
en sevdiğim bir şehri, Aydın’ı; ve en sevdiğim bir zamanı, Aydın’daki hayatımı
yadettirir. Aydın’dan ayrılacağım sıralarda bir miralayın kızına abayı
yakmıştım. Akrabasından bir Harbiyeli, kızı elimden pek çabuk aldı ve
nişanlandı. Yalnız daha ahpap olduğumuz zamanlarda bile Aydın’da Pınarbaşı
bahçesinde kızın ailesi ile oturur ve alay kumandanı olan babasıyla içerken
gramofon nedense mütemadiyen,<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> "<b>Bir
Harbiyeli Çamlıcada aklımı aldı."</b><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><b><br /></b></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Şarkısını çalardı. Fethiye
ismindeki kızcağız meğer beni oyalarken bu Harbiyeli ile işi pişirmekteymiş. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">diyerek yine işin içine bir şarkı koymayı ihmal etmiyor.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b><i><span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Hasanboğuldu</span></i></b><span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> benim en sevdiğim hikâyelerinden biridir Sabahattin
Ali’nin. Kazdağlarına, Adalar denizine, dayanıklı ve güçlü kuvvetli Yörük
kızlarına bir güzellemedir Hasanboğuldu. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">“Hacer kız” dedim, “Emine’nin Gök
Büvet’te oturup söylediği koşmalardan bildiğin var mı? Obaya varmadan bana bir
tanesini söyleyiver!” …<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">[Hacer] “Sana Emine’nin bir
koşmasını okuyuvereyim!” dedi. “Hasanına kavuşmadan az önce bunu söylemiş
derler!” Biraz düşündü; gözleri kapalı ilave etti: “Kim bilir…” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Sonra arkasındaki çam ağacına
sırtını dayadı, heybesini sağ omzundan yere düşürdü, gözlerini yere dikti;
hafif, fakat tüyler ürpertecek kadar içli bir sesle şu koşmayı okudu:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> <i> </i></span><span style="font-family: 'Lucida Sans Unicode'; text-indent: 36pt;"><i>Uzaklardan sesin
aldım;</i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Çevreni
derede buldum; <o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Nereye
gittiğin bildim, <o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Hasanım
ardından geldim.<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Sarı
kâhküllü, dal boylum;<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Saz
benizli, ayva tüylüm;<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Tatlı
sözlü, melek huylum,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Hasanım
ardından geldim.<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Köyden,
obadan kovulan, <o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Duru sularda
boğulan,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Toz, köpük olan
dağılan<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Hasanım ardından
geldim.<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Sarp dağlara
getirdiğim,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Kavuşmadan
yitirdiğim,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Ak kefensiz
yatırdığım,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Hasanım ardından
geldim.<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Emineyi yaslı
eden,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Kerem olup Aslı
eden,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Dağı taşı sesli
eden,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Hasanım ardından
geldim.</i><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Sabahattin Ali,<i> Ses</i>
hikâyesinde bir yol amelesinin söylediği türküye geniş yer verir:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Yol amelesinin çadırı tarafından
gelen saz sesi, ustaca çalınan bir meyandan sonra, susar gibi oldu ve bir erkek
sesi o zamana kadar duymadığımız, fakat bize yabancı da gelmeyen bir halk
şarkısı söylemeye başladı:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Döndüm daldan
kopan kuru yaprağa<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Seher
yeli, dağıt beni, kır beni;<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Götür
tozlarımı burdan uzağa<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Yârin
çıplak ayağına sür beni...</i><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> [...]
arkadaşım “Bu ne?” demek ister gibi yüzüme baktı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> “ Fevkalâde” diye mırıldandım.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> Ses
tekrar ve bütün vadiyi çınlatırcasına başladı.<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> <i>Aldım
sazı çıktım gurbet görmeye,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Dönüp
yâre geldim yüzüm sürmeye,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Ne
lüzum var şuna buna sormaya,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Senden ayrı ne
hal oldum, gör beni. </i><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">[...] Çadırı ve bulunduğumuz yeri
bir aydınlık yalayıp geçti, vadinin öbür ucuna kadar uzandı. Başımızı
kaldırdık, karşımızdaki sırtı aşıp yukar fırlayan ayı gördük. Saz çalan delikanlı da başını kaldırdı ve
gözlerini biraz yumarak, tam karşısında beliren bu aydınlık yüzlü dinleyiciyi
süzdü. Sonra saza vuran eli yavaşladı, gözleri kapandı, boğazı gerildi ve yüzü
kırmızılaştı. Biz hayretle onu seyrederken, ince dudaklarının arasından beyaz
dişleri göründü, ve delikanlı bu sefer aya hitap eder gibi şarkısına devam
etti:<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"> <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt; text-indent: 36.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i>Ayın şavkı vurur
sazım üstüne,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Söz
söyleyen yoktur sözüm üstüne<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Gel
ey hilâl kaşlım, dizim üstüne,<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 72.0pt;">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;"><i> Ay
bir yandan, sen bir yandan sar beni.</i><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR" style="font-family: "Lucida Sans Unicode"; mso-ansi-language: TR;">Sabahattin Ali’nin <b><i>Ses</i></b> hikayesinin kahramanı hikayenin
sonunda konservatuar sınavına girer ve başarılı olamaz. Ancak, gerçek hayatta
genç amele onu dinleyen konservatuar hocalarının yüreklendirmesiyle
konservatuar sınavına girer, kazanır ve şan/opera bölümünden mezun olduktan
sonra Devlet Operası Korosu’nda görev alır. Adı da Kenan Ses’tir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3677845101213272357.post-78829141733239722412013-04-05T12:32:00.001-07:002013-04-05T12:33:50.548-07:0020. YÜZYILDA TÜRKİYE'DE MÜZİK KURUMLARININ GELİŞİMİ<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">YÜZYILIN TÜRKİYE MÜZİK HARİTASI<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1920’Lİ YILLAR<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">20. yüzyılın ilk on yılı içinde dünyaya gelen beş talihli çocuktan dördü, Cumhuriyet’in ilânından bir yıl sonra 1924’de meclisten geçen
Musiki ve Temsil Akademisi kanunu ile yürürlüğe giren “Müzik Reformu” sayesinde
Avrupa’ya akademik müzik öğrenimi görmeye gönderilmişlerdi. Bu gençler 1906 ile
1908 yılları arasında doğan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ahmed Adnan
Saygun ve Necil Kâzım Akses’ti. 1904’de Kudüs’te doğan Cemal Reşid Rey ise
ailesiyle birlikte 1913 yılında önce Paris, sonra İsviçre, sonra tekrar Paris’te ailesinin
olanakları ile müzik öğrenimi görmüştü. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sonradan “Türk Beşleri” diye anılacak olan bu beş genç,
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde, özellikle payitaht olan İstanbul’da
ve kozmopolit bir kıyı ticareti kenti olan İzmir’de geçerli olan batılılaşmanın
etkisindeki elit sınıfın çocuklarıydı. Hepsi de ilk müzik derslerini, İstanbul
ya da İzmir’in Levanten, ve/veya Hıristiyan cemaati mensubu olan öğretmenlerden
almışlardı. Cumhuriyet’in ilânından iki yıl sonra 1925’te açılan devlet
sınavlarıyla, sanatçı ve öğretmen yetiştirilmek üzere Paris, Berlin, Budapeşte,
Viyana ve Prag’a genç yetenekler gönderildi. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">“Müzik Devrimi” büyük bir hızla yol almaktaydı. Okullarda
tek sesli, modal müziğin yerini çok sesli batı müziğinin alması söz konusu
olduğundan hızla müzik öğretmeni yetiştirmek gerekiyordu. <b>Musiki Muallim Mektebi</b> Ankara’da bu amaçla kuruldu. İlk başta
dersler otel odalarında veriliyordu. 1925-26 ders yılında okul eski Azerbaycan
Büyükelçiliğinin bulunduğu binaya taşındı. Okulun ilk öğretmenleri
Cumhuriyet’in ilânının hemen ardından İstanbul’dan Ankara’ya nakledilen
Mızıka-i Hümayûn üyelerinden oluşturulan Riyâseti Cumhur Filarmoni Orkestrası
üyeleriydi. Okulun ilk öğrencileri Erkek Muallim Mektebi ve Balmumcu Öksüzler
yurdundan getirilen çocuklardı. 1925-26 ders yılında okula ilk kez kız öğrenci
alındı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bu arada, Avrupa’ya gönderilen gençler birer ikişer geri
dönmeye başlıyor ve Musiki Muallim Mektebi’nin öğretmen kadrosunu
oluşturuyorlardı. Cevat Memduh Altar<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn1" name="_ftnref1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></a>
1927 yılında okula teori öğretmeni olarak atandı. Erkin 1930, Saygun 1931,
Almanya’da Leipzig’de piyano eğitimi gören Ferhunde Remzi (Erkin)<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn2" name="_ftnref2" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></a>
1931, erkek kardeşi kemancı Necdet Remzi (Atak)<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn3" name="_ftnref3" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[3]</span></span><!--[endif]--></span></a>
1931, Berlin ve Paris’te keman, armoni ve müzik tarihi eğitimi almış olan müzikolog
Mahmut Ragıp Gazimihal (Kösemihal)<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn4" name="_ftnref4" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[4]</span></span><!--[endif]--></span></a>
1932, Prag’da teori ve şan eğitimi alan Halil Bedii Yönetken<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn5" name="_ftnref5" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[5]</span></span><!--[endif]--></span></a>,
Paris ve Berlin’de keman eğitimi gören Cezmi Erinç<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn6" name="_ftnref6" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[6]</span></span><!--[endif]--></span></a>
1933 ve Viyana ile Prag’da kompozisyon eğitimini tamamlayan Necil Kâzım Akses
1934 yıllarında bu genç kadroya katılmışlardı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İstiklâl Marşımızın bestecisi, Mızıka-i Humayûn’un son
şefi ve Musiki Muallim Mektebi müdürü Zeki Üngör’ün oğlu Ekrem Zeki Ün<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn7" name="_ftnref7" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[7]</span></span><!--[endif]--></span></a>
de Paris’e gönderilen gençler arasındaydı. Ecole Normale de Musique’de keman,
armoni ve kompozisyon eğitimi gören Ün, 1930 yılında ülkeye dönerek 1934’e
kadar Musiki Muallim Mektebi’nde keman dersi vermiş sonra İstanbul’a yerleşerek
İstanbul Belediye Konservatuarı keman öğretmenliğine atanmıştı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ankara’da durum böyle iken, İstanbul’daki “müzik devrimi”
hareketini Cemal Reşit Rey’in neredeyse tek başına yürüttüğü görülür.
Cumhuriyet’in ilân edildiği yıl, yani 1923’de uluslararası bir kariyerin
arifesinde, henüz 19 yaşında bir genç olan Cemal Reşit Rey, İstanbul Belediyesi
Sanayi-i Nefide Encümeni, yani Güzel Sanatlar dairesi başkanı ünlü roman yazarı
Halit Ziya Uşaklıgil tarafından Paris’ten yurda çağırılır ve yeni kurulan
Darülelhan’a piyano ve kompozisyon öğretmeni olarak atanır.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1926’da Ankara’da Maarif Vekâleti’nin düzenlediği
Sanayi-i Nefise Encümeni’nin verdiği bir kararla da Türkiye’deki bütün
okullarda alaturka müzik eğitimi kaldırılır ve batı metodlarına göre müzik
eğitimi ve solfej dersleri konur. Ayrıca Darülelhan ismi de kaldırılarak,
yerine Konservatuar denilmesine karar verilir. 1927 yılında İstanbul Belediye
Konservatuarı Öğrenci Orkestrası kurulur, başına da keman öğretmeni Seyfettin
Asal<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn8" name="_ftnref8" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[8]</span></span><!--[endif]--></span></a>
getirilir. 1914 yılında ailesi tarafından Viyana’ya gönderilen Seyfettin Asal
keman, ağabeyi Sezai Asal viyolonsel eğitimi görürler. Joseph Marx ile de
kompozisyon çalışırlar. 1924 yılında ülkeye döndüklerinde Galatasaray Lisesi ve
Belediye Konservatuarı’nda öğrenci yetiştirmeye başlarlar. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Böylece 20. yüzyılın ilk 20 yılı sürecinde “Batı Müziği”,
sadece sarayda ve Osmanlı elitinin konaklarında ya da gayri müslim çevrelerde
öğrenilen, öğretilen ve icra edilen bir müzik türü olmaktan çıkmış, daha da
ilginci, devlet politikasının yönlendirdiği bir reform programı çizgisinde
ileri hamlelerle ve son hızla gelişmişti. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1920’li yıllar, Atatürk’ün modern Türkiye’yi yaratma
projesini gerçekleştirdiği yıllardır. Kadınla erkeğin birlikte dansettiği
balolarda batının dans müziği çalınmaktadır artık. Böylece, batı kaynaklı
popüler müzik ve Türkçe Tangolar yavaş yavaş gündelik yaşamın içine girmeye
başlar. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">30’lu yıllara girildiğinde İstanbul’da Cemal Reşit ve
Ekrem Reşit Rey kardeşlerin “operetler” dönemi başlamıştır.<i> </i>Rey kardeşler 1930 ile 1942 yılları arasında yarattıkları<i> </i>operet ve revüleri ile tarihe geçerler.
<i>Üç Saat, Lüküs Hayat, Deli Dolu, Adalar
Revüsü</i> 1930 ile 1932 yılları arasında yazılır ve İstanbul ayağa kalkar. Amerika’daki
George ve Ira Gershwin kardeşlerin işbirliğine çok benzeyen bu kardeş
beraberliği <i>Saz Caz (1935), Maskara
(1936), Havacıva (1937), Alabanda (1941)
ve Aldırma (1942)</i> ile devam eder. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Öte yandan, Cemal Reşit Rey’in Belediye Konservatuarı’nda
yaratmayı başardığı atmosfer çok etkili olur, derslerine dışardan dinleyici
bile gelmektedir. 1938’de İstanbul Belediye Konservatuarı öğretmen ve
öğrencilerinden oluşan orkestra ilk konserini Fransız Tiyatrosu’nda verir. <o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1930-40 ARASI MÜZİK DEVRİMİNİN YÜRÜRLÜĞE GİRDİĞİ YILLAR<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1930’lu yıllar, devletin müzik politikasının büyük bir
hızla amaca yönelerek yol aldığı yıllardır. Almanya’da Adolf Hitler’in
liderliğindeki Nasyonal Sosyalist (Nazi) partisinin 1933 yılında iktidarı ele
geçirmesiyle birlikte Almanya’da yaşayan Yahudiler ve Nazi olmayan Almanların
ölüm fermanı imzalanmış oldu. Ya ülkeyi terkedecekler ya da toplama kamplarında
yok olacaklardır. Türkiye, tam bu sırada kapılarını bu değerli fakat talihsiz
sanat ve bilim insanlarına açarak hem batılılaşma yönünde verdiği tarihi
kararların gerçekleştirilmesini hızlandırmış hem de çok sayıda insanı Hitler’in
gaz odalarından kurtarmış oldu. İnsanca olmanın yanı sıra politik olan bu karar
sonucunda müzik alanındaki devrime yönelik çalışmalar kapsamında yabancı
uzmanların düşüncelerine ve yardımlarına baş vuruldu. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1934-35 ders yılında Atatürk’ün direktifi üzerine zamanın
Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen Türk müzikçilerinden ve diğer ilgililerden
oluşan bir kongre topladı.<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn9" name="_ftnref9" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[9]</span></span><!--[endif]--></span></a>
Kongre’ye Cemal Reşit Rey, Cevat Memduh Altar, Cezmi Erinç, Halil Bedii
Yönetken, Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Nurullah Şevket Taşkıran ve
Ulvi Cemal Erkin, yani Atatürk’ün ön görüsü ve direktifi ile açılan yurt dışı
sınavlarını kazanıp Avrupa’da müzik eğitimi alan ve taze bilgileriyle Ankara’ya
dönen genç müzik uzmanları katıldılar. “Türkiye Devlet Musiki ve Tiyatro
Akademisi’nin Ana Çizgileri” başlıklı bir rapor hazırlanıp kongre bitiminde
imzalandı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Sıra yabancı uzmanların fikirlerini almaya gelindiğinde, ilk
rapor Liko Amar’dan istendi (Paris, Kasım 1934)<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn10" name="_ftnref10" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[10]</span></span><!--[endif]--></span></a>.
Daha sonra Joseph Marx<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn11" name="_ftnref11" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[11]</span></span><!--[endif]--></span></a>,
Hindemith<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn12" name="_ftnref12" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[12]</span></span><!--[endif]--></span></a> ve Carl Ebert<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn13" name="_ftnref13" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[13]</span></span><!--[endif]--></span></a>,
hem Türkiye’de bir Konservatuar ve Temsil Akademisi kurulması doğrultusunda,
hem de Türk müziğinin çok sesliliğe geçisi konusunda raporlar hazırladılar.<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn14" name="_ftnref14" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[14]</span></span><!--[endif]--></span></a><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1936 yılında Halkevleri tarafından Ankara’ya davet edilen
Macar besteci, piyanist ve folklor araştırmacısı Bela Bartok<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn15" name="_ftnref15" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[15]</span></span><!--[endif]--></span></a>,
“Bir Halk Müziği Arşivi Kurulması Konusunda Öneriler” başlıklı bir rapor hazırladı.
Bütün bu raporların ışığında girişilen temaslar sonucunda Paul Hindemith ve
Carl Ebert gibi dünya çapında iki müzik ve sahne adamı Anadolu’nun orta yerinde
yeni kurulan cumhuriyetin, yeni kurulmakta olan başkentinde kimsenin kolay
kolay hayal edemeyeceği bir mucizeyi gerçekleştirirler. 1934 ve 37 tarihleri
arasında Hindemith ve Ebert Ankara’ya gelip giderler, yasalar çıkar, yabancı
uzmanlarla sözleşmeler yapılır. Müzik ve Temsil kısmıyla Ankara Devlet
Konservatuarı kurulur. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ebert, 1939’dan sonra savaş dolayısıyla Ankara’da devamlı
kalır. Savaş yıllarında Amar ve Ebert kadar önemli başka müzikçiler de
Ankara’yı kendilerine sığınak seçerler. Savaş dolayısıyla parlak piyanistlik
kariyerini yarıda kesmek zorunda kalan Eduard Zuckmayer<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn16" name="_ftnref16" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[16]</span></span><!--[endif]--></span></a>
ve Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası şefi Ernst Prætorius<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn17" name="_ftnref17" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[17]</span></span><!--[endif]--></span></a>
Ankara’da yaşadılar ve Ankara’da öldüler. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1936 yılından başlayarak sözleşmelerle Ankara Devlet
Konservatuarı’nda görev yapan yabancı uzmanlar arasında:<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Adler Back (ritmik jimnastik)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hans Hey (şan)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">A.B. Winkler (keman)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Richard Knauer (klarinet)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Georg Markowitz (piyano, korrepetitör)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Heinz Schaffrath (çalgı yapımı ve onarımı)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Gilbert Back (keman)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ludwig Czaczkes (piyano)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Walter Schlösinger (piyano, korrepetitör)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Friedrich Schönfeld (flüt)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Frieda Silberknopf-Böhm (şan)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Johanna Seidler (arp)<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">René Back (piyano, korrepetitör) adlarını sayabiliriz. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Yabancı uzmanların çoğunlukta olduğu bu öğretim kadrosu
ilk mezunlarını 1941 yılında verdi. savaş boyunca uzmanların sözleşmeleri
yenilendi, müzik ve sahne sanatlarına verilen önem arttı. Devlet
Konservatuarı’na bağlı Tatbikat Sahnesi’nin Halkevi Salonu’nda verilen tüm
tiyatro ve opera temsillerinde, Riyaseti Cumhur Filarmoni Orkestrası’nın tüm
konserlerinde Milli Şef Reisicumhur İsmet İnönü ve Maarif Vekili yani Milli
Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel, bakanlar ve bürokratlar hazır bulunurlardı. Aynı
dönemde devlet, Halkevleri kanalıyla bütün ülkeye tiyatro ve müzik bilgisiyle
sevgisini aşılama politikasını uygulamaktaydı. Halkevleri koroları ve tiyatro
kollarında yetişen pek çok genç, konservatuar sinavlarına girerek toplumda
henüz yeterince saygınlığı olmayan “oyunculuk” ve “çalgıcılık” mesleklerine
girmeyi göze alıyorlardı.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ülkedeki tek radyo olan Ankara Radyosu, hem Türk Müziği
hem de Batı Müziği bağlamında eğitici görevini eksizsiz uygulamaktaydı. Devlet
Konservatuarı hocaları radyoda hem program hazırlayıp sunuyor, icabında
yöneticilik hatta ton-meisterlik bile yapıyorlardı. Batı ile doğu müziği
üstadları arasında herhangi bir ayırım da yoktu. Cevat Memduh Altar’ın sunduğu <i>İzahlı Müzik</i>, Muzaffer Sarısözen’in
sunduğu <i>Yurttan Sesler,</i> Ruşen Ferit
Kam, Refik Ahmet Sevengil ve Mesut Cemil Tel gibi üstadların hazırladıkları <i>Tarihi Türk Müziği</i> gibi açıklamalı programlar,
veya Neriman Hızır’ın “Ayşe Abla” adıyla hazırladığı <i>Çocuk Kulübü</i> bu eğitimin birer parçasıydı. Radyo dışında dünya ile
hiçbir teması olmayan memleket insanının her alanda olduğu gibi müzik alanında
da eğitimi devlet tarafından düşünülmekteydi. <o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">HARİKA ÇOCUKLAR YASASI<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Büyük Millet Meclisi, devletin müzik devrimi politikasını,
7 Temmuz 1948 tarihli ve 5245 sayılı “İdil Biret veSuna Kan’ın Yabancı
Memleketlere Müzik Tahsiline Gönderilmesine Dair Kanun”u çıkartarak,
pekiştirmişti. Bu yasa ile devlet, üstün yetenekli çocuklarının en ehil ellerde
yetişmesini sağlamaktaydı. Yasa ile ilgili meclis müzakereleri sırasında bir
milletvekili tarafından yapılan eleştiriler arasında sonraki yıllarda çok sesli
batı müziğine, opera ve baleye yönelik giderek artan sıklıkla duyulacak olan
popülist söylemlerden belki de ilki tutanaklara geçmişti. “...burada Nümune
Hastanesi’nde dört tane insan bir yatakta yatarken, beş yaşındaki İdil Hanım’ı
Amerika’ya göndereceğiz. Ne öğrenecek Amerika’da? Piyano. Ne olacakmış? Deha
imiş efendim, deha imiş. Ben açım yahu, bana piyano lâzım mı?<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn18" name="_ftnref18" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[18]</span></span><!--[endif]--></span></a><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1945 VE SONRASI<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Savaş bitmiş, savaş sırasında ülkemize sığınan yabancı
uzmanların çoğu Amerika’ya göçme, bazıları da Avrupa’ya geri dönme hazırlıkları
yapmaya başlamışlardı. Yabancı uzmanlar, bayrağı, on yıl gibi kısa bir süre
boyunca konsantre bir eğitim düzeni ve sistemiyle eğittikleri genç
müzisyenlere, opera ve tiyatro sanatçılarına bırakıyorlardı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ankara’da devlet eliyle yürütülen bu atılımlar ilk
meyvelerini verirken, kozmopolit bir sosyal dokuya sahip olan İstanbul’da Cemal
Reşit Rey’in önderliğinde gelişen ve İstanbullu elit kesimin desteklediği
Filarmoni Derneği kanalıyla uluslararası nitelikte bir müzik ortamı
yaratılmaktaydı. Rey yönetimindeki İstanbul Şehir Orkestrası ilk konserini 13
Aralık 1945 tarihinde Saray Sineması’nda vermişti. Saray Sineması’nda ayrıca
bir konser bürosu da kuruldu. “...Kontiya konser bürosu, bir sezon içinde
angaje ettiği on beş-yirmi solistle mukavele yapar, resitalleri kendi hesabına
verir, orkestra refakatindeki konserler ise Filarmoni abonman konserleri olarak
tertibedilirdi...”<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn19" name="_ftnref19" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[19]</span></span><!--[endif]--></span></a><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">ÇOK PARTİLİ HAYATA GEÇİŞ<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1946 yılı ilk demokrasiye geçiş denemesinin yapıldığı
yıldır. II. Dünya Savaşı sona erdikten sonra dünya dengeleri değişmiş, savaş
boyunca Almanya, Sovyetler Birliği ve Müttefikler arasında dengeyi tutturma
politikası güden Türkiye yeni bir yol ayırımına gelmiştir. Tek şef, tek parti,
tek ideoloji devri kapanmış, çok partili sisteme zar zor geçilmiş ve Amerika’ya
ilk önemli yöneliş Missouri zırhlısının İstanbul boğazına demirlemesiyle
başlamıştır. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">CHP, 1946 seçimlerini az kalsın kaybediyordu ve 1950
yılına kadar geçen dört yıl içinde bu hezimeti partinin ilerici kadrolarının
kusuru olarak gören gerici ve tutucu kesim partiyi ele geçirmişti. Hasan Âli
Yücel Milli Eğitim Bakanlığı’ndan alınmış yerine köy entitülerine ilk darbeyi
vuran ve imam hatip okulları açılmasına ön ayak olan gerici Reşat Şemsettin
Sirer getirilmiş, Sabahattin Ali, Devlet Konservatuarı’ndaki görevinden vekâlet
emrine alınmış yani işine son verilmişti. Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi
Profesörlerinden Niyazi Berkes, Pertev Naili Boratav, Muzaffer Şerif ve Behice
Boran’ın kürsüleri lağvedilmiş, kısaca onların da işine son verilmişti.
Halkevleri’nin ve Köy Enstitüleri’nin birer komünist yuvası olduğu savı ilk kez
bu dönemde ortaya atılmış ve bu iki önemli eğitim kurumunun da ölüm emri
verilmişti. Savaş öncesi ve savaş sırasında müzik politikamızı yönlendiren ve
uygulayan Alman uzmanların yerini başka uzmanlar almaya başlamıştı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İlk bale okulunu, İstanbul’da Yeşilköy Pansiyonlu
İlkokul’nda İngiliz Krallık Balesi’nin kurucusu Dame Ninette de Valois
açıyordu.<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn20" name="_ftnref20" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[20]</span></span><!--[endif]--></span></a> Okulun öğretmenleri
İngilizdi. Bir zamanların ünlü İspanyol sopranosu Madam Elvira de Hidalgo<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn21" name="_ftnref21" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[21]</span></span><!--[endif]--></span></a>
ile 1949 yılında Ankara Devlet Konservatuarı şan uzmanı olarak sözleşme
yapılıyordu. Madam Hidalgo 1910 yılında New York’daki Metropolitan Operası’nda
Rossini’nin <i>Sevil Berberi</i> operasında
canlandırdığı Rosina rolü ile ün kazanmış, Enrico Caruso ile Verdi’nin
Rigoletto operasında Gilda rolünü canlandırarak aynı sahneyi paylaşmış dünya
çağında bir değerdi. 1933’den 1948’e kadar Atina Konservatuarı’nda şan dersi
veren Madam Hidalgo, bugün Maria Callas’ı yetiştiren hoca olarak tanınır opera
dünyasında. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1950’Lİ YILLAR<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">CHP’nin dört yıl süren çok partili sistem tecrübesi
içinde giriştiği gericilik yarışı işe yaramamış ve 14 Mayıs 1950’de Demokrat
Parti seçimleri kazanıp iktidara gelmişti. Demokrat Parti, başlarda toplumun
gözlerini sözde demokrasi ile kamaştırırken, kültür ve sanata bakışının
eskisinden epey farklı olduğunu kimse anlamadı. Hatta yeni kurulan Devlet
Tiyatrosu ve Devlet Operası sanatçıları devrin ileri gelenlerinin aşırı
iltifatlarına da mazhar olmaktaydılar. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Kimilerine göre Türk Operası 1950’li yıllarda altın
çağını yaşamıştı. Gerçekten de hem Hans Hörner<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn22" name="_ftnref22" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[22]</span></span><!--[endif]--></span></a>
gibi Alman, hem de Adolfo Camozzo<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn23" name="_ftnref23" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[23]</span></span><!--[endif]--></span></a>
gibi İtalyan şefler, Ankara Operası’nın en parlak günlerinin mimarlarıydı. Özellikle
Elvira de Hidalgo, Ankara Devlet Konservatuarı'nda Ferhan Onat, Suna Korat,
Müveddet Günbay, Işık Kurt gibi dünya çapında koloratur sopranolar yetiştirmişti.
İtalyan Bel Canto stilindeki operaları hem Ankara’da hem yurt dışında,
özellikle İtalya’da başarıyla yorumlayan sanatçılardı bunlar.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Hidalgo gibi savaş öncesinin “Prima Donna”larından biri
olan Giannina Arangi-Lombardi<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn24" name="_ftnref24" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[24]</span></span><!--[endif]--></span></a>
ise Leyla Gencer’i dünya sahnelerine hazırlamıştı. Ancak, Carl Ebert’in büyük
umutlarla yetiştirdiği ve II. Dünya Savaşı biter bitmez döndüğü İngiltere’deki
Glyndebourne Festivali’ne götürdüğü soprano Ayhan Aydan, Başbakan Adnan
Menderes’e aşık olunca, olası bir uluslararası kariyeri elinden kaçırmıştı.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1920’lerin sonu ile 30’lu yıllarda Almanya’ya gönderilen soprano
Semiha Berksoy, bariton Nurullah Şevket Taşkıran ve mezzo soprano Saadet
İkesus’un yıldızları Ebert’in ayrılmasıyla sönmeye yüz tuttu. Opera’da iktidar,
Ebert’in yetiştirdiği fakat görgü, yetenek ve birikim eksikliği yüzünden
Ebert’in yerini tutamayacak insanların eline geçmişti.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ankara Devlet Konservatuarı’nda Amar, Marcowitz gibi
Alman uzmanlar 1950’li yılların sonuna kadar öğrenci yetiştirmeye devam
ettiler. Eduard Zuckmayer ise 1972’de vefat edene kadar Gazi Eğitim Enstitüsü
Müzik Bölümü’nün başında kaldı.</span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">HELİKON DERNEĞİ</span></span></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<b><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6MjVcEZ-r2bxqXSEEu8P_nxPqvWgniylhfoNDSqzUNHiz_CaQX8OBTq0RHBijecuaLMlVa68iJlQxPwYrrrxPVfH1jLubBKohpUHKE-Qfn338ciFBzX5mRcc4NPZtWaT3vByABF8YIdeQ/s1600/helikon1.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEi6MjVcEZ-r2bxqXSEEu8P_nxPqvWgniylhfoNDSqzUNHiz_CaQX8OBTq0RHBijecuaLMlVa68iJlQxPwYrrrxPVfH1jLubBKohpUHKE-Qfn338ciFBzX5mRcc4NPZtWaT3vByABF8YIdeQ/s320/helikon1.jpg" width="226" /></a></span></b></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: left;">
<b><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1950’li yıllar Bülent Arel<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn25" name="_ftnref25" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[25]</span></span></span></a>
ve İlhan Usmanbaş<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn26" name="_ftnref26" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[26]</span></span></span></a>
gibi ikinci kuşak bestecilerinin büyük bir dinamizm ile Ankara müzik hayatını
canlandırdıkları yıllardı. Arel ve Usmanbaş, 1940’lı yıllarda Ankara Devlet
Konservatuarı’nda bir yandan Akses, Saygun, Erkin gibi birinci kuşak bestecileri
ile çalışırken öte yandan Alman hocalardan da ders almışlardı. Onlar birinci
kuşak besteciler gibi Avrupa’ya gönderilmediler, ne öğrendilerse merakları
sayesinde öğrendiler. Savaş sonrası Avrupa’sının sanat ve müzik akımlarını çok
yakından, neredeyse günü gününe izliyor ve kendi estetik anlayışlarını
oluşturuyorlardı. </span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span lang="TR"><b>Heli</b>kon Derneği 1953 yılında kuruldu. Derneğin kurucuları
Bülent ve Rahşan Ec</span><span lang="TR">evit, Bülent ve Selma Arel, İlhan ve Atıfet Usmanbaş, ressam
Rasin Arsebük ve eşi Zerrin Arsebük’tü. Gazeteci Nilüfer Yalçın ile Handan
Selçuk, Helikon’un kurucu kadrosuna sonradan dahil olmuşlardı. Bülent Arel’in
kurduğu Helikon Yaylı Çalgılar Orkestrası ilk konserini 4 Ocak 1953’de
vermişti. Helikon Orkestrası’nın programlarında “Şef” Bülent Arel, Barok
dönemden 20. yüzyıl bestecilerine kadar uzayan bir yelpaze uyguluyordu.
Örnekse: 28 Mart 1954 tarihli konser, Corelli’nin bir <i>Concerto Grosso</i>’su ile başlıyor, Samuel Barber’in <i>Serenade</i>’ı ile devam ediyor, Vivaldi’nin
<i>Viyolonsel Konçertosu</i> ve
Sutermeister’in <i>Divertimento</i>’sundan
sonra Bülent Arel’in <i>Bagatelle</i>’leri,
Debussy’nin <i>İki Prelüd</i>’ü ve
Respighi’nin <i>Antik Dansları</i> ile sona
eriyordu. Şan ve Oda Müziği Konseri başlıklı bir başka Helikon Derneği
konserinde bu kez “piyanist” Bülent Arel, soprano Leyla Gencer’e Duparc,
Musorgski, Ravel, Cemal Reşit Rey, Bülent Arel ve Manuel de Falla şarkılarında eşlik
ediyordu. Haftanın belirli günlerinde İlhan Mimaroğlu, Usmanbaş ve Arel
açıklamalı müzik dinletileri düzenliyorlardı. Resim atölyesini Cemal Bingöl
yönetiyor, Eşref Üren, Arif Kaptan, Füreya Kılıç, Cemal Tollu hem ders veriyor
hem de konferanslar ve sergiler düzenliyorlardı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Helikon Derneği’nin üç yıl süren başarısı ne yazık ki 6-7
Eylül 1955 olayları sonucu ortaya çıkan trajikomik suçlamalar dolayısıyla büyük
darbe yedi ve bir daha da kendine gelemedi. 6-7 Eylül’de özellikle İstanbullu
Rumların, ama genel olarak gayri müslimlerin evleri ve iş yerleri tahribedilmişti.
Sebep olarak Selanik’te Atatürk’ün evine bomba atılması gösteriliyordu. Güya
halkın bu olay üzerine milli hisleri galeyana gelmişti. O zaman çekilmiş
fotoğralarda milli hisleri galeyana geldiği söylenen halkın yüzde doksanının
çapulcular ve yağmacılardan oluştuğu görülebiliyordu. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Bülent Ecevit, Gergedan Dergisi’nin Temmuz 1988 sayısı
için yazdığı “Helikon” yazısında, olayların arkasından hemen sıkıyönetim ilân
edildiğini, askeri mahkemeler kurulduğunu ve soruşturmalar başlatıldığını
anlatıyor ve “...o arada, olaylarla hiç ilgisi olmayan birçok başka dernek
gibi, Helikon da geçici olarak kapatıldı ve dernek yöneticileri bir gece yarısı
evlerinden alınıp, günlerce sorguya çekildi...” diyordu. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">“Helikon” adı eski Helen yani Yunan mitolojisinden alındığı
ve Selanik de Yunanistan’da olduğunda göre bazı yetkililer düz mantık kurmuşlar
ve İstanbul’daki yağma olaylarının sorumluluğunu Ankara’da böyle işlerden hiç
haberi olmayan bir sanat derneğinin üstüne yıkabileceklerini ummuşlardı. Bülent
Ecevit’e göre sorgulamalar sırasında polisleri en çok zorlayan soyut ve
non-figüratif sanat konuları olmuştu.
Tabii, bu traji-komik sorgulamadan bir şey çıkmadı, hatta derneğin yeniden
açılmasına izin verildi ama üyelerin çoğunun hevesi kırılmış bir kere. Böylece
bu güne dek benzeri yenilenmemiş bir sanat ve müzik hareketi bağnaz politikalar
ve gericilik nedeniyle sona ermiş oldu.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">ANKARA MÜZİK FESTİVALİ<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1957 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk, Siyasal Bilgiler,
Dil-Tarih ve Coğrafya Fakülteleri öğrencilerinin kurdukları Üniversiteliler
Müzik Derneği, <b>Ankara Müzik Festivali </b>gibi
iddialı bir etkinlik düzenlemeye karar verdi.<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn27" name="_ftnref27" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[27]</span></span><!--[endif]--></span></a>
Festival broşürünün önsözünde şu satırlar yer alıyordu. “1948-50 yılları
arasında yapılan <b>Türk-İngiliz Müzik
Festivalleri</b> sayılmazsa, müzik tarihimizde Türk bestecilerinin eserlerinin
çalındığı toplu bir müzik olayına rastlanmaz... bu festival özellikle Türk
bestecilerinin eserlerini topluca sunabilmek için düzenlenmiştir. Programlarda
on beş Türk eseri yer almıştır. Gelecek festivallerde bu sayının daha da
artacağı umulabilir.”<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn28" name="_ftnref28" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[28]</span></span><!--[endif]--></span></a><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Konserler Büyük Tiyatro’da (şimdi Opera), Milli
Kütüphane’de, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde ve Devlet Konservatuarı’nda
veriliyor. Bu konserlerde Bülent Arel’in, sonraki yıllarda hiç çalınmayan <i>Piyano ve Mezzo Soprano için Rilke Liedleri,
İki Piyano için Varyasyonlar, Yaylı Çalgılar ve Timpani için Passacaglia ve Füg</i>
adlı eserlerinin yorumlandığı görülüyor. İhsan Künçer yönetimindeki
Cumhurbaşkanlığı Armoni Mızıkası konserinde klasik bando parçaları yanında
Refet Bey’in <i>Askeri Alay Marşı</i> da
çalınıyor. Ulvi Cemal Erkin’in <i>Piyano
Konçertosu</i>’nu eşi piyanist Ferhunde Erkin yorumluyor. Genç Türk Sanatçıları
konserini Pertev Apaydın yönetiyor, İlhan Usmanbaş’ın <i>Keman Konçertosu</i>’nu Ulvi Yücelen yorumluyor.<o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Gerçekten de 1958 ve 59 yıllarında tekrarlanan <b>Ankara Müzik Festivali</b>’nde sunulan Türk
eserleri sayısına sonraki yıllarda hiçbir ortamda ulaşılamadı. Ne var ki,
derneğin kurucuları üniversiteden mezun olduktan sonra bayrağı taşıyacak
müziksever ve idealist genç bulunamamış ve festival devam edememişti. Ancak üç
yıl süren bu etkinlik müzik tarihimizdeki müstesna yerini hep muhafaza etti. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1957’deki ilk Festival programında Bülent Arel, Ulvi
Cemal Erkin, Adnan Saygun, Bülent Tarcan ve İlhan Usmanbaş’ın eserlerine yer
verilmişti. Bu bestecilerin en yaşlısı henüz 50 yaşındaydı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1958’de besteci sayısı artmış ve üçüncü kuşak
bestecilerinden Cenan Akın ile Muammer Sun programa girmişlerdi. Programlarda
ayrıca yine Bülent Arel’in 1. Senfonisi, Ulvi Cemal Erkin, Adnan Saygun ve
İlhan Usmanbaş’ın farklı eserleri yer alıyor. Bestecilere bu kez Ekrem Zeki Ün
ve Nevit Kodallı da katılıyordu. Festivalde caza da yer veriliyor ve “Erol
Pekcan Topluluğu” konserinin yanı sıra Caz Müzisyenleri Sergisi açılıyor ve
“tape” konseri, yani makara teyplere kaydedilmiş özgün ve özel müzik konseri
düzenleniyordu. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1959 yılında düzenlenen<b> Ankara Müzik Festivali</b>’ne katılan besteciler arasında yine Arel,
Erkin, Saygun, Kodallı ve Usmanbaş var. Bu bestecilere Muzaffer Arkan, İlhan
Baran, Kemal İlerici, Cemal Reşit Rey ve Adanalı besteci Yalçın Yüregir de katılıyor. Festival
kitapçığında Derneğin yeni başkan yardımcısının Ece Ayhan olduğu belirtiliyor.
Kurucu üyelere Özgen Sağun, Altan Soygüt ve Özcan Taylan’ın katıldığı
görülüyor. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Nevit Kodallı, Asaf Halet Çelebi, Erdoğan Tokmakçıoğlu,
Ümit Yaşar Oğuzcan, Cahit Külebi, Metin Eloğlu, Oktay Rıfat, Şinasi Nihat,
Mehmet Kemal, Sunullah Arısoy, Orhan Veli, Melih Cevdet ve Özdemir Asaf’ın
şiirleri üzerine şan ve piyano için <i>Garib
Şiirler Albümü</i>’nü bestelemiş, Bas Hilmi Girginkoç'a besteci ve piyanist
Nevit Kodallı eşlik ediyor. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İlhan K. Mimaroğlu da besteci olarak ilk kez halk
karşısına 1959’da çıkıyor. <i>Gereksiz
Parçalar </i>(1956) ile solo klarinet için <i>Monolog
</i>(1958) adlı eserleri festival programına alınıyor. Metin And “Türk Halk Danslarının
Sahneye Uygulanması” konulu bir müzikli açıklamalı konferans veriyor. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Üniversite gençliğinin politik açıdan aktif ve duyarlı
olduğu yıllardı bu yıllar. Nitekim 1960 cuntası, arkasına üniversite camiasının
gücünü ve rüzgârını alarak cesaretlenmişti bir bakıma. Öte yandan, üniversite
gençliğinin kültür ve sanata merakı da hatırı sayılır derecede güçlüdür 1950’li
yıllarda. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın DTCF salonunda verdiği
açıklamalı Cumartesi konserleri hıncahınç dolar. Öğrenciler pencere içlerine,
kaloriferlerin üstlerine tüneyerek konser dinlerler. <o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1950’Lİ YILLARDA İSTANBUL VE İZMİR<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Başkentin durumu bu merkezdeyken İstanbul’da çok faal
olan Filarmoni Derneği müzik hayatının dinamosu görevini üstlenmiştir. 1945
yılında kurulan dernek, 1948’de <b>Filarmoni
</b>dergisini çıkarmaya başlar. Dergiyi yazar Burhad Arpad, batıdaki örnekleri
düzeyine çıkarmış, yazarları arasına Vedat Nedim Tör, Nadir Nadi, Fikri
Çiçekoğlu, Seyfettin Çürüksulu, Faruk Yener, Orhan Borar, Cemal Reşit Rey gibi
sanat ve kültür dünyasının kremasını katmıştı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1953'de İstanbul Filarmoni Derneği'nin Yaylı Çalgılar Oda
Orkestrası kuruldu. Orkestrayı Cemal Reşit Rey yönetiyordu. Muhittin Sadak<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn29" name="_ftnref29" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[29]</span></span><!--[endif]--></span></a>
ise koro ve vokal müzik toplulukları kurup yönetiyordu bu yıllarda. Ne var ki
İstanbul Filarmoni Derneği, 1960 ihtilâlından dolaylı olarak olumsuz etkilendi.
İstanbul Belediyesi'nin başına gelen asker belediye başkanlarının yaptıkları
ilk iş kendilerine bağlı olan sanat kurumları ile uğraşmak oldu. 1950'li yıllar
boyunca dernekle işbirliği halinde konserler veren İstanbul Şehir Orkestrası'nın
bağımsızlığı, İstanbul Belediyesi tarafından elinden alındı. Orkestranın dernek
konserlerine katılması istenmedi. Zaten askerlerin derneklere de alerjileri
vardı malum. Doğal olarak bu durum Kontiya'nın konser angajmanlarını da
baltaladı. İstanbul'a davet edilen dünya çapında müzisyenler orkestra ile
konser veremeyince Kontiya da zarar etmeye başladı. Ayrıca, hem geniş sosyal
çevresi hem de sanatçı kişiliği ile derneğin en etkin kişisi olan ressam Frumet
Tektaş'ın zamansız ölümü, İstanbul Filarmoni Derneği'nin altın döneminin sona
ermesinin en önemli nedenlerinden biri oldu. <a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn30" name="_ftnref30" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="font-size: 12pt;">[30]</span></span><!--[endif]--></span></a><o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İzmir'e gelince: İzmir Müzik Okulu 1954 yılında
kurulmuştu. Okulun ilk müdürü besteci ve obuacı Orhan Barlas, İzmir Filarmoni
Orkestrası'nın da kurucusuydu. Prof. Önder Kütahyalı bu okulun ve konservatuarın
kuruluş öyküsünü şöyle anlatıyor:<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span lang="TR">"</span><span lang="TR" style="font-size: 10pt;">Müzik
Okulu"nda Eğitim, Ortaokul ve Lise öğrencilerine yönelik Piyano, Keman ve
Ses Eğitimi kurslarından oluşuyordu. Solfej ve Uyum Bilgisi (Armoni) dersleri
de okutulmaktaydı. Müdür Orhan Barlas ile birlikte okulda şu öğretmenler görev
yapmaktaydı:<span class="apple-converted-space"> </span><br />
Seride Barlas: Piyano,<span class="apple-converted-space"> </span><br />
Madam Marta Amati: Keman,<span class="apple-converted-space"> </span><br />
Nazime Aybirtek: Ses Eğitimi,<span class="apple-converted-space"> </span><br />
Şahap Ruhselman ve Muzaffer Uz: Solfej.<span class="apple-converted-space"> </span><br />
Bu değerli sanatçılar, hem Müzik Okulu''nun hem de Konservatuar''ın
kurucularıdır; hocalarımızı saygıyla anıyoruz.<span class="apple-converted-space"> </span><br />
Orhan Barlas, amatörlerden oluşan Senfoni Orkestrası'nı geliştirerek, yılda on dolayında dinleti verebilir duruma
getirdi. Ayrıca spor salonu okulun
bünyesine alınarak onarıldı ve dinleti salonuna dönüştürüldü. Düğün salonu da
okula katıldı ve çalışma yeri olarak kullanıldı.<span class="apple-converted-space"> </span></span><span lang="TR" style="font-size: 6.5pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 10pt;">Böylesine
olumlu gelişmelerin ve kurslara katılan öğrencilerde görülen başarının mutlu
sonucu olarak 1958 yılında "Müzik Okulu"na "Konservatuar"
statüsü verilmesi kararlaştırıldı. 1958-59 ders yılı başında yapılan sınavla
okula beş öğrenci alındı ve 26 Aralık 1958'de düzenlenen küçük bir törenle
"İzmir Devlet Konservatuarı" resmen açıldı.<span class="apple-converted-space"> "</span><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="color: black; font-size: 10pt;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn31" name="_ftnref31" title="">[31]</a></span></span><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn31" name="_ftnref31" title=""><!--[endif]--></a></span><span class="apple-converted-space"><o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR" style="font-size: 10pt;"><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></span></span></div>
<div align="center" style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt; text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">27 MAYIS VE 60'LI YILLAR<o:p></o:p></span></span></b></div>
<div align="center" style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt; text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></b></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Öte yandan Ankara ve
İstanbul'da 1960'lı yılların başlarında müzikte çağdaşlığı yakalamaya yönelik
çalışmalar yoğunluk kazanır. Türkiye Radyo Televizyon kurumunun BBC örnek
alınarak özerk bir yayın organı olarak kurulması umut vericidir. Faruk Güvenç<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn32" name="_ftnref32" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="color: black; font-size: 12pt;">[32]</span></span><!--[endif]--></span></a>,
1956 yılında Ankara Radyosu'na batı müziği programcısı ve ton-meister olarak
atanır ve kısa zamanda müzik yayınları şefliğine yükselerek bir dizi atılımın
yaratıcısı konumuna gelir. 1962'de müzik üzerine düşünmeye olağanüstü
hareketlilik getiren "Opus" dergisini çıkarmaya başlar.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Aydın Gün, 1961 yılında
İstanbul Belediyesi'ne bağlı Şehir Operası'nı kurar. Operanın kurulması
İstanbul Şehir Orkestrası'nın zayıflamasına neden olmuştur. Orkestrada uzun
yıllar birinci keman grubu üyesi olan Dr. Erdoğan Saydam, bu zayıflamanın
nedenlerini şöyle açıklar:<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><span lang="TR">"</span><span lang="TR" style="font-size: 10pt;">1961
yılında belediyeye bağlı olarak kurulan Şehir Operası, Şehir Orkestrası'nda yer
alan 30 kadar yetenekli müzikçiyi kendi kadrosuna çekti. Ayrıca orkestranın
daimi şefi Cemal Reşit Rey ve 25 kadar orkestra üyesi emekliliklerini
istediler. Adeta konser verilemeyecek hâle gelindi..."<span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="color: black; font-size: 10pt;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn33" name="_ftnref33" title="">[33]</a></span></span><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn33" name="_ftnref33" title=""><!--[endif]--></a></span><o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR" style="font-size: 10pt;"><span class="MsoFootnoteReference"><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">İstanbul'da bu tür
olumsuzluklar yaşanırken Ankara, müzik konusunda iktidarı elinde tutmaya devam
ediyordu. 1959 yılında Rockefeller Vakfı'nın bursu ile Amerika Birleşik
Devletleri'ne giderek, New York'daki Columbia-Princeton Elektronik Müzik
Merkezi'nde elektronik müzik alanında öncü çalışmalar yapan Bülent Arel, 1962
yılında yurda döndü ve TRT Ankara Radyosu Batı Müziği Yayınları şefliğini üstlendi.
1964'de TRT Madrigal Korosunu kurdu. Öte yandan da Ortadoğu Teknik Üniversitesi
müzik kulübünde öğrencilerle koro çalışmaları yapmaya başladı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Faruk Güvenç, 1965 ile
1967 yılları arasında TRT'nin çağdaş bestecilere eser ısmarlamasına yönelik
çalışmalarıyla büyük bir hizmet gerçekleştirmişti. Ismarlanan eserler icra ediliyor
ve TRT tarafından kaydediliyordu. Ulvi Cemal Erkin'in <i>Konçertant Senfoni </i>(1965) ve <i>Senfonik
Bölüm </i>(1967) başlıklı eserleri, İlhan Usmanbaş'ın <i>Kurtuluş Savaşı Adına Bölüm </i>(1965-66), TRT siparişlerinden sadece
birkaç örnek olarak verilebilir. <o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt; text-align: center;">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><b><span lang="TR">1970 VE SONRASI</span></b><span lang="TR"><o:p></o:p></span></span></div>
<div align="center" style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt; text-align: center;">
<b><span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span></b></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">20. yüzyılın ilk
yarısında dünyaya gelenler için bundan sonrası yakın tarih sayılır. 1968
olayları. 12 Mart cuntası. Yeniden altüst olan toplumsal ve kültürel hayat.
1970'li yıllar aynı zamanda çoğu müzisyenin Ankara'dan İstanbul'a göç
yıllarıdır. Göç nedenlerinden biri eğer Ankara'nın kirli havasıysa, bir başka
neden de Ankara'daki siyasi havanın ağırlığıdır. Ankara'daki bu olumsuz
gelişmelere karşın İstanbul Müzik yaşamı 1970'lerde birdenbire hareketlenir.
Atatürk Kültür Merkezi açılır. İstanbul Şehir Operası, 1969-70 sezonunda
İstanbul Devlet Opera ve Balesi'ne dönüşür. Şehir Orkestrası, 1972 yılında
İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası olur. Devlet kadrolarına kavuşan eski
belediye sanatçıları bir süre için rahat nefes alırlar. Ne var ki her iki kuruma
da amatör bir ruhla yıllarını vermiş olan Gayri Müslim vatandaşlara birer
ikişer yol görünür. Yeni statüler amatörleri bünyesinde barındırmak istemez. Oysa
İstanbul'un renkli müzik ortamı o amatörler sayesinde onca yıl yaşamıştır. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Artık kimin "âhı"
tuttuysa, Atatürk Kültür Merkezi yanar. Sabotaj mı, yoksa binayı paylaşan
Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Cüneyt Gökçer ile İstanbul Devlet Operası
Müdürü Aydın Gün'ün birbirleriyle çekişmelerinden kaynaklanan görev karışıklığı
ve ihmali dolayısı ile mi yandı tam açıklığa kavuşamaz. Tabii ki, yangından
sorumlu tutulanlar yine bir kaç talihsiz itfaiye memuru ile o günlerin terör
ortamında yakalanan olağan şüpheli devrimcilerdir. Onlar da uygulanan işkence
sonucu binayı yaktıklarını "itiraf" ederler.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Ankara'dan İstanbul'a göç
eden müzikçilerin de takviyesi ile 1971-72 ders yılında İstanbul Devlet
Konservatuarı Fuat Turkay'ın<a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftn34" name="_ftnref34" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span lang="TR" style="color: black; font-size: 12pt;">[34]</span></span><!--[endif]--></span></a>
çabalarıyla kurulur. Ahmet Adnan Saygun, Cemal Reşit Rey, Cevat Memduh Altar
gibi müzik devriminin hayatta kalan ağır topları İstanbul Devlet
Konservatuarı'nda buluşurlar. Kısa zamanda Bülent Tarcan ve İlhan Usmanbaş da
katılır öğretmen kadrosuna. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1970'li yılların müzik
hayatımız açısından önemli atılımlarından biri de İstanbul Kültür ve Sanat
Vakfı'nın kurulmasıdır. Vakfın kurucuları arasında en başta Nejat F.
Eczacıbaşı, Cevat Memduh Altar ve Büyükelçi Muharrem Nuri Birgi'yi saymalı ve rahmetle
anmalıyız. Cumhuriyet'in 50. yılı kutlamalarının en anlamlısı hiç kuşkusuz bu
vakfın büyük bir profesyonellik, bilgi ve enerjiyle oluşturduğu ve bugüne dek yaşayan İstanbul Festivali'dir.
<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1977 yılında ise TRT
Ankara Oda Orkestrası gibi uluslararası niteliklerle donanmış bir topluluk
kazanmıştı müzik dünyamız. Suna Kan, Faruk Güvenç ve Gürer Aykal üçlüsünün
inisiyatifleri ile kurulan ve kısa zamanda hem yurt içi hem de yurt dışında ün
yapan bu topluluk ne yazık ki İstanbul Festivali kadar uzun ömürlü olamadı.
Faruk Güvenç'in ölümü, Gürer Aykal'ın eşi koreograf Duygu Aykal'ın hastalığı
dolayısıyla yurt dışına gitmesi bu orkestranın dağılmasına yol açtı. Ne var ki
TRT Ankara Oda Orkestrası, müzisyenlere kendi başlarına topluluklar kurma
konusunda örnek oldu ve özel kuruluşların da böyle müzik toplulukları kurmaya
heves etmelerine yol açtı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<span lang="TR"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">1980 sonrasını ise
çoğumuz biliyoruz. 12 Eylül 1980 darbesi ve Turgut Özal sonrası Türkiye'sindeki
tüm olumlu ve olumsuz gelişmelerin, soğuk savaşın bitimiyle ortaya çıkan yeni
gerçeklerin, dünyadaki hızlı teknolojik atılımların müziğimize yansımaması
düşünülemezdi. 1980 sonrası kültür ve sanat hayatımızı “kültür endüstrisi”
bağlamında bir bütün olarak ele alarak ameliyat masasına yatıracak gözü pek
araştırmacılara gereksinimiz var. Müziğimizin yakın tarihini incelemek ve
yansız bilimsellikle irdelemek bundan böyle YÖK yasası ile Üniversiteleşen
Konservatuarlarımızın Müzikoloji Bölümü mezunlarının aslî görevlerinin en
önemlisi olacaktır kuşkusuz. <o:p></o:p></span></span></div>
<div style="background: #F7F8FC; mso-line-height-alt: 9.6pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div>
<!--[if !supportFootnotes]--><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><br clear="all" />
</span><br />
<hr align="left" size="1" width="33%" />
<!--[endif]-->
<br />
<div id="ftn1">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref1" name="_ftn1" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 10pt;">[1]</span></span><!--[endif]--></span></a> <span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1902-1995)</span><span lang="TR"><o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn2">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref2" name="_ftn2" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[2]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1909-2007)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn3">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref3" name="_ftn3" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[3]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1911-1972)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn4">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref4" name="_ftn4" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[4]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1906-1966)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn5">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref5" name="_ftn5" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[5]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1899-1968),<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn6">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref6" name="_ftn6" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[6]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1910-1992)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn7">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref7" name="_ftn7" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[7]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1910-1987)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn8">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref8" name="_ftn8" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 10pt;">[8]</span></span><!--[endif]--></span></a> <span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1901-1955)</span><span lang="TR"><o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn9">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref9" name="_ftn9" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[9]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> Gökyay, Orhan Şaik,
“Ankara Devlet Konservatuarı Tarihçesi” <i>Güzel
Sanatlar Dergisi,</i> sayı: 3, sayfa: 49, Ankara, Ekim 1941.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn10">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref10" name="_ftn10" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[10]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">Licco veya Liko Amar (d. Budapeşte 1891-ö. Freiburg 1959)
Osmanlı Musevi tebaasından Macaristan doğumlu kemancı. Berlin Filarmoni
Orkestrası Başkemancısı, 1915. “Amar Kuartet”i kurucusu 1921-1929. Üyeler:
Amar: I. keman, Walter Caspar: II: keman, Paul Hindemith: viyola, Mauritz
Franck: viyolonsel.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn11">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref11" name="_ftn11" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[11]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> Avusturyalı besteci ve
eğitimci, Necil Kâzım Akses’in hocası. <o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn12">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref12" name="_ftn12" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[12]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">Alman besteci (d. Hanau 1895-ö. Frankfurt 1963)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn13">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref13" name="_ftn13" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[13]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">Alman tiyatro ve opera rejisörü (d. Berlin 1887-ö. Santa
Monica, California 1979)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn14">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref14" name="_ftn14" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[14]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> Laszlo, Filiz Ali,
“Atatürk ve Ankara Devlet Konservatuarı’nın Kuruluşu”, <i>Atatürk Türkiye’sinde Müzik Reformu Yılları</i>, Filarmoni Derneği
Yayınları, İstanbul 1982.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn15">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref15" name="_ftn15" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[15]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> <span lang="TR">(1881, <span style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial;">Nagyszentmiklós</span> -<span style="background-color: white; background-position: initial initial; background-repeat: initial initial;"> </span>1945, New York)<o:p></o:p></span></span></span></div>
</div>
<div id="ftn16">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref16" name="_ftn16" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[16]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> Alman piyanist, müzik eğitimcisi,
Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü Başkanı ( 1890, Nackenheim-1972, Ankara)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn17">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref17" name="_ftn17" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[17]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> <span lang="TR">(1880, Berlin
-1946, Ankara)<o:p></o:p></span></span></span></div>
</div>
<div id="ftn18">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref18" name="_ftn18" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 10pt;">[18]</span></span><!--[endif]--></span></a> <span lang="TR">Birkan, Üner,<i> İdil Biret’e Armağan</i>, sayfa 22, Sevda-Cenap And Müzik Vakfı
Yayınları, Kasım 1997, Ankara.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn19">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref19" name="_ftn19" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 10pt;">[19]</span></span><!--[endif]--></span></a> <span lang="TR">Tacar, Ali Emel, “Şehir Orkestrası’nın
ve Filarmoni Derneği’nin Kuruluşu”, <i>Atatürk
Türkiye’sinde Müzik Reformu Yılları</i>, Filarmoni Derneği Yayınları, İstanbul
1982.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn20">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref20" name="_ftn20" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[20]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">6 Ocak 1948.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn21">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref21" name="_ftn21" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[21]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(1892, Aragon -1980, Milano)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn22">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref22" name="_ftn22" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[22]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">Alman Orkestra Şefi. (d. Münih 1903- ö. Münih 1968)
1948-55 yılları arasında Ankara Devlet Operası ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni
Orkestrası şefliğini yaptı.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn23">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref23" name="_ftn23" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[23]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> 1949’da Ankara Devlet
Operasına orkestra ve koro şefi olarak atanan İtalyan Orkestra şefi. (d.
1910-ö. Bergamo 1977)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn24">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref24" name="_ftn24" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[24]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> <span lang="TR">İtalyan soprano
(1891, Marigliano -1951, Milano) 1924-1930 yılları arasında Milano Scala
operasında Toscanini ile çalıştı. 1947’de Ankara operasına şan uzmanı olarak
atandı. Leyla Gencer’in hocasıydı. Ölümünden kısa bir süre önce İtalya’ya
döndü.<o:p></o:p></span></span></span></div>
</div>
<div id="ftn25">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref25" name="_ftn25" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[25]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> Bülent Arel ( 23 Nisan
1919, İstanbul - 24 Kasım 1990, New York) besteci, piyanist ve elektronik
müzikte öncü.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn26">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref26" name="_ftn26" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[26]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt;"> İlhan Usmanbaş </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">(28 Eylül 1921, İstanbul)<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn27">
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref27" name="_ftn27" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[27]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> ÜMD kurucuları arasında
Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden Filiz Alkor (sonradan Büyükelçi Filiz Dinçmen),
Sezer Birsel (sonradan Üner Birkan ile evlendi ve Sezer Birkan oldu), Hukuk
Fakültesi’nden Güler Ürgen (ressam Güler Gönlübol), Oğuz Onaran (piyanist,
sonradan Prof. Dr., Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi eski Dekanı, sinema
ve müzik tutkunu akademisyen), Ziya Arıkan (TRT İnceleme-Araştırma
danışmanlığından emekli), Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden Sunuk Pasiner
(sonradan Koç Grubunda Basın ve Halkla İlişkileri yürüttü) vardı. <o:p></o:p></span></span></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoFootnoteText">
<br /></div>
</div>
<div id="ftn28">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref28" name="_ftn28" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[28]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: NL;"> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">Ankara Müzik Festivali,
Üniversiteliler Müzik Derneği, Güney Matbaası-Ankara 1957<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn29">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref29" name="_ftn29" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[29]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: NL;"> <span lang="NL">Muhittin Sadak (</span></span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">d. 1900-ö. 1982 İstanbul)
Viyolonselist, ve koro şefi. 1923'de Darülelhan korosunu kurdu. 1944'de bu koro
İstanbul Belediyesi Korosu adını aldı. 1959'da İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda opera denemelerine
başladı. İstanbul Şehir Operası'nın ve Devlet Operası'nın kurulmasına katkıda
bulundu.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn30">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref30" name="_ftn30" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[30]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> <span lang="TR">1962.<o:p></o:p></span></span></span></div>
</div>
<div id="ftn31">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref31" name="_ftn31" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[31]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">Prof. Önder Kütahyalı,
"Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuarı Kuruluşu ve Gelişimi",
DEÜ internet sitesi.<o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn32">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref32" name="_ftn32" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9.0pt;"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 9pt;">[32]</span></span><!--[endif]--></span></span></a><span style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"> <span lang="TR">Faruk Güvenç (1926,
Ankara-1982 , Ankara) Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası viyola grubu üyesi, müzik
eleştirmeni, TRT Ankara Radyosu müzik program yapımcısı, müzik yayınları şefi.<o:p></o:p></span></span></span></div>
</div>
<div id="ftn33">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref33" name="_ftn33" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 10pt;">[33]</span></span><!--[endif]--></span></a> <span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;">"Müzik Değişimi Yıllarında İstanbul", <i>Atatürk Türkiye'sinde Müzik Reformu Yılları,</i>
sayfa 41, Filarmoni Derneği Yayınları, İstanbul 1982. <o:p></o:p></span></span></div>
</div>
<div id="ftn34">
<div class="MsoFootnoteText">
<span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;"><a href="file:///C:/Documents%20and%20Settings/toshiba/Desktop/20.%20Y%C3%9CZYILIN%20T%C3%9CRK%C4%B0YE%20M%C3%9CZ%C4%B0K%20HAR%C4%B0TASI.doc#_ftnref34" name="_ftn34" title=""><span class="MsoFootnoteReference"><!--[if !supportFootnotes]--><span class="MsoFootnoteReference"><span style="font-size: 10pt;">[34]</span></span><!--[endif]--></span></a> </span><span lang="TR" style="font-size: 9.0pt; mso-ansi-language: TR;"><span style="font-family: Arial, Helvetica, sans-serif;">Fuat Turkay, (1907-2000) Piyanist, 1948-62 yılları arasında
Ankara Devlet Konservatuarı piyano
öğretmeni ve müdürü.</span><o:p></o:p></span></div>
</div>
</div>
Filiz Alihttp://www.blogger.com/profile/11874016585368582224noreply@blogger.com2