16 Temmuz 2010 Cuma

BİR ÇERKEZ KAHRAMANI: YURİ TEMİRKANOV





1990 yılı Temmuz ayında Leningrad Filarmoni Orkestrası, İstanbul Müzik Festivali’nin konuğu olarak üç konser vermişti. 1882 yılında kurulan Rusya’nın bu en eski orkestrasının ilk adı Saint Petersburg Filarmoni Orkestrası’ydı. Bolşevik Devrimi’nden sonra orkestra üyeleri orkestranın sahibi oldular ve adını Petrograd Devlet Filarmoni Orkestrası olarak değiştirdiler. Bruno Walter, Ernest Ansermet gibi zamanın büyük şeflerinin konuk şef olarak yönettiği orkestranın adı 1920’lerde Leningrad Filarmoni Orkestrası oldu. 1938 yılından 1987 yılına kadar Sovyetlerin efsaneleşmiş orkestra şefi Evgeniy Mravinsky, orkestrayı demir yumruğuyla yönetti. Mravinsky döneminde orkestra, müzik dünyasında kulaktan kulağa yayılan gizemli bir üne kavuşmuştu. Şostakoviç, ilk sekiz senfonisini Mravinsky’ye ithaf etmiş, Mravinsky de bu senfonilerin dünya prömiyerlerini yaparak besteciyi desteklemişti. Ne var ki 1962’de Mravinsky, bestecinin savaş sırasında Sovyetler tarafından katledilen Yahudileri anlatan “Babi Yar” adlı 13. senfonisini çaldırmayı devlet büyüklerini karşısına almaktan korktuğu için reddedince araları bozulmuştu.

ORKESTRA ŞEFİ YURİ TEMİRKANOV

1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması ve yeni Rusya’nın doğmasını takiben orkestra yeniden eski adına kavuşarak Saint Petersburg Filarmoni Orkestrası oldu. Yuri Temirkanov 1988’den bu yana orkestranın daimi şefi. 1938’de Kuzey Kafkasya’da Nalçik kentinde dünyaya gelen Temirkanov Çerkez boylarının Kabayday kolundan. Küçük yaşta müzik öğrenmeye başlamış, 13 yaşına geldiğinde Leningrad Üstün Yetenekli Çocuklar okuluna kabul edilmiş, keman ve viyola eğitimine burada devam etmiş, mezun olur olmaz Leningrad Konservatuarı’na girerek hem viyola sınıfından hem de İlya Musin’in şeflik sınıfından mezun olmuş.

Temirkanov’un Sovyetler Birliği sınırlarının dışına ilk çıkışı Kiril Kondraşin ile dönüşümlü yönettiği Moskova Filarmoni Orkestrası’nın 1966 yılındaki tarihi Avrupa ve Birleşik Amerika turnesi. Kariyerindeki asıl önemli gelişme ise 1967 yılında Leningrad Filarmoni Orkestrası’na Yevgeni Mravinsky’nin asistanı olarak tayin edilmesi ile başlıyor. Bir yıl sonra 1968’de orkestranın daimi şefliğine atanan Temirkanov, bugün Saint Petersburg Filarmoni Orkestrası’nın daimi şefi olmaya devam ediyor. Bir yandan da Londra Krallık Filarmoni Orkestrası’nın onursal şefi.

Temirkanov bugüne bugün Rus bestecilerinin dünyadaki en yetkin yorumcularının başında geliyor. 1 Temmuz 2010 akşamı Londra’daki Royal Festival Hall’da Philarmonia Orkestrası’nı yönettiğinde de Prokofiev’in 2. Piyano Konçertosu ile Çaykovski’nin No. 6, “Pathetique” Senfonisi yorumları ile Guardian ve The Times gazetesi eleştirmenlerinin övgülerini kazanıyor.

Ben Temirkanov’u ilk kez İstanbul’da tanıdığımdan beri izlemeye devam ediyorum. Youtube sağolsun, konserleri, söyleşileri ve belgesellerinden çok şey öğreniyorum. Basso profundo sesiyle Çaykovski’nin orkestrasyon ve çalgılama ustalığı ile elde ettiği eşsiz renkleri anlatmasından etkileniyorum ve bu düşüncelerimi okurlarımla paylaşmak istiyorum. Aşağıda 8 Temmuz 1990 günü Cumhuriyet Gazetesi’nde çıkan yazımda Yuri Temirkanov’u ve orkestrasını ayrıntılı olarak ele almışım:

MÜZİĞİN RESMİNİ ÇİZEN ADAM

"Yuri Temirkanov veya Türkçeleştirirsek eğer Demirhanoğlu ile ilgili rivayetler muhtelif. Kimilerine göre komedyen, kimilerine göre dansçı, kimilerine göre aktör. Belki de bunların hepsinin bir sentezi. Üstelik tanıdığım en karizmatik müzisyenlerden biri. Temirkanov seyirciye küsüyor,ön sıralarda oturanlarla flört ediyor,alkışlara doymuş gibi yapıyor...Bir bakıyorsunuz iki kolunu da önünde kilitlemiş, orkestrayı kendi haline bırakmış...Başıyla, boynuyla hatta burnuyla, gözleriyle, kaşlarıyla, parmak uçlarıyla, eğilip bükülerek müziğin resmini çiziyor. Elindeki enstrüman, Leningrad Filarmoni Orkestrası, efsanevi şef Mravinsky’nin 30’lu yıllardan beri bileye bileye keskinleştirdiği eşsiz bir Stradivarius sanki. Temirkanov, bu eşsiz çalgıyla istediği gibi oynuyor, onu istediği gibi yoğuruyor.

Konserden önce şefin dinlenme odasına kabul ediliyorum. İçerde bazı konuklar var, sus pus oturmuşlar, büyük bir saygıyla maestronun her hareketini izliyorlar. Temirkanov, İngilizcesinin iyi olmadığını, çevirmen aracılığı ile konuşmayı tercih ettiğini söylüyor, ama söylenenlerin tümünü de cin gibi anlıyor. Çevirmeni ve sekreteri olan hanım perişan vaziyette. Odanın içindeki konuklardan, kapının dışında bekleyip aniden odaya dalıveren konuklardan fena halde müşteki.

“Dünyanın neresine gidersek gidelim bu Çerkezler bulurlar maestroyu. Çoğu, orkestra şefi nedir bilmez bile. Orkestra şefinin konser öncesi rahatsız edilmeyeceğini, konsantre olması, dinlenmesi gerektiğini ne kadar anlatsam anlamazlar,” diyor. “Siz de kimseyi almayın odaya o zaman!” diye fikir veriyorum. Sekreter daha da dertleniyor. “Olur mu? O bayılıyor Çerkezlere, onlarla Çerkezce konuşuyor, konserden sonra onlarla yemeğe çıkmaya pek meraklı. On ikiden geç kalmayın diyorum, kimsenin beni dinlediği yok!” kadıncağız bir türlü disiplin altına alamadığı çocuğundan söz ediyor sanki.

Temirkanov’la şeflik mesleği üzerine konuşuyoruz. Rus şeflerin teknik ustalıklarından, Batı’daki şeflere benzemeyen orkestraya yaklaşım biçimlerinden, müziğin resmini çizme özelliklerinden dem vuruyorum. Leningrad Konservatuarı’nın şeflik sınıfının önemini anlatmasını rica ediyorum. Temirkanov’a göre Batı’daki şeflerin çoğu şeflik eğitiminden geçmemiştir. Yüzde doksanı şefliğe sonradan kaymış iyi müzisyenlerdir. Oysa Leningrad şeflik sınıfının çok eski bir geleneği vardır. (Örneğin Temirkanov’un hocası olan Ilya Musin (1903-1999) 96 yıllık yaşamının 60 yılını öğrenci yetiştirmeye adamıştı. Öğrencileri arasında Temirkanov’tan başka Valery Gergiev, Vassily Sinaivsky, Semyon Byshkov, Victor Fedotov gibi dünyaca tanınan şefleri sayabiliriz. F.A.)

Şeflik Temirkanov’un anlayışına göre trafik memurluğu değildir. Sayı saymak, tempo tutmak, “piano”, “forte”, “subito” demek hiç değil. Orkestrada çalan her müzisyen notada ne yazıyorsa onu nasıl çalacağını zaten çok iyi bilmek durumunda. Şefin görevi, işlevi, amacı, ideali işte o notaların arkasındaki anlamı, müziğin neler söylemek istediğini bulup ortaya çıkarmak. “Benim yaptığım, ulaşmak istediğim nokta, notaların arkasındaki müziği dinleyiciye tek elden yansıtmaktır” demekte Temirkanov.

Maestro, şeflik ile “showman”liği birleştirdiğinin pekâlâ farkında. “Televizyon için küçük bir söyleşi yapacağız” deyince hemen saçlar taranıyor, kolonyalar sürünülüyor. Umursamaz gibi yapmasına rağmen hayranlarına çekici görünmek istediği her halinden belli. Ağır ve hesaplı hareket ediyor. Fazla veya gereksiz tek bir kelimeye veya jeste yer yok. Davranışları ekonomik ve kestirme.

Leningrad Filarmoni Orkestrası’nın verdiği her üç konserde sadece Rus bestecilerinin eserleri yer alıyordu. Tabiatıyla Çaykovski, “Keman Konçertosu”, “5. Senfoni”si ve “Fındıkkıran Balesi”nden 2. perde müziği ile birinci sırayı dolduruyordu bu programlarda. Çaykovski’yi az bir farkla Prokofiev izliyordu. Mussorgski tek bir eseriyle, ünlü “Bir Sergiden Tablolar”ıyla temsil edildi. Şostakoviç ise ihmal edilmişti.

Leningrad Filarmonisi o müthiş yaylılarını, müzikal ve teknik disiplinini Temirkanov’un yorumcu ellerine kayıtsız koşulsuz seferber etmiş. Çaykovski’nin, Mussorgski’nin, Prokofiev’in bilinen, popüler eserlerine sıcak, yeni, coşkulu bir soluk getirmesine olanak tanınmış, Rus müziğinin inceliklerini, Rus stilinin kimi zaman “santimantal”e kaçan duygusallığının tam dozunda ayarlanmasına yardımcı olmuştu."
Filiz Ali, 8 Temmuz 1990, Cumhuriyet.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder