26 Şubat 2010 Cuma

TÜRK BEŞLERİ VE BULANIK SUDA BALIK AVLAMAK

FİLİZ ALİ
Bin yıl düşünsem gün gelip defalarca Türk Beşler’ ini savunmak zorunda kalacağım aklıma gelmezdi ama ne çare ki bilir bilmez bir takım kişiler durup dururken Türk Beşler’ ine, özellikle de Ulvi Cemal Erkin’e saldırınca çileden çıkıveriyorum. En son saldırı Hadi Uluengin’den geldi. (Hürriyet, 5 Şubat 2000). (daha önceki saldırıların müellifleri arasında Fazıl Say bile vardı)
Erkin adı Hadi beye ne hikmetse sadece “Süpürgesi Yoncadan” türküsünün çok sesli versiyonunu çağrıştırmış. Erkin’i ve dolayısıyla Beş’leri sıradan, vasat, hatta vasat altı buluyor yazar. Okumuş yazmış takımımızın büyük bir bölümü yıllardır bu türkü armonizasyonlarından gıcık kapıp dururlar. Nedense ayni Erkin’in 20. yüzyıl dünya standartlarının bile üstündeki eseri, “Senfonik Bölüm”ünü büyük bir ihtimalle burun kıvırıp, önyargılara gark olduklarından dolayı dinlememişlerdir, gerçi dinleseler de değerlendirebilecek oranda müzik bilgisine ve beğenisine sahip olduklarından kuşkuluyum.
Yazar, Erkin ve Beş’lerin öneminin “..belirli bir süreçte ‘öncü’ olmuş olmalarından..” kaynaklandığını iddia ediyor ve “bugün ülkemizde de, dünyada da çoktan aşılmış ve aşınmışlardır” diyerek noktayı koyuyor. Evet, doğrudur. Onlar öncüdürler. Çünkü onlar Stravinski gibi, Rus Beşleri, Glinka, Çaykovski, geleneğinden gelmemişlerdir. Arkalarında dayanacakları beş yüzyıllık bir çokseslilik geleneği yoktur. 20. yüzyıl müziğine balıklama atlamak zorunda kalmışlar ve tıpkı 1940’lı yıllarda Anadolu’yu gezerek yurt manzaraları resmeden Cumhuriyet ressamlarımız gibi onlar da kendi halk geleneği malzemelerinden kimi zaman başarıyla kimi zaman da başarısızlıkla yararlanmışlardır.
Tıpkı Finlandiyalı besteci Sibelius gibi. Ne var ki ufacık İskandinav ülkesi Finlandiya, tek bestecisi Sibelius’u bütün dünyaya tanıtmak için dünya çapındaki keman virtüozu Heifetz’i finanse ederken, Türkiyede hem devletin senfoni orkestraları, hem de yeni yeni kurulan holding orkestraları, değil Türk Beşlerinin, onları belki de aşan ve evrenselliği hak etmiş sonraki kuşakların bestecilerinin eserlerini bile çalmamak için direnirler.
Örneğin yeni kurulan ve kurulduğundan beri destek verdiğimiz Borusan Filarmoni Orkestrası, bütün bir konser programını İspanyolların Aranjuez konçertosu ile tanınan popüler bestecisi Rodrigo’suna ayırmakta bir mahsur görmez ama bugüne kadar hiçbir programına bir Türk bestecisinin eserini koyma yürekliliğini de göstermez.
Aslında, 18. ve 19. yüzyıl Avrupa müziğinin başeserlerinin berbat yorumlarla sunulmasını müziksever konser izleyicisi yutmuyor çoktandır. Devir öyle bir devirdir ki bu çağların müziğinin en mükemmel yorumlarının binbir çeşidini CD’lerde yakalayıp, dinleme olanağına sahiptir bugünün müziksever dinleyicisi.
Sanılanın çok ötesinde sofistike zevklere sahibolan bir konsere gider kitle oluşmuştur büyük kentlerimizde. Onlara yeni, ilginç ve değerli eserler, kendi bestecilerimizin ya da çağdaş yabancı bestecilerin eserlerinin özenle hazırlanmış yorumları ile döşeli programlar sunmak zorundadır resmi ve özel müzik kurumları. Dinleyiciyi ciddiye alma zamanı gelmiştir bugün.
Bu arada, okur-yazar-sözde aydın takımımız genellikle konsere monsere gitmez. Onlar “süpürgesi yoncadan”a gıcık olma aşamasında takılıp, pop müziği ile iştigal eden bir takım kişileri besteci diye baş tacı etmeye dünden hazır ve teşnedirler.

1 yorum: