18 Ekim 2011 Salı

İSTANBUL’U DİNLİYORUM, GÖZLERİM KAPALI



İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti olması çok sayıda sanatçıya ilham kaynağı olmuş, bir o kadar da eleştiriye çanak tutmuştu. Aradan zaman geçti, sular duruldu. Yeniden geçmişe doğru bir göz atmakta yarar var. Güncel sanatlar arasında hep üvey evlat gibi köşeye itilen güncel müzik nasıl temsil edildi 2010 Avrupa Başkenti İstanbul’da. Görkemli konserler düzenlendi ama bu konserlerde güncel müziğimiz ne kadar temsil edildi? Yoksa müzikte çağdaşlığı bir türlü kabul edemeyenlerin manasız, bilgiye muhtaç, ön yargılı polemikleriyle yerin dibine mi batırıldı? “Güncel sanatta” bu denli cesur, atak ve şoke edici eserlerin yaratılmasına hiç itirazı olmayan sanatsever aydınlarımız neden iş “güncel müziğe” gelince yüzlerini buruşturarak itiraz etmeyi kendilerinde hak gördüler hep?

Aslında güncel sanatın alıcısı ve bir piyasası var ondan mı acaba? Oysa güncel müziği ne kadar allayıp, pullasanız yine de pek alıcısı çıkmıyor. Fazıl Say’ın basında sürpriz çıkışlarla, polemiklerle yer almasını bu nedenden anlıyorum. Zira onun bu çıkışları olmasa bestelediği müziğe ilgi çekmesi hiç de kolay olmayacak. Fazıl Say, hiç olmazsa tanınmış bir piyanist olmasının avantajı ile eserlerini hem yurt içinde hem de yurt dışında belirli sıklıkla duyurabiliyor. Halbuki, güncel müzik dünyamızın içine hapsolmuş çok sayıda bestecimizin eserlerini duyurma olasılığı çok sınırlı. Ancak, işte bu noktada İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmesi güncel müziğe gönül vermiş müzisyenlerin bazılarına çarpıcı projeler yaratmak üzere ilham verdi. Edebiyat ve müziği birbirlerine yakınlaştıran şiirin ve şairin ilhamıydı bu. Orhan Veli’nin,

İstanbul’u dinliyorum. Gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı

şiiri hem arpist Şirin Pancaroğlu’nun İstanbul’un Ses Telleri, hem de piyanist Seda Röder’in Listening to Istanbul başlıklı CD albümlerinin ilham perisiydi.

Duymak, dinlemek, ama asıl ses, müziğin temeli. Bir zamanlar duymaya alışık olduğumuz sesler, mesela Orhan Veli’nin şiirindeki sucunun ya da yoğurtçunun çıngırak sesi çıktı artık hayatımızdan. Sandalların küreklerinin boğazın sularına batıp çıkarken oluşturdukları şıpırtılı sesler, ya da sahile vuran dalgaların sesi de çoktan tarihe karıştı. Bülbül sesi duyan var mı İstanbul’da? Orhan Veli’nin dinlediği ve duyduğu İstanbul romantik ve nostaljik bir geçmişe ait. Bugünün sesleri ise farklı. Milyonlarca insanın sürekli devinim halinde olduğu, makinaların, arabaların, motorların, gemilerin, uçakların, helikopterlerin susmamacasına sürekli ses ürettiği, ses yükselticilerin birbirleriyle yarışırcasına çığırttığı kakafonik müziklerin sokakları, caddeleri işgal ettiği bir büyük metropol İstanbul. Böyle kakafonik bir kentte doğan ve yaşayan güncel müzik yaratıcısının geçmiş yüzyılların özlemiyle kaybedecek, oyalanacak zamanı yok. Bugünün bestecisinin hayatında tatlı melodilerin duyulduğu dingin bir İstanbul yerine binlerce güzel ve çirkin sesin üretildiği uçsuz bucaksız bir megapolün sesleri var. Çoğu 1970’ler ve sonrasında dünyaya gelmiş bestecilerin eserlerini bir araya getirip yorumlayan piyanist Seda (Sesigüzel) Röder de onların dünyasının yabancısı değil.

Seda Röder, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan mezun olduktan sonra Salzburg Mozarteum’da eğitimine devam etmiş, ardından Münih Müzik ve Sahne Sanatları Üniversitesi’nde ünlü Beethoven ve Brahms yorumcusu Gerhard Oppitz ile çalışmış; çalışmalarının ardından kazandığı başarıları çeşitli burslar ve ödüllerle değerlendirilmiş bir piyanist. Son zamanlarda Harvard Üniversitesi Müzik Bölümü’nde çalışmakta. Asıl derdi “Güncel Müzik’in” daha çok dinleyiciye ulaşmasını sağlamak. www.newmusicistanbul.com sitesinde bu uğurdaki çalışmalarını yaymakta Seda Röder.

Seda Röder’in Listening to Istanbul adlı CD’sinde yer alan eserlerin hemen hepsinin ortak noktası piyanonun alışık olduğumuz tekniklerinin dışına kayan çalma becerilerine yönelmiş, öte yandan piyanodan yine duymaya alışık olmadığımız tını, titreşim, yankılanma arayışlarına girmiş olmaları. CD’nin ilk bestecisi Tolga Tüzün, temel olarak ele aldığı bir Süryani ilahi melodisini soyutlayarak ve bu soyutlanmış melodiden çıkardığı binbir çeşit doğaçlamaya yönelik hareket ile dikkati çekiyor. Tolga Tüzün 40 yaşında bugün. Genç sayılır. İTÜ MİAM’daki çalışmalarının ardından dünyadaki güncel müzik hareketlerini Columbia Üniversitesi’nde Tristan Murail, Paris’te Philippe Leroux gibi ustalarla çalışarak pekiştirmiş.

Along the Wall “Duvar Boyunca” adlı, şeytani virtüoziteye dayanan solo piyano eserinin bestecisi Zeynep Gedizlioğlu daha genç bir besteci. MSGSÜ Devlet Konservatuarı’nı bitirdikten sonra kapağı Almanya’ya atmış, orada Almanya’nın önemli güncel bestecilerinden Wolfgang Rihm gibi ustaların sınıflarından yetişerek yarattığı eserlerle çeşitli festivallere katılmakta. Zeynep, artık tanınan ve kendisine eser ısmarlanan bir besteci yurt dışında. Şu sıralarda Paris’teki IRCAM müzik araştırma merkezinde elektro-akustik müzik üzerine çalışıyor.

CD’nin en genç bestecisi Turgut Erçetin. Zamanın Katmanları Arasında Sürüklenme diye Türkçeye çevirebileceğimiz Drifting Through the Layers of Time adlı eserinde besteci, piyanistin piyanonun telleri arasında ıslık çalmasını, bir yandan da Alman Şair Rainer Maria Rilke’nin bir şiirini fısıldamasını istiyor. E-Bow denen ufak bir gereç piyanoya yaklaştırıldığında ise seslerin titreşiminin ve tınısının uzaması sağlanıyor. Erçetin’in piyano ses dünyasını kullanış biçimi şaşırtıcı ve düşündürücü. Genç besteci şu sıralarda bir yandan Stanford Üniversitesi’nde tanınmış İngiliz bestecisi Brian Ferneyhough ile çalışıyor, bir yandan da bilgisayar müziği ve akustik araştırmalarına devam ediyor.

Murat Yakın, Turgut Erçetin gibi İTÜ MİAM ‘da yetişmiş önce. Pieter Snapper, Kamran İnce, Reuben De Lautour ve Hasan Uçarsu gibi ustalarla çalışmış. Şimdilerde Başkent Üniversitesinde bestecilik dersleri veriyor. Lacrymae adını verdiği eserinde piyanonun telleri dahil her tarafından çıkabilen sesleri canlı-elektronik seslerle destekliyor, büyütüyor, renklendiriyor.

Tolga Yayalar’ın eserinin adı Temporal Gardens. Acaba Zamansal Bahçeler diye mi çevirsek Türkçeye? Şu sıralarda Bilkent Üniversitesi öğretim görevlisi olan Tolga Yayalar, Berklee Müzik Koleji’nde Caz müziği eğitimi almış, Harvard Üniversitesi bestecilik bölümünden de bestecilik doktorası var. Çok sayıda ödül sahibi. Bagajı hayli ağır anlaşılan. Eserini açıklarken Ahmet Hamdi Tanpınar’ın şiirlerinden, zaman ögesinin değişgenliğinden dem vuruyor besteci. Bana sorarsanız ses dünyası fazla kalabalık, üstelik kalabalığın çoğu da tanıdık.
Gelelim CD’nin son eseri olan Movement 6, yani Altıncı Bölüm’e. Bestecisi Özkan Manav. Manav, her eserinde olduğu gibi dinleyeni meraklandırmayı iyi biliyor. Burada bizi 19. yüzyıl İstanbul’una, Hacı Arif Bey’in ses dünyasına taşıyor besteci. Piyanodan mikrotonal sesler elde edebilmek, Uşşak, Neva, Hüzzam gibi makamları aslına uyguna yakın duyurabilmek için çalgının tiz seslerinin akordu ile oynamayı ön görüyor. Eser, dinleyeni geçmişin dingin, tefekkür alemine doğru bir gezintiye götürmekte.

Kuşağının en verimli bestecilerinden biri sayılan Manav’ın da pek çok ödülü var ve eserleri hem yurt dışında hem de yurt içinde seslendirilen şanslı bestecilerimizden biri.

Son söz olarak, Güncel Sanatlarla ilgilenen, uğraşan tüm sanatçıları ve sanatseverleri Seda Röder’in yarattığı bu olağanüstü CD’deki bütün güncel bestecilerimizi tanımaya, dinlemeye ve anlamaya davet ediyorum.