14 Nisan 2013 Pazar

SABAHATTİN ALİ'NİN HİKAYE VE ROMANLARINDA KADINLARA BAKIŞI VE MÜZİK

Şubat 1942 Ankara Devlet Konservatuarı bahçesinde  Sabahattin Ali



Sabahattin Ali’nin mektup, hikâye ve romanlarındaki mekân ve kadın betimlemeleri, bir de araya serpiştirdiği şarkı ve türküler onun hassas gözlemciliğini müzikle eşleştirmesini işaret eder. Mektuplarından birinde eski Üsküdar evlerindeki yaşayışı şöyle anlatır örneğin:
         
Üsküdar’da siyah, eğri büğrü ahşap evler vardır. Bahçelerinde çok kere bir dut, bir erik ve duvar kenarlarında bir yabani incir ağacı bulunur. Anne ya kuyudan su çekmek yahut patlıcan kızartmakla ve bu esnada ya kaynanasına çatmak yahut ta kendi kendine türkü söylemekle meşguldür. Muhakkak bir taraftan dikişi sökülmüş olan mercan terliklerini sürüyerek şuraya buraya dolaşır, gıcırdayan ve inleyen merdivenlerden yukarı çıkar, gözlerini çekebilmek Herkül kuvvetine bağlı olan bir konsolda aranır ve dudakları mütemadiyen mırıldanır:
          Adalar sahilinde bekliyorum…

Ya da daha sonra Hanende Melek hikâyesinde işleyeceği hanende hakkında arkadaşı Ayşe Sıtkı’ya Sinop Hapishanesinden yazdığı mektuptaki şu cümleler:

Yozgat’ta eğlence namına bir kahvede icrai ahenk eden kötü bir saz heyeti vardı, bu heyetin hanendesi Melek isminde bir genç kızdı. Şehirdeki bütün zabitler, mütekait memurlar ve kasaplar bu kıza âşıktılar ve kızcağız bunların ısrarıyla gecede belki on defa kırıtarak “Bahçelerde haşlama/ haşlamayı taşlama” şarkısını söylerdi. Ben de ayakta duramayacak kadar sarhoş, bir köşede oturur, garsonu çağırarak sazdan “Gösterip âyâra lütfun bizlere bîgânesin” yahut ta “Bir dâme düşürdü beni ki bahtı siyahım/ Vallahi bu sevdada yoktur benim günâhım” şarkılarını isterdim.


Ya da:
Konya Belediye Bahçesi’nde oldukça düzgün bir saz heyeti vardı ve bu heyette Muhsine isminde, bermutad memleket hovardalarının elbirliğiyle yangın oldukları bir kız vardı. Sesi hakikaten güzeldi. En hoşuma giden şarkısı da “Geçti Muhabbet demi/ Ağla gönül, yan gönül” diye bir şeydi. Sazın icra-i ahenk ettiği sarmaşıklı köşkte ayağa kalkar, vücudunu hafifçe ileri uzatıp başını yana büker, sarhoş ve yorgun gözlerini bütün bahçedekilerde dolaştırarak tatlı, çok tatlı bir sesle söylerdi: Geçti muhabbet demi/Ağla gönül, yan gönül.”

Yine Ayşe Sıtkı’ya 1933’te Sinop’tan yazdığı bir mektupta sonradan Kürk Mantolu Madonna romanının kahramanı olacak olan Maria Puder’den ve onunla birlikte anılarında yer eden Berlin’den ve yine şarkılardan söz eder:

Almanya’da Frolayn Poder isminde bir hanıma ziyadesiyle âşıktım.
O zamanlarsa Berlin’de şu meşhur “Deli Şarkıcı” filmi oynamıştı ve oradaki Sonny Boy şarkısı herkesin ağzındaydı. Şimdi bunu mırıldanınca sisli ve yağmurlu Ekim günlerinde Maria ile müzelere veya sinemaya gidişim aklıma gelir…
Sonra Berlin civarında Templin adında küçük bir kasabada bulundum. O zaman da bir Foxtrot herkesin ağzındaydı. “In einem kleinen Konditorei/Bir küçük pastacı dükkânında” diye başlayan bir Foxtrot, Pazar günleri kasaba civarındaki kır gazinosunda elli defa çalınır ve kocaman pabuçlu, iri parmaklı esnaf çırakları siyah elbiselerini düzelterek kırmızı yüzlü, ablak suratlı ve bulaşık yıkamaktan elleri bozulmuş hizmetçi kızları dansa kaldırırlardı. 

İçimizdeki Şeytan romanında Macide, piyano çalar, konservatuar’da öğrencidir. Oysa kocası Ömer ve onun arkadaşlarının hiç o taraklarda bezleri yoktur. Macide kocasının zoruyla saza gider ve:

“Biraz sonra uzun boyu, pembe renkte tuvaletiyle hanende Leyla göründü. Ağır ağır, etrafına tebessümler saçarak masaların arasından geçiyor ve en aşağı yarım kilo altın bilezik taşıyan sol eliyle boyalı ve kıvırtılmış saçlarını düzeltiyordu. Tahta basamakları çıkarken bütün bahçede müthiş bir alkış koptu. Leyla gayet kibar reveranslarla hayranlarını selamladı. Arkasından gelen garsondan inci işlemeli pembe çantasını aldı ve omuzlarındaki ince tül pelerini ona verdi. Başıyla saza kısa bir işaret yaptıktan sonra ellerini memelerinin biraz altında kavuşturarak yanık ve güzel bir halk şarkısına başladı.”

Kürk Mantolu Madonna romanında Raif Efendi, tutkuyla peşine düştüğü Kürk Mantolu kadını Atlantik Kabaresi’ne kadar takibeder:  

Salon birden karardı. Yalnız orkestranın bulunduğu yerde hafif bir ışık vardı. Dans edilen yer boşalmıştı. Biraz sonra ağır bir müzik başladı. Sazların arkasından doğru ince bir keman sesi duyuldu. Ses yavaş yavaş yaklaşıyordu. Beyaz ve çok dekolte bir tuvalet giymiş olan genç bir kadın, keman çalmakta devam ederek, aşağıya indi. Gayet alçak, fakat erkek sesine yakın bir alto ile zamanın modası olan şarkılardan birini söylemeye başladı. Bir projektör, yerde yumurta şeklinde bir daire çizerek, sanatkârı aydınlatıyordu…
Her şarkıdan sonra birkaç alkış duyuluyor ve kadın başıyla orkestraya başka bir şey çalmasını işaret ediyordu. Sonra aynı kalın ve şikâyet dolu sesiyle diğer bir şarkıya başlıyor, beyaz eteklerinin altında kaybolan ayaklarını parkelerin üzerinde sürüyerek masadan masaya ilerliyor ve birbirinin boynuna sarılmış duran sarhoş çiftlerin başucunda veya içinde neler olup bittiği görülmeyen locaların kapalı perdeleri önünde, başını kemana yaslayarak, pek usta olmayan parmaklarını tellerde dolaştırıyordu.

Sabahattin Ali, Almanya dönüşü önce Bursa’nın Orhaneli ilçesinde ilkokul öğretmenliğine atanmış, sonra Ankara Hazi Eğitim Enstitüsü’nde açılan dil yeterlik sınavını kazanınca da 24 Eylül 1930’da Aydın Ortaokulu Almanca öğretmenliğine tayin edilmişti. Berlin’deki hayatı ile uzaktan yakından ilgisi olmayan bir ortamın içindeydi artık. Ayşe Sıtkı’ya yazdığı bir mektupta,

Aydın’a gittim, kışın kötü bir meyhanede, yazın Tellidede dedikleri yerde içerdik, ve her içişimizde uzak veya yakın bir gramofon, ya:
                   "Bakıp bakıp ne durursun yüzüme..."
Yahut da:
                   "Gözlerine sürme çek, kına yak parmağına..."

şarkılarını bağırırdı. Bunlar bana en sevdiğim bir şehri, Aydın’ı; ve en sevdiğim bir zamanı, Aydın’daki hayatımı yadettirir. Aydın’dan ayrılacağım sıralarda bir miralayın kızına abayı yakmıştım. Akrabasından bir Harbiyeli, kızı elimden pek çabuk aldı ve nişanlandı. Yalnız daha ahpap olduğumuz zamanlarda bile Aydın’da Pınarbaşı bahçesinde kızın ailesi ile oturur ve alay kumandanı olan babasıyla içerken gramofon nedense mütemadiyen,

                   "Bir Harbiyeli Çamlıcada aklımı aldı."

Şarkısını çalardı. Fethiye ismindeki kızcağız meğer beni oyalarken bu Harbiyeli ile işi pişirmekteymiş.

diyerek yine işin içine bir şarkı koymayı ihmal etmiyor.

Hasanboğuldu benim en sevdiğim hikâyelerinden biridir Sabahattin Ali’nin. Kazdağlarına, Adalar denizine, dayanıklı ve güçlü kuvvetli Yörük kızlarına bir güzellemedir Hasanboğuldu.

“Hacer kız” dedim, “Emine’nin Gök Büvet’te oturup söylediği koşmalardan bildiğin var mı? Obaya varmadan bana bir tanesini söyleyiver!” …
[Hacer] “Sana Emine’nin bir koşmasını okuyuvereyim!” dedi. “Hasanına kavuşmadan az önce bunu söylemiş derler!” Biraz düşündü; gözleri kapalı ilave etti: “Kim bilir…”
Sonra arkasındaki çam ağacına sırtını dayadı, heybesini sağ omzundan yere düşürdü, gözlerini yere dikti; hafif, fakat tüyler ürpertecek kadar içli bir sesle şu koşmayı okudu:


                   Uzaklardan sesin aldım;
                   Çevreni derede buldum;
                             Nereye gittiğin bildim,
                             Hasanım ardından geldim.

                             Sarı kâhküllü, dal boylum;
                             Saz benizli, ayva tüylüm;
                             Tatlı sözlü, melek huylum,
                             Hasanım ardından geldim.

                             Köyden, obadan kovulan,
Duru sularda boğulan,
Toz, köpük olan dağılan
Hasanım ardından geldim.

Sarp dağlara getirdiğim,
Kavuşmadan yitirdiğim,
Ak kefensiz yatırdığım,
Hasanım ardından geldim.

Emineyi yaslı eden,
Kerem olup Aslı eden,
Dağı taşı sesli eden,
Hasanım ardından geldim.

Sabahattin Ali, Ses hikâyesinde bir yol amelesinin söylediği türküye geniş yer verir:
Yol amelesinin çadırı tarafından gelen saz sesi, ustaca çalınan bir meyandan sonra, susar gibi oldu ve bir erkek sesi o zamana kadar duymadığımız, fakat bize yabancı da gelmeyen bir halk şarkısı söylemeye başladı:
         
Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
          Seher yeli, dağıt beni, kır beni;
          Götür tozlarımı burdan uzağa
          Yârin çıplak ayağına sür beni...

                   [...] arkadaşım “Bu ne?” demek ister gibi yüzüme baktı.
                   “        Fevkalâde” diye mırıldandım.
                   Ses tekrar ve bütün vadiyi çınlatırcasına başladı.

                             Aldım sazı çıktım gurbet görmeye,
                             Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye,
                             Ne lüzum var şuna buna sormaya,
Senden ayrı ne hal oldum, gör beni.

[...] Çadırı ve bulunduğumuz yeri bir aydınlık yalayıp geçti, vadinin öbür ucuna kadar uzandı. Başımızı kaldırdık, karşımızdaki sırtı aşıp yukar fırlayan ayı gördük.  Saz çalan delikanlı da başını kaldırdı ve gözlerini biraz yumarak, tam karşısında beliren bu aydınlık yüzlü dinleyiciyi süzdü. Sonra saza vuran eli yavaşladı, gözleri kapandı, boğazı gerildi ve yüzü kırmızılaştı. Biz hayretle onu seyrederken, ince dudaklarının arasından beyaz dişleri göründü, ve delikanlı bu sefer aya hitap eder gibi şarkısına devam etti:
         
Ayın şavkı vurur sazım üstüne,
          Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne
          Gel ey hilâl kaşlım, dizim üstüne,
          Ay bir yandan, sen bir yandan sar beni.

Sabahattin Ali’nin Ses hikayesinin kahramanı hikayenin sonunda konservatuar sınavına girer ve başarılı olamaz. Ancak, gerçek hayatta genç amele onu dinleyen konservatuar hocalarının yüreklendirmesiyle konservatuar sınavına girer, kazanır ve şan/opera bölümünden mezun olduktan sonra Devlet Operası Korosu’nda görev alır. Adı da Kenan Ses’tir.


8 yorum:

  1. onu görmeden özleyenlerdenim! sevgiler Filiz Ali
    sizinle tanışmaktan mutluluk duydum!

    YanıtlaSil
  2. ''Benim Aşkımla'' zorla sevdirmeye çalıştılar ama o yürüdüğü yoldan sapmadı. Ruhu şad olsun üstad yazar ve şairimiz.

    YanıtlaSil
  3. Merhaba Filiz hanım Kürk Mantolu Madonna romanını geçen gün okudum öok etkilendim ve bir kitap kapağı hazırladım ve aynı zamanda birde Sebahattin Ali'yi anlatan video hazırladım umarım beğenirsiniz.

    http://mustafamutlu.gen.tr/article/sebahattin-ali-kurk-mantolu-madonna-sunumu.html

    YanıtlaSil
  4. Böyle bir adamı unutmak mümkün mü?

    YanıtlaSil
  5. Böylesine bir doğuşu Tanrı ancak taşıyana bahşeder.

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  7. Sabahattin ALİ'nin, babanızın, o kadar güzel ve etkileyici eserleri var ki... Okurken insanın dili kenetleniyor. Ondan çok şey öğrendim, özellikle de edebiyatın hasını öğrendim. Ona ne kadar teşekkür etsem az. Çok şanslı olmalısınız. Allah size bunu nasip etmiş. Rabbim babanızı nur içinde yatırsın. Bir daha öyle bir usta bulmak çok zor. Ben de 12 yaşımda kaybettim babamı. Hatta şu an 15 yaşındayım. Sabahattin ALİ'yi yaşatmak ve hatırlatmak için elimden gelen her şeyi yapacağım.
    Ayrıca sizinle tanışmak ve konuşmak istiyorum, eğer vaktiniz varsa anılarınızı, yaşanmışlıklarınızı konuşmaktan zevk duyarım...

    YanıtlaSil
  8. Sevgili Filiz Ali, Üniversite Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisiyim. Bitirme tezimin konusu Sabahattin Ali'nin eseri İçimizdeki Şeytan. Araştırma yaptıkça nutkum tutuluyor. Yüreğine, zekasına, bilgisine, ruhunun derinliğine... Sabahattin Ali'nin ve ailesinin mutlu olmasını öyle çok isterdim ki. Ama inanıyorum ki cennetten izliyor sizi. Yüreği, eserleri eşsiz mükemmel insan. Nurlar üzerinden hiç eksilmesin.

    YanıtlaSil