9 Şubat 2011 Çarşamba

AIMA’DAN AKSV’YE



1998

1998 Eylül’ünde Ayvalık Cunda adasının zeytinlikleriyle denizi arasında kalmış kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde henüz telefonu bile bağlanmamış iki taş evde başladığımız “Ayvalık Yaylı Çalgılar ve Oda Müziği Uzmanlık Kursu” aradan geçen süre içinde büyüdü, zamana yayıldı “Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisi” yani AIMA’ya dönüştü. Sonunda da 2011 yılı Ocak ayında AYVALIK KÜLTÜR VE SANAT VAKFI “AKSV” kuruldu.


Boyner evleri 1998

O telefonu bağlanmamış evler Ümit ve Cem Boyner’e aitti. Restorasyon çalışmaları yeni bitmiş olan bu iki taş evi daha kendileri bile kullanmadan bizim projemize tahsis etmeleri gerçekten mucizeydi. Evlerin deniz kıyısına yakın olanı iki katlıydı. Üst kattaki odalardan birinde bay ve bayan Viktor Pikaizen, ötekinde de Ayla Erduran kalıyordu. Alt katta ufacık açık mutfağa açılan ufacık yemek odası, yanında da ufacık oturma odası vardı. Dersler, ya o ufacık oturma odasında ya da odaya açılan terasta yapılıyordu.


Nina ve Mikhail Khomitzer, Viktor Pikayzen, Valeri Oistrakh, Ayla Erduran, Filiz Ali, Nimet Tan 1998
 İkinci ev arkada zeytinliklere daha yakın tek katlı şirin bir evdi. Buradaki iki odanın birini İsrail’den gelen ünlü Rus viyolonselist Mikhail Khomitzer eşi Nina ile paylaşıyordu. Öbür odadaysa David Oistrakh’ın torunu Valeri Oistrakh kalıyordu. Bu kadar önemli üç Rus müzisyeni nasıl bulup, Cunda adasının böyle ücra bir köşesine getirebilmiştik? Bu ne cesaretti böyle? Şimdi düşünüyorum da cahil cesareti bu olsa gerek. Hem Ayla Erduran hem de ben hiç bir güvencemiz olmadan balıklama atlamıştık bu denize. İlk yıl olmasına rağmen 25 öğrenci gelmişti. Bunda Ayla Erduran’ın çekici gücünü yabana atmamamız gerekiyordu. Öğrencileri Cunda merkezdeki Cunda Oteli’ne yerleştirdik. Otelin sahipleri Ayvalık’ın yerlilerinden Ahmet ve Şebnem Süner bize indirim yaptılar. Öğrencilerimize sahip çıktılar.

Ayvalık’ın dillere destan eski belediye başkanı Ahmet Tüfekçi, beni epey bir terlettikten sonra öğrencileri Cunda merkezden Boynerlerin evine taşıyacak otobüsleri tahsis ederek en önemli sorunumuzu halletti. Daha ilk günden beri yanımda olan ve o gün bu gündür benim sağ ve sol kollarımın tümü olan sevgili öğrencim ve meslektaşım İlke Boran, o günleri Mitos Diyarında Çağdaş bir Kültür Odağı adlı kitabımızda şöyle anlatır:

“Masterclass’ın ilk günü öğrencileri derslerin yapılacağı mekâna götürdük. Deniz kenarına yakın olan evde Ayla Erduran ders yapıyordu. Ben de dersler yapılırken zamanımı değerlendirmek için halen üzerinde çalıştığım Usmanbaş partisyonlarını deniz kenarındaki ahşap masa üzerine açmıştım ki birden Bach’ın sol minör keman Partita’sının Prélude bölümü duyulmaya başladı. Deniz kenarındaki o hafif esintili günü hiç unutmadım. Önümde deniz, rüzgâr ve Bach Partita...AIMA serüveni o gün başlamıştı.”


Khomitzerler, İlke Boran, Anya ve Lukas David, Hartmut Lindemann 1999

Masterclass’lar tam on yıl Boyner’lerin evlerinde ve o muhteşem bahçede devam etti. İlk yıl Ayla’nın şansına yokluklarla dolu bir yıldı. Sineklerden, telefonsuzluktan, arabasızlıktan, köpeklerden, ıssızlıktan çok çekti Ayla. Ertesi yıl koşulların iyileştiğini söylesem de onu ikna edemedim. 1999’da olağanüstü usta kemancı ve hoca Lukas David ile tanıştık. O gün bu gündür Lukas David ve eşi piyanist Anya her yıl geliyorlar Ayvalık’a. Anya müthiş bir eşlikçidir. 12 yıldır konserlerimizde sadece kemancılara değil, bütün çalgılara eşlik eder, hem deşifresi müthiştir hem de repertuarı çok geniştir.

AIMA’DA HAYAT

Gündelik hayatın şehrin gürültüsünden uzak olması, denizden esen tatlı meltem, hocaların hoşuna gidiyordu. Ümit Boyner hocalara hizmet edecek bir hanım ayarlamıştı. Her sabah erkenden gelip kahvaltıyı o hazırlıyor, ortalığı toplayıp, temizliyor, aralarda kahve çay servisi yapıyordu. Hocaların öğle yemekleri için Cunda’da bir anne ile üç kızının işlettiği Ada Lokantası ile anlaşmıştık. Hergün tencereler bir taksinin bagajına yükleniyor, zeytinliklerin tangır tungur yollarında sallana sallana Boynerlere gidiyordu. Akşamları hocaları yine taksilerle Cunda’ya taşıyorduk. Lukas David daha ilk günden Taş Kahve’nin tiryakisi olmuştu. Bütün öğrencilerini de etrafına toplayıp adaçayı eşliğinde sohbeti koyulaştırıyordu orada.


Filiz Ali, Tanya Masurenko, Suna Kan ve Ginger 2000
 1999’dan itibaren her yıl Lukas David’in yanına ikinci bir keman öğretmeni daha davet etmeye başladık. İki yıl üstüste Suna Kan geldi örneğin. Lukas David’in Almanya’dan öğrencisi olan Çiğdem İyicil, üçüncü yılımızdan itibaren arada boşluklar olsa da her yıl bizimle oldu. Talich Kuartet’inin kurucusu ve birinci kemanı Jan Talich ve Bohuslav Matousek ile geleneksel Çek keman ekolünü öğrencilerimize tanıştırdık. I Musici topluluğunun eski başkemancısı Mariana Sirbu’yu davet ettik bir yıl. Viola öğretmenlerimiz de Ayvalık ve Cunda’yı çok sevdiler. Hartmut Lindemann, Tatjana Masurenko, Ulrich Eichenauer, Vladimir Bukac, hepsi tekrar tekrar geldiler bizimle çalışmaya. 2011’de de Ruşen Güneş gelecek inşallah.

Prof. Khomitzer’i 2001 yılındaki Masterclass’tan kısa bir süre sonra kaybettik. Khomitzer çok hoş bir insandı. Müthiş bir virtüozdu. Zamanında David Oistrakh ve Svyatoslav Richter’le çalmış bir çellistti. Ne yazık ki sağlığı bozuktu, diyabet hastasıydı ve böbrek yetmezliği vardı. İsrail’de yaşadığı ve kendisi de Yahudi olduğu halde İsrail’lileri sevmiyordu. Orada sadece Rusça konuştuğunu, İbranice öğrenmeye hiç niyeti olmadığını, sağlık sigortası çok iyi olmasa İsrail’de bir gün bile durmayacağını söyleyip duruyordu. İnsanın doğup büyüdüğü memleketinden kendi isteğiyle de olsa ayrı düşmesi çok acıydı.


Vieri Bottassini, İlke Boran, Tanya, Filiz ve Julian Milkis
 İlk yıllarda masterclass süresi on gündü. Arada bir gün tatil veriyorduk. O gün Cundalı Girit kökenli Memetali Kaptan’ın ufak teknesiyle adalara geziye çıkardık. Memetali Kaptan dünyanın en lezzetli sübye yahnisini yapardı. Parmaklarınızı yerdiniz. Karşılığında içtiği biraların haddi hesabı yoktu tabii ki. Hocalarımızı bu geziler mestederdi. Yeniden Ayvalık’a gelmeyi isteme nedenlerinin başında bu geziler ve yemeklerin lezzeti olabilirdi.
Ayvalıklı dostlarımız ilk günlerden başlayarak projemize katkıda bulunmaya başladılar. Öğretmenlerimize çay saatinde kendi elleriyle yaptıkları pastaları, kekleri getirirler, bahçelerinde bütün öğrenciler ve hocalar için yemekli partiler verirler, konser biletlerimizi satmaya yardımcı olurlardı. Konserlerimizi hep derneklerle, başta Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olmak üzere Ayvalık’taki sosyal ve kültürel yaşama destek olmak için çalışan bütün derneklerle işbirliği yaparak düzenledik.

NEDEN AYVALIK VE CUNDA?

Ayvalık, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Kuzey Ege’de zeytinyağ ve sabun fabrikaları, deri tavlama atölyeleri ile küçük ama zengin bir sanayi merkezi imiş. Burada üretilen mallar batı ülkelerine ihraç edilir, ticaret limana gelen gemilerle yürütülürmüş. İlçenin nüfusu memurlar ve askerler dışında tümüyle İmparatorluğun Rum hıristiyan tebaasından oluşurmuş. İlçedeki görkemli kiliseler, kilise meydanlarına bakan görkemli taş konaklar, Akademisi, Hastanesi ile sosyal ve kültürel hayatın düzeyinin yüksekliği Rumların zenginliğinin kanıtıymış. Önce Balkan savaşı, ardından 1. Dünya Savaşı, son olarak da Kurtuluş Savaşı, Ayvalık’ın o eski zengin ve görkemli günlerinin sonu olmuş. 1924’deki nüfus mübadelesi sonucu ilçedeki Rumların hepsi Yunanistan’a gönderilmiş. Derlerki: Rumlar giderken geri geleceklerini düşünerek evlerinin duvarlarına, bahçedeki kuyulara altınlarını saklamışlar. Mübadeleyle gidenlerin yerine Girit, Midilli, Selanik ve civarından Türkler gelmiş. Onlar da ardlarında köklerini, mallarını, anılarını bırakıp gelmişler. Ayvalık’ta kendilerine verilen evleri, zeytinlikleri kimi iyi değerlendirmiş, kimi de bu görkemli konakların yaşam tarzına uyum sağlayamamış. Çarnaçar, o güzelim pempemsi Sarımsak taşından yapılmış evler, konaklar ya yıkılmaya terkedilmiş ya da depo olarak kullanılmaya başlanmış. Gel zaman, git zaman Midilli kökenli bir aileden gelip Ayvalıklı olan Teoman Madra’nın gayretleri sayesinde Ayvalık ve Cunda’nın, sit alanı olarak korunması kararı alınmış. Böylece Ayvalık’un özgün mimarisi bugüne kadar yok olmaktan kurtulmuş.

YENİDEN KEŞFEDİLEN BİR KASABA


Melin evi kış bahçesinde Vivaldi Mevsimler 2005
 Yirminci yüzyılın son on yılında Ayvalık yeniden keşfedildi. Kasabanın o kendine özgü mimari dokusu, gündelik hayatın neredeyse yüz yıl önce olduğu gibi devam etmesi, o eski kasaba havasının bozulmamış olması Ayvalık’la bir biçimde bağı olan insanları kendine çekiyordu. 1995’te ben de bir ev satın aldım burada. Evin içinde uzun yıllar kimse yaşamamıştı. Zeytin zamanı zeytin tayfasının kaldığı, iyice bakımsız bir ev ve koskoca bakımsız bir bahçe. Binnaz ve Ergun Melin de birkaç yıl sonra benim evden bir sokak ötede eski görkemli sarımsak taşı konaklardan birini satın aldılar. O ev de aynı benimki gibi yıllarca metruk kalmıştı. Alt katı berbat durumdaydı, orası da yıllar yılı tepeleme zeytinyağı tenekeleri deposu olarak kullanılmış, pislik içinde bir yerdi. Melin’ler yakın arkadaşları Güney Afrikalı iç mimar ve tasarımcı Bevan Christie ile birlikte evi mucizevi bir biçimde onardılar, yandaki çatısı çoktan çökmüş dört duvarı enfes bir kış bahçesine dönüştürdüler. Onun yanındaki bir bölüme ektikleri portakal, limon ve greypfrut ağaçları ile inanılmaz bir“orangerie” yarattılar. Evin asıl geniş bahçesini binbir gece masallarındaki cennet bahçesine benzettiler.


Peter Bruns çello sınıfı 2003
 2001 yılında işte bu güzelim Ayvalık evini on gün için AIMA’nın kullanımına tahsis etti Melinler. İlk kez masterclass sayısını çoğaltmaya ve yaylı çalgılara başka çalgıları da katmaya aynı yıl karar vermiştik. Arpist Şirin Pancaroğlu ile İtalyan flütist Vieri Bottassini böylece derslerini bu tarihi mekânda vermeye başladılar. Ertesi yıl Leipzig Mendelssohn-Bartholdy Konservatuarı viyolonsel profesörü Peter Bruns ilk kez Ayvalık’a geldi ve Vieri ile birlikte Melin’lerin evinde kaldılar. Dersleri de bu harika mekânın çeşitli bölümlerinde verdiler. Bir yıl sonra AIMA ailemize Rus asıllı Kanadalı klarinet virtüozu Julian Milkis katıldı. Giderek büyüyen ailemizle birlikte masterclass sonunda verdiğimiz konserlere ilgi her yıl artmaktaydı. Yaz aylarını Körfez bölgesinde geçiren İstanbullular, Ankaralılar, Ayvalık’ta evleri olan Avrupalı ve Amerikalılar, konserlerimizi kaçırmıyorlardı.

Filiz, Ayşen Ulucan, Suna Kan, Ayşen'in annesi
Tabii dikensiz gül olmadığı gibi bizim de başımıza gelmeyen kalmamıştı bu arada. İkinci yılımızda Suna Kan bir gece karanlıkta merdivenlerden düşmüş ve yüzünü çok fena yaralamıştı. Onu ambulansla İzmir’e 9 Eylül Üniversitesi Hastanesine götürüşümüzü hiç unutmam. Şans eseri Suna’yı Türkiye’nin en tanınmış plastik cerrahlarından biri ameliyat etti ve yüzü kurtuldu. Aynı yıl viyola hocamız Hartmut Lindeman, bize danışmadan kiraladığı eski püskü bir motosikletle kaza yaptı. Allahtan kendine bir şey olmadı. Bir başka yıl Midilli adası üzerinden müthiş bir hortum geldi, etkisi geçtiğinde Ayvalık’taki çatıların yarısından fazlası uçmuş, fabrika bacaları ve minareler yıkılmıştı. Neyse ki hocalarımıza ve öğrencilere bir zarar gelmedi, ama ödümüz kopmuştu.
Başımıza gelen en akıllara ziyan olay taksici boykotuydu. 2004 ya da 2005 yılında Cunda taksicileri, Ayvalık’tan gelen taksicileri kıskanıp Boynerlere gitmeyi boykot ettiler. Boynerlerde kalan hocalarımızı orada mahzur bırakarak hesapta bizi cezalandıracaklardı. Ama yağma yok, oyuna gelmedik. Derhal bir araba kiraladık. Şoförlüğü de iki metre boyundaki keman hocamız Bohuslav Matousek üstlendi. Arabaya sığmakta zorlanıyordu ama taksicilere muhtaç olmama özgürlüğü bütün hocaları çok memnun etmişti o yıl. Bu şekilde geleneksel Türk misafirperverliğine güzel bir anti-propaganda yapmış oldu Cundalılar.

PEMBE EV

2003 yılında bir mucize oldu. Ayvalık sokaklarını gezerken dikkatimi çeken bir ev vardı, “bu ev tam bize göre” derdim içimden. Mimarisi Ayvalık evlerine benzemezdi bu pembe evin. Balkonların kavsi, demir parmaklıkların tasarımı Art Deco stilindeydi. Kim derdi ki bir gün bu ev AIMA’nın yuvası olacak? Evin sahibi Haluk Barutçuoğlu ile eşi Tınçay Hanım’ı hiç tanımıyordum. Meğer onlar evlerini bir hayır kurumuna bağışlamak isterlermiş ama bir türlü karar veremiyorlarmış. Nasıl olmuşsa bizim konserlerimizden ve çalışamalarımızdan etkilenerek evi AIMA’nın kullanması koşuluyla Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı’na bağışlamaya karar vermişler. Barutçuoğlu ailesi ile beni Melih Fereli’nin arkadaşı olan Vakfın Genel Müdürü Alp Orçun tanıştırdı. Başımıza böyle bir talih kuşunun konmasına bir türlü inanamadım başta. Ne var ki Haluk Bey ve Tınçay Hanımla tanıştıktan sonra ikisinin de sıradan insanlar olmadıklarını, kaderin bizi melekler sınıfından ayrıcalıklı varlıklarla tanıştırdığına inandım.


Pembe evin rıhtımı

Vakıf, Haluk Bey’in arzusu üzerine AIMA’yı maddi olarak destekleyecek, evin bakımını üstlenecek, kurumsallaşmasına yardımcı olacaktı. Haluk Bey ne yazık ki evi bağışladıktan bir yıl sonra vefat etti. Evin onarılması ve Vakıf ile AIMA ilişkilerinin düzene konulabilmesi de bir yıl sürdü. İlk kez 2005 yılında Carlo Domenico’nin Gitar Masterclass’ı ile pembe ev, AIMA’nın yeni yuvası oldu. 2008 yılına kadar hem Boynerlerde, hem de yeni binamızda masterclass sayısını arttırarak çalışmaya hız verdik. Pınar Kür ile iki yıl üstüste Yazarlık; Avusturyalı besteci Klaus Ager, Özkan Manav, Hasan Uçarsu ve İlhan Usmanbaş ile üç yıl Bestecilik Atölyeleri düzenledik. Ufkumuzu genişleterek dünyaca ünlü çellist Maria Kliegel ve Fransız keman virtüozu Pierre Amoyal’i Ayvalık’a gelmeye razı ettik.


İdil Biret derste 2007

İdil Biret ile bir piyano masterclass yapma fikri içimizde bir özlem olarak durup duruyorken her sıkıntımızda Hızır gibi yetişen sevgili Tıncay Barutçuoğlu bize yepyeni bir Yamaha baby grand piyano bağışladı. Kısa bir süre sonra yıllar önce hayata gözlerini yuman sanatçı dostu Muazzez İpar’ın konser piyanosunu kızı Ümit Ersan, AIMA’ya bağışlayınca, piyano masterclass düzenleme fikrine iyice yaklaştığımızı farketmiştik. Yokluğuna hâlâ alışamadığım sevgili Gönül Kayra, ölmeden önce piyanosunu AIMA’ya vasiyet etmişti. O piyanonun da bir öyküsü vardı. Gönül Kayra, Cahit Kayra ile evlenmeden çok önce adı Gönül Çanga iken Cemal Reşit Rey’in en yetenekli öğrencilerinden biriymiş. Evlendikten sonra da piyano çalmayı bırakmamış. Uzun yıllar Cahit Bey’in görevi nedeniyle Paris’te yaşarlarken oradaki konserleri hiç kaçırmadan takibettiğinden olsa gerek çok geniş bir müzik kültürü vardı. Hayatının sonunda AIMA’ya vasiyet ettiği piyanosunu da İsviçre’de yaşayan piyanist Ömer Refik Yaltkaya’nın yardımıyla bir çok piyano arasından seçerek almış. Bugün Gönül Kayra’nın piyanosu AIMA’da onun anısını yaşatmaya devam ediyor. Bir başka hayırsever olan Gönül Yarar, çok genç yaşta ölen oğlu Süleyman Tolga İnal’ın piyanosunu AIMA’ya bağışladı. Şimdi Tolga’nın piyanosunda piyanist olma yolundaki öğrenciler çalışıyorlar.

AYVALIK’LILARLA BİRLİKTE KURULAN İLK VAKIF “AYVALIK KÜLTÜR VE SANAT VAKFI”

Enis Batur ve edebiyat atölyesi 2010
 10. yılımızda AIMA’mız Haluk Bey’in öngördüğü gibi genişlemeye ve gelişmeye devam ediyordu. AIMA’nın grafik tasarımlarını kızı Ayşe ile birlikte gönüllü olarak yaratan Sadık Karamustafa’nın önerisiyle bir kitap hazırlamaya karar verdik. Sadık kitabın tasarımını yapacak, Enis Batur ile ben uzun bir söyleşi yaparak Ayvalık’ın geçmişini, geleceğini, Ayvalıklıları, Ayvalık’ın benim hayatımdaki yerini, AIMA’nın doğuşunu ve büyümesini konuşacaktık. Ayvalıklılar, yurt dışından gelen öğretmenler, yerli ve yabancı öğrencilere ilaveten AIMA gönüllüleri de hem Ayvalık’ı hem de kendi düşüncelerini yazıya dökeceklerdi. El birliğiyle, her zamanki gibi imece anlayışıyla hazırlanan kitabımız gerçekten çok güzel oldu. Melahat Behlil arkadaşım kitabı İngilizceye gönüllü olarak çevirince birinci kitap ikinciyi doğurmuş oldu.

Herşeyin bu kadar yolunda gitmesi hayra alâmet değildi. Nitekim, aklımızın köşesine bile gelmeyen başımıza geldi. Olay şöyle gelişti. Haluk Bey evini bağışlamaya karar verdiğinde ilk aklına ben gelmişim. Ne var ki benim tek başıma böyle bir yükü kaldıramayacağımı düşündüğünden, amacı Türkiye’de çok sesli müzik eğitimini geliştirmek, müzik öğrencilerine burs vererek yurt dışında mesleklerini geliştirmelerine yardımcı olmak olan Dr. Nejat F. Eczacıbaşı Vakfı’na bağışlamaya karar vermişti. Haluk Bey, vakfın AIMA’yı desteklemesi koşuluyla yaptığı bu bağışın koşullarına uyulacağını varsaymıştı. Ne yazık ki bağıştan bir yıl gibi kısa bir süre sonra vefat etti. Vakfın yönetim kurulu başkanı Bülent Eczacıbaşı, Haluk Bey’in vasiyeti yerine geçen bu koşullara ilk bir kaç yıl biraz gönülsüz olsa da uydu. Ancak, Bülent Eczacıbaşı, 2008 yılında AIMA’ya artık destek olamayacaklarını, Vakfın bundan böyle desteğini İstanbul Modern’e yönlendireceği haberini verdi bize. Yaşadığımız şoktan kendimize gelmemiz zaman aldı. Haluk Bey’in eşi Tınçay Hanım’ı eşinin vasiyetine uyulmaması çok üzdü. Ben, o üzülüyor diye kahroldum. Kara kara ne yapacağımızı düşünmeye başladık.

Sibel Asna ile Cunda Upupa'da 2007
AIMA'ı ilk günlerinden beri destekleyen, gönüllü danışmanımız sevgili Sibel Asna, derhal bir dernek kurmamızı salık verdi. Eczacıbaşı’nın da hukuk müşaviri olan, benim de eski dostum hukuk profesörü Münir Ekonomi’nin yardımlarıyla bir dernek kurmaya karar verdik. Uzun lâfın kısası 2008’den beri önce “Ayvalık Uluslararası Müzik Akademisini Destekleme ve Geliştirme Derneği” projesi ile sonra da “Ayvalık Kültür ve Sanat Vakfı”nı kurma çalışmalarıyla uğraşıyoruz. Ayvalıklı dostlarımız her zamanki gibi imece çalışmasını sürdürüyorlar. En büyük gücü hem dernek hem de vakıf projelerini omuz omuza yürüttüğümüz dostlarımızdan alıyoruz.